“TÜRK’ÜM ÖZÜR DİLERİM”

“TÜRK’ÜM ÖZÜR DİLERİM” - ozur kampanya ermenileri mest etti o

“TÜRK’ÜM ÖZÜR DİLERİM”

HÜSEYİN MÜMTAZ

 

               Kendisi  “kadim” lafını tercih etse de “eskimeyen” dostumdur İskender Öksüz.

Eski, eskimiş, eskiden, eskitilmiş değil; “eskimeyen”..

Ben onun; “doktora yaparken, doçent, profesör filan olurken” (S.128)       encamının “Prof.” bölümüne rastladım. “Ponpon kız” geçmişini ise hiç bilmiyorum. (S.127)

80 öncesinin “karanlığını” hep beraber yaşadık.. Galip Erdem’li, Yağmur Tunalı’lı, Bilge-Ahmet Bican Ercilasun’lu, Sadi Somuncuoğlu’lu, Umay-Turgut Günay’lı, Selcen-Hamit Homriş’li…

..Emine Işınsu’lu…

..ve ille de TÖRE’li yıllardı..

80 sonrasının “aydınlığı”nı ise “menfada” geçirmeyi tercih ettiler.

Hayat gailesi, medarı maişet motoru, farklı şehirler, memleketler…

Ve tam kırk yıl sonra bir sabah ansızın “TÜRK’ÜM ÖZÜR DİLERİM”..(İskender Öksüz. Bilge Kültür Sanat Yay. Nisan 2013. İstanbul) çat kapı geliverdi..

Hâlbuki ben kırk yıllık gaybubetini, aile içi yapılan iş paylaşımı sonucu kitap yazma işini değerli eşleri hanımefendiye bırakmış olduğuna neredeyse bağlamış vaziyetteydim

Öksüz “Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi”ni bizim nesil için yazmıştı. “Türk’üm Özür Dilerim”i sonraki nesil için.. Üçüncü nesle hitap edeceği kitabına da aynen böyle “damardan” bir başlık bulması lâzım.. Ama acele etsin..

Bir sonraki kırk yıla kim öle kim kala..

Kitap kurdu olan ben, TÜRK’ÜM ÖZÜR DİLERİM’i iki gecede anca bitirebildim..

1.İskender Öksüz kolay okunmuyor.. Her cümleyi, “Vay anasını” nidalarıyla iki defa okuyorsun, paragrafı üç defa..  Bir, bir buçuk sayfa sonra baştan alıyorsun.. Hazmı hiç kolay değil, çarpıntı yapıyor, uykusuz bırakıyor. Ama şaşılacak şekilde hazmı kolaylaştırıyor.

2.Ben kolay okuyamıyorum.. Elimde mutlaka kalem; çizgiler, çıkmalar, çarpılar.. İskender kitabının benim okuduğum nüshasını bir görse tanıyamaz.. O kadar çok ekleme.. Onun satırlarından çok satırlar..

Ne yapalım, her okuyucu “uslu çocuk” değil..

Kitap beş bölüm; Millet, Türk’üm özür dilerim, Fikir savaşları, Tek yol ve Kültür..

İskender her zamanki gibi çok şey söylüyor, iyi söylüyor, ezber bozuyor..

Parmaklarıyla değil, yüreği ile beyni ile yazıyor.

Yazdığını anlamadığınızı hissedince de omuzunuzun üzerinden muzip gülümsemesiyle parmak sallıyor.

               “Etnik geçmiş milletin rakibi değildir” diyor. (S.25)

               “Türk milletini toplum mühendisleri kurmadı” diyor. (S.25)

               “Peki, -Ne Mutlu Türk’üm Diyene- gibi masum ve sosyolojik –millet-kavramını bu derece açık vurgulayan bir ifadeden rahatsız oluyorsanız o zaman siz gayri Türk’sünüz” diyor. (S.26)

               “-Demokrasi- kelimesinde de tuzaklar vardır. Bu kelimenin bu güne kadar takmadığı maske yok. Eğer Öcalan da –demokrasi- istiyorsa, biraz durup düşünmelisiniz. Toprağı bol olmasın, milyonların katili Josef Stalin de demokrasi, hem de onun gerçeğini istiyordu” diyor. (S.27)

İlk bölümün “en fazla tıkladığım” kısmı ise şu;

(Alfred Stepan’a atfen) “Komünizm sonrası Avrupa, federalizm konusunda dikkatli olmamız gereğini gösteriyor….Mucizeler yılı 1989’dan yedi yıl sonra beş üniter devletten beşi de hâlâ üniter devlettir. Üç federal devlet 22 devlete bölünmüştür”. (S.33)

Bizim “federalistlere” duyurulur..

Ha bir de şurası;

“Türk Ocağı’na yeni bir isim aramaktayım: Milletimizin Ocağı gibi bir şey.. Eski bir hars heyeti üyesi olarak istirham edeceğim”. (S.44)

Geçiyoruz İkinci Bölüm’e..

“Öyle ya… Fransa Fransızlarındır, Almanya Almanların, Ermenistan Ermenilerin, Yunanistan Elenlerin. Ama Türkiye Türklerin değildir. Öncekiler millettir. Türk, millet değildir. Türk, olsa olsa bir etnik grup veya ırktır(her ne demekse)! Bu gün -maalesef- Türkiye denilen kutsal topraklarda daha bir çok etnik grup vardır. Ve ne yapı edip oraları tekrar medeniyete kazandırmak gerekir. Herhalde ilk hedefimiz 1919’da de facto gerçekleştirilemeyen bu Eski Yeni Ortadoğu Projesini şimdi de de jure gerçekleştirmektir”. (S.53)

Geliyoruz zurnanın zart dediği yere..

“ABD, Soykırım Konvansiyonu’nu kırk yıl (1948-1988) onaylamadı ve bu sürenin sonunda da aşağıdaki şerhleri koydu;

               1)ABD’nin taraf olabileceği herhangi bir anlaşmazlık Uluslararası Adalet Divanı’na sunulmadan önce her vaka için ABD’nin onayı gereklidir. 2)Bu konvansiyonda hiçbir şey ABD’den kendi anayasasının men ettiği bir kanunu çıkarmasını veya başka bir eylem yapmasını gerektirmez. Bu konuda ABD Anayasasının yorumunu ABD yapar”.

               Ve; “Betahsis jenosit maksadı olmayan bir silahlı çatışma sırasında meydana gelen olaylar, soykırım kapsamına girmez”. (S.60)

Zurnada peşrev olmaz ama bu zurna bölümünün altını çizin, ileride gene döneceğiz.

Ya şuna ne diyorsunuz?

“Eğer Türkiye’de yaşayanların aslında otuz kırk etnik gruptan ibaret olduğuna, bir milletten bahsedilemeyeceğine, etnik grupların üstünde, millet değil, olsa olsa –vatandaşlık- yâni bir pasaport bürokrasisi bulunduğuna insanları ikna etmek. Böylelikle millet gider, kavga biter. Türkiye ulus-devlet değil, bir etnik mozaik olur. Dubai havaalanının transit salonu gibi bir şey”. (S.63)

İlahî İskender Öksüz.. AVM’lere her girdiğimde Dubai’nin transit havaalanındaymışım gibi hissediyorum artık kendimi..

Öksüz “zamanımızdan” bahsediyor; F.R.Atay da 80-90 yıl öncesinden bahsediyor;

“Türkçülük ve Türkçüler hiç politikaya karışmasalar bile suçlu ve sorumlular arasındadır. Mütareke edebiyatında cinayet yerine geçen şeylerden biri de –Türklerde milliyet hissini uyandırmak- idi. Maarif nazırlarından biri kıraat kitaplarından Türk kelimesinin çıkarılmasını emretmiştir”. (Çankaya. S.139)

Deja vu.

Demek ki döne döne ayni şeyi yaş(atıl)ıyoruz..

Şu satırlar…iç acıtıyor..

“Eğer rakibiniz Türkler kadar balık hafızasına sahipse işiniz çok kolaydır. Basına bakıyorum, -Ben azınlıkların sıkıntısını anlıyorum, dedem de Selanik göçmeniydi.- -Öyle ya biz de bu sıkıntıları çekmişizdir herhalde, benimkiler de Deliorman’dan gelmişti.- gibi ifadeler cirit atıyor. Belli ki Rumeli’de belki bir Türk Mahallesi olduğunu ve dedelerinin, büyük annelerinin orada azınlık olduğunu sanıyorlar. –Bizimkiler Sırbistan’dan gelmiş, demek ki biz aslen Sırp’ız- diyenlere de rastladım. Rumeli’de Balkan etnik temizliğinden önce Türk nüfusun çoğunlukta olduğunu hatırlayan yok”. (S65)

Aklıma ister istemez, ancak AB Uyum Sürecinin rüzgârıyla Çerkez olduğunu dillendirmeye başlayabilen, 80 öncesinin burnundan kıl aldırmayan nice ülkücüleri geldi..

Eveeettttt..

Kim demiş “zurnada peşrev olmaz” diye..

Bakın Mayıs 2010 tarihli ABD Milli Güvenlik Strateji Belgesi ne diyormuş:

“…Bu yüzden, milli güvenlik stratejimiz Amerika’nın liderliğinin yenilenmesine odaklıdır; ta ki 21.asırda çıkarlarımızı daha etkin şekilde geliştirebilelim”. (S.80)

               “Milli güvenlik stratejimiz uzun vadede liderliğimizin yenilenmesine odaklıdır. Bu yönetimin, Amerikan halkının selameti ve güvenliğinden daha büyük bir sorumluluğu yoktur.” (S.80)

               “Rakipsiz ordu.. Dünyanın en büyük ekonomisi ve en güçlü ordusu. Ordumuz konvansiyonel üstünlüğünü ve çekirdek silahlar var olduğu müddetçe nükleer caydırıcılığını sürdürürken asimetrik tehditleri mağlup etme, dünyanın uluslararası bölgelerine serbestçe girip çıkma ve ortaklarını destekleme kabiliyetini muhafaza etmelidir. ABD, milletimizi ve çıkarlarımızı savunmak için gerektiğinde tek başına hareket etme hakkını saklı tutmaktadır”. (S.82)

               “Bu yönetimin, Amerikan halkının selameti ve güvenliğinden daha büyük bir sorumluluğu yoktur.”(S.83)

               “Milletlerin sorumlu davranmaları için teşvikler, böyle yapmadıkları zamanlar için de müeyyideler olacaktır”. (S.85)

Ve geliyoruz NGO’lara.. NED, USAİD, Soros.. Sonra da GONGO’lara..

Bu GONGO lâfı bana nedense KİNGKONG’u hatırlattı.

Ve NGO’lar ile GONGO’lar da “ilahî kader”i; “MANİFEST DESTİNY”..

Şu satırları da biz 10 Mart 2008’de yazmışız, ( Hüseyin MÜMTAZ; “TANRI AMERİKALI MI?”)

“’Sınırsız gelecek, Amerikan büyüklüğünün devri olacaktır. Kendi muhteşem zaman ve mekan alanında ulusların ulusu -Amerikan ulusu- insanoğluna ilahi ilkelerin mükemmelliğini göstermek ve dünyada EN YüKSEK (KUTSAL ve HAKİKAT) olana ibadet etmeye adanan en yüce tapınağı kurmak üzere tayin edilmiştir. Onun zemini bir yarımküre, tavanı ise yıldızlarla süslü Cennetlerin seması olacaktır. Onun birleşimi, yüzmilyonlarca mutlu insanı bir araya getiren ve başka hiçbir insanı efendi olarak görmeyen birçok Cumhuriyetin Birliğidir. Bu birlik, Tanrı’nın, eşitliğin doğal ve ahlaki yasası olan kardeşlik yasası tarafından yöneltilir, -çünkü barış ve iyi niyet onların içindedir-‘.

1839’da John L. O’Sullivan tarafından yazılan meşhur ‘Manifest Destiny’den bir bölümü okudunuz. (Hakan Çopur’un tercümesi)

‘Manifest Destiny’, yani ‘Bariz (tartışılmaz, çok açık) Kader’.

Özetle, Amerika ‘zemini yerküre tavanı ise yıldızlarla süslü cennetin seması’ olan evrene düzen getirmek üzere Tanrı tarafından görevlendirilmiştir.

Amerika’nın tartışılmaz, ilahi kaderi budur.

‘Manifest Destiny’ kısa, bir buçuk sayfalık bir makale.. 1839 tarihli..

Kuzey Amerika’nın fethi Tanrı tarafından buyurulmuştur. Kızılderililer, ormanlar ve yaban öküzlerinin imhası, bataklıkların kurutulması ve nehir yataklarının değiştirilmesi, iş gücü ve doğal kaynakların sürekli olarak sömürülmesine dayanan bir ekonomi oluşturulması insan değil, Tanrı tarafından emredilmiştir.

1830’larda Kuzey Amerika’nın Fethi ve Kızılderililerin ve yaban öküzlerinin öldürülmesi Tanrı tarafından buyurulmuştu beyaz Amerikalılara.

200 sene sonra Tanrı beyaz Amerikalılara dünyanın ve uzayın fethini buyuruyor.

Biz eski kıtada Tanzimat-Islahat Fermanları ile 600 yıllık İmparatorluğu yıkmaya çalışırken yeni kıtada geleceğin tarihi yazılıyor, yeni dünya düzeni yeni efendilere yeni ve tartışılmaz görevler vehmediyordu.

2008’in Türkleri, 1839’un Kızılderilileri mi?

Ve Kızılderili yahut yaban öküzü olmamak için ne yapıyorsunuz?

2007 başında, Lefkoşa’dan hiç olmayacak, en ücra yerlerde, harabelerde USAİD-UNPD-AB tabelalarını görmüştüm.

Yüzyıllardır kullanılmayan filan mezbelelik, bu kuruluşların mali yardımlarıyla kullanılır hale getiriliyormuş.

2007 sonbaharında aynı tabelalara bu sefer doğu Anadolu’nun kuş uçmaz-kervan geçmez platolarında rastladım.

Ve 2008’in başında aynı tabelalar ‘falan eğitim projesi’ kılığı altında Karadeniz’de orta ve lise seviyesindeki okulların kapısında boy gösterdi.

Meydanlarda ‘şehitler ölmez/Vatan bölünmez’ diye bağırıp ülkenin her tarafını bunlarla donatıp bu ‘projelere’ teslim etmek nasıl bir çelişkidir?”

Ve lâfı da şöyle bağlamışız;

‘Bence Amerikalıların, Tanrı’nın Amerikalı olmasına inanmaları dünyanın sonu değildir.

Asıl kıyamet, Amerikalıların Hallacı Mansur’luğa öykünüp, ‘Enel Hak’ noktasına geldiklerinde kopacaktır”.

Felek utansın..

O halde tam da burada Ercilâsun’un 5 kelimelik listesine (S.198) bir kelime de benim eklememe izin var mı acaba; “felek”?

Evet.. İskender Öksüz’ün neredeyse bütün kitabını buraya almam gerek, öyle güzel..

Öyle etkileyici..

İyisi mi ben yazmayayım, siz alın.. Mutlaka alın.

Kitabın yanında verilen 3D gözlüğü de mutlaka kullanın, yaşadığınız zamana bakışınız değişsin.

İskender Öksüz iyi yazıyor ama geç yazıyor.

40 yılda bir yazıyor.

“Kuantum”la o kadar ilgiliyim ki, “Amazon’da aradığım” derken (S.127); “Allah Allah.. Amazon nehrinin kıyısında mı aranır?” diye düşünmüştüm. Ama sormadan edemeyeceğim;

“Şişman bir insan yatağı çökertir” de, zayıfı çökert(e)mez mi İskender? Bu nasıl “izafiyet”? (S.134)

Kitap, yeni yeni alışkanlıklar edinmeme yol açtı..

Artık kaldırımda yürürken, karşıdan gelen her yaş, en, boy, cinsten yaratığa ister istemez gülerek bakmaya başladım. (S.217)

Deli zannetmesinler beni?

Üstelik bir de bakarken aynı anda “kimin dayanılmaz basur ağrısı” çekmediğini anlamaya çalışıyorum. (S.217)

Kitabı “okuyun”..

“Fakat eğer olmazsa-But if not”…. (S.170)

Kaybedeceklerinizi tahmin bile edemezsiniz.. 17 Temmuz 2013

 

57’İNCİ ALAY HER YERDE

HEPİMİZ 57’İNCİ ALAYIN NEFERİYİZ

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

.