Tankerimiz Bidon Boru Hattımız Katırdır Bizim!

Bilimsel adı “Equus mulus” olan “katır”, erkek eşekle dişi atın (kısrak) çiftleştirilmesiyle elde edilen melez bir havyandır. Tam tersi, erkek at (aygır) ile dişi eşeğin çiftleştirilmesiyle elde edilen melez hayvana da “bardo” veya “ester” adı verilir. Ester, eşek boyutlarında bir hayvandır. Attan çok katıra benzer ise de eşeğin bütün kusurlarını taşır ve katırdan daha az dayanıklı olduğu için fazla tercih edilen bir hayvan değildir. Katır, attan nispeten küçük, eşekten büyük olmasına rağmen her ikisinden daha kuvvetli bir hayvandır. - kilicdaroglu partisinin grup toplantisinda konustu 111777 5

Bilimsel adı “Equus mulus” olan “katır”, erkek eşekle dişi atın (kısrak) çiftleştirilmesiyle elde edilen melez bir havyandır. Tam tersi, erkek at (aygır) ile dişi eşeğin çiftleştirilmesiyle elde edilen melez hayvana da “bardo” veya “ester” adı verilir. Ester, eşek boyutlarında bir hayvandır. Attan çok katıra benzer ise de eşeğin bütün kusurlarını taşır ve katırdan daha az dayanıklı olduğu için fazla tercih edilen bir hayvan değildir. Katır, attan nispeten küçük, eşekten büyük olmasına rağmen her ikisinden daha kuvvetli bir hayvandır.

Katır kullanan bir köylü çocuğu olarak diyebilirim ki; katırlar için kullanılan “inatçı” lafı tamamen uydurma ve efsanedir. Belki içlerinde huysuz olanı vardır ama katırlar asla inatçı değildirler. Katırlar attan uysal, eşekten hızlı hayvanlardır. Her ikisinden de güçlü olmakla birlikte, at kadar hızlı ve hırçın, eşek kadar yavaş ve inatçı değildir. Katırların çekme gücünü ölçme şansım hiç olmadı ama yük taşıma kapasitelerini iyi bilirim. İyi bir katır, üzerine yüklenen 250-300 kg. yükü rahatlıkla taşıyabilir. Rahmetli babam iyi bir katır kullanıcısı idi ve katırıyla adeta bütünleşen bir adamdı. Katırımız ise üzerine yüklenen iki telefon direğini bana mısın demeden taşıyan bir hayvandı. Rahmetli babamın anlattığına göre, üzerindeki yük sağa sola takmasın diye kendi kendine manevralar yapabilirmiş bizim katır.

Buraya kadar anlattıklarımın anlamı şudur; sınırdan 100 katırla kaçak akaryakıt getiren bir kaçakçı grubu, eğer isterse bir seferde an az 20-25 ton yakıtı Türkiye’ye aktarabilir. Bir başka deyişle, katırlarla akaryakıt taşıyan kaçakçılar, yaklaşık 100 katır kullanmak suretiyle onar, on beşer tonluk iki tankerin getireceği yakıtı bir seferde Türkiye’ye sokabilirler. Bu kaçakçıların köyünün hemen sınırın dibinde olduğunu veya iki grup halinde sınırın her iki tarafında da çalıştıklarını düşünün. Bu durumda, günde birkaç sefer yapılması işten bile değildir. Bu şartlarda bu adamlar, eğer isterse sadece 100 katır kullanmak suretiyle günde en az 60-70 ton akaryakıtı Türkiye’ye aktarabilirler.  Üstelik bu iş, İran ve Irak sınırımız boyunca hemen her tarafta sayısız insan ve katır tarafından yapılan bir iştir. Hem de yıllardır. Varın bu miktardaki kaçak akaryakıtın Türk ekonomisine vermiş olduğu zararı ve vergi kaybını siz hesap edin. Üstelik bu akaryakıt, kalitesiz olduğu için Türkiye’deki araçların motorlarına zarar vermekte ve kısa zamanda araçların bozulmasına da sebep olmaktadır.

Türkiye’yi gezenler bilirler: Türkiye’de özellikle karayolu kenarları üretmiş oldukları ürünleri satan köylü tezgâhlarıyla ve pazaryerleriyle doludur. Adapazarı tarafına gidenler yol kenarlarında bol bol kabak görürler. Bolu’da patates, Bursa’da şeftali, Karacabey’de soğan, Niğde ve Nevşehir’de yine patates, Ankara’yı Çankırı’ya, Polatlı’ya ve Çorum’a bağlayan yollarda kavun, Akdeniz bölgesinde narenciye, yolların değişmez renklerindendir. Turşu, pekmez, bal ve her türlü meyve sebze de Anadolu’daki yol boylarının değişmez pazar ürünlerindendir. Bu saydığım yerlerde varillerle ve bidonlarla mazot ve benzin satanları asla göremezsiniz…

Ancak Doğu ve Güneydoğu’ya, özellikle de sınır boylarındaki illere gittiğinizde görüntüler birden değişir ve yol boylarında önlerindeki bidonlarda mazot ve benzin satmaya çalışan çocuk görüntülerine rastlarsınız. Yol boylarında bu çocukları gördüğünüzde içiniz sızlar. Ancak bu görüntüler sizi aldatmasın. Kaçak akaryakıt sadece çocuğun önündeki küçük bidonlarla sınırlı değildir. Gerilerdeki kayanın arkasında variller, yarın dibinde tankerler gizlidir. Bidonlar bittikçe arkadan yenisi gelir. Böylece bidonlarla benzin satan çocuk görüntüleri hiç eksik olmaz sınır boylarındaki yollarda. Hele Van’dan Hakkari’ye doğru bir yolculuk yapın. Yol boyları, olduğu gibi kaçak akaryakıt satan insanlarla doludur. Gel abi gel, kaliteli benzine geeel, mazotun iyi burdaaa…

Okumaya devam et  Türkiye’nin ilk tramvayı görücüye çıktı

Sınırımızdan giren onca kaçak akaryakıtın sadece yol kenarlarında bu küçük çocuklar tarafından satıldığı sanılmasın. Bu kaçak akaryakıt, daha içerilere, muhtemelen Türkiye’nin her yerine dağıtılmaktadır. Adamların gözü kararmıştır bir kere. Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru hattını delerek borudan Ham Petrol Çalan adamlardan her şey beklenir efendim.

Katır Boru Hattı

Uludere’de meydana gelen müessif olayla bir kez daha hatırladık katırlarla Türkiye’ye kaçak akaryakıt getirildiğini. Aslında yıllardır biliniyordu bu durum. Biliniyordu da devlet, buralardaki geçim sıkıntısını bildiği için bile bile göz yumuyordu bu işlere. Ancak bundan birkaç yıl önce, galiba 2009 yılında yayınlanan “Arena” veya “Objektif” isimli programlardan birisinde daha fazla dikkatimizi çekmişti konu. O günkü tarihlerde Vatan’dan iktibasla Star’da yer alan “Katır Boru Hattı” başlıklı haberde şöyle deniyordu:

Bu fotoğraf Van’ın sınır köylerinde çekildi. Yüzlerce at ve katır İran’dan kaçak akaryakıtı böyle taşıyor. Sadece 2008’de yapılan operasyonlarda 61 bin ton kaçak benzin, 946 bin ton kaçak motorin ele geçirildi. Türkiye’de mali boyutu milyarlarca doları bulan kaçak akaryakıt ticareti tüm mücadelelere rağmen önlenemiyor. Son olarak Van’ın İran sınırındaki köylerde kaçakçıların binlerce at ve katır kullanarak yurda tonlarca kaçak mazot ve benzin soktuğuna ilişkin fotoğraflar, kaçakçılığın ulaştığı boyutu gözler önüne seriyor”(1).

AKP Diyarbakır Milletvekili de olan Diyarbakır Sanayi ve Ticaret Odası Eski Başkanı Salim Ensarioğlu, Taraf Gazetesi’ne Uludere’de vuku bulan olay hakkındaki görüşlerini aktarırken; “Her gün ortalama 100 katırla sınırın diğer hattına giderler, hatta sınırın belli bir yerine gittikten sonra katırlar yolu bildiği için katırlara mazotu yükleyip gönderiyorlar. Hatta bu bölge ‘katır-boru hattı’ diye biliniyor. Katır başı 80 lira kalıyor çocuklara. Bunların çoğu öğrenci ve geçimini sağlamak için bu işi yapıyor…”(2) diyerek aslında İran sınırında yapılan kaçakçılığın aynısının, Irak sınırında da yapıldığı gerçeğine vurgu yapmaktadır.

Ancak gelin görün ki; Salim Ensarioğlu, PKK’liler de geldiği zaman katır kullanıyorlar ama diyelim ki 50 kişilik bir grup geldiği zaman 5 tane katır kullanıyor eşyalarını getirmek üzere. Ama burada 70 katır var, 40 adam var. Yani PKK’nin eşya taşıma usulüne de uygun değil… Ölen çocuklardan birinin babası biz ayrılırken bana ‘Bunu ne olur ortaya çıkarın. Bu Ergenekon işidir, provokasyondur’ diye bir ifade kullandı(3) demek suretiyle, bir anlamda hedef saptırıyor. Gerçi Ergenekon’un PKK’yı da kullandığına ilişkin iddialar yeni değildir. Bu iddialar daha önce de gündeme getirilmiştir medyada.

Okumaya devam et  Kaybettiği seçimler

İnternette dolaşan kimi görüntüler, aslında PKK’yı olayın dışında göstermeye çalışanları tekzip edecek türden. Çünkü olayda ölen baçı gençlerin, en azından PKK’ya sempati beslediklerine ilişkin görüntüler dolaşıyor sanal âlemde(4). Umarım yapılan soruşturmalarla bunların ne kadarının doğru, ne kadarının yalan olduğu en kısa zamanda çıkar ortaya.

Olayda ölenlerin yakınlarına taziyede bulunmak üzere gitmiş olduğu Gülyazı köyünde saldırıya uğrayarak yaralanan Uludere Kaymakamı Naif Yavuz’un açıklamaları, olayın, devleti zorda bırakmak adına girişilmiş bir tertip olabileceğini de akla getirmektedir. Şöyle diyor Kaymakam: Ben bir saat içeride kaldım. Vatandaşlar beni bağrına bastı. Vatandaşların bağrına basması başkalarını rahatsız etmiştir. Cenaze sahipleri beni bağrına bastı. Kendilerine şükranlarımı sunuyorum. Bana saldıranlar asla ve asla cenaze sahipleri değildir. Beni orada koruyan da köylünün kendisidir. Bana vuranların hiçbiri Uludereli değildir. Dışardan gelen provokatörlerdir.”(5).

Peki, kim bu provokatörler? Bölgeye giden bazı AKP’li vekillere ve bazı görgü tanıklarının ifadelerine göre kaymakamı dövenler BDP’li, dövdüren ise BDP’li Hasip Kaplan. Olayın tanıklarından Taşdelen Köyü muhtarı Fikret Kaya’ya göre; Hasip Kaplan “Devlet adına kimsenin buraya gelmesini asla kabul etmeyeceğiz. Olacaklardan ben sorumlu değilim” diyor ve BDP ilçe meclisi üyesi İrfan Enç’e Gereğini yapın” diyerek kaymakama saldırı emrini veriyor. Ancak köylülerden destek gelmemesi üzerine bu sefer de sureti haktan görünerek ortalığı yatıştırmaya çalışıyor(6). Sayın Arınç’ın dünkü açıklamalarına bakılırsa; kaçakçı grubu, aydınlatma fişeği ve top atışı yapılarak uyarılmalarına rağmen durmayıp ilerlemeye devam ediyor. Acaba neden? Umarım en kısa zamanda bunların adı konur da ülkemiz büyük bir tehlikeyi daha en az hasarla atlatmış olur.

CHP Gittikçe Marjinalleşmektedir

Şu CHP’yi anlamakta gerçekten güçlük çekmeye başladım ben. Olayın hemen akabinde hükümetten bazı bakanların olay yerine gitmeleri ve Sayın Başbakan’ın ölenlerin yakınlarını telefonla arayarak taziyede bulunması, devlet adamı ciddiyeti ve sorumluluğu adına son derece ağırbaşlı ve sergilenmesi gereken hareketlerdir. BDP’nin büyük gruplar halinde olay mahalli olan Gülyazı köyüne gitmesini de belki bir noktaya kadar anlayışla karşılayabiliriz. Peki, şu CHP yönetiminin ne işi var Uludere de ve Gülyazı’da? Ne basit bir siyaset anlayışıdır bu?

Hele hele olayın mahiyetini tam olarak anlayıp dinlemeden “…35 kişi hak etmedikleri şekilde hayatını kaybetti. Bunun takipçisi olacağız. Kolay affedilecek bir olay değil…”(7) şeklinde sergilenen önyargılı bir tavır, Cumhuriyetin kurucusu olan bir partinin liderine hiç yakışan bir tavır mıdır? Peki, CHP’nin, Dersim olayını partisinin başına bela eden Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ün de içinde bulunduğu bölge milletvekillerinden oluşan bir parlamenter grubuyla, kendisini hâkim ve savcı yerine koyarak olayın içine balıklama dalmasına ne demelidir?

Kılıçdaroğlu aynı şeyi geçmişte de yapmıştı hatırlanacağı üzere. Başbakan Gediktepe sınır karakoluna gitti diye tutturdu ben de gideceğim aynı yere. Genelkurmay CHP’nin bu konudaki tacizlerinden bıkmış olmalı ki; İlker Paşa Kılıçdaroğlu’nu yanına alıp gitmişti bir yerlere! Ancak nereye gittiklerini kimse bilemedi? Sınır boyundaki bir karakola ve mevzie mi gittiler, yoksa Ankara civarındaki askeri eğitim ve atış alanlarından birisine mi gittiler kimse görmedi, bilmedi nereye gittiklerini? Sadece duyuldu. Bu sefer de CHP’liler şöyle övündüler: “Başbakan Gediktepe’de diz çöktü. Kılıçdaroğlu mevzide eli arkada ve dimdik ayakta durdu!”  

Okumaya devam et  Bayrak yasağına öfke büyüyor

CHP, bu tür basit çıkışların prim yapmadığını ne zaman anlayacak doğrusu merak ediyorum. Onlar AKP’ye nispet bu tür eylemlere imza attıkça her nedense CHP’nin değil, AKP’nin oyları artıyor. Sayın Kılıçdaroğlu AKP’yi %60’lara çıkarmaya kararlı gözüküyor. Alelacele sınır hattındaki Gülyazı köyüne gitmesi de işte bu yüzdendir! Medyada yer alan ve Gülyazı Köyü’nde kol kola çekilmiş Hasip Kaplan-Kemal Kılıçdaroğlu görüntüleri, gelecekte nasıl yorumlanır şimdiden kestirmek güç. Ancak iyiye yorumlanmayacağına ve CHP’nin bu görüntüsüyle gittikçe marjinalleşen bir parti olduğuna şimdiden bahse girebilirim ben.

Başbakan yardımcısı ve hükümet sözcüsü Bülent Arınç’ın konuya ilişkin geniş açıklamasından bir kısmı şöyledir: “…Silahlı Kuvvetlerin yaptığı bütün operasyonlarda, ister tek başına ister müştereken olsun canlıya karşı öncelikle teslim olması, ikaz edilmesi, mukabele ettiği takdirde de kendisinin tesirsiz hale getirilmesi yolunda bir uygulama var. Burada da tespitler şöyledir; öncelikle işaret fişekleri atılmıştır. Yani olay yeri aydınlatılmıştır. Daha sonra top atışı yapılmıştır. Buna rağmen grubun hareketine devam etmesi üzerine bir uçak marifetiyle belli saatler içinde bombalama yapılmıştır. Bu bombalama neticesinde de sivil yurttaşlarımızın vefat ettiği olay meydana gelmiştir.”(8).

Bu sözlerin anlamı şudur; TSK, aydınlatma fişeği ve top atışı yaparak “Sizi gördük, daha ileri gitmeyin, olduğunuz yerde kalın, aksi takdirde ateş edeceğiz” demiştir. Ancak grup ilerlemeye devam ettiği için bombardıman gerçekleşmiştir. Zaten gruptan sağ kurutulanların anlattıkları da Arınç’ın sözlerini doğrular niteliktedir. Onlar da önce aydınlatma mermisi ve top atışı yapıldığını ifade etmektedirler.

Bütün bu bilgiler görmezden gelinerek, lütfen hiç kimse ama hiç kimse (bunun içine CHP ve BDP’de dâhildir), kendisini yetkili ve görevli devlet kurumlarının yerine koyarak olayları daha fazla çıkmaza sokmaya çalışmamalıdır. Bu tür girişimler, nihayetinde ancak girişim sahiplerine ve devlete zarar verecektir. Bu devletse hepimizin, yani bu ülkede yaşayan 75 milyonun ortak devletidir.

Bence devletin (görevlilerinin) tek hatası vardır. O da sınırı bu tür geçişlere kesinkes kapatmamasıdır. Eğer kapatmış olsaydı ve bu tür geçişlere göz yummasaydı bu olay kesinlikle yaşanmazdı. Hele hele yakın geçmişte yaşanan karakol baskınları sebebiyle askerin islim üstünde olduğu düşünülürse bu tür geçişlerin son derece riskli olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Efendim, bölge halkı fakirmiş ve kaçakçılık yapmak zorundaymış. Geçin efendim; bu ülkede hiçbir sebep suç işlemeye mazeret olamaz ve hiç kimsenin suç işleme özgürlüğü yoktur. Bu suç mazot ve sigara kaçakçılığı olsa bile…

 03 Ocak 2012

_______________

1-http://www.stargazete.com/guncel/katir-boru-hatti-haber-191136.htm

2-http://www.ilkehaber.com/haber/ensarioglu-o-bolgenin-adi-katir-boru-hatti-20186.htm,

3-Aynı haber.

4- Ör.bkz.

5-

6- 02 Ocak 2012 tarihli Vatan Gazetesi, “Vuranların hiçbiri Uludereli değildi” başlıklı haber, s,15,

7- 02 Ocak 2012 tarihli Vatan Gazetesi, “Bu bizim ortak acımız”  başlıklı haber, s, 15.

8-http://www.stargazete.com/politika/arinc-tan-uludere-aciklamasi-haber-411664.htm


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir