İzolasyonlar Masada

Brüksel’deki diplomat ve AB merkezinde görevli arkadaşlardan gelen bilgiler, önce Brüksel’in bu düşünceyi Ankara’ya işittirme olarak ilettiği, Ankara’dan da sıcak bir yaklaşım görünce, bunu fiiliyata dönüştürmek için karşılıklı olarak girişimleri başlattıkları şeklinde. Şimdilik her şey yolunda gidiyormuş. Türkiye, bu sefer 17 Aralık 2004’de yapılan AB Devlet Başkanları Konseyinde AB tarafından kendisine sözlü olarak verilen ve sonradan da tutulmayan vaatleri unutmamış ki, bu sefer her tür vaadi ve sözü, yazılı olarak taahhüt şeklinde, eski tabirle “Pullu ve Mühürlü” olarak istiyor. Şimdi masada AB’nin, 2006’nın Aralık ayında, “Ankara Protokolü” olarak adlandırılan ve Kıbrıs Rum Kesimi dahil tüm AB ülkelerine limanların açılımını öngören anlaşmanın Türkiye tarafından yerine getirilmediği gerekçesiyle askıya aldığı 8 başlığın nasıl açılabileceği konusu var. Türkiye gerçekte, AB’nin 24 Nisan 2004 tarihinde yapılan Annan Planı Referandumundan hemen sonra Kıbrıslı Türklere uygulanan izolasyonların kaldırılması amacı ile kabul ettiği Yeşil Hat Tüzüğü, Doğrudan Ticaret Tüzüğü, ve Mali Yardım Tüzüğü’nü söz verildiği üzere uygulamaya koymadığı ve benimki söz, seninki imzalı taahhüt dediği için söz konusu Protokole işlerlik kazandırmamıştı. - ata atun 2

Rumlar kabul etse de etmese de artık bir insanlık suçu olarak tanımlanan Kıbrıslı Türklere
dünyadan soyutlama kararının yani izolasyonların kaldırılması gerekliliği BM’de
ve AB’de tartışılmaya başlandı.
Rumlara sorulduğunda Kıbrıslı Türklere uygulanan herhangi bir izolasyon veya dünyadan
soyutlama yok, biz böyle bir şey yapmadık diyerek soru soran kişinin gözünüzün
içine baka baka yalan söylemekteler.

Ebedi alışkanlıkları. Yapacak bir şey yok.

Füle’nin Ankara ziyareti, Davutoğlu’nun Lefkoşa ziyareti ve Cumhurbaşkanı Eroğlu’nun
Brüksel ziyareti içinde konuşulan ve konuşulacak konulardan bir tanesi de bu izolasyonların
kaldırılması.

Asıl resim gerçekte çok daha farklı boyutlarda. İzolasyonların kaldırılması bu resmin
içinde küçük bir aracı rolden öteye değil.

Resmin önemli kısmı Türkiye’nin 21. Yüzyılın bu ilk on yılı içindeki ekonomik ve politik
konumu ile bölgesel güç haline gelmiş olması.

Türkiye’ye yıllardır biçilen figüranlık rolünün artık bittiği, dünyanın ekonomik ve
politik gücünü yıllardır ellerinde tutanlar tarafından bile dile getirilmekte.

Türkiye’nin, 31 Temmuz 1959 tarihinde AET’ye yaptığı üyelik başvurusu kendisine biçilen bu
rol ve dini farklılığı nedeni ile yıllarca kasten sürüncemede bırakılmıştı.

Günümüzde bu roller değişti artık. Yılların figüranları senarist, senaristler de aktör ve
figüran oldular.

Özellikle Avrupa Birliği, ekonomik ve siyasi birlikten öteye sadece bir Hristiyan Kulübü
olduğunu ispatlarcasına son genişleme sürecinde Bulgaristan ve Romanya’yı içine
alması ve onları geçen yıllar içinde bir türlü AB’ye adapte edememesi
yaptıkları hatayı anlamalarına yetti, arttı bile.

AB’deki bir çok ülkenin, Rum tarafı dahil olmak üzere doğurganlık oranlarının ikinin
altında olması, ekonominin iyi gitmemesi ve Yunanistan’ın başını çektiği beş
ülkenin hızla batışa doğru gitmesi Brüksel’in gözünü açmasına neden oldu.

AB’nin başkenti artık kalbi ile değil beyni ile düşünmeye başladı ve Türkiye’siz
hiçbir yere gidemeyeceğinin farkına vardı.

Okumaya devam et  TALAT’IN SÖYLEDİKLERİ

Şimdi artık Türkiye’yi nasıl dışlarızı değil, nasıl içimize alırızı düşünmeye ve konuşmaya
başladılar.

Gelinen son nokta Brüksel’in Türkiye’nin AB’ye katılımını olmazsa olmaz olarak görmesi ve
bu katılımın önündeki engelleri kaldırmak girişimleri.

Füle’nin Ankara ziyareti boşuna değil.

Ana tema engelleri nasıl kaldırabilir, katılımı nasıl hızlandırır ve başlıkları da nasıl
açarızdı.

Brüksel’deki diplomat ve AB merkezinde görevli arkadaşlardan gelen bilgiler, önce Brüksel’in
bu düşünceyi Ankara’ya işittirme olarak ilettiği, Ankara’dan da sıcak bir yaklaşım
görünce, bunu fiiliyata dönüştürmek için karşılıklı olarak girişimleri
başlattıkları şeklinde.

Şimdilik her şey yolunda gidiyormuş.
Türkiye, bu sefer 17 Aralık 2004’de yapılan AB Devlet Başkanları Konseyinde AB tarafından
kendisine sözlü olarak verilen ve sonradan da tutulmayan vaatleri unutmamış ki,
bu sefer her tür vaadi ve sözü, yazılı olarak taahhüt şeklinde, eski tabirle
“Pullu ve Mühürlü” olarak istiyor.

Şimdi masada AB’nin, 2006’nın Aralık ayında, “Ankara Protokolü” olarak adlandırılan ve Kıbrıs Rum
Kesimi dahil tüm AB ülkelerine limanların açılımını öngören anlaşmanın Türkiye
tarafından yerine getirilmediği gerekçesiyle askıya aldığı 8 başlığın nasıl
açılabileceği konusu var.

Türkiye gerçekte, AB’nin 24 Nisan 2004 tarihinde yapılan Annan Planı Referandumundan
hemen sonra Kıbrıslı Türklere uygulanan izolasyonların kaldırılması amacı ile
kabul ettiği Yeşil Hat Tüzüğü, Doğrudan Ticaret Tüzüğü, ve Mali Yardım Tüzüğü’nü
söz verildiği üzere uygulamaya koymadığı ve benimki söz, seninki imzalı taahhüt
dediği için söz konusu Protokole işlerlik kazandırmamıştı.

Türkiye ve AB şimdi katılım sürecinin tıkanma aşamasına geldiği bu dönemde, ikinci kez “liman
açılımı” ile Kıbrıs düğümünü çözmeye ve başlıkların tümünü açabilmenin çalışmasını
başlattı.

Liderlerin Ekim ayında yapacakları 4. Müzakere bu nedenle çok önemli. AB’nin gelecekteki
ekonomik yapısı ve dünya siyaseti, bir ucundan bu müzakerenin sonucuna da
endirekt olsa da bağlı artık.
Prof. Dr. Ata ATUN

Okumaya devam et  Rum Polisi, Mağazalardaki KKTC Bayraklarına El Koydu

11 Haziran 2011


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir