AŞİLİN TOPUĞU VE ÜNİVERSİTE GENÇLİĞİ

Mustafa Kemal Atatürk

Eski öğrencilerimden biri, anladığım kadarı ile grubu ve arkadaşları adına gönderdiği ilginç bir mesajda, bir evvelki “Hyde Park ve Taksim Gezisi” yazısının son paragrafına atıfta bulunarak, polislerin arkasındaki dayakçı sivillere dikkatlerini çektiğim için teşekkür ediyorlar. Bunun yanında birkaç ay önce yazdığım bir yazıda kullandığım bir ifade için bir açıklama ve daha derin bilgi istiyorlar.
Yazıda “Aşilin Topuğu” ifadesini kullanmışım. Bu tabiri kullanmakla kimleri kastediyor ve ne demek istiyormuşum. Bu konuda bir açıklama bekliyorlar.
Üniversite eğitimi almış bir gence Yunan kahramanı Aşil’in kim olduğunu açıklamaya gerek olmadığını düşünüyorum. Bir Tanrının, bir insanla birleşmesinden oluşmuş öldürülmesi imkânsız olarak kabul edilen bir savaş kahramanı. Yunanlıların Anadolu’nun en güçlü şehirlerinden biri olan Truva’nın yakılıp yıkılmasında başrolü oynamış bir savaşçı. O günlerdeki Anadolu’nun en büyük kahramanı Hektor’u saatler süren bir mücadele sonunda öldürdüğü gibi, onu arabasının arkasına bağlayarak şehrin etrafında sürükleye sürükleye birkaç tur atarak Truvalıları acı içinde kıvrandırmış.
Bu mücadele asırlardır söylenir, yazılır, çizilir. Hatta bir gün Çankaya’da bu konu ve Çanakkale Muharebeleri tartışılırken Atatürk’ün; “bu savaşta Anadolu yıllar sonra Hektorun öcünü almıştır” dediği rivayet edilir. Tabii bu sözlerde sadece Atatürk’ün Yunan Mitolojisine olan hâkimiyeti belirginleşmez, aynı zamanda, ondan daha derin bir şekilde Anadolu’muzun eski bir şehrine ve onun tarihine sahip çıkma anlayışı yatar. Hektor bir Anadolu kahramanıdır ve Anadolu Halkının tarihinin bir parçasıdır. Genç Cumhuriyetimizin insanları Anadolu ve Rumeli’nin bu gününe sahip çıktığı gibi, geçmişinin de sahibi olmalıdırlar.
Yunan kahramanı Aşilin de bir insani zayıf tarafı vardır ve yenilmez kabul edilen bu güçlü adam sadece ve sadece topuğundan vurularak öldürülebilir. Bu gerçek fark edilince, düşmanların kafaları çalışır ve Aşil topuğundan vurularak yok edilir.
Şimdi gelelim bunun bizimle ve günümüzle ne ilişkisi olduğuna: Siyasi arenada bir siyasi partimiz AKP tıpkı Aşil gibi yenilmez armada durumunda. Her seçimde ne oluyorsa oluyor oyu devamlı yükseliyor. Hatta Türk Milletinin en fazla güvendiği, sevdiği, saydığı, dünyanın en mükemmel ordularından biri kabul edilen Türk Silahlı Kuvvetlerinin seçkin komutanlarının çoğu bin bir hukuki ve siyasi oyunla tutuklanırken bile bu artış durmadı. Oysa genel bir inançla bu komutanlar sadece ulusları için en büyük iç tehdit kabul edilen İrtica ve Bölücülüğe karşı çıkıp ülkenin birlik ve bütünlüğünü, Laik ve demokratik yapısını korumaya çalıştıkları için tutuklandıkları anlaşılmıştı. Bu genel kanıya rağmen oyların artması inanılmaz bir olay oldu.
AKP son seçimlerde %50’yi aşınca Başbakan Erdoğan Cumhuriyetin temel ilkeleriyle açıkça mücadele eder bir anlayış sergilemeye rastladı. İçlerinde bizim de bulunduğumuz halkımızın büyük bir kesimi Erdoğan’ın ülkede tek söz sahibi bir Sadrazam havasına girmesinden ve verdiği dinsel anlayış kokan direktiflerinden büyük rahatsızlık duymaya başladı. Günümüzdeki gezi olayları protestolarına karşı takındığı sert tutum ve söyledikleri ne demek istediğimizi açıklamak için yeterlidir.
Bizi en çok rahatsız eden, dinsel faşizmin dörtnala koştuğu bir ortamda Demokrasi edebiyatına başvurulmasıdır. Hiç demokrasi olan bir ülkede Halk düşman gibi görülebilirmi? Vaktiyle defalarca yazdığımız gibi AKP yöneticileri galiba Cumhuriyetle Demokrasiyi karıştırıyorlar. Ayrıca seçilenlerin sadece seçimi kazanmaları ile hesap vermiş olacağına inanıyorlar. Tam tersi, gerçek bir demokraside seçilenler tıpkı diğer Halk elemanları gibi, mahkemeler karşısında hesap verirler. Gezi parkı destekçileri karşısındaki tavır ve davranışlarının olumsuz oluşunun en büyük nedeni yöneticilerimizin bu anlayışları ve gerçek demokratik bir anlayışa sahip olmamalıdır.
Eğer bu direniş normal bir Avrupa ülkesinde olsaydı. Olaylar nedeniyle bırakın Bakan ve Başbakanı, Vali, Belediye Başkanı ve Emniyet müdürü de ya istifa eder ya da görevden alınırlardı. Ama görüyorsunuz ki yönetimde hiçbir hareket yok, sertlik çağrıları ve Mustafa Kemalin Askerlerinin karşısına çıkarılan “Tayibin Askerleri” var. Hem de polis destekli, ellerinde birer sopa bulunan ve bazı söylentilere göre bir ucunda çivi bulunan sopaların sahipleri. Bu gelişmeler bizim gibi yaşlılara “Dejavu” gibi geliyor.
Seçime bir yıl kala bizim Din destekli siyasi Aşilimizin seçimle yıkılması İlahiyatçılardan aldığı sınırsız destek nedeniyle imkânsız gibi görünüyor. Ama onların da en zayıf noktaları bu gururlu halleri ve her tarafta imam hatip okulu açar gibi açtıkları üniversitelerdir. Bu okullarda “akıl ve bilim” hamuruyla yoğrulmuş, düşünen, soru soran, araştıran ve özgürlüğün kıymetini anlayan gençler kendilerini saran her türlü zinciri kıracak güce ve kapasiteye sahip olacak, akıl ve mantık çizgisi içinde, bilimsel gelişmeleri de kullanarak yenilmez armada gibi görünen iktidarı demokrasi ve özgürlüklerinden taviz vermeden yenmenin yolunu bulacaklardır.
1990’larda Ege Üniversitesinde bölüm başkanımız bir 10 Kasım günü, TRT’deki bir yayına katılmamı istemişti. Radyo yayını sırasında spiker hanım bana “Sizce Ataürk’ün en önemli reformu nedir diye sorunca kendisine “Sizsiniz” cevabını vermiştim. “Atatürk bu milletin pasif halde tutulan kadınlarını aktif hayata sokarak bu ülkenin geleceğini kurtarmıştır” dedim.
Bir Alman diplomatı Türkiye ile ilgili anılarına yer verdiği kitabında; “ Atatürk’ün güvendiği iki ordu vardı, birincisi bilinen Türk Ordusu, diğeri kadınlardı diyor ve sözlerini şöyle bağlıyordu. “Atatürk; bir kere zincirlerini kırarak özgürlüğünü eline alan Türk kadını, bir daha o kölelik tasmasını asla boynuna geçirtmeyecektir” demişti.”
Gezi parkı ile ilgili yağcı yayın organları dışında kalan bir iki yayın organının yayınlarını izlerken görüntülerde hep Atatürk’ün Cumhuriyeti emanet ettiği gençleri ve onlar arasında kadınların ve kızların çoğunlukta olduğunu görünce gözlerim doldu, mutlu oldum ve gurur duydum. Biliyorum ki bu gençlik her türlü baskıya karşı koyacak, ülkelerinde tek adam hâkimiyetine izin vermeyecek ve mevcut demokratik yollardan ayrılmadan ülkelerini gerçek anlamda çağdaş, çoğunlukçu demokratik bir düzene kavuşturmayı başaracaklardır. Yine inanıyoruz ki; günümüz Atatürk çocukları, her zaman Aşillerin üstesinden gelecek yolları bulacak yeteneğe sahiptirler.

Dr. M. Galip Baysan