NAKSiBENDiLiK – TARiKAT NEDiR? – KURALLARI – TARiHCESi

Nakşibendi râbıtası, tarikatın bütün temel ilkeleri gibi Hint kaynaklıdır ve Budizm’den alınmadır. Râbıta sözcüğü Arapça olduğu için, bu meselenin içyüzünü bilmeyenleri yanıltmaktadır. Aslında bu tarikatın bütün kavramları kısmen Arapça, kısmen de Farsça’dır. Çoğu, Rahip Patanjali’nin Sutralar’ından alınan ve hile ya da adaptasyon sonucu Arapça ve Farsça kelimelerle sembolize edilen bu kavramlar, tarih, antropoloji, evrim ve yozlaşma gerçekleri hakkında bilimsel malumattan yoksun yığınlar için son derece yanıltıcı olmuştur. - tarikat2
, ,

Nakşibendi râbıtası, tarikatın bütün temel ilkeleri gibi Hint kaynaklıdır ve Budizm’den alınmadır. Râbıta sözcüğü Arapça olduğu için, bu meselenin içyüzünü bilmeyenleri yanıltmaktadır. Aslında bu tarikatın bütün kavramları kısmen Arapça, kısmen de Farsça’dır. Çoğu, Rahip Patanjali’nin Sutralar’ından alınan ve hile ya da adaptasyon sonucu Arapça ve Farsça kelimelerle sembolize edilen bu kavramlar, tarih, antropoloji, evrim ve yozlaşma gerçekleri hakkında bilimsel malumattan yoksun yığınlar için son derece yanıltıcı olmuştur.

(Ferit AYDIN, Tarikatta RâbıtaNakşibendîlik s. 257-274 Süleymaniye Vakfı yayın İst-2000)

TARiKAT NEDiR

 

 

 

Share

 

tarikat2

Tarikatlar – RABITA..

 

Râbıtanın şartları ondur:

1. İnâbeli olmak:
Yani bir Nakşibendî şeyhine bağlanmak ve mürit sıfatını kazanmak.
Nakşibendî Tarikatı, örgütlenmeye en çok önem veren bir mistik akımdır. Tarih boyunca kaydettiği gelişmesini ve yaygınlaşmasını sıkı ve disiplinli örgütlenmeye borçludur. Tarikatın ilk ve en önemli kuralı şeyhe mal ve canla teslim olmak emir ve talimatını kayıtsız, YANLIŞTA OLSA – şartsız ve itirazsız şekilde yerine getirmektir. Bunu peşin olarak kabul etmeyen zaten bu tarikata alınmaz. Bu örgüte mürid sıfatıyla giren her kes sıkı bir şekilde izlenir. Davranışlarında tarikat kurallarına aykırı en ufak bir hareket tespit edilirse (uzaklaştırılmasından zarar gelmeyeceğine inanıldığı taktirde) tard edilir, aksi halde başka şekilde kullanılır!

 

 

2. Aptesli olmak:
Bu şart râbıtaya, İslâm’a ait bir uygulama süsü vermek için öngörülmüştür. Çünkü ileride de görüleceği üzere râbıtanın kaynağı İslâm değildir.

 

 

3. Kapıyı kitlemek:
İslâm’da ibadetin gizli yapılmaması gerekir. Özellikle eğitici etki yapacağından farzların açık şekilde yapılması zorunludur. Çünkü İslâm bir cami ve mezarlık dini değildir. Sosyal ve toplumsal disiplinlere sahip bir yaşam ve yönetim biçimidir. Cami pencerelerine buzlu cam takılmasından amaç, içerideki görüntüyü gizlemek değil, tam tersine dışarıdaki görüntünün içeriye yansımasına ve namazdakilerin dikkatini dağıtmasına engel olmaktır.
Dolayısıyla rabıta yaparken tarikatçıların kapıyı kilitlemesi, Tarikat liderlerinin vaktiyle bir takım gizli ve tehlikeli amaçlar güttüğünü, bu maksatlarla yapılan toplantılara ibadet süsü verdiklerini akla getirmektedir.

 

 

4. Ortamı karartmak.
Gerek rabıta sırasında, gerekse Hatm-i Khuwajegân ve tevccüh ayinleri sırasında ışıkların söndürülmesi olayı da yine yukarıdaki noktayı hatırlatmaktadır.

 

 

5. Ters teverruk oturuşu ile oturmak.
Bu oturuş şekli, Buduzm’in teorisyenlerinden Rahip Patanjali’nin Sutralar adlı kitabında yoga için ön gördüğü oturuş biçimlerinden adapte edilmiştir. Meselenin içyüzünü gizlemek için biraz değiştirilmiştir.

 

 

6. Gözleri yummak.
Gözleri yummak da yine Budizm’in yogasından alınmıştır. Amaç şeyhin silueti üzerinde zihni yoğunlaştırmaktır.

 

 

7. Nefesi kontrol altına almak.
Bu kural da yine yogadan alınmıştır. Bundan maksat, konsantrasyonu sağlamaktır.

 

 

8. Sabit ve hareketsiz durmak
Aynı şekilde bu kural da yine yogadan alınmadır. Konsantrasyonu kolaylaştırmak içindir.

 

 

9. Mürşidin şeklini zihinde canlandırmak.
Bu da yogadan alınmıştır. Şartlı refleks eğitimine yönelik bir uygulamadır.

 

 

10. Mürşidin rûhâniyetinden yardım dilemek.

Bu ise tarikatın politeist felsefesinden kaynaklanan bir fantezidir. Rabıtayı tamamlayıcı bir özellik taşır.

(Ferit AYDIN, Tarikatta RâbıtaNakşibendîlik s. 26-31 Süleymaniye Vakfı yayın İst-2000).

 

 

Kaynağı:

Nakşibendi râbıtası, tarikatın bütün temel ilkeleri gibi Hint kaynaklıdır ve Budizm’den alınmadır. Râbıta sözcüğü Arapça olduğu için, bu meselenin içyüzünü bilmeyenleri yanıltmaktadır. Aslında bu tarikatın bütün kavramları kısmen Arapça, kısmen de Farsça’dır. Çoğu, Rahip Patanjali’nin Sutralar’ından alınan ve hile ya da adaptasyon sonucu Arapça ve Farsça kelimelerle sembolize edilen bu kavramlar, tarih, antropoloji, evrim ve yozlaşma gerçekleri hakkında bilimsel malumattan yoksun yığınlar için son derece yanıltıcı olmuştur.

(Ferit AYDIN, Tarikatta RâbıtaNakşibendîlik s. 257-274 Süleymaniye Vakfı yayın İst-2000)

 

 

 

 

Tarihçesi:

Nakşibendilerin ilk yazılı kaynağı olan Raşahât adlı kitaba bakılacak olursa rabıta kelimesini ilk kez telaffuz eden Yakub-i Çarkhî adlı ruhanîdir. Bu şahıs Gazneli bir Türktür ve milâdî 1444’te ölmüştür. Onun çağdaşı olan Raşahat’ın yazarı Ali bin Hüseyn el-Vaiz, Farsça yazdığı eserinin (Osmanlıca’ya çevrilmiş tercümesinin) 354 üncü sayfasında birkaç kelime ile bu konuya dokunmaktadır. Ancak bu çok kısa değinmeden, rabıtanın o dönemde ne anlama geldiği ve nasıl uygulandığı hakkında hiçbir şey anlaşılmamaktadır. Aslında bu sembolik sözler, rabıtanın o tarihlerde henüz tarikatın bir kuralı haline gelmekten çok uzak olduğunu ve sade bir düşünceden öteye gitmediğini göstermektedir. Buna, rabıta sürecinin ilk aşaması demek doğru olur.

Nakşilik tarihinde rabıtadan belgesel olarak söz eden ikinci şahıs Tacuddîn bin Zekeriyya el-Hindî’dir. Hintli olan bu kişi, bir süre Mekke’de kalmış, milâdî 1641’de orada ölmüş ve tarikat hakkında Arapça iki kitap bırakmıştır. Bunlardan biriRisâle-i Tajiyye’dir; ikincisi de Âdab’ul-Meshikhati wa’l-Muridîn’dir. Her iki kitapçıkta da rabıtadan söz etmiş ve en azından onu, «Şeyhin şeklini zihinde canlandırmaktır» diye tanımlamıştır. Bu da rabıta sürecinin ikinci aşamasıdır.

Tacuddin’in ölümünden yaklaşık iki yüz yıl sonra Halid Bağdadî adında bir Nakşibendi şeyhi rabıtayı ele almış ve onu bu tarikatın önemli bir kuralı haline getirmiştir. Bu kişi, rabıtaya ilişkin olarak yukarıda sıralanan şartları koymuş ve bu kural için bir de uygulama şekli belirlemiştir. Bu da rabıta sürecinin üçüncü ve şimdiye kadarki son aşamasıdır. 

 

 

 

Halid Bağdadî’nin 1826 yılında öldüğüne bakılacak olursa işbu rabıta meselesinin, 1444 ile 1826 yılları arasında 382 yıllık bir süre boyunca üç aşamada pişirilerek Nakşibendilere hazmettirildiği açıkça anlaşılmaktadır.

 

 

 

 

 

 

Râbıta – Meditasyon ve Budizm üsulu Yoga:

Meditasyon sözcüğü ise Avrupa kaynaklıdır ve “bilinçli düşünme” anlamına gelmektedir.  Yoga’ya gelince bu terim, Budizm’le ilgili kaynaklarda «Allah’la birleşme amacına yönelik bir zihinsel eğitim» olarak tanımlanmıştır. Bu üç terim arasındaki ilgiler araştırıldığında rabıtanın yoga’dan ilham alınarak düzenlenmiş bir meditasyon biçimi olduğu anlaşılmaktadır.

(Ferit AYDIN, Tarikatta Râbıta Nakşibendîlik s. 257-274 Süleymaniye Vakfı yayın İst-2000)

 

 

 

 

Tasavvuf:

Tasavvuf Arapça, İslâm kaynaklı, Kur’an-ı Kerim, ne de hadis-i şeriflerde asla geçmez. Bu gerçekler bile, gerçek manası bile bilinmez tasavvufun İslâm’a her bakımdan ne kadar yabancı olduğunu anlatmaya yeter.

Tasavvuf kelimesi, Yunanca «Theosophie=Teozofi» den alınmış, zaman içinde evelenip gevelenerek sözde (felsefe kelimesi gibi) Arapçalaştırılmıştır. Çünkü felsefe sözcüğü de orijin bakımından Yunancadır ve batı dillerinde (fr.) philosophie veya(İng.) philosophy (filozofi) şeklinde yazılır. İşte Theosophie kelimesi böyle bir evrime uğrayarak bu fonetikle işlenmiş ve İslâm literatürüne çöküş sürecinde yerleştirilmiştir.

 

 

 

Buna rağmen bazı uydurmacı sözde yarım akıl dindar tasavvuf kelimesinin, (Arapça yün anlamına gelen) sûf‘tan; (arılık anlamına gelen) safwet‘ten; ya da «Ashab-ı Suffe» den geldiği, ısrarla mantıksızca ileri sürülmüştür. Aslında bu iddiaların üçü de temelsizdir.
Görüldüğü üzere gerek kaynak bakımından, gerekse linguistik (lisan kökü) yönden İslâm’a bu derece uzak olan tasavvuf, felsefe olarak da İslâm’a ilişkin hiçbir özellik taşımamaktadır.

 

 


Felsefe olarak:

1. Tasavvuf pasif ve metitativdir oysa İslâm ise aktif ve aksiyonerdir.

2. Tasavvuf sırf ruhânîdir – oysa İslâm ise hem ruhânî hem de seküler cephelere sahiptir. Ancak her iki yönü ile de rabbânîdir.

3. Tasavvuf Allah’ı her şeyin özü ve ruhu; her şeyi de Allah’ın bir parçası olarak görür, oysa
İslâm ise Allah’ı tüm kâinâtın dışında; ancak bütün varlıkların tek, eşsiz, benzersiz, başlangıçsız, sonsuz, eksiksiz, aşkın ve yetkin yaratıcısı sıfatlarıyla bir «Zât-ı Ece-i Âlâ» olarak tanımlar.

 


4. Tasavvuf «marifetullah» idealine dayanır.  Bu ise haşa – Allah’ın zatını keşfetmek, O’nu bulmak ve O’nda eriyip sonsuzlaşmak ve ölümsüzleşmek demektir. Bu idealin Kitap ve sünnette yeri yoktur.  Oysa İslâm’daki ideal ise «İbadetullah» tır. Yani Allah’a iman, teslimiyet ve içtenlikle kulluktur (Kur’an-ı Kerim, Zariyât/56)

Bu gerçeklerle, tasavvufun kesinlikle İslâm’dan tamamen ayrı bir felsefe ve düşünce olduğunu; bu felsefeye dayandırılan her tarikatın da TAMAMEN – sonu kafirlik derecesinde sayılır – İslâm’dan bağımsız birer din olduğunu çok berrak şekilde kanıtlamaktadır.

(Ferit AYDIN, Tarikatta Râbıta Nakşibendîlik s. 203-215 Süleymaniye Vakfı yayın İst-2000)

 

 

 

 


Tarikat:

«Tarik», yol anlamına gelen Arapça bir sözcüktür. Sonuna eklenen dişilik takısı ile «Tarikat» biçiminde kullanılan bu sözcüğe kimler tarafından programlandıysa – bilahare özel anlamlar yüklenmiştir.

«Bir yol», ya da «Yollardan biri» demek olan «Tarikat» terimi tasavvufla, yani mistisizmle çok yakından sıkı ilişkilidir. İslâm’la sümme haşa ASLA hiçbir bağı bulunmayan mistik düşünce, bütün tarikatların felsefesini oluşturmaktadır. Böylece tarih boyunca tarikat adı altında peydahlanmış butür örgütlerle İslâm arasında hiçbir bağ bulunmadığı sonucunu çıkarmak mümkündür.

Başta Yesevîlik ve Nakşibendîlik olmak üzere, örneğin: Kadiriyye, Rufaiyye, Şazeliyye, Bayramiyye, Halvetiyye, Rûşeniyye, Gülşeniyye, Sümbüliyye, Şemsiyye, Ahmediyye, Cemâliyye, Bahşiyye, Uşşakiyye, Cerrahiyye, Demirtaşiyye, Deridaşiyye, Sezaiyye, Aliyye, Buhuriyye, Bekriyye, Burhaniyye, Cahidiyye, Çerkeşiyye, Dürdüriyye, Karabaşiyye, Kemaliyye, Mısriyye, Muslihiyye, Nasuhiyye, Ramazaniyye, Raufiyye, Salâhiyye, Semâniyye, Sivâsiyye, Sinâniyye, Zühriyye, Haliliyye, İbrahimiyye, Hafniyye, Hulviyye, Feyziyye, Cihangiriyye, Hayatiyye, Bektaşiyye ve Biberiyye, gibi tarih boyunca çoğu batılı kaynaklarca kurdurulmuş olan bu soysuz  tarikatlararın faaliyetleri sonucu, İslâm hayat nizamı – kelimenin tam anlamıyla- felce uğratılmıştır!

Bugün TÜM dünyadaki Müslümanlarının uğradığı çöküş ve felâketlerin temelinde aslında bu örgütlerin büyük etkisi vardır. Dolayısıyla bu etkilerden, gelecek kuşakları koruyabilmek için gerçek Müslümanlar, tasavvuf ve tarikatlar hakkında illaki ispat edili

 

belgesel, güvenilir ve ayrıntılı bilgilere ulaşmak zorundadırlar. Araştırmacı-Yazar Ferit AYDIN 23 yıl boyunca yaptığı çalışmalarla «Tarikatta Rabıta ve Nakşibendilik» adı altında işte bu önemli sorunu aydınlatmış ve yakaladığı gerçekleri kanıtlarıyla birlikte okuyucuya sunmuştur.

 


(Ferit AYDIN, Tarikatta Râbıta Nakşibendîlik Süleymaniye Vakfı yayın İst-2000)

Nakşibendilik:

Yukarıda sadece çoğu 17. Yüzyıldan beri – Çoğunluk Müslüman nufuslu Hindistanı (Pakistan ve Bangladeş ile beraberken) kontrol adına – İngiltere Dışileri Bakanlığı, tıpkı geçen asrın başında Ermeni olaylarını Robert koleji üzerinden organize eden – Anadolunun küçücük kazalarına bile ‘Amerikan koleji’ açan ve İLK yaptığı şey – toplumun ‘en hassas’ olduğu din konusunda ‘Tarikatlara destek’ vermiş, hala Lozan Anlaşması – dolayısıyla – tek varlığımız Türkiye Cumhuriyetini tanımayan TEK ülke, Birleşik Devletleri gibi, birkaçının adı geçen dikkat edilirse çoğu YABANCI kaynaklı bu tür, İslami düşünceye göre tamamen SAPKIN olanlardan özellikle Nakşîlik Türkler arasında en çok yayılıp tutunmuş, bir tarikattır.

 

 

 

Bunun çeşitli sebepleri vardır. Birincisi ve belki de en önemlisi bu tarikatın Türk-İslâm modeli olarak algılanmış olmasıdır. Çünkü bu mistik akmın geçmişi, her ne kadar Hz. Ebubekr’e dayandırılıyor ise de, aslında gerçekte bugünkü adına bile KAYNAK olan 1389’da Buhara’da ölen Muhammed Bahauddîn Buharî’den bile çok sonra almıştır. 

Yani kurucusu olduğu iddia edilen Muhammed Buharî’nin bile bu tarikatı Nakşibendîlik adı altında organize ettiğine ilişkin hiçbir kanıt ve belge yoktur. Hatta ve hatta, gerçekte Muhammed Buharî’ye Şah-ı Nakşibend unvanı bile onun ölümünden çok sonra verilmiştir.

 

 

Bu örgütün sekiz maddelik ilk temel kurallarını koyduğu ileri sürülen ve milâdî 1179’da Buhara’da ölen Abdulkhalıq Gonjduwanî’nin, yaşadığı dönemden günümüze dek geçen yaklaşık 800 yıl boyunca çoğu ulemalarca SAPKIN denen Nakşibendî Tarikatı’nın uzun macerası ilginç gelişmelerle sürmüştür. İlhamını asla İslâm’dan almamış olan, tam tersine çeşitli dönemlerde daha çok Budizm’den beslenerek İslâm’a ve Müslümanlara karşı tehlikeli ivmeler kazanan bu tarikat, günümüzde çoğu müridleri tarafından bile anlaşılmadan, APTALCA körü körüne ‘biat’ ile önemli bir toplumsal sorun haline gelmiştir.  Öyleki özellikle Khatm-i Khuwajegân ayini ve râbıta gibi şartlandırıcı meditativ uygulamalar ile bu akım, günümüzde İslâm’dan dolaylı kaçışın ve fanatizmin ürkütücü kaynağı durumundadır.

Bu tarikatın en tehlikeli yanı, onun dış görüntüsüyle oynadığı profesyonel yanıltıcı roldür. Örneğin alkoliklerin, stres altında bunalan insanların ve çeşitli ruhsal sorunlarla boğuşanların Nakşibendî tekkelerinde, keramet masallarıyla rehabilite edilmeleri bu tarikatın lehinde etkili reklâm ve propaganda yerine geçmektedir. Keza bu tarikatın yayıcıları tarafından iman, ibadet ve ahlâk konularında her gün vaaz kürsülerinde yapılan ateşli konuşmalar,  bu örgütün içyüzünden habersiz sıradan yığınları derinden etkilemektedir.

 

 

 

İlginçtir ki bu tarikata giren kalabalıklar arasında hemen hiç kimse Nakşibendiliğin ilham kaynağını, tarihi serüvenini, İslâm’dan saptırıcı gizli kurallarını ve karanlık felsefesini asla bilmemektedir.  Bu tarikat, günümüzde Amerika, Kanada ve çeşitli Avrupa ülkelerinde interrnet ve medya aracılığıyla propagandalarını yoğunlaştırarak adeta CIA – toplumu sürekli kontrol için ‘her köşe başına bir Kilise kur’ benzeri bir beyin yıkama makinesi haline gelmiştir.

Nakşibendî Tarikatı’nın, işte bu gizli yönlerini Araştırmacı-Yazar Ferit AYDIN, yıllarca süren çalışmalarının bir ürünü olarak «Tarikatta râbıta ve Nakşibendîlik» adlı eseriyle Tümü Şslamiyeti yıkma adına tezgahlanan, SAPKIN – dıştan idare edilen yönleriyle, belgelendirerek  gün ışığına çıkarmış bulunmaktadır.

 

 

 

 


Şeyh-Mürit ilişkisi:

Nakşibendîlikte bağlılık, içtenlik ve fedakârlık tarikat ahlâkının özünü ve temelini oluşturur. Bu nedenle şeyh-mürit ilişkisi çok sağlam kurallara bağlanmıştır.

Müridin şeyhe canfedâ bir şekilde bağlanmasını sağlayan kuralların başında râbıta gelir. Müritlik sıfatını kazanan kişiye sürekli şekilde rabıta yaptırılır. Bilindiği üzere rabıtanın en önemli şartı, şeyhin şeklini zihinde canlandırmak ve sanal alemde hep onunla yaşamaktır. Bu arada rabıta dışında, şeyhin gözde adamları tarafından müritlere sürekli olarak pompalanan onun «keşif kerametleri, manevi üstünlükleri, yüce ahlâkı ve Allah katındaki mertebesi» hakkında açıklamalar yapılır. Bu cahiliye döneminde dahi İslamda haşa yeri olmaz SAPKIN biat telkinler ve anlatımlar o kadar sürekli ve etkilidir ki sohbetler esnasında bazı müritler dayanamayarak baygınlık geçirir, acaip sesler çıkarır tamamen sarhoş – esrarkeş gibi kendinden geçer SAPKIN olurlar; örneğin bazı müridler havlar, miyavlar ya da kişnerler; bazıları ise dam, teras ve balkonlardan kendilerini aşağı atarlar. Buna da ‘dumanaltı oldu’ anlamlı sanki bir marifetmiş gibi tarikat dilinde «cezbeye kapılmak» denir.

Artık ‘biat’ etkisiyle Zavallı denecek kadar acizleşmiş, ailesiyle – işiyle bile alakadar olmayan,  bazıları servetini kaptırmış Müritler uzun süre bu telkinler altında şeyhin bir kulukölesi haline gelir.  Bu yüzden bazı müritlerin çoğu özel ve gizli sohbetlerde arkadaşlarına sır verir  «Ben şeyhimi Allah’tan daha çok severim» dediği nadir olaylardan değildir. Bu da bize gerçekte Nakşibendilikte şeyh-mürit ilişkisi hakkında bir fikir vermesi bakımından yeterlidir !

 

 


Seyrusülûk:

Aslında «Seyr», Arapça bir sözcüktür; yürümek, yol almak demektir. Keza «Sülûk»da Arapçadır ve bir yolu izlemek anlamına gelir.  Tarikat, belli amaçlara dayalı bir yol olduğu için bu yolu izleyecek kişiye yaptırılan özel eğitim, bu isim altında kurumlaştırılmıştır. Dolayısı ile Nakşîlik’te «Seyr-u sülûk» diye adlandırılan eğitim şekli, tarikatın karmaşık birtakım kurallarının uygulamasından oluşur.

Tarikat, çoğu SAPKIN – gayri İslami örgütsel ‘GİZLİ’ yapısını korumak ve teşkilâta nitelikli eleman yetiştirmek için özel bir eğitim sistemi geliştirmiştir. Bu sistemin Budizm’den adapte edilmiş önemli disiplinleri vardır. «Seyr-u sülûk», işte bu disiplinlerin uygulamasına denir.

 

 


Nakşibendî Tarikatı’nın on bir temel kuralı vardır. Çoğu Farsça’dan seçilmiş terimler:

1. Hûş der dem
2. Nazar ber kadem
3.Sefer der Vatan
4. Khalvet der encumen
5. Yâd kerd
6. Bâz geşt
7. Nigâh daşt
8. Yâd daşt
9. Vukûf-i zamanî
10. Vukûf-i adedî
11. Vukûf-i Kalbî

Örgütün önemli kademelerinde görevlendirilecek kişiler, işte bu kurallarla öngörülen tamamen  gizli bir eğitim sisteminden geçirilerek hazırlanırlar. Yani tarikata her giren kişiye hele sıradan kimselere «Seyr-u sülûk» yaptırılmaz.  Eğitimsiz mürit takımından olanlara sadece aslında ‘Çaylak’ anlamlı «wird» adı altında birtakım şartlandırıcı ‘katı biat’ tarzı zikirler verilir; tıpkı Afrikadaki ilkel toplumlardaki gibi transa geçmeleri için onlara rabıta yaptırılır. Bununla birlikte bazen Khatm-i Khuwajegân ayinine de alınırlar. Ancak postnişîn ve halife adaylarına yaptırılan «Seyr-u sülûk» bu sıradan ‘çaylak’ kalabalıklara asla yaptırılmaz.

Eğitimsiz mürit yığınlarının sayıca fazla olması sadece stratejik açıdan önemlidir. Örgütün fazla insan gücüne sahip olması ülke genelinde genel seçimler dahil, çeşitli hedeflerin gerçekleştirilmesi yanında gövde gösterisi ve propaganda için de önem taşır.

 

 


Fenafillâh-Nirvana:

Budizmde tepeye erme anlamlı Hintçe ‘Nirvana’ kelimesinden kaynaklanan  «Fenâfillâh»  tabiri, «Vahdet-i vücut» olarak bilinen ve putperest ÇOK TANRILI eski Yunan medeniyetleri toplumları – Helenistik dönemden beri çeşitli din ve felsefeyi oluşturan ‘politeist – çoğulcu’ doktrinlere ait herkesce bilinen bir argümandır.  Birçok tarikatta olduğu gibi Nakşibendilikte de «Seyr-u sülûk» denen «manevi yolculuğun son durağıdır».  Nakşibendilere göre ilginçtir, evliyalık !! mertebesine sahip ieyhin zaman içinde yücelerek haşa Allah ile birleşip O’nun zatında erimesiyle ulaştığı en üst zirvedir (!) .

 


Tamamlayıcı Bilgiler:

Bu özet bilgilerle gerçek içyüzü deşifre edilen Nakşibendi Tarikatı ve benzer örgütlerin, ülkemiz ve halkımız için ne gibi sorunlara kaynaklık ettiği hakkında toplumu aydınlatmak ilim erbabının, eğitimcilerin ve sivil toplum örgütlerinin önemli görevlerindendir.

Araştırmacı-Yazar Ferit AYDIN örgüt hakkında «Tarikatta Rabıta ve Nakşibendilik» adlı eseri hiç kuşkusuz bu konuda önemli bir boşluğu doldurmuş, toplumu aydınlatma konusunda önemli bir hizmet sergilemiştir.


Comments

“NAKSiBENDiLiK – TARiKAT NEDiR? – KURALLARI – TARiHCESi” için 11 yanıt

  1. Dervıs avatarı
    Dervıs

    Nakşederiz haberin olmaz.
    vesselam…

  2. dervıs avatarı
    dervıs

    Bıraz terletecegız zatı alınızı
    ozurler sımdıden…

  3. Salman avatarı

    Yaziklar olsun size masonlara uyupda tahrikati kotulediyiniz icin o zaman kabede butdur herkes onu tavaf ediyor

  4. Davut yilmaz avatarı
    Davut yilmaz

    Âyetleri inkar eden kafirdir onlarda masonlarin kafir lerin hizmetcisi olmuş zindiklardir evliyaya savaş acan allaha savaş açmıştır tek galipte allahtir cc

  5.  avatarı

    Al sana münkir. Kus kadar aklin olsaydi gercekten bu yola girerdin.Ve sonra yazardın bu yazını.Allah C.C sana ve bize hidayet etsin

  6. Sonunda biri bu tarikatların rezilliğini farketti.

  7. huma kuşu avatarı
    huma kuşu

    nakşibendiyenin ne budizim gibi putperset bir dinle nede hindiuzm le yakından uzaktan hiç bir alakası yoktur. yazar denilen kişi kendi girdabından kurtulmak için gerçekleri değil şeytnanın kendisine fısıldadıklarını itiraftan ibaret tir. rabıta gelişen şartlar muvacehesinde manevi terbiye olan tasavvufu eğitimin devamı için zahiri beraberliğin mümkün olmadığı durumlarda seyri süluk için öngörülen bir uygulamadır. kendi hocasına bağlılıkta lakayt olan bir çırak ustanın öğrettiği sanatı öğrenmesi mümkün değildir.rabıta bir bağlılık bir sevgi köprüsüdür.bu kadar basit bir şeyi bile anlamaktan aciz yukarıdaki yazının sahibi.

  8. Keşke bilmediğiniz konu hakkında yazı yazmasaydınız turkishnews.com

  9. Ebubekir Ömer osman Ali avatarı
    Ebubekir Ömer osman Ali

    Ne kadar ahmakça ne kadar seviyesizce yazılmış bir hayal senaryasu bu yazılanlar ? çok iğrençe budizim yogo vs gibi yakıştırmalar takıştırmalarla zırvalamışsın yazık . İslamın özünü ahlakını anlayamayan ilmine güvenmiş bir zavallısın . Mahşere kadar yaşamından tad alamayasın yaşamın acı içinde geçsin iftiracı ümmetin zehirleyici fitnesi sülemaniye vakfı baş fitneciniz başta olmak üzere inşALLAH …!

  10. Yazık olmuş harcadiğin mürekkebe bu nasıl bir nasipsizliktir cehenneme odun da lazım tabiki de yinede dilerim Rabbim size tarikat nedir tasavvuf nedir rabıta nedir hakkıyla öğrenip hatta hakkıyla yaşayıp daha sonrada bu yazdiklarinızı düşünüp pişmanlık ateşiyle yaksın sizi

  11. Gönül avatarı

    Daha abdesti yazmayı bilmiyorsunuz boş boş konusmussunuz. Valla içinde olduğum yola baktım bir de yazdiklariniza. Anlatilmaz yaşanır bir durum bu. Işte siz şeytanla iş birliği yaparak sözde anlatmaya calismissiniz ama bilmediğiniz konuda ahmakca zirvalamissiniz. Yazık…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir