TAYYİP İSTİFA

Mustafa Kemal Atatürk

Türkiye’de milyonlarca insan iktidarın baskısına ve zulmüne direniyor,demokratik tepkisini haykırıyor.
İktidar adı konulmamış olağanüstü hal uygulamaktadır,sokaklarda insan avı,cenaze törenine bile saldırı düzenleniyor.

*
Bu tabloyu medyanın Arap Baharına benzetmesine Tayyip Erdoğan Kazlıçeşme Mitingi’nde karşı çıkıyor.
“Türkiye medyanın oyun oynayacağı bir ülke değil. Arap Baharını gördük şimdi de Türkiye Baharına hazır olun diyorlar.
Ey cahil! Türkiye’de Türk Baharı 3 Kasım 2002’de oldu. Ama onlar bunun farkında değil. Bunların kulağı duymaz. İşte millet işte karar!” diyor.

*
Halbuki ülkenin her yerinde milyonlar Tayyip Erdoğan’ın -işbu, “herkesi kör,alemi sersem sanan” bağnazlığının sonucu zülmüne direniyor.
Mihail Aleksandroviç Bakunin’in,”Hiç kimsenin bir başkasını baskı altına almasının imkansız hale gelmesini mi istiyorsun? Öyleyse hiç kimsenin güce sahip olmamasını sağlaman gerekir” kuramı çalışıyor,
Milyonların “Tayyip İstifa,Tayyip İstifa” nidası ” Ya Zulüm,Ya Sen” tercihidir -ki, kulaklardan akıllara,vicdanlara işliyor.

*
Bir zamanlar Türkiye bağımsızlık,ulusal birlik ve bütünlükle devletin rejimi ve işleyişinde oluşturulan sistematikte sınırsız uygarlık çizgisinde halkların vicdan ve düşünce özgürlükleriyle,dileyenin hamd etmesini de amaçlayan özgür insanlar yetiştiriyordu.
Elbette Din’in toplumsal bir bağ ve ortak duyarlık yarattığı kabul ediliyor -ama, dinin toplumsal davranışı, sosyal düzeni belirleyen bir sistematik olarak düşünülmesi yanlış olarak değerlendiriliyordu.

*
Herşey, Büyük Atatürk’ün,”Hayat felsefesinin garip bir tecellisidir ki,her faydalı ve her yeni şeye karşı mutlaka bir kuvvet çıkar.Buna bizim dilimizde irtica derler.İşte bu irticanın imhası için gerekli tedbirleri evvelden almış olmak lazımdır” uyarısına kayıtsız kalınmakla başladı.

*
Çünkü neoliberalizmin hızlı ve maksimum kâr için işlevsel ve esnek örgütlenmesi,değişim-geçicilik-uçuculuk karakteri bütün istikrarlı yapıları olduğu gibi Türkiye’yi de tahrip ediyor,
Hep daha fazla kâr adına devreye sokulan disipliner teknikler toplumların bütününe nüfuz ederken artan yoksulluğun getirdiği belirsizlik ve risk toplumun geneline yayılmış, genel ahlakın bağlayıcılık gücünün azalmasına, toplumsal hayatın belirsizlik ve sömürü sarmalına hapsedilmesine yol açmıştı…

*
Bu paralelde Mekke Şerifi Hüseyin’den başlatılan İslam ülkelerini sömürüye açmak, kontrol etmek ve üzerinde baskı kurmak amacı ulusal devlet modelinin aşılması projesiyle geliştirilmeye başlandı.
İslamın yaşandığı her ülke ve Türkiye’de halkların bir kesimi gizliden gizliye eğitildi, Osmanlı’da Sultan Abdülhamid’in pan-islamist resmi ideolojisinden hareketle sivil toplumdan kamusal ve özel yönetimlerde genişleme hedefleniyordu-ki,
İslamcı Tayyip Erdoğan ve Fethullah Gülen, İslami hilafetin temsilcisi Osmanlı’nın ardından oluşan devletlerde cemaat ya da tarikatlarla Vatikan benzeri “İslam Birliği” ile ekonomik güç olmak hedeflerinde Türkiye’yi neoliberalizme ilişiklediler!

*
1998’de Fethullah Gülen’in “Adliyede, mülkiyede veya başka bir hayati müessesede bizim arkadaşlarımızın mevcudiyeti, bizim garantimizdir.
İstikbale yürümek için, sistemin püf noktalarını keşfedin, sistemin püf noktalarını bilmek, keşfetmek, aşmak lazım.Sivrilmeden, mevcudiyetinizi hissettirmeden çok ilerlere gitme. Böylelikle bu kurumları dönüştürebilir ve İslam adına daha faydalı olabilirsiniz” fetvası doğrultusunda;

*
Köyler,beldeler,mahalleler ve semtlerde mahalle ağabeyi ve ablası nezaretinde seçim sandığı seçmen listeleri bazından,
Valiler, kaymakamlar, belediye başkanları ve il-ilçe başkanları koordinasyonunda dernekler,okullar, öğrenci yurtları, dershaneler, vakıflar, İslami iş yerlerinin istihdamı,zekâtlar ve sadakalarla genişlenildi.
Bölge Kalkınma Ajansları,Köy Altyapılarını Destekleme Projesi ve Beldeleri Destekleme Fonu hizmetleri,Sosyal Yardım ve Dayanışma Fonunda örgütlenildi.
İslamcı hedefler doğrultusunda seçimle ele geçirilen devletin; Yargı,Emniyet,İstihbarat,Merkezi-Yerel İdareleri,sivil-askeri bürokrasisi,özerk kuruluşları,üniversiteler, medya ve bir bölüm sermayede kadrolaşıldı.

*
Durmaksızın Cumhuriyet hükümetleri ve devlet bürokrasisinin İslami kimlik ve değerlerini kamusal alandan silmek istediğini düşündüler.
Cumhuriyetin anayasal değerlerini koruma-kollama görevinde bulunma anlamında -bilhassa, irticai kalkışmaların önünü açmak ve cumhuriyet ile yüzleşmek için darbe politikalarını safdışı bıraktılar.
Türkiye oluşturulan İslamcı sivil ordu ile -mesela, bir butonun çok şey ifade ettiği enterkonnekt sistemde tüm ekonomik faaliyetlerde,enerjinin üretimi-dağılımında, hava-kara-deniz ulaşımda esir alınmıştır.
İslami Devlet ajandasında,”Kur’an ve Sünnet” kaynağından ürettikleri siyasetlerine bir kalkışma halinde bir merkezden alınan talimatla Türkiye’den dünyayı kilitleme gücünde olduğunu sandıkları muhteşem bir çete kurdular.

*
O merkez,3 Kasım 2002’den itibaren giderek değişimin türlü sürecini belirleyen bir pozisyona yükselen ve içinde askeri gücün pasifize edilerek operatif fonksiyon yerine istihbarat fonksiyonu kuvvetlendirilmiş Milli İstihbarat Teşkilatıdır.
Bir tarafında Türkiye’de demokratikleşmeyi öngören ABD, birinde demokratikleşme için Kürt Sorununun çözülmesini öngören İsrail,diğerinde TSK’ya askeri strateji belirleyen NATO unsurlarından oluşuyor.
Tayyip Erdoğan ve Fethullah Gülen unsurları da bu yapının edilgen taraflarıdır; birlikte yeni Türkiye belirleniyor,siyaset ve asker yönetiliyor.

*
İyi ama, Gezi Parkı’ndan tüm yurda yayılan ve milyonların “Tayyip İstifa,Tayyip İstifa” haykırışlarıyla yaptığı laik yanlısı gösteriler bu kolerasyona nasıl oturuyor?
Neden milyonlarca insan “Tayyip İstifa” avazlarıyla bu denklikten Tayyib Erdoğan’ı -dolayısıyla,Fethullah Gülen’i düşürmenin kıyısındadır?

*
ABD ve Batı ülkeleri yaşanılan onca tecrübeden sonra; özel kuvvetleri ve istihbarat ajanları ile Türkiye ve Arap ülkelerinde besleyip yetiştirdiği,
“Kur’an ve Sünnet” kaynağından fırlayan İslamcı dini ve siyasi liderler, siyasetçiler, İslami özgürlük savaşçıları ve aktivist kuruluşların, başta Türkiye olmak üzere,Tunus’ta,Libya ya da Mısır’da ve başka ülkelerde de,
Nifak saçan,ikiyüzlü ve takiyyeci politikalarla bireysel ve toplumsal hafızayı zayıflatan duygu,arzu ve ihtirasları harekete geçirdiği,
bireyler bazında kitleleri hissen,fikren,fiilen zarar görmelerine neden olarak taassuba dayalı toplumlar oluşturduklarını -bu suretle,
Müslümanlıktan koparılan çok sayıda insanın, Batı’nın İslam’a ve peygamberine vurmak için alanlar açtığı düşmanlığında pekiştiğini, İslamcı radikalizmin yalnızca bu kaynaktan ürediğini,insanlık suçu oluşturan bu felsefenin asla insan hakları kapsamında olamayacağını anlamıştır.

*
Tayyip Erdoğan’ın İslamcı düzenini altedecek yegane unsur-işte, Türk halkı ayaklanmıştır!
Sıkışan Erdoğan’ın neoliberalizme Ankara/Sincan ya da İstanbul/Kazlıçeşme’de kardeşi-kardeşe vurdurma tehditine pabuç bırakılmıyor.
Ya da küresel piyasalar Türkiye’yi de kapsayan enterkonnekt sistemin garantisinden emindir -nitekim, Türk piyasaları da kendisine tanınan hadler çerçevesinde çalışıyor.
İslamcı siyasetin yeniden lâik çerçeveye alınmasının derin dalgası zulümden sabrı taşan milyonlarca Türk insanına yayılıyor ve peşinden sürüklüyor.
Bu kötü siyasetin başı Tayyip Erdoğan Türkiye’den İslam ülkelerin domino taşları serisindeki ilk taş gibidir;her yerde,her durumda bir çığ gibi istifaya çağırılıyor…

*
Özden Özen “Ayaklama” şiirinde “…Korkun/ Korkun kaldırım taşlarından/ Efendilerinizle/ Yamaklarınızla/Çakallarınızla /Korkun yalaka medyanızla/Korkun
… Korkun sel sularından, dağlardan/ Durulmak yok yağmaya, talana/Ya hep ya hiç/Akacaksa kristal akacak bütün sular /
Kopacaksa inceldiği yerden bu zulüm /Kopsun” diyor.

18.6.2013