Kaldır Vizeyi Saldır Füzeyi: Oh Ne Âlâ Ülke Yönetimi

Lütfen hatırlayalım; Libya’daki iç savaşa NATO’nun müdahalesinin dillendirildiği günlerde, yani bundan yaklaşık bir ay önce Almanya’da CeBIT fuarında yapmış olduğu konuşmada Başbakan Tayyip Erdoğan ne diye efelenmişti? - omer saglam

Lütfen hatırlayalım; Libya’daki iç savaşa NATO’nun müdahalesinin dillendirildiği günlerde, yani bundan yaklaşık bir ay önce Almanya’da CeBIT fuarında yapmış olduğu konuşmada Başbakan Tayyip Erdoğan ne diye efelenmişti?

“NATO Libya’ya müdahale etmeli midir? Böyle bir saçmalık olur mu yahu? NATO’nun ne işi var Libya’da? NATO mensubu olan ülkelerden birine herhangi bir müdahale yapılması halinde böyle bir şeyi gündeme getirebilir. Bunun dışında Libya’ya nasıl müdahale edilebilir? Bakın Türkiye olarak biz bunun karşısındayız, böyle bir şey konuşulamaz, böyle bir şey düşünülemez” demişti değil mi?

Hatta aynı konuşmasında; “Türkiye’nin, orta doğu İslam ülkeleri ile tarihi ve kültürel bağları bulunduğunu, bu ülkeleri ve bu ülke halklarının taleplerini çok iyi anladıklarını, hatta olaylar başladıktan sonra Libya’da çarpışan taraflara şiddete başvurulmaması yönünde itidal çağrısı yaptıklarını” da açıklamıştı başbakan(1).

Başbakan’ın bu sözleri, ünlü Türkücü İbrahim Tatlıses’in, cep telefonuyla dile getirdiği, başbakanın da büyük bir keyifle milyonlara açıkladığı mesajda olduğu gibi sırf sözüm ona “Başbakan’ın delikanlı tavrına” bakarak AKP’ye oy verenlerce elleri patlarcasına alkışlandı.

Ne de olsa onlara göre “Davos Fatihi” unvanlı Tayip Erdoğan, batılı emperyalist güçlere bir kez daha “One Mınute” çekmişti!

Ancak durum, hiç de onların bildiği gibi değildi.

Türkiye’de az çok gazete haberlerini okuyan, televizyondan haberleri dinleyen her aklı başında insan biliyordu ki; Başbakan, Libya’nın yabancı saldırıya maruz kalmaması için değil, sırf Fransa Cumhurbaşkanı Nicholas Sarkozy’nin, Türkiye’yi dışarıda bırakan çabalarına karşı çıkmak için böyle konuşuyordu.
Zira Sarkozy, Libya’ya müdahaleyi görüşmek için birçok dünya liderini görüşmelerde bulunmak üzere Paris’e çağırmış, ancak Türkiye’yi çağırmamış, hatta Türkiye’yi özellikle görmezden gelmişti.

Oysa Başbakan Erdoğan ve hükümeti, gerçekte Libya’ya müdahale konusunda adeta can atıyordu.

Üstelik bu konuda haklıydı da.

Çünkü ne de olsa, Libya’da Türkiye’nin çok büyük ekonomik çıkarları, hatta rivayete göre 25 milyar dolarlık iş bağlantıları ve müteahhitlerimizin yüzlerce şantiyesi vardı.
Dolayısıyla, Libya’ya eğer bir dış müdahale olacaksa, Türkiye bu müdahale gücünün içinde mutlaka bulunmak zorundaydı.

Türkiye hiçbir ekonomik çıkarı olmasa bile en azından Müslüman Libya halkının çok daha büyük zararlara uğramaması için ve bu hususta müdahaleci ülkeleri frenleme görevini yerine getirmek için bile olsa Libya’ya müdahale konusunda söz sahibi olmalıydı.

Öte yandan önümüzde bir Irak tecrübesi vardı ve Türkiye, Irak’a müdahale konusunda ABD yönetimi ile aylarca süren pazarlıklar bile yapmıştı.
Üstelik Başbakan, sırf bu pazarlık sebebiyle ABD Başkanı Bush tarafından Texas’lı at tüccarlarına benzetilmişti!

Başbakan işte bu gerçekleri bile bile ve sırf Kasımpaşalı edasıyla efelenmek adına (elbette biraz da Arap-İslam ülkelerindeki halklara şirin görünmek için) geçtiğimiz Şubat Ayı’nın sonunda “Böyle bir saçmalık olur mu yahu? NATO’nun ne işi var Libya’da?” demişti.
AKP’nin Irak tezkeresinde yapmış olduğu manevraları ve “U” dönüşlerini iyi bildiğimiz ve Başbakanın gerçek niyetini az çok tahmin ettiğimiz için bundan bir hafta önce yazmış olduğumuz “Zekâtlık Keçi Nicolas Sarkozy ve Sakız Çiğneyen Münasebetsiz Adam” başlıklı yazımızda şöyle demiştik:

“…Sarkozy, Kaddafi’ye karşı alınacak tedbirler konusunda görüş alışverişinde bulunmak üzere dünyanın belli başlı ülkelerinin liderlerini Paris’e çağırdı. Hatta Lübnan, Ürdün ve Irak gibi kıytırık ülkelerin liderlerini bile çağırdı bu toplantıya. Sakrozy’nin Paris’e davet etmediği tek ülke Türkiye. Hani şu hükümetin ‘Bir Dünya ülkesi haline getirdik!’ diye lanse ettiği Türkiye. Türkiye, şu anda, müdahalenin koalisyon güçlerinden NATO’ya geçmesi ve böylece Libya’ya müdahale konusunda söz sahibi olmak için adeta dua ediyor, yalvarıyor, müttefiklerin gözünün içine bakıyor. Obama şöyle hafiften bir göz kırpsa cumburlop atlayacağız Libya’nın üstüne…”(2).
*

20 Mart günü dediklerimiz takip eden birkaç gün içinde bir bir çıktı, iyi mi!?
Diyeceksiniz ki; “O zaman senin Dışişlerinde veya hükümet çevrelerinde bir tanıdığın var. Gelişmeleri birebir takip ediyorsun…”
Hayır, hiçbir tanıdığım yok.
Zira bizim gibi sıradan kullar için “Bâb-ı Hükümet”e yaklaşmak ne mümkün?
Sadece tıpkı sizin gibi sağlıklı düşünen bir beynim ve ülke gerçekleriyle yakın alakam var.
Çünkü ülkemi seviyorum, bunun için de onun sorunlarını ve sorumlularını yakından tanımaya çalışıyorum.
Bütün yaptığım bundan ibarettir.
Bizim bahse konu yazımızı kaleme almamızı takip eden günlerde Başbakan, ABD Başkanı Obama ve yanılmıyorsam İngiltere Başbakanı David Cameron ile görüştü.
Dışişleri Bakanı Davudoğlu, ABD, İngiltere ve Fransa Dışişleri bakanlarıyla telekonferans yöntemiyle görüştü.
NATO müttefik kuvvetler komutanı Stavridis, hem de tezkere görüşmelerinden ve elbette planlanandan bir gün önce Türkiye’ye gelip, muhtemelen tezkere konusunda bazı uyarılarda ve Irak konusundaki tezkere krizini de hatırlatarak bazı kulak çekmelerde bulundu!
Neticede; Libya’ya müdahale görevi NATO’nun sırtına yüklendi.
Türkiye, varılan mutabakat gereğince; müdahaleci diğer ülkelerin hepsinden daha fazla olmak üzere operasyonun emrine 6 savaş gemisi ve 6 uçak verdi.
Üstelik müdahalenin hava operasyonlarının komuta merkezi de İzmir oldu, iyi mi?
Yaklaşık bir ay önce ““Böyle bir saçmalık olur mu yahu? NATO’nun ne işi var Libya’da?” diyerek efelenen Tayip Erdoğan, hemen çark etti ve son gelişmelerden de kendisine ve elbette partisine siyasi prim kazandırma derdine düştü.
Bakar mısınız lütfen Başbakanın konuya ilişkin olarak 25 Mart günü yapmış olduğu açıklamaya:
“Paris, artık devre dışı kalmaya başladı. Ben Paris’in devre dışı kalmasını özellikle Libya’daki bu süreç için çok olumlu görüyorum. Çünkü bizim arzumuz şuydu: NATO buna tek başına müdahil olmasın, yanına Arap Ligi’ni alsın, Afrika Birliği’ni de alsın. Müşterek olarak bunu yapalım. Çünkü Afganistan’da bu yanlış görüldü, Irak’ta değişik bir şekilde bu yanlış görüldü. Aynı yanlış Libya’da yaşanmasın istedik…”(3).
*
25 Şubat günü NATO’nun Libya’ya müdahalesine şiddetle karşı çıkan Başbakan’ın, bu tarihten sadece bir ay sonra gelmiş olduğu noktaya bakar mısınız lütfen.
Hicabımdan ve elbette biraz da korkumdan(!), Sayın Başbakana “Yalancı” demek istemiyorum.
Peki, bunun adı nedir?
Bir ülke, böyle günü birlik politikalarla ve başbakanın akşamdan sabaha değişen keyfi tutum ve davranışlarıyla yönetilir mi?
Allah aşkına söyleyin; bu durumdaki bir başbakanın Kaddafi’den ne farkı var?
Başbakanın “NATO buna tek başına müdahil olmasın, yanına Arap ligi ve Afrika Birliği’ni de alsın arzusundaydık…” şeklindeki sözlerine bakmayın siz, onun tek arzusu vardı, o da Libya’ya müdahalenin NATO’ya devredilerek Türkiye’nin müdahale konusunda söz sahibi olmasıydı.
Eh onu da başarmış sayılır.
Henüz tezkere kararı çıkmadan savaş gemilerimizin Libya açıklarına gitmek üzere Akdeniz’e açılmaları, Başbakan’ın bu konudaki sevincinin eseridir.
*
Başbakan ve elbette Dışişleri, 25 Mart günü yapmış oldukları açıklamalarda Türk halkına doğru bilgi vermeyerek ikinci bir tereddüt daha yaşattılar aslında.
Zira medyaya yansıyan haberlere göre; Başbakan, Libya müdahalesinin merkezinin İzmir olup olmayacağı konusunda gazetecilerin sormuş olduğu soruya şu cevabı veriyor:
“Şu anda çok farklı yerlerde olabilir. Böyle kesinleşen bir bilgi bana ulaşmış değil”(4).
Dışişleri Bakanı Ahmet Davudoğlu’nun muhalefet partilerini bilgilendirme ziyaretleri kapsamında DSP Genel Başkanı Masum Türker’in 24 Mart günü “Operasyonun komuta merkezinin İzmir olacağı” şeklindeki açıklaması ise Dışişleri Bakanlığı’nca anında yalanlıyor(5).
26 Mart günü, yani Dışişleri’nin yalanlamasından sadece bir gün sonra öğreniyoruz ki; Libya müdahalesinde hava operasyonlarının komuta merkezi gerçekten de İzmir’miş!(6).
Peki, bu durumda Başbakanın ve Dışişleri’nin tavrını hangi sıfatla tavsif edersiniz?
“Siyasi yalancılık” olabilir mi?
Bilmem!
Ben sadece soruyorum.
Oysa bu gibi konularda, yani miletin menfaati olan konularda halka yalan söylemeye ve halkı yanlış yönlendirmeye hiç gerek yoktur.
Zira bu gibi konularda başarı kazanmak için tam aksine, halkı doğru bilgilendirmek gerekmektedir.
Şunu da ifade edelim ki; gerek Libya’daki ekonomik menfaatlerimiz açısından, gerekse Libya’daki Müslüman kardeşlerimizin daha fazla zarar görmemeleri için Libya operasyonunun NATO tarafından üstlenilerek Türkiye’nin bu konuda sorumluluk alması ve konuya ilişkin tezkerenin muhalefet partileri tarafından da desteklenmesi ülkemizin menfaatinedir.
Onun için hükümetin bu gibi konularda halkı doğru aydınlatmasında yarar vardır.

Kaldır Vizeyi Saldır Füzeyi

Ancak bu yeni durumda, yani Libya Operasyonu’nun komutasının NATO’ya geçmesiyle birlikte Türkiye açısından ikinci bir sakınca ortaya çıkmıştır.
O da hükümetin yanlış ve ikircikli tavrı yüzünden Türkiye’nin, uluslar arası toplum nazarında güvenilmez bir dost ve müttefik görüntüsü verdiği izlenimidir!
Zira Türkiye, ilk başta, Başbakan’ın karşı çıkışıyla NATO’daki 60 yıllık müttefiklerimize karşı, şimdi de Arap ve İslam ülkelerine karşı güvensizlik vermiş bulunmaktadır.
Çünkü yeni durumda Türkiye, daha geçen sene vize uygulamasını kaldırdığı bir dostuna yapılan dış müdahaleyi onaylamış, hatta bu müdahaleye açıkça destek vermiş bulunmaktadır.
Bilindiği gibi Türkiye ile Libya, 2009 yılının Kasım ayı içinde imzalanan bir “Mutabakat Zaptı”na bağlı olarak 2010 yılının Şubat Ayı’ndan geçerli olmak üzere birbirlerine uyguladıkları vizeyi karşılıklı olarak kaldırmışlardır(7).
Yani Türkiye, Libya Operasyonu’na destek vermekle, dostluğuna güvendiği için vatandaşlarına vize uygulamaya son verdiği bir ülkeyi bombalama durumuyla karşı karşıya kalmıştır.
Siz bakmayın bizim gemilerin ve uçakların, koruma-kollama-denetleme-abluka görevi ile görevli oldukları savına.
Kendilerine yapılacak bir saldırı karşısında bizin gemilerin ve uçakların sessiz kalacağına kim inanır?

Sıra Suriye’de mi?

Gelişmeler, Türkiye’yi, vizeyi kaldırdığı Libya’ya füze ile saldırmakla bulunmakla burun buruna getirdi.
Şimdi sırada Türkiye’nin vizeyi kaldırdığı ikinci bir ülke daha var; Suriye.
Malum; Suriye’de de karışıklıklar ve iç çatışmalar başladı.
Oysa biz Eylül/2009 ayından beri Suriye ile de vizeleri karşılıklı olarak kaldırmış durumdayız(8).
NATO, muhtemelen Suriye’ye de müdahale edecek ve Türkiye, muhtemelen vize sorunu bulanmayan birkaç ülkeden birisi olan Suriye’ye yapılacak bu müdahaleye de katılacaktır.
Hatta Türkiye’nin Suriye’ye yapılacak bir müdahaleye katılması hayati derecede bir zorunluluktur.
Çünkü Suriye, en başta bizim sınır komşumuzdur.
Üstelik zoraki çizilen bu sınır, iki ülke arasında sosyal ve kültürel açıdan pek çok sorun yaratmaktadır.
Dolayısıyla Suriye’deki istikrarsızlık ve bu ülkeye yapılacak bir dış müdahale, bizi doğrudan etkileyecektir.
Ayrıca ortada bir de İsrail faktörü vardır.
Bütün bunları alt alta koyunca, bizim Suriye’ye yapılacak bir dış müdahaleye kayıtsız kalmamız asla düşünülemez.
Böyle olunca da, Türkiye, Libya’dan sonra vize uygulamasına son verdiği ikinci bir ülkeye daha silah çekmekle karşı karşıya kalabilir.
Umarım Suriye’de aklıselim galip gelir ve bu ülkede bir dış müdahaleye ihtiyaç duyulmaz.
*
Sonuç: Türkiye, ittifak halinde olduğu batılı demokratik ülkeleri dikkate almadan, yöneticilerin keyfi tasarruflarıyla ve tek taraflı iradeleriyle dış ilişkilerine yön verecek olursa bundan fayda değil, zarar görür.
Açıkçası dün vizeyi kaldırdığı dost ülkelere, geçmişte batı ile kurmuş olduğu ittifaklar sebebiyle bugün füze göndermek durumunda kalabilir.
Bu olumsuz sonuçtan kurtulmanın yolu ise; dış ilişkilerin, “kardeşlik” ve “komşuluk” gibi soyut kavramlar üzerine değil, karşılıklı menfaatler üzerine oturtulmasından geçer.
Eğer böyle olmazsa Türkiye, tıpkı Libya örneğinde olduğu gibi, uluslararası toplumun baskılarıyla, dün “dostum” ya da “kardeşim” dediği ülkelerin başına bugün ya da yarın bombalar yağdırma, ya da yağdırılan bombaları atan uçaklara komuta eden güvensiz bir ülke olur çıkar ortaya…

27 Mart 2011
Ömer Sağlam
______________
1-Örn. Bkz. internet adresinde bulunan “NATO’nun Libya’da ne işi var” başlıklı haber,
2- bkz.
3-
4-
5- bkz.
6-
7- bkz. &
8-


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir