Site icon Turkish Forum

Tayfur Sökmen, Ebulfeyz Elçibey ve Rauf Denktaş

Bağımsız Hatay Cumhuriyeti’nin ilk ve tek Cumhurbaşkanı Merhum Tayfur Sökmen’in, Hatay ve İskenderun’un anavatana bağlanması hususunda göstermiş olduğu gayret, milletimizce malumdur. Aslında bir akademisyen olan, Bağımsız Azerbaycan’ın ikinci cumhurbaşkanı Prof. Dr. Ebulfeyz Elçibey’in de evvel emirde Azerbaycan’ı Türkiye ile arkasından da bütün Türk Dünyası’nı birleştirmek gibi bir hayalinin olduğu bilinmektedir. - rauf denktas1

Bağımsız Hatay Cumhuriyeti’nin ilk ve tek Cumhurbaşkanı Merhum Tayfur Sökmen’in, Hatay ve İskenderun’un anavatana bağlanması hususunda göstermiş olduğu gayret, milletimizce malumdur. Aslında bir akademisyen olan, Bağımsız Azerbaycan’ın ikinci cumhurbaşkanı Prof. Dr. Ebulfeyz Elçibey’in de evvel emirde Azerbaycan’ı Türkiye ile arkasından da bütün Türk Dünyası’nı birleştirmek gibi bir hayalinin olduğu bilinmektedir.

Sovyet döneminden miras kalan Ayaz Niyazioğlu Muttalibov’un kısa süreli cumhurbaşkanlığından sonra 1992 yılında Bağımsız Azerbaycan’ın ikinci Cumhurbaşkanı olan Elçibey’in, bu tür düşünceler taşıdığı bilindiği için, hemen bir yıl sonra Albay Suret Hüseyinov liderliğindeki bir ayaklanma sonucunda görevi bırakması sağlanmıştır. Gence’de ayaklanan Suret Hüseyinov’un Bakü’ye yürüyüşe geçmesi üzerine Elçibey, “Bu ülke için yapılacak bir hizmet daha var. İktidardan el çektirilsek dahi Ermenilerle savaş durumunda olan, bin bir emekle kurduğumuz bu devleti iç savaşa çekmeyeceğiz.”  diyerek Nahçivan’ın Keleki köyüne çekilmiştir. Şu sözler Elçibey’e aittir:

“Bir kere Türkiye ile Azerbaycan arasında vize olmasını kabul edemiyorum. Vize kalkmalı. İki tarafta da çıkartılan bürokratik engeller nedeniyle ilişkilerimiz istediğimiz noktada değil. Türkiye ile Azerbaycan konfederasyona gitmeli, birleşmeli. Sınırları kaldırmalıyız. İki ülkenin vatandaşları serbestçe çalışabilmeli. Bakü-Ceyhan hattının yapılmasını Rusya hazmedemiyor. Azerbaycan’ın petrolü var, dışarı satamıyor. Biz kardeş Türkiye ile petrolümüzü paylaşmak isteriz. Türkiye ve Azerbaycan arasında askeri işbirliği Rusya ile Ermenistan arasında olan seviyeye çıkartılmalı. Saldırmazlık anlaşması, Rusya’nın Azerbaycan’a müdahale imkânlarını ortadan kaldırır. TSK ve NATO Azerbaycan’da askeri üslerini kurmalı. Azerbaycan NATO üyesi olmalı. Azeri ordusu en modern silahlarla donatılmalı. İki ülkenin halkı birdir, aynı duygu ve düşüncelere sahiptir. Türkiye’yi vatanım kabul ediyorum. Ben Atatürk’ün askeriyim…”(1)

Merhum Rauf Denktaş’ın da böyle bir düşünce taşıdığı ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni Türkiye ile birleştirmek istediği biliniyor. Bu konuyu halen KKTC Cumhurbaşkanı olan Derviş Eroğlu şöyle dile getirmektedir;

“Anavatan Türkiye’nin Kıbrıs Türklerini sahiplenmesini koruması altına almasını istiyordu. Anavatan Türkiye’ye yürekten bağlıydı. ‘Önce Türkiye’ diyebilecek kadar Türkiye sevgisine sahipti. Çünkü Denktaş’a göre Türkiye güçlü kalmazsa Kıbrıs Türk halkı özgür olamazdı”(2).

Rauf Denktaş’ın çocuklarına ve yakın çevresine söylediği son sözlerin de “Bağımsız KKTC’ye sahip çıkmak, bayrağını indirmemek, anavatan Türkiye ile iyi geçinmek ve Türkiye’nin garantörlüğünden asla vazgeçmemek…” şeklinde olduğunu biliyoruz.

Denktaş’ın bu tavrı, hep bilindiği için, yıllar önce Üniversite öğrencisi bir Türk Genci’nin “Ateş Hattı” veya “Siyaset Meydanı” simli tv programlardan birisinde söylemiş olduğu şu sözü hatırlıyorum: “Ya kardeşim biz neden uğraşıp duruyoruz bu KKTC ile. KKTC’yi Türkiye’ye bağlayalım Rauf Denktaş’ı vali, Derviş Eroğlu’nu da Belediye Başkanı yapalım olsun bitsin!” demişti Türk delikanlısı. Doğrusu bu öneri o günlerde bana da pek sıcak ve akılcı gelmişti. Gerçi bu düşünce benim için bugün de geçerliliğini korumaya halen devam etmektedir ve sanırım en sonunda olacağı da budur. Yani taksim ve ilhak…

Bu tür düşünceleri sebebiyle olacak, batıya, özellikle de AB’ye iyiden iyiye angaje olanlar, Denktaş’a sürekli saldırmışlar ve onu çözümsüzlüğün baş mimarı ve çözümün önündeki en büyük engel olarak kabul etmişlerdir. Böyle kabul ettikleri için de, kendisini ekarte etmek için ellerinden geleni arkalarına koymamışlar, sonunda muvaffak da olmuşlardır. Daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi, Merhum Denktaş bu gibi adamları “o.çocukları” şeklinde niteleyemediği için, vaktiyle AB’nin Ankara temsilciliğini yapan Karen Fogg’a izafeten “Karen Fogg’un Çocukları”  şeklinde nitelendirmiştir(3).

Bahse konu yazımızın altına yorum yapan bir okuyucum da Amerikalı ünlü spekülatör George Soros’un başında bulunduğu fonların bozguncu çalışmalarından hareketle bu gibilere “Soros.. çocukları” benzetmesi yapmıştır. Bence de güzel bir benzetme bu “Soros.. çocukları” benzetmesi. Bilindiği gibi bu George Soros’un başında bulunduğu Açık Toplum Enstitüsü isimli kuruluş, birçok ülkede STK adı altında faaliyet gösteren pek çok kuruluşu maddi bakımda desteklemiş ve birçok ülkede kadife devrimler yapılmasına sebep olmuştur. Yani anlayacağınız bu George Soros, birçok ülkede “sorospuluklar” yapmış bir adamdır.

Rauf Denktaş’ın siyasi literatürümüze kazandırmış olduğu “Karen Fogg’un Çocukları” tabirinin içine giren kişilerden birisi de gazeteci Mehmet Ali Birand olmalıdır. Zaten bahsedilen diyalogun da Denktaş ile Birand arasında geçtiği söylenmektedir. Bütün bunlara karşın, Merhum Denktaş, bu şekilde nitelendirdiği insanlarda bile saygı uyandıran bir devlet adamıydı. Ona duyulan saygı, adeta idamlık adamın celladına duymuş olduğu saygı veya eceli gelen öküzün kasabın satırını yalaması gibi bir saygıdır aslında. Gazeteci Mehmet Ali Birand’ın önceki günkü yazısını okuyunca bir kez daha inandım bu duruma.

Mehmet Ali Birand iki gün önceki yazısında Denktaş’ı yine bildik şekilde suçluyor, sonra da ister istemez kendisine duymuş olduğu derin saygıyı dile getiriyordu çünkü.Bakar mısınız lütfen:

“Bu meslekte kendimi bildim bileli bir Kıbrıs davamız vardı. Kıbrıs denilince de karşımıza sadece tek bir isim çıkardı: Rauf Denktaş… Bugün bir bilanço yapıp, kimin ne kazanıp ne kaybettiğine bakarsak, Yunanistan kazananların başında geliyor. Avrupa Birliği’ne kapağı atıp, Kıbrıs Rumlarını da arkasından sürüklemeyi becerdiği için, kendini bu bataktan kurtardığını söyleyebiliriz. Rumlar da çok zenginleştiler. AB üyesi oldukları için siyasi alanda güçlendiler, ancak iki kollarından birini (Kuzey Kıbrıs’ı) kaybederek bugüne geldiler. Türkiye ise hala ayakları kelepçeli, Kıbrıs Türkleri hala fakir ve hala adada hapis yaşıyorlar. Bu günkü noktaya, büyük oranda Denktaş ‘ın ısrarlı ve inatçı politikaları sonucunda varıldı…

Yaşamı süresince, Türk kamuoyu Rauf Denktaş’ı çok sevdi. Ben de sevdim. Kimi zaman çok kızdım. Çağ dışı kaldığına inandım ve bunu da yazdım. Özellikle Annan Planı döneminde, hem Türkiye’ye hem de kendi halkına büyük bir fırsatı kaçırtmasını çok eleştirdim. Karşısına oturduğum zaman, önce ona destek vermediğimden dolayı beni de yerden yere vurur, etmediği lafı bırakmaz, ancak her görüşme veya kavgamızın sonunda mutlaka tüm sevecenliği ile yine kalbimi kazanırdı. Bizim kuşağımızın yaşamında, yakın geçmişimizde iz bırakan bir kahramanımızdı…”(4).

Denktaş ile Birand arasında geçtiği söylenen ünlü “Karen Fogg’un çocukları” tartışmasının da, Birand’ın son paragrafta bahsettiği bir ortamda geçtiği anlaşılıyor. Yani dostane bir muhabbet ortamında demek istiyorum. Kim ne derse desin, birisi büyük bir devlet adamıydı, diğeri de başarılı bir gazetecidir. Bunu, Karen Fogg’un diğer çocuklarının, yazmış oldukları yazılarda, Denktaş ile yargı süreci devam eden kimi örgütler arasında ilişki kurmaya çalıştıklarını gördükçe daha iyi anlıyoruz. Bu vesileyle Merhum Denktaş’a bir kez daha Tanrıdan rahmetler diliyorum. Mekânı cennet olsun. Çünkü o, Birand’ın dediği gibi sadece gazeteci milletinin değil, bütün bir milletin kahramanıydı. Uğurlanışı da zaten bir kahramana yakışır gibi olmuştur…

___________________

1- bk. .

2- bk. Posta, “Denktaş önce Türkiye derdi” başlıklı haber, 17 Ocak 2012, s, 14,

3- bk.

4- Posta, 17 Ocak 2012.

Exit mobile version