SURİYE HEYULÂ GİBİ

SURİYE HEYUL GİBİ Hüseyin MÜMTAZ Suriye bir heyulâ gibi üzerimize üzerimize geliyor da farkında mıyız, emin değilim.... Çığ veya tsunami ne derseniz deyin, uzaktan başladı Tunus, Mısır, Libya ve nihayet Suriye.. Hepsi de Müslüman, hepsi de Rice-Ralph Peters; aynı zamanda Osmanlı coğrafyasında.. Dolayısı ile “ortak” özelliklerimiz çok fazla.. Bu “ortak sosyal ve siyasi geçmişin” bize zaman zaman bir takım görevler yüklediğini zannediyoruz. Bahse konu Müslüman ülkelerin hepsinin de otoriter, totaliter “demokratik diktatörlük”lerle idare ediliyor olmaları rastlantı mı? “Görev” bazen küresel aktörlerin sırtımızı sıvazlaması-gaza getirmesi şeklinde tezahür ediyor, bazen de “biz” dünya görüşümüze-yaşam felsefemize göre kendimize “durumdan vazife” vehmediyoruz.. Fakat günün 20 saati yapılan milletlerarası telefon görüşmeleri yahut haftanın 6 günü gerçekleştirilen dış “görev gezileri” yangını söndürmeye yetmiyor.. Bırakın yangını söndürmeyi, alevleri bile kontrol edemiyor, yön veremiyoruz.. “Sıfır sorun”, maalesef “bol sorun” olarak kartopu gibi büyüyor. Gazze halâ İsrail kuşatması altında, halâ yeni Yahudi yerleşim merkezleri kuruluyor. AB’de “içeri” almıyorlar, NATO’da kaale almıyorlar.. (Genel Sekreter seçimi, Füzesavar sistemi, Libya müdahalesi) Cumhuriyetçi Senatör McCain; “Tüm müttefiklerimizin katkılarını ve çabalarını takdir ediyoruz, özellikle de İngiliz ve Fransızları.. Ancak gerçek şu ki NATO, Amerika’dır” diyor. Öte yandan Nato’da ciddi biçimde bir AB sendromu baş göstermiş durumda ama bundan bile yararlanamıyoruz. Oğul Esad zor durumda.. Suriye, Birinci Dünya Harbi sonrasında bölgede “sömürgenler”in ihtiyacına göre şekillendirilen yapay devletlerden.. 1571’den itibaren tam 403 yıl Osmanlı; 1920-46 arası da Fransız hâkimiyetinde kalmış. Suriye Müslüman bir Arap ülkesidir.. Nüfusun % 90’ı Arap; % 9’u Kürt, geriye kalan %1’lik bölümü de Ermeni, Çerkes ve Türkler teşkil eder. Nüfusun hemen hepsi (% 85) Müslümandır. Çok az bir bölümü Hıristiyandır. Bu Hıristiyanlar genellikle Katolik, Ortodoks, Suriye Ortodoksu, Monofist, Protestan, Keldani ve Nasturi gibi ayrı gruplar halindedir. Müslümanların büyük bir bölümü Sünnidir. Ayrıca Aleviler, İsmaililer ve Dürziler de vardır. Çok az sayıda Yezidi, Rafizi ve Şii mevcuttur. Irak’ta Şii çoğunluk Sünni azınlık; Suriye’de ise Sünni çoğunluk, Nusayri (Arap Aleviliği) azınlık tarafından yönetilmektedir. İşte yukarıdaki bu son satır denklemin kilit noktasıdır. Bölgede diller, dinler, mezhepler ve ırkların hattâ kabilelerin birkaç devletin içinde kalacak şekilde parçalanmış olmaları; “ileride kullanılmak üzere” bilinçli bir şekilde şekillendirilmelerinin sonucudur.. Birinci Dünya Savaşı galibi sömürgenler tarafından. Şimdi işte o zaman dikilen ve bu zamana kadar sulanan, bakımı yapılan bu ağacın meyveleri toplanmaktadır. Öte yandan Suriye, sadece Suriye değildir.. Suriye’deki siyasi ve sosyal istikrar(sızlık) Lübnan’ı da doğrudan etkilemektedir. Suriye ve Lübnan birçok bakımdan iç içedir. Suriye’yi yöneten Nusayri azınlık, İran’ın doğal partneridir. Suriye'nin güneybatı ucundaki Golan Platosu olarak da bilinen tepelik bölge; İsrail, Lübnan, Ürdün ve Suriye ile komşu ve büyük taktik öneme sahiptir.. Bölgedeki en büyük ve hayati su kaynakları ile tanınır. 1967'de, Altı Gün Savaşı sırasında İsrail'in askeri işgali altına girmiş, 1981'de İsrail tarafından tek yanlı olarak ilhak edilmiştir. Baba-oğul Esad’lar şu veya bu sebeple Golan’ın İsrail’in elinde bulunmasına o tarihten bu yana ses çıkarmamaktadırlar. Neredeyse aralarında örtülü bir mutabakat vardır. İşte bu son derece ilginç oluşum İran ve İsrail’in belki de mutabık oldukları tek konudur ve Suriye’deki yönetimin değiş”meme”si sonucunu doğurmaktadır... Tunus, Libya ve Mısır’da raf ömrünü tamamlayan totaliter otokratların halk yığınları tarafından alaşağı edilmelerine ses çıkarmayan-destekleyen malûm projenin fikir babası Amerika, Esad söz konusu olduğunda nedense fazla nazlı, çekimser davranmaktadır. Amerika-İsrail ve hayrettir İran’ın; Suriyeli gösterici-muhalefet belli ölçülerde tatmin edilirse Esad’ın kalmasına itiraz etmeyecekleri anlaşılmaktadır. Bir şartla, “Esad’dan iyisini" bulana kadar. Türkiye üzerinden yürütülen yoğun telefon diplomasisinin ve CIA Başkanı’nın örtülü-karartılmış uzun süreli ziyaret ve çalışmalarının nedeni budur. Neden Türkiye üzerinden? Çünkü Türkiye konunun “aidiyeti cihetiyle” kendini ilgilendirdiğini düşünmüş ve bir anlamda “göreve talip” olmuştur. Ama bu “aidiyet keyfiyeti”nin, görünmeyen sıkıntılarının yanında görünür ve bağıran tehlikeleri de vardır. Önce Suriye üzerindeki böyle bir Amerika-İsrail-İran-Lübnan “zoraki mutabakatında” Türkiye nerede yer alacaktır? Suriye, Amerika, İran, Lübnan tamam da İsrail ile ilişkiler tekrar “iyileşmek” mecburiyetinde mi olacaktır? Türkiye bir süredir Suriye ile; onun sıkıntılı “HATAY haritaları” ve Öcalan geçmişini, “BEKAA Vadisi” ve “teröre yardım ve yataklık” olgularını gözardı ederek anlamsız bir “dostlar alış verişte görsün” yakınlığına girmiştir. Suriye ile yeni değil, fakat bütün bu sıkıntıların yaşandığı brüt olarak 1916-18 yıllarından, net olarak da 1946 yılından bu yana “din kardeşi” idik, zaten başka herhangi bir yakınlığımız da yoktur. “Din kardeşi” olmamız Suriye’nin bize karşı bütün bu yıllar zarfında “halisane duygular” beslemesine neden olmamıştı. Öcalan’ın “Suriye ikameti” de bilindiği gibi yine baba Esad’a hitaben Hatay’da dillendirilen bir açık nota-veto üzerine mecburen sonlandırılmış ve bu olayın üzerinden daha yeni “on yıl” geçmiştir. Şimdi… Geliş-gidişlerin hesaba sığmadığı, vizelerin filan kaldırıldığı içinde bulunduğumuz bu süreçte.. Arap dünyasını saran isyan ateşinin Suriye’de bacayı sarması durumunda bölgede doğacak politik, ekonomik, askeri bütün olumsuzlukları bir kenara bırakın fakat kapımızı çalacak ilk ve en büyük olumsuzluk… Sınırlarımıza “vizesiz” dayanacak bir Arap-Kürt göçüdür. Binler, yüzbinler, hatta milyonlarla say say bitiremezsiniz.. Özal’lı devirlerde Saddam’dan kaçarak Türkiye’ye “sığınan” peşmergeleri hatırlayın.. Peşmergelerin içindeki “kimliksiz PKK militanları”nı, eşyaların arasına saklandığı sonradan anlaşılan (!) silah ve cephaneyi hatırlayın.. Şu haber Anadolu Ajansı tarafından 7 Nisan 2011 saat 16.25’de abonelerine servis edilmiştir. “Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad, kuzeydoğudaki Hasaka bölgesinde yaşayan Kürtlere Suriye vatandaşlığı verilmesi yönünde adım attı. Devlet televizyonu, Esad'ın bugün vatandaşlık konusunda kararname çıkardığını duyurdu. Suriye Devlet Başkanı Esad'ın kararnamesiyle Kürtler, uzun süredir talep ettikleri vatandaşlığa sahip olacaklar. Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad'ın Kürtlere vatandaşlık hakkı verme kararının ardından, Suriyeli Kürt Demokratik Birlik Partisi başkanı Habib İbrahim, Reuters'a açıklamasında, Esad'ın kararnamesine rağmen ‘otokratik yönetimi devirmek için şiddet içermeyen hak ve demokrasi mücadelesine devam edeceklerini’ söyledi. İbrahim, ‘Bizim amacımız tüm Suriye için demokrasi. Vatandaşlık zaten her Suriyelinin hakkı. Bu bir lütuf değil. Bu, bir kimsenin bahşedeceği bir hak değil’ diye konuştu. Kaç kişinin bu haktan yararlanacağı bilinmiyor ancak, 1962 nüfus sayımına göre bahse konu–bölgede 150 bin Kürdün ‘yabancı’ olarak yaşadığı belirtiliyor”. Demek Suriye’de vatandaş olanların yanında bir de vatandaş olmayan Kürtler varmış.. Vatandaş veya değil, kaç Kürdün, hangi Kürtlerin Öcalan’ın Bekaa yıllarında etrafında olduğu konusunda elimizde sağlıklı bir “sabıka kaydı” var mı? Bir süre önce; Amerika’nın Irak’tan çıkmasından önce PKK terörünü sonlandırabilmek için silahların Irak’ta bırakılması, üst düzey yöneticilerin Avrupa ülkelerine kabulünün sağlanması, alttakilerin de Suriye’de “rehabilite edilmeleri” planı dillendirilmemiş miydi? Bu “rehabilitasyona tâbi tutulanların” kaydı-kuyudatı mevcut mudur? Hele Türkiye’nin; üçüncü ülkelerden AB ülkelerine göç için bir ara durak olduğu dedikoduları ayyuka çıkmışken; Yunanistan ve Bulgaristan gibi AB üyesi iki “komşumuz” sınıra tel çit-duvar çekme hazırlığında iken.. 10 Richter şiddetindeki bu tsunamiyi önleyecek, kanalize edecek gücümüz, kuvvetimiz, niyetimiz ve hazırlığımız var mıdır? Âcil görev budur, sonrasını sonra düşünürüz.. 27 Nisan 2011 57'NCİ ALAY HER YERDE HEPİMİZ 57'İNCİ ALAY'IN NEFERLERİYİZ mumtazbay@hotmail.com - woman 1007603 1280

SURİYE HEYUL GİBİ Hüseyin MÜMTAZ Suriye bir heyulâ gibi üzerimize üzerimize geliyor da farkında mıyız, emin değilim…. Çığ veya tsunami ne derseniz deyin, uzaktan başladı Tunus, Mısır, Libya ve nihayet Suriye.. Hepsi de Müslüman, hepsi de Rice-Ralph Peters; aynı zamanda Osmanlı coğrafyasında.. Dolayısı ile “ortak” özelliklerimiz çok fazla.. Bu “ortak sosyal ve siyasi geçmişin” bize zaman zaman bir takım görevler yüklediğini zannediyoruz. Bahse konu Müslüman ülkelerin hepsinin de otoriter, totaliter “demokratik diktatörlük”lerle idare ediliyor olmaları rastlantı mı? “Görev” bazen küresel aktörlerin sırtımızı sıvazlaması-gaza getirmesi şeklinde tezahür ediyor, bazen de “biz” dünya görüşümüze-yaşam felsefemize göre kendimize “durumdan vazife” vehmediyoruz.. Fakat günün 20 saati yapılan milletlerarası telefon görüşmeleri yahut haftanın 6 günü gerçekleştirilen dış “görev gezileri” yangını söndürmeye yetmiyor.. Bırakın yangını söndürmeyi, alevleri bile kontrol edemiyor, yön veremiyoruz.. “Sıfır sorun”, maalesef “bol sorun” olarak kartopu gibi büyüyor. Gazze halâ İsrail kuşatması altında, halâ yeni Yahudi yerleşim merkezleri kuruluyor. AB’de “içeri” almıyorlar, NATO’da kaale almıyorlar.. (Genel Sekreter seçimi, Füzesavar sistemi, Libya müdahalesi) Cumhuriyetçi Senatör McCain; “Tüm müttefiklerimizin katkılarını ve çabalarını takdir ediyoruz, özellikle de İngiliz ve Fransızları.. Ancak gerçek şu ki NATO, Amerika’dır” diyor. Öte yandan Nato’da ciddi biçimde bir AB sendromu baş göstermiş durumda ama bundan bile yararlanamıyoruz. Oğul Esad zor durumda.. Suriye, Birinci Dünya Harbi sonrasında bölgede “sömürgenler”in ihtiyacına göre şekillendirilen yapay devletlerden.. 1571’den itibaren tam 403 yıl Osmanlı; 1920-46 arası da Fransız hâkimiyetinde kalmış. Suriye Müslüman bir Arap ülkesidir.. Nüfusun % 90’ı Arap; % 9’u Kürt, geriye kalan %1’lik bölümü de Ermeni, Çerkes ve Türkler teşkil eder. Nüfusun hemen hepsi (% 85) Müslümandır. Çok az bir bölümü Hıristiyandır. Bu Hıristiyanlar genellikle Katolik, Ortodoks, Suriye Ortodoksu, Monofist, Protestan, Keldani ve Nasturi gibi ayrı gruplar halindedir. Müslümanların büyük bir bölümü Sünnidir. Ayrıca Aleviler, İsmaililer ve Dürziler de vardır. Çok az sayıda Yezidi, Rafizi ve Şii mevcuttur. Irak’ta Şii çoğunluk Sünni azınlık; Suriye’de ise Sünni çoğunluk, Nusayri (Arap Aleviliği) azınlık tarafından yönetilmektedir. İşte yukarıdaki bu son satır denklemin kilit noktasıdır. Bölgede diller, dinler, mezhepler ve ırkların hattâ kabilelerin birkaç devletin içinde kalacak şekilde parçalanmış olmaları; “ileride kullanılmak üzere” bilinçli bir şekilde şekillendirilmelerinin sonucudur.. Birinci Dünya Savaşı galibi sömürgenler tarafından. Şimdi işte o zaman dikilen ve bu zamana kadar sulanan, bakımı yapılan bu ağacın meyveleri toplanmaktadır. Öte yandan Suriye, sadece Suriye değildir.. Suriye’deki siyasi ve sosyal istikrar(sızlık) Lübnan’ı da doğrudan etkilemektedir. Suriye ve Lübnan birçok bakımdan iç içedir. Suriye’yi yöneten Nusayri azınlık, İran’ın doğal partneridir. Suriye’nin güneybatı ucundaki Golan Platosu olarak da bilinen tepelik bölge; İsrail, Lübnan, Ürdün ve Suriye ile komşu ve büyük taktik öneme sahiptir.. Bölgedeki en büyük ve hayati su kaynakları ile tanınır. 1967’de, Altı Gün Savaşı sırasında İsrail’in askeri işgali altına girmiş, 1981’de İsrail tarafından tek yanlı olarak ilhak edilmiştir. Baba-oğul Esad’lar şu veya bu sebeple Golan’ın İsrail’in elinde bulunmasına o tarihten bu yana ses çıkarmamaktadırlar. Neredeyse aralarında örtülü bir mutabakat vardır. İşte bu son derece ilginç oluşum İran ve İsrail’in belki de mutabık oldukları tek konudur ve Suriye’deki yönetimin değiş”meme”si sonucunu doğurmaktadır… Tunus, Libya ve Mısır’da raf ömrünü tamamlayan totaliter otokratların halk yığınları tarafından alaşağı edilmelerine ses çıkarmayan-destekleyen malûm projenin fikir babası Amerika, Esad söz konusu olduğunda nedense fazla nazlı, çekimser davranmaktadır. Amerika-İsrail ve hayrettir İran’ın; Suriyeli gösterici-muhalefet belli ölçülerde tatmin edilirse Esad’ın kalmasına itiraz etmeyecekleri anlaşılmaktadır. Bir şartla, “Esad’dan iyisini” bulana kadar. Türkiye üzerinden yürütülen yoğun telefon diplomasisinin ve CIA Başkanı’nın örtülü-karartılmış uzun süreli ziyaret ve çalışmalarının nedeni budur. Neden Türkiye üzerinden? Çünkü Türkiye konunun “aidiyeti cihetiyle” kendini ilgilendirdiğini düşünmüş ve bir anlamda “göreve talip” olmuştur. Ama bu “aidiyet keyfiyeti”nin, görünmeyen sıkıntılarının yanında görünür ve bağıran tehlikeleri de vardır. Önce Suriye üzerindeki böyle bir Amerika-İsrail-İran-Lübnan “zoraki mutabakatında” Türkiye nerede yer alacaktır? Suriye, Amerika, İran, Lübnan tamam da İsrail ile ilişkiler tekrar “iyileşmek” mecburiyetinde mi olacaktır? Türkiye bir süredir Suriye ile; onun sıkıntılı “HATAY haritaları” ve Öcalan geçmişini, “BEKAA Vadisi” ve “teröre yardım ve yataklık” olgularını gözardı ederek anlamsız bir “dostlar alış verişte görsün” yakınlığına girmiştir. Suriye ile yeni değil, fakat bütün bu sıkıntıların yaşandığı brüt olarak 1916-18 yıllarından, net olarak da 1946 yılından bu yana “din kardeşi” idik, zaten başka herhangi bir yakınlığımız da yoktur. “Din kardeşi” olmamız Suriye’nin bize karşı bütün bu yıllar zarfında “halisane duygular” beslemesine neden olmamıştı. Öcalan’ın “Suriye ikameti” de bilindiği gibi yine baba Esad’a hitaben Hatay’da dillendirilen bir açık nota-veto üzerine mecburen sonlandırılmış ve bu olayın üzerinden daha yeni “on yıl” geçmiştir. Şimdi… Geliş-gidişlerin hesaba sığmadığı, vizelerin filan kaldırıldığı içinde bulunduğumuz bu süreçte.. Arap dünyasını saran isyan ateşinin Suriye’de bacayı sarması durumunda bölgede doğacak politik, ekonomik, askeri bütün olumsuzlukları bir kenara bırakın fakat kapımızı çalacak ilk ve en büyük olumsuzluk… Sınırlarımıza “vizesiz” dayanacak bir Arap-Kürt göçüdür. Binler, yüzbinler, hatta milyonlarla say say bitiremezsiniz.. Özal’lı devirlerde Saddam’dan kaçarak Türkiye’ye “sığınan” peşmergeleri hatırlayın.. Peşmergelerin içindeki “kimliksiz PKK militanları”nı, eşyaların arasına saklandığı sonradan anlaşılan (!) silah ve cephaneyi hatırlayın.. Şu haber Anadolu Ajansı tarafından 7 Nisan 2011 saat 16.25’de abonelerine servis edilmiştir. “Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad, kuzeydoğudaki Hasaka bölgesinde yaşayan Kürtlere Suriye vatandaşlığı verilmesi yönünde adım attı. Devlet televizyonu, Esad’ın bugün vatandaşlık konusunda kararname çıkardığını duyurdu. Suriye Devlet Başkanı Esad’ın kararnamesiyle Kürtler, uzun süredir talep ettikleri vatandaşlığa sahip olacaklar. Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın Kürtlere vatandaşlık hakkı verme kararının ardından, Suriyeli Kürt Demokratik Birlik Partisi başkanı Habib İbrahim, Reuters’a açıklamasında, Esad’ın kararnamesine rağmen ‘otokratik yönetimi devirmek için şiddet içermeyen hak ve demokrasi mücadelesine devam edeceklerini’ söyledi. İbrahim, ‘Bizim amacımız tüm Suriye için demokrasi. Vatandaşlık zaten her Suriyelinin hakkı. Bu bir lütuf değil. Bu, bir kimsenin bahşedeceği bir hak değil’ diye konuştu. Kaç kişinin bu haktan yararlanacağı bilinmiyor ancak, 1962 nüfus sayımına göre bahse konu–bölgede 150 bin Kürdün ‘yabancı’ olarak yaşadığı belirtiliyor”. Demek Suriye’de vatandaş olanların yanında bir de vatandaş olmayan Kürtler varmış.. Vatandaş veya değil, kaç Kürdün, hangi Kürtlerin Öcalan’ın Bekaa yıllarında etrafında olduğu konusunda elimizde sağlıklı bir “sabıka kaydı” var mı? Bir süre önce; Amerika’nın Irak’tan çıkmasından önce PKK terörünü sonlandırabilmek için silahların Irak’ta bırakılması, üst düzey yöneticilerin Avrupa ülkelerine kabulünün sağlanması, alttakilerin de Suriye’de “rehabilite edilmeleri” planı dillendirilmemiş miydi? Bu “rehabilitasyona tâbi tutulanların” kaydı-kuyudatı mevcut mudur? Hele Türkiye’nin; üçüncü ülkelerden AB ülkelerine göç için bir ara durak olduğu dedikoduları ayyuka çıkmışken; Yunanistan ve Bulgaristan gibi AB üyesi iki “komşumuz” sınıra tel çit-duvar çekme hazırlığında iken.. 10 Richter şiddetindeki bu tsunamiyi önleyecek, kanalize edecek gücümüz, kuvvetimiz, niyetimiz ve hazırlığımız var mıdır? Âcil görev budur, sonrasını sonra düşünürüz.. 27 Nisan 2011 57’NCİ ALAY HER YERDE HEPİMİZ 57’İNCİ ALAY’IN NEFERLERİYİZ [email protected]


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir