“VİVE LA FRANCE”

“VİVE LA FRANCE” - ocalan

“VİVE LA FRANCE”

Hüseyin MÜMTAZ

Geçen
gece hiç haberim yok, televizyonu bir açtım ki “Casablanca”nın, “Sam”a “Bir
daha çal!” denilen “o” sahnesi..

Yaşımız icabı en az elli kere
seyrettiğimiz filmi, sanki ilk defa görüyormuşuz gibi sonuna kadar kilitlendik
ekrana kaldık..

1942 yapımı ve 43’de “En İyi
Film”, “En İyi Yönetmen”, “En İyi Senaryo” dallarında Oscar alan film 2’nci Dünya
Savaşı’nın ilk zamanlarında geçmektedir. Çek direniş örgütünün lideri Victor
Lazlow, Alman toplama kampından kaçarak Casablanca’ya gelir. Amacı Lizbon’a,
oradan da ABD’ye iltica etmektir..

Casablanca Fransız toprağıdır
ama Alman kuvvetlerinin kontrolündedir., Fransa’da da işbirlikçi Vichy hükümeti
iş başındadır.

Dolayısı ile bar sahibi Rick
“iki arada bir derede” yürümek zorundadır..

Bir gece bardaki Alman
subayları, Binbaşı Strasser’in komutuyla yüksek sesle ve hep bir ağızdan Nazi
Almanyası’nın milli marşını söylemeye başlarlar.

“Kaçak” Lazslow orkestranın önüne gider ve “La Marseillaise’yı” ister. Rick’in
baş işaretiyle orkestra (ve arkadan bütün salon ayakta) 1942’nin
Casablanca’sında işgal altındaki Fransa’nın milli marşını, Alman subayların
önünde ve onları bastırarak söylerler..

Sonunda bir kadın müşteri “VİVE LA FRANCE” diye haykırır ve..

..bar süresiz kapatılır.

Sırrı Sakık da öyle !.. Ülke işgal altında değil ama TBMM’de rahatça “Ben
Türk değilim ki, neden Türk varlığına armağan olayım?” diyebiliyor..

Bunu Anayasa’nın 66’ıncı maddesine rağmen söyleyebiliyor.

O diyebiliyor, biz “Ne Mutlu Türk’üm diyene!” diyemez hâle getirilmek
isteniyoruz..

“YAŞASIN TÜRKİYE”; sadece maçlarda kullanılan bir futbol sloganı
değildir.

İlkokullardan “Andımız” kaldırılmaya çalışılıyor.

İstiklâl Marşımızın “Sana yok, ırkıma yok izmihlâl” satırındaki “Irk”ın
hangi “ırk” olduğunun farkında mıyız?

Yeni değil, 1939’dan beri böyle..

Brüt olarak 1839 Mustafa Reşit Paşa’nın Tanzimat fermanından; net olarak
da 1995 Çiller’in Gümrük Birliği Anlaşması’ndan beri Avrupa’ya girmeye
çalışıyor, “Avrupalı” sayılıyoruz. Ama Biz Avrupa’ya değil, Avrupa bize
giriyor..

Hollandalı parlamenter Ria Oomen-Ruijten tarafından hazırlanan “bu defa
en hakiki en son” Türkiye raporu Avrupa Parlamentosu Dışişleri Komisyonu’nda
ele alınıyor. Geçen yılki raporlara kıyasla daha “köşeli” olan belge, verdiği
bazı “ilginç” mesajlarla dikkat çekiyor. Bunların başını ise “Türkiye’nin
terörle mücadele konusunda Avrupa Birliği’yle daha fazla işbirliği yapma
çağrısı” çekiyor.

Rapor taslağında, azınlıkların korunmasıyla ilgili sözleşmenin Türkiye tarafından
imzalanması talep edilirken, bunun Ankara’nın “Avrupa Konseyi değerlerine
bağlılığını yansıtacağı” mesajı veriliyor.

Demek ki Karaköy’deki Arnavut Karakol Komutanı’nın “Gavura gavur
demeyeceksiniz” çıkışı konusunda 1839’dan beri bir arpa boyu yol
alamamışız..

Mart 2011’de nihai halini alacak olan belgede öne çıkan bazı diğer
mesajlar şunlar:

Seçim barajının yüzde 10’un altına çekilmesi ve bu konuya öncelik verilmesi
isteniyor.

Yeni Anayasa hazırlanması isteniyor.

Türk askerlerinin Kıbrıs’tan derhal çekilmesi çağrısı yapılıyor.

Kıbrıs’tan asker çekilmesini Rumlar da istiyor..

Barajın indirilmesini “Bölücü Kürtler” de istiyor.

“Bölücü” diyoruz, demek ki “bölücü olmayan” Kürtler de var..

Başka ne istiyor “Bölücü Kürtler”..

BDP Grup Başkanvekili Bengi Yıldız, “Biz doğuya Kürdistan deriz,
ya da Welat deriz”
diyor..

Bu; Anayasa’ya göre, “Ülkesi ve milleti ile bölünmez bütün olan” devletin
“ülkesinin” bölünme isteğidir.

TERÖR örgütü PKK’nın “kuruluşunun 32’nci yıldönümü nedeniyle” Van BDP İl
teşkilatı tarafından, Ahmed-i Hani parkında düzenlenen konserde konuşan BDP Van
Milletvekili Özdal Üçer, “Vicdanı, ruhu olan her Kürt PKK sempatisi duyar.
Kürtler barış için, özgürlük için savaşmaya hazırdırlar”
diyor.. (MURAT
ÇAĞLAR Van DHA. 27 Kasım 2010)

Bu da, Anayasa’ya göre; “Ülkesi ve milleti ile bölünmez bütün olan”
devletin “milletinin” bölünme isteğidir.

DTK Eş Başkanı Ahmet Türk, “Artık Kürt halkı
birilerinin isteğiyle yönetilmek istemiyor. Kendi kendini yönetmek istiyor.
Artık bütün dünya biliyor Kürtler yeniden dirilerek özgürlüğü için çaba
gösteriyor. İmha, inkar politikaları para etmedi. Çünkü Kürt halkı taviz
vermedi, mücadelesini yükseltti”
diyor.

Bu arada Çiftlik mevkiinde Türk ve Tuğluk’u karşılamaya giden partililer
halaylar çekerek bekliyor. Bu sırada, Hakkari yönünden Van istikametine doğru
giden ve aralarında sivil kamyonların da bulunduğu yaklaşık 30 araçlık bir
askeri konvoy, bekleyenlerin arasından geçiş yapıyor. Bu sırada bazı kişiler,
zafer işareti yaparken, bazıları da ‘Yuh’ çekiyor.. (Osman BEKLEYEN- Behçet DALMAZ-
Serdar KARA/HAKKARİ, DHA 27 Kasım 2010)

Türk ordusu, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yuhalanıyor.

Türk ordusu yuhalanıyor ve Kürtlerin kendi “öz savunma gücü” kurması
isteniliyor.

DTK, Abdullah Öcalan’ın önerdiği ‘Demokratik Özerklik’ sistemi kapsamında
“öz savunma birliği” için Doğu ve Güneydoğu’da sosyal, siyasal ve güvenlik
alanında örgütlenmeye gidilmesi kararı aldı.

6 Aralık’ta da Namık Durukan’ın bildirdiğine göre de Eşbaşkanlığını Ahmet
Türk ve  Aysel Tuğluk’un yaptığı
Demokratik Toplum Kongresi’nde radikal kararlar alınıyor. 11-12 Aralık’ta
yapılacak toplantı öncesinde Abdullah Öcalan’ın önerdiği Demokratik Özerklik”
sistemi kapsamında “Öz savunma birliği” için Doğu ve Güneydoğu’da sosyal,
siyasal ve güvenlik alanında örgütlenmeye gidilmesi ve “Halkın kendi
güvenliğini oluşturması” benimseniyor.

Adem Yavuz Aslan “Şaşırmayın” diyor; “Öcalan 18 Mart 2009 günü
avukatı ve kardeşi Fatma Öcalan ile yaptığı görüşmede şunları ifade etti:
İlerleyen dönemlerde bölge genelinde köy korucuları, asker ve polis çekilerek
onların yerine ‘halk milisleri’ tarzı yeni bir ‘iç güvenlik örgütü’
kurulabilir. Eski PKK’lılar ve Kandil’dekiler de bu kadro adı altında maaşlı
sigortalı istihdam edilebilir.”

“Öz savunma
Gücü”
denilen şey; Anayasa’nın “Devletin ülkesi ve
milleti ile bölünmez bütünlüğü” şeklinde ve ilk üç maddesinde vücut bulan kavram
ile 66’ıncı maddesindeki bütün vatandaşların Türk olduğunu kabul etmesi
kavramının “silah zoruyla değiştirilmesi” anlamındadır.

1839’dan bu yana yürümekte olduğumuz ama nedense bir arpa boyu yol
alamadığımız “Avrupa Yolu”nda geldiğimiz nokta, vardığımız menzil işte tam da
burasıdır…

Neydi ilkokulda öğrendiğimiz o marş, şimdi hiç mi söylenmiyor da duyamıyorum?

“Adımız andımızdır, yoluna can koyarız

Türk olmayı en büyük şeref

En büyük şeref ve şan sayarız

Türküz, Türküz dedikçe kalbimiz almakta hız

Türk olmayı en büyük şeref

En büyük şeref ve şan sayarız”.


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir