MAZİ KALBİMDE YARADIR

Hüseyin MÜMTAZ - nasaistanbul

MAZİ KALBİMDE
YARADIR

Hüseyin MÜMTAZ

 

Mazi
kalbimde yara, Edirne gönlümde hicrandır.

Herkes
günü yaşar, gündelik yaşar; ben Edirne’yi geçmişte, geçmişiyle yaşarım.

Gündelik
olayları tarihin süzgecinden geçirir, Cumhuriyetle, İmparatorlukla yaşarım.

Edirne
sadece badem ezmesi, Meriç kenarındaki çay bahçelerinde akşam oturmaları, üç
damarınızı tıkayana kadar Saraçlar Caddesinde yenilen ciğer tava veya Tophane
yokuşunun üst başında sabah karanlığında küpten çıkması dört gözle beklenen
“kelle” değildir.

Tophane
Bayırı da sadece bir “yokuş” değildir.

Tophane
Bayırı, Macar Urban’ın Konstantinopolis Surları üzerinde patlayan topunun imal
edildikten sonra aşağı indirilerek fethe katılmak üzere yola çıkarıldığı
“bayır” olup adı oradan gelmektedir.

Şaşırmayın;
sanki batıyı hep doğudan giderek fethettiğimizi zannederiz değil mi? Hâlbuki
İstanbul, Edirne’den doğuya giderek 1453’de fethedilmiştir. Trabzon da aynı
şekilde ve 1453’den 8 sene sonra yine doğuya giderek “kurtarılmış”tır.

Çünkü
Edirne “önceki” başkentti..

Bir
“yaz Ramazanı” idi, Selimiye’nin “kandilleri” 20.45 civarında
yanmıştı..İftar’da Selimiye’nin bahçesini tıklım tıklım görünce şaşırmıştım,
herkes yerlere serdiği örtüler üzerinde orucunu açıyor, uzanıp dinleniyor,
teravihi bekliyor, sonra da orada geceliyordu.

Kosovalı
bir “misafir” hayretle baktığımı görünce “Şaşırma” demişti, “Balkanlar için
başkent hâlâ Edirne’dir”.

Sonraki
Ramazanlarda da hep “en uzak balkan”dan gelenleri gördüm..

İkinci
şaşkınlığım Selimiye’den inen yokuşun sağındaki Belediye binasının önünde park
etmiş, alış verişten dönecek yolcularını bekleyen “Komotini” plakalı iki
otobüsün şöför ve muavinlerinin Türkçe konuşmalarını gördükten sonra yanlarına
yaklaşıp fütursuzca sohbet etmeye başladıktan sonraya rastlar, ben Türk
zannetmiş, sonra da Yunanlı olduklarını anlamıştım.

“Şaşırma”
demişlerdi.. “Bizim orada herkes Türkçe bilir”.. O kadar ki, inanmayıp
isimlerini sormuştum..

Biri
Andreadis, diğeri Miltiadu idi..

Edirne’de
Eski Cami de, Üç Şerefeli Cami de vardır; hâttâ eski Edirne’nin her sokağının
ya başında ya sonunda ama harabe ama onarılmış, ama büyük ama küçük bir camii
mutlaka bulunur ama “Selimiye” bir başkadır.

Selimiye’nin
“ters lâle”sini de bilirim, inşa edildiği yıllarda cemaatin o “Balkanlardan
gelen soğuk hava” sonucu donduran kışında sıcak suyla abdest alma olanağı
sağlayan “Mimar Sinan düzeneğini” de..

Selimiye
inşa edildiği yıllarda Edirne’nin üç girişi vardı, kuzeyden, batıdan ve
doğudan-İstanbul’dan..

4
minareli Selimiye nereden gelirseniz gelin 3 minareli görünür”müş”.

“Müş”
diyoruz, çünkü yıkılan bir külahın 20’inci YY’ın olanaklarıyla “başarılan”
yanlış “tamirinden sonra” eğriliğinin bir türlü düzeltilememesi sonucu;
geldiğiniz yöne göre görmeniz gereken üç minarenin birinin arkasına “saklanan”
dördüncü külahı da görebiliyordunuz..

Selimiye
bahçe duvarlarının, Harbiye Kışlası’na en yakın olan “köşe taşı”nın o devirde
“gâvur kralı”ndan hediye geldiği için “en dışa” yerleştirildiğini de; henüz
hoparlörün icat edilip mertliğin bozulmadığı dönemlerde minarelerdeki üçer şerefeye
çıkan müezzinlerin birbirlerini görmediklerini de biliriz.

Ama
Selimiye’nin bizce en görülesi noktası, Ayasofya’dan “bile” büyük kubbesindeki
Bulgar topunun gülle deliğidir.

Balkan
Savaşı hâtırası olup Mustafa Kemal; “Milli bir kin olarak ileriki nesillere
aktarılmasını” istediği için öyle “korunur”..

“Harbiye
Kışlası” mı dedik?

İmparatorluk
zamanındaki beş Harbiye’den biri Edirne’de idi. (Diğerleri Manastır, Erzincan,
Şam, Bağdat)

Meriç
ve Kararağaç’tan bahsetmeden Edirne, Edirne olmaz..

Meriç
“deli” bir nehirdir; Tunca, ve Arda ile birlikte zaman zaman Edirne’yi suya
boğarlar. Taşkınları önlemek için “sedde”ler inşa edilmiştir ama, Meriç istedi
mi onları bile dinlemez..

Meriç,
Yunanistan’la sınırdır.

Meriç’in
karşısı hep Yunanistan’dır, Karaağaç hariç..

Lozan’da
harp tazminatı olarak bize verilen el kadar bir vatan parçasıdır.

Nasıl
“el kadar” bir Trakya ile Avrupa kıtasına bağlanmışsak, “el kadar” bir Karaağaç
ile de Meriç’in ötesine geçmişizdir.

“Meriç’in
ötesi”; İpsala’nın-Sarıcaali Köyü’nde 1974’ün yaz ayları boyunca
“geçtik-geçeceğiz” diye 7/24 “karşı”dan gözlerini ayırmayanlar için bir anlam
ifade eder.

Çok
şey ifade eder.

Karaağaç’ta
“Balkan Şehitleri Anıtı” vardır.. “Harp Tazminatı”nı almasaydık “karşıda” öksüz
kalacaklarını-yıkılacağını düşünür ürperirim..

Cumhuriyet
sınırları dışındaki yüzlerce şehitliğimiz gibi..

Sarayiçi’nden-Kırkpınar’dan
bahsetmedik mi?

Asıl
Kırkpınar, şimdi Yunanistan’ın Samona bölgesinde kalmıştır.

Hep
merak ederim, Altın Post “avcısı” argonotların Karadeniz’i boydan boya geçmeye
kalkan her çabasını alkışla karşılarız ya..

Önümüzdeki
sene Kırkpınar’ı “Bir Türk Organizasyonu olarak” Samona’da yapmaya kalksak; öncesinde
de aynen geçmişteki gibi “Süleyman Paşa’nın kırk askeriyle” sembolik bir
Domuzhisar seferi düzenlesek Yunanlılar’dan ne cevap alırız acaba?

Sarayakpınar’la
bitirelim…

Tanıdık
gelmedi değil mi?

Peki
Sırpsındığı desek? Bahse girerim, şu anda Edirne’de lise öğrencilerinden %10’u
da sizin gibi Sarayakpınar’ın aslında meşhur Sırpsındığı olduğunu bilmemektedir..

Edirne
tarihtir, geçmiştir, gelecektir dostlar ama bence ağırlıklı olarak şu üç
şeydir.

Tophane
Bayırı’dır, Karaağaç’tır, Selimiye’nin kubbesindeki Bulgar gülle deliğidir.

Edirne’yi
“yaşamadan” ahkâm kestiğimizi zanneden dostlara selâm olsun..

Mahcup
oldularsa da bir adet İstanbul-Selanik (gidiş-dönüş) tren bileti kendilerine
hediyemiz olsun..


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir