DÖNÜLMEZ AKŞAMIN UFKUNDA

26.3.2013 - 7593

ABD, İsrail, Rusya ve Çin gerek ekonomik gerekse siyasi alanda hem bölgelerinde hem de küresel bazda artan güçleri beraberinde yeni askeri ve ekonomik birliktelikleri ortaya çıkarmaktadır.
Tek kutuplu siyasi sistemin çok kutupluluğa dönüşmeye-yazmasıyla küresel dengeler sarsılıyor.

*
ABD ve İsrail, Ortadoğu’da çıkarları etrafında güvenlikli bir bölge oluşturmak üzere Sünni Arap halklarını mezhep taassubuna dayalı asılsız bir devrime ivmelemiş,
İsrail’in korkusu -o yüzden,yıllardır yasaklı, dini arayışları öne çıkaran siyasetçi ve yöneticilerin İslami Cihad’çı Müslüman Kardeşler Örgütü ve benzeri sivil toplum örgütleri orduları ve polis güçlerinin desteği ile Tunus’ta,Libya,Mısır’da rejimlere egemen edilmişlerdir.
Şimdilerde ülkelerini liberalizme dönüştürüyorlar -fakat, mezhepleri doğrultusunda demokratikleştiklerini zannederlerken ekonomi,kalkınma, teknoloji ihtiyaçları ve standartların yükselmesi dinamiğinde tek kutuplu piyasaların kayıtsız kontrolüne giriyorlar.
Bir yanda da mezhep taassubuna dayalı politika ile Şii İslam ülkelerine düşmanca tavır, bu tavra Irak, Suriye, İran’ın ve arkalarındaki Rusya’nın karşılıkları Suriye merkezinde güçlerin çatıştığı birbirine düşman komşu ülkeler coğrafyası oluşturmuş bulunuyor.

*
Devrimin ardından Sünni mezhep ekseninde Tunus’ta milli gelir düşmüş işsizlik, borçlar ve enflasyon artmıştır.
Milyonlarca insan daha fazla iş ve kamu yatırımı talebindedir -ne ki,bugüne kadar tek değişikliğin sorunların artması ve belirsizliğin büyümesi olduğu anlaşılıyor.
Ya devrim öncesi Arap dünyasında en yüksek hayat standartlarına sahip Libya?
Hâlâ siyasi istikrar sağlanamamıştır, güç paylaşımındaki rekabet iç çatışma ihtimalini kuvvetlendirmekte ve Kaddafi yanlılarının bir gün iktidara dönerek intikam alacağı korkusu yaşanmaktadır.
Ekonomi küçülmekte,enflasyon, işsizlik, gelir dağılımda eşitsizlik, yoksulluk ve yolsuzluklar artmaktadır.
Mısır’da da işsizlik artıyor,ulusal para biriminin değer kaybı devam ediyor, halk hayat pahalılığını her yerde protesto ediyor.

*
Tunus ,Libya, Mısır gibi geçiş sürecindeki ülkeler zorlu meydan okumalarla karşı-karşıyadır.
Hepsine bir özeti ve çözümü Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, medya organlarının abonesi olduğu makale veritabanı Project Syndicate için kaleme almıştır:
Tarih boyunca, Akdeniz’in bir yakasında vuku bulan gelişmelerin mutlaka öteki yakasında doğrudan bir etkisi olduğunu vurgularken, gelişmiş ülkeler ve uluslararası finansal kuruluşların, İkinci Dünya Savaşı sonrası uygulamaya konan Marshall Planı’na benzer kapsamlı bir ekonomik canlanma programını geçiş sürecinde Arap ülkeleri için de hayata geçirmeleri önerisinde bulunuyor.

*
Halbuki Cumhurbaşkanı Gül’ün ülkesinde bağımsızlıkçı, antiemperyalist ve çağdaş olduğu için baskın karakterli “Yurtta Barış, Dünyada Barış” ilkeli dış politika, AKP iktidarının işbirlikçi, yayılmacı ve İslamla demokrasiyi bağdaştırma yozluğunda olduğu için biseksüel karakterli “Komşularla Sıfır Problem” prensipli dış politikaya dönüştürülmüştür.
Bu karakterin bir pirî Dışişleri Bakanı Davutoğlu da, Foreign Policy dergisi için kaleme aldığı yazıda “Son on yılda Orta Doğu dramatik bir şekilde değişti, ancak hükümetimizin dış politika felsefesi aynı kaldı. Bilhassa “komşularla sıfır problem” prensibimiz hâlâ yaşıyor ve iyi gidiyor”diye yazmaktadır!
Öyle mi?

*
Bu sırada Tel Aviv’de Barack Obama ile Simon Peres “ABD ve İsrail ebedi müttefiktir ” başlığı çerçevesinde,Ortadoğu’da merkezinde İsrail’in bulunduğu ve etrafında güvenlikle ortak çıkarlara uyumlu ülkeler oluşturma sorunsalını görüşmekte,
O saat Moskova’da da Vladimir Putin ile Xi Jinping ” Sonsuza dost ve asla düşman” başlığı çerçevesinde Çin ve Rusya’nın kendi koşullarına göre seçtikleri gelişme yolunda ilerlemelerine yönelik ortak stratejik güvenliği pekiştirmektedirler.

*
Irak ve Afganistan’da yürütülen savaşın maliyeti 4.4 trilyon dolardır, ABD vergilerinin bu yolda harcanmasından şikayetçi kamuoyu, yaşanan mali kriz ve beraberinde tasarruf önlemleriyle mecburen harcamalarında kısıntı yapıyor -bu yıl, yüzde 2.3- 2.8 büyüme öngörüyor.
Bu çerçevede hem küresel liderliğini korumak hem Irak’ta, Afganistan’da yürüttüğü savaşların ve Arap Baharı sürecine yaptığı masrafların karşılığını ve beklentilerini de almak istemektedir.
Mesela, askeri stratejide gelişen teknolojik değişimler paralelinde amacı çatışma ile düşmanın gücünden sakınmak -fakat, düşmanın hızlı ve saldırgan biçimde zayıflıklarını ortaya çıkararak en fazla zarar verecek yerinden vurmak, fiziki ve moral olarak etkisizleştirmek ve yıkmak olan yüksek teknolojili Bilgi Savunma Sistemlerine dayanan manevra savaşlarına ağırlık veriyor.
ABD’nin savunma ihtiyaçları -hem de,böylesi ekonomik şartlarda, çok pahalıdır -o yüzden, benzer ekonomik sıkıntıda olan müttefiklerinden savunma bütçelerinde kaynaklarını birleştirmesi, paylaşması, ulusal değil uluslararası çapta projelerde ortaklaşmasını istiyor;Marshall Planı benzeri bir ekonomik canlanma programına olanak tanınmıyor…

*
Tel Aviv’de, Başkan Barack Obama’nın “İran’ın fiilen nükleer silah geliştirmesi için bir yıldan biraz fazla ya da yaklaşık o kadar zamana ihtiyaç var. İran’ın nükleer başlık geliştirmesine ramak kalacak bir duruma ABD izin vermeyecektir. Bir yandan uzlaşma görüşmeleri öte yanda yaptırımlarla diplomasi kaynakları sonuna kadar zorlanıyor ” açıklamasına,
Başbakan Netenyahu “İran’ı barışçıl yollarla durdurmak için diplomasi ve yaptırımların, açık ve ciddi bir askeri tehditle arttırılması gerekiyor” önerisiyle katkıda bulunuyor.

*
Nitekim kısa sürede projelendirilmiş kimi hamleler ardarda hayata geçiriliyor.
İşte Suriye’de rejim muhalifleri ülkeye dışarıdan askeri müdahale yapılması için rejim ordusunun kimyasal silah kullandığı suçlamasıyla bahane çıkarmaya çalışıyor.
Ya da Suriye merkezinden İran’ı barışçıl yollarla durdurmak için diplomasi ve yaptırımların açık ve ciddi bir askeri tehditle arttırılması yanında NATO’nun bölgeye getirilmesine yönelik yöntemler geliştiriliyor.
Ya da Türkiye hükümeti Kürt muhalifleriyle silah bırakma ve ülkeden çıkmaları konusunda anlaşmıştır; güneyde oluşturulacak Kürt koridorunda Ortadoğu Konfederal Sistemi oluşturulması ve İran’ın hem askeri hem demokratikleşme hususunda sıkıştırılması hedefleniyor.
Nihayet İsrail’den beklenen özürde gelmiştir -işte, NATO üyesi Türkiye Suriye,Irak politikalarında açık tavır almaya yönlendiriliyor.

*
Suriye-giderek Irak, patlamaya hazır bomba gibidir -fakat;senaryoların uygulanabilmesi NATO’nun bölgeye getirilmesi ve bunu sürüklemesi için ne ABD’nin ne de müttefiklerinin yeterli ekonomik gücü bulunmuyor!
Mevcut ekonomik güç Körfez ülkelerinin petrol gelirlerinden karşılanmaktadır, bu sınırlı ekonomik güçle Suriye bombasının patlatılması sonucunun çok pahalıya mâlolacağı da bilinmektedir.
O yüzden Suriye merkezli savaşın; Suriye’nin ya da komşusu Türkiye’nin ya da İran’ın güçsüz düşmesine kadar süreceği anlaşılıyor.

*
Moskova’da Xi Jinping ile Putin, ülkelerinin bölgesel ve uluslararası konularda eşgüdümü güçlendirerek karşılıklı destek vermekte anlaşmıştır.
2.Dünya Savaşından sonra kurulan uluslararası düzenin korunmasını, BM’in merkezinde yer aldığı uluslararası hukukun üstünlüğünün geçerliliği talep ediliyo.
Hukukun üstünlüğünün benimsenmesi halinde demokrasi ve insan haklarına saygıdan oluşan evrensel değerlerin besleneceğini, barışa,güvenliğe ve kalkınma alanlarında esenliğe yol açılacağını, totaliter rejimlerin kendiliğinden dönüşeceğine vurgu yapılıyor.

*
“Komşularla Sıfır Problem” prensipli dış politikanın piri Davutoğlu -hâlâ, “Nehrin akış seyrini doğru anlamak, nereye doğru gittiğini, debisini doğru kavramaya çalışmak gerekiyor. Bölgemizde son 2 yıl içinde yaşanan gelişmeleri ilk andan itibaren tarihin doğallaşması olarak gördüm. Suni yapıların çözülmeye başladığı, tarihin doğal seyrine oturmaya başladığı bir dönemden geçiyoruz” diyor!
Türkiye’nin dönüştürülmüş dış politikası “ABD’ye vermek, Türkiye’den almak” esasına dayalı biseksüel karakteriyle hep kaybetmek zorundadır…

26.3.2013


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir