BAKÜ’DE MAHCUB OLMAK

BAKÜ’DE MAHCUB OLMAK Hüseyin MÜMTAZ Karşımdaki Kerkük’lü profesör 40 yıl öncesinden bahsediyor; “Türkiye’nin daha Kerkük’ten, Bakü’den haberinin olmadığı yıllarda” diyor; “O zaman CD filan nerede, bildiğimiz kasetler vardı, arabada onları dinlerdik. Bakü’den gelen ‘Leyla ve Mecnun’da, o çok sesli sazların arasında Tar’ın tın tın sesi kendini farkettirirdi ve kendimizden geçerdik”.. Türkiye’deyiz, güya ev sahibiyim ama cümle kurgusundaki ince târizi anlamamak işime geliyor. Çünkü sohbetin diğer tanığı da Lefkoşa’lı.. “Avrovijın” şarkı yarışmasından açılmıştı söz; Bayrak”lar”dan, Bozkurt’tan bahsediyorduk. Türkiye’de çoğunluk, Bozkurt’un Azerbaycan’da bir partinin değil de çok önceden beri Turan’ın sembolü olarak algılandığını bilmediği için zaman zaman değerlendirme zorluğu yaşar. Okuyucunun, o geceden beri benden Eldar ve Nigâr adlı iki Türk evlâdından bahsetmemi beklediğinin farkındayım. Bilerek geciktim. Herkesin eteğindeki taşları dökmesini bekledim. Kimlerin, bu geri dönülmez akşamın AB ufkunda nasıl yalpaladığının açığa çıkmasını istedim.. Kimlerin “bu aralar” hem Eldar ile Nigârı; hem de Eşek ve Bulamaç Adaları meselesini görmezden geldiğini, cümle âlemin görmesini istedim. “Milli duygular”ın nasıl ötelendiğinin, sanki utanılacak bir şeymiş gibi o kor ateşin üzerinin nasıl küllenmeye bırakıldığının fark edilmesini amaçladım. Hiç üzülmeyin, “Eurovizyon”u “biz” kazandık.. TRT’nin “Rock” saçmalığına rağmen “kazandık”.. Eurovizyon’un 56 yıllık tarihinde kazanan ülke sanatçılarının, hem kendi, hem de başka bir ülkenin bayrağını taşıyarak sahneye fırladıkları, sevindikleri, sevinçten ağladıkları görülmüş müdür? Görülmemiştir. Görülmemiştir ama beni ve Suna’yı da hiç şaşırtmamıştır. Çünkü “biz” Azerbaycan’ı Bakü’de, Sumgayıt’de, Novhanı’da yaşadık.. O havayı, o ruhu içimize çektik, gönlümüze doldurduk, nefes aldık.. Vermedik.. Azerbaycan şiirdir, şarkıdır. Kocaman bir gönül, bulutların üzerindeki “ruh”dur. Bir dolu yürektir. Baştanbaşa vatandır, millettir, bir kere yükseldiğinde bir daha inmeyen bayraktır. Settar Han’dır, Cevat Han’dır, Hatayî’dir. Şehriyar’dır, Resulzade’dir, Vahabzade’dir, Rüstemhanlı’dır. 1915’dir-1918’dir; Nuri ve Halil Paşa’lardır, Kafkas İslâm Ordusu’dur, Şehitler Hıyabanı’dır. Türkiye’de uçaktan indiğinde “torpağı” öpen Elçibey’dir. Hazar’ın küleğinde Karadeniz’in çırpınmasıdır, Erzurum’un çarşı-pazar’ındaki Sarı Gelin’dir. Ahmet Cevat - Üzeyir Hacıbeyov’un “Çırpınırdı Karadeniz”ini, Reşit Behbudov Mahnı Teatr sahnesinde Azerin’den; Ozan Arif’in “Başka Yolu Yok Artık”ını Gülnâre’den; Polat Bülbüloğlu’nun “Sarı Gelin”ini de Titanic’de Ahmet Şafak’tan dinlemektir. Bir “3 MAYIS” gecesi Bakü’de “ATSIZ’ın 80 yaşındaki talebeleri”ne rastlamak, onun şiirlerini onlardan dinlemek, dinlerken bütün salonun yediden yetmişe BOZKURT’laştığını görmek demektir. Azerbaycan, dinlemek, düşünmek, susmak, sonra yine düşünmek, boğazın düğümlendiği için hiç konuşamamak demektir. Yıllar sonra bir Düsseldorf gecesinde Eldar ve Nigâr’ın Türk bayrakları ve Bozkurt’larla sahneye fırladıklarını görünce hiç şaşırmamak…. Ama Bursa’daki maçta Azerbaycan Bayraklarının yasaklanmasının acısını bininci kere ve bir kere daha ruhunda hissetmek; onbininci kerre de mahcup olmak demektir.. Bakü’de mahcup olmak; Lefkoşa, Girne ve Magosa’da, Kerkük- Musul’da, Rodos-İstanköy’de, Bulamaç’ta, Gümülcine-İskeçe’deki mahcubiyetleri bininci kere ve bir kere daha ruhunda hissetmek; onbininci kerre yine ve defalarca mahcup olmak demektir.. Çok yaşa sen Azerbaycan… 21 Mayıs 2011 57'NCİ ALAY HER YERDE HEPİMİZ 57'İNCİ ALAY'IN NEFERLERİYİZ mumtazbay@hotmail.com - ebulfeyz elcibey 286706

BAKÜ’DE MAHCUB OLMAK Hüseyin MÜMTAZ Karşımdaki Kerkük’lü profesör 40 yıl öncesinden bahsediyor; “Türkiye’nin daha Kerkük’ten, Bakü’den haberinin olmadığı yıllarda” diyor; “O zaman CD filan nerede, bildiğimiz kasetler vardı, arabada onları dinlerdik. Bakü’den gelen ‘Leyla ve Mecnun’da, o çok sesli sazların arasında Tar’ın tın tın sesi kendini farkettirirdi ve kendimizden geçerdik”.. Türkiye’deyiz, güya ev sahibiyim ama cümle kurgusundaki ince târizi anlamamak işime geliyor. Çünkü sohbetin diğer tanığı da Lefkoşa’lı.. “Avrovijın” şarkı yarışmasından açılmıştı söz; Bayrak”lar”dan, Bozkurt’tan bahsediyorduk. Türkiye’de çoğunluk, Bozkurt’un Azerbaycan’da bir partinin değil de çok önceden beri Turan’ın sembolü olarak algılandığını bilmediği için zaman zaman değerlendirme zorluğu yaşar. Okuyucunun, o geceden beri benden Eldar ve Nigâr adlı iki Türk evlâdından bahsetmemi beklediğinin farkındayım. Bilerek geciktim. Herkesin eteğindeki taşları dökmesini bekledim. Kimlerin, bu geri dönülmez akşamın AB ufkunda nasıl yalpaladığının açığa çıkmasını istedim.. Kimlerin “bu aralar” hem Eldar ile Nigârı; hem de Eşek ve Bulamaç Adaları meselesini görmezden geldiğini, cümle âlemin görmesini istedim. “Milli duygular”ın nasıl ötelendiğinin, sanki utanılacak bir şeymiş gibi o kor ateşin üzerinin nasıl küllenmeye bırakıldığının fark edilmesini amaçladım. Hiç üzülmeyin, “Eurovizyon”u “biz” kazandık.. TRT’nin “Rock” saçmalığına rağmen “kazandık”.. Eurovizyon’un 56 yıllık tarihinde kazanan ülke sanatçılarının, hem kendi, hem de başka bir ülkenin bayrağını taşıyarak sahneye fırladıkları, sevindikleri, sevinçten ağladıkları görülmüş müdür? Görülmemiştir. Görülmemiştir ama beni ve Suna’yı da hiç şaşırtmamıştır. Çünkü “biz” Azerbaycan’ı Bakü’de, Sumgayıt’de, Novhanı’da yaşadık.. O havayı, o ruhu içimize çektik, gönlümüze doldurduk, nefes aldık.. Vermedik.. Azerbaycan şiirdir, şarkıdır. Kocaman bir gönül, bulutların üzerindeki “ruh”dur. Bir dolu yürektir. Baştanbaşa vatandır, millettir, bir kere yükseldiğinde bir daha inmeyen bayraktır. Settar Han’dır, Cevat Han’dır, Hatayî’dir. Şehriyar’dır, Resulzade’dir, Vahabzade’dir, Rüstemhanlı’dır. 1915’dir-1918’dir; Nuri ve Halil Paşa’lardır, Kafkas İslâm Ordusu’dur, Şehitler Hıyabanı’dır. Türkiye’de uçaktan indiğinde “torpağı” öpen Elçibey’dir. Hazar’ın küleğinde Karadeniz’in çırpınmasıdır, Erzurum’un çarşı-pazar’ındaki Sarı Gelin’dir. Ahmet Cevat – Üzeyir Hacıbeyov’un “Çırpınırdı Karadeniz”ini, Reşit Behbudov Mahnı Teatr sahnesinde Azerin’den; Ozan Arif’in “Başka Yolu Yok Artık”ını Gülnâre’den; Polat Bülbüloğlu’nun “Sarı Gelin”ini de Titanic’de Ahmet Şafak’tan dinlemektir. Bir “3 MAYIS” gecesi Bakü’de “ATSIZ’ın 80 yaşındaki talebeleri”ne rastlamak, onun şiirlerini onlardan dinlemek, dinlerken bütün salonun yediden yetmişe BOZKURT’laştığını görmek demektir. Azerbaycan, dinlemek, düşünmek, susmak, sonra yine düşünmek, boğazın düğümlendiği için hiç konuşamamak demektir. Yıllar sonra bir Düsseldorf gecesinde Eldar ve Nigâr’ın Türk bayrakları ve Bozkurt’larla sahneye fırladıklarını görünce hiç şaşırmamak…. Ama Bursa’daki maçta Azerbaycan Bayraklarının yasaklanmasının acısını bininci kere ve bir kere daha ruhunda hissetmek; onbininci kerre de mahcup olmak demektir.. Bakü’de mahcup olmak; Lefkoşa, Girne ve Magosa’da, Kerkük- Musul’da, Rodos-İstanköy’de, Bulamaç’ta, Gümülcine-İskeçe’deki mahcubiyetleri bininci kere ve bir kere daha ruhunda hissetmek; onbininci kerre yine ve defalarca mahcup olmak demektir.. Çok yaşa sen Azerbaycan… 21 Mayıs 2011 57’NCİ ALAY HER YERDE HEPİMİZ 57’İNCİ ALAY’IN NEFERLERİYİZ [email protected]

Okumaya devam et  “Ermenistan bize PKK’den daha büyük kötülük yaptı”

Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir