Başaran şanlı olur, başaramayan zanlı

Can Dündar - 20124candundar

Can Dündar

Devrimlerin ve darbelerin genel kuralıdır: Başarırsan şanlı olursun, başaramazsan zanlı…
Yargılayamayanı, yargılarlar.
Siyasi tarihte, örneği çoktur.


İkinci ilke şu:
Hiçbir demokraside, hükümetin faaliyetlerini karalamak üzere karşı kaldırımdaki bir devlet binasında kara propaganda hazırlanması gibi bir garabete göz yumulamaz.
Bunu emreden Genelkurmay Başkanı ise yargılanır.
“Genelkurmay Başkanı’nı bile içeri aldılar” paniği, ayrı bir psikolojinin eseridir; işin özünü değiştirmez.
Ortada suç varsa, rütbeye, mevkie bakılmaz.
Hukuka, “Girilmez” levhası, dokunulmazlık zırhı işlemez.
Normalleşme bunu gerektirir.
“80 darbesini yapanlar yargılansın” denirken “…ama öbür darbe hazırlıkları ya da psikolojik harp çalışmaları yargılanmasın” demek inandırıcı olmaz.


Üçüncü ilke:
Sen siyasete bodoslama dalıp orada ana aktör haline gelirsen, yargıya emirler verip savcıları karşında hazırola dikersen, sevmediğin politikacılar hakkında karalama kampanyaları açıp beğenmediğin gazetecileri “Bunlar askerin siyasete müdahalesine karşıdır” diye listelersen, “Kimse bana dokunamaz” havası içinde sana yönelik iddiaları “Bu, kâğıt parçası, öbürü boru parçası” diye geçiştirirsen, gün olur o “kâğıt parçası” başına iş açtığında “Yargıya baskı yapıyorlar, savcılar emir alıyor. Bizi karalıyorlar. Yandaş basın belaltı vuruyor” diye yakınmaya hakkın kalmaz.


Dördüncü ilke:
Sana yapılmasını suç saydığın şeyi sen hiç yapmamalısın.
Oysa son dönem, askere yönelik tam bir “kara propaganda” çalışması yapıldı.
Dengeler değişip de dünün mağdurları bugünün mağrurları koltuğuna oturunca, kara propagandanın adresi değişti; bu kez, Genelkurmay’ın karşı kaldırımından psikolojik savaş başlatıldı.
Dava öncesi yandaş basın, suçlanan komutanlara yönelik cadı avı örgütledi. Soy kütükleri elden geçirildi, özel konuşmaları deşifre edildi, mahrem aile fotoğrafları sızdırıldı.
Kara propagandacıların uyguladığı taktikler, tam da 28 Şubat’ta yaka silktikleri taktiklerdi.
Canavar, savaşta kendine bir kopyasını yaratmıştı.
Ama tarih bize diyor ki:
Dün size yapılanların aynını bugün siz uyguluyorsanız, diyalektik olarak sıra yine size geliyor demektir.

Okumaya devam et  Ben İlker Başbuğ…

Beşinci ilke:
Bu yaşananda hukuk yok; “Güç bende artık” diye böbürlenen bir iktidarın pazu gösterisi var.
Tutuklayarak cezalandırma var.
“Görürsün sana neler edeceğim” mesajı var.
Genelkurmay Başkanı’nı “terörist” diye içeri almak, her muhalif faaliyete bir “terör örgütü” damgası vurmak, Türkiye’yi dünyada en çok terör suçlusunun yaşadığı memleket mertebesine çıkarmak, 12 Eylül’ün “anarşikler” mantığıdır.


Velhasıl, ortada ne “demokrasi bayramı” var kutlanacak, ne de devletin sonu manzarası, vahvahlanacak…
İki tarafında da olmak istemeyeceğimiz, çirkin bir ip çekme yarışı bu…
Vesayet bitmiyor, el değiştiriyor.
O yüzden de, ne dünün cebbarlarına üzülmemizi beklesinler, ne de bugünkülere destek vermemizi…
Çok şükür ki, iki dönemin andıçlarında da adımız var.
Çünkü dünün Başbuğ’larına ne kadar karşı idiysek, bugünün başbuğlarına da aynı şekilde karşıyız.


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir