Amerikalı – Arap gazeteci JOSEPH FARAH’ ın worldnetdaily deki yazısı
ZAVALLI FİLİSTİN , ZAVALLI FİLİSTİN HALKI !
Orta-Doğuda durum herkese basit gözüküyor : Filistinliler bir vatan istiyorlar, Müslümanlar da kendileri için kutsal saydıkları yerleri kontrol edebilmeyi arzuluyorlar. Bu kadar basit, değil mi ?
Amerikalı bir Arap gazeteci olarak, Orta Doğudaki durum hakkında geniş bir bilgi edinmiş, savrulan taşlar ve ateş edilen topları devamlı olarak yorumlamış biri olarak şunu size temin edebilirim : Görülen şiddet olaylarıyla nümayişlerin temelinde, ne Filistinlilerin bir vatana olan özlemi, ne de Müslümanların kendileri için kutsal saydıkları yerlerin kontrolü arzusu yatıyor.
Şaşırdınız mı ?
O halde, nasıl oluyor da 1967 yılı Altı gün harbine kadar Filistinlilerin bağımsızlık yönünde hiçbir ciddi hareketleri olmadı?
Diyeceksiniz ki, ”1967′ den önce İsrailliler Ürdün nehrinin batı yakasını ve Kudüs şehrinin eski kısmını ” işgal etmiyorlardı. Doğru, fakat Altı Gün harbinde İsrail, Ürdün nehrinin batı yakasındaki Yehuda ve Samariyye bölgelerini, Doğu Kudüsü ne Filistinlilerin elinden, ne de Yasser Arafat’tan ele geçirdi.
Bu topraklar 1948’den bu yana Ürdün kıralı Hüseyin tarafından fiilen işgal edilmiş durumda idiler. Acaba o zamanlarda Haşimi Ürdün kıralından tek bir kere bu toprakların Filistinlilere iade etmesi istendimi ? O güne kadar bu mevzuda Birleşmiş Milletler Örgütünün vermiş olduğu bir karar oldu mu? Hayır ve hayır.
İsrail bu harbi kazandıktan sonra Filistinlilerin kendi ulusal benliklerini neden birdenbire keşfettiklerini hiç düşündünüz mü ?
Gerçekte, Filistin aslında bir efsaneden ibarettir.
(Palestine, Filistin) adı ilk defa M.S. 135 yılında Roma İmparatoru Adrianus tarafından kullanıldı. Adrianus, Yahudilerin 1000 yıldan fazla Yehuda bölgesinde yaşamalarına son vermiş olmakla, onların Yerushalayim’deki (Kudüs) kutsal mabetlerini yıkmak, son kalan Yahudilerin ülkelerine dönmelerine kesin olarak son vermekle tatmin olmamış, ülkede Yahudi medeniyetinin son izlerini de yok etme amacıyla ülkeye eski Filistinlilerin adından türeyen bir isim vermişti.
Filistinliler, İbranilerin asırlar önce yenmeyi başardıkları Goliath’ın mensup olduğu halk idi. Bu ismi vermekle Romalılar, acıya hakaret kattılar. Bununla da yetinmeyerek Yerushalayim’in adını ”Aelia Capitolina”ya da çevirdiler, fakat bu yeni isim Palesstina gibi tutulmadı.
(Palestina), diğer adıyla Filistin tarih boyunca hiçbir zaman özerk bir varlık olmamıştır. Hiç bir zaman!
Ülke arka arkaya Romalılar, Hıristyan Haçlılar, Müslümanlar ( ve bunlar işgal ettikleri yıllarda Yerushalayim-Kudüs’ü hiçbir zaman bir başşehir durumuna getirmediler), Osmanlılar ve Birinci Dünya harbinden sonra kısa bir müddet Britanya’nın hakimiyeti altında bulundu. 1917’den itibaren, Balfour deklarasyonuyla İngilizler , Yahudilere bu toprakların hiç olmazsa bir kısmını, bağımsız bir devlet kurabilmeleri için bırakmaya olumlu gözle baktılar.
Filistin dili diye bir lisan olmadığı gibi, Filistin kültürü denebilecek muayyen bir kültür de yoktur. Hiçbir zaman Filistinlilerin yönettiği bir Filistin olmamıştır. Burada yaşayan halk Araptır ve Ürdünlülerden ayrılamazlar. ( Ürdün de son zamanların bir icadıdır, 1922’de İngiltere tarafından Ortadoğunun cetvelle bölünmesiyle ortaya çıkmıştır.)
Lütfen şunu iyice anlayın : Arap dünyası Orta Doğu topraklarının % 99,9’unu kontrol etmektedir. İsrail ise bölge yüzölçümünün sadece % 0,1’idir. Bu dahi Araplar için hala fazla ! Onlar hepsini istiyorlar. İşte , Arapların İsrail ile olan kavgaları tastamam bu noktada düğümleniyor !
Gözüdoymazlık, gurur, kıskançlık, şiddetli arzu. İsrail hangi tavizde bulunursa bulunsun, hiçbiri yetmeyecek.
Ya İslam’ın kutsal yerleri? Kudüste bunlardan hiçbiri yok.
Gene mi şaşırdınız ? Olabilir. Eminim bu acı ve sert gerçeği uluslararası basından duymayacaksınız, çünkü zamanımızın politik terbiye anlayışına uymuyor.
Diyeceksiniz ki Yeruşalayimdeki Mescid-i Aksa, yani Kubbetü Sahra , Mekke ve Medine’den sonra Kudüsü ”Müslümanların Üçüncü Kutsal Şehri”, yapıyor.
Bu tamamen yanlıştır: Kudüs Kuranda bir tek kere bile anılmaz. Tevratta Yerushalayim adı tam 669 defa geçer. Kuranda Mekke yüzlerce defa hatırlatılır. Medine’nin ise adı da sayılamayacak kadar geçer. Fakat Kudüs? Tek bir kere bile değil. Peygamber Muhammed’in Kudüs’e gitmiş olduğuna dair hiçbir tarihi kanıt mevcut değildir.
O halde nasıl oldu da Kudüs İslamiyetin üçüncü kutsal şehri oldu ? Müslümanlar bunun için Kurandaki pek belli olmayan bır alıntıya, ” Gece Seyahati” başlıklı 17.ci Isra suresine (1) dayanmaktadır. Burada Hazreti Muhammedin görmüş olduğu rüyaya göre ” bir gece kutsal mabetten en uzak uçtaki kutsal mabede götürülmüş olması ” bahis mevzuu.
Yedinci asırda Müslümanlar bu surede bahsedilen iki mabedi Mekke ve Kudüs olarak kabul etmişler. İşte İslamiyet ile Kudüs arasında olan bu kadar sıkı ilişkinin kaynağı bu. İlişki rüyaya, tahayyüle, ve bir efsanenin yorumlanmasına dayanmakta. Buna karşılık Yahudi milleti Yerushalayim deki köklerini ta Hazreti İbrahim (Abraham) a kadar dayandırıyor.
İsrailde 2000 yılında görülen şiddet olaylarının , Ariel Şaron’un Likud Partisi başkanıyken, Hazreti Süleyman tarafından inşa edilen Kutsal Mabedin temellerinin bulunduğu Tapınak Tepesine yaptığı ziyaretten kaynaklandığı söylendi. Bu yer Yahudiliğin en kutsal yeridir. Sharon ve etrafındakiler fırlatılan taş yağmuru ve hakaretlerle karşılandılar. Oradaydım ve bunu kendi gözlerimle gördüm. Yahudiliğin en kutsal saydığı yerde Yahudilerin tehdit edildiklerinde, taşlandıklarında, oradan uzaklaştırımak istendiklerini gördüklerinde neler hissettiklerini düşünebiliyor musunuz?
Diyeceksiniz ki, o halde bu Orta Doğuya barışı getirmek için getirilebilecek hal çaresi nedir? Bugün dayanıklı bir barışa hal çaresi olduğunu düşünmüyorum. Fakat böyle bir barış olması için, doğruyu ve gerçeği kabul etmekle başlamalı. Yalanlara devam etmek daha fazla karışıklık ve kaostan başka birşey getirmez. 5000 yıl kadar eski bir hakkı inkara ve küçümsemeğe devam etmek, ve bu hakkı destekleyen açık arkeolojik ve tarihi kanıtlara rağmen bu inkarda ısrar etmek, yanlış iddialarla karşı karşıya getirmek, sürdürülen yalancılık diplomasisine kötü bir şöhretten başka hiç bir şey kazandırmaz.
Not :
(1) Müslümanlar Kuran’a dayanarak Yerushalayim-Kudüs üzerinde hak iddia etmektedirler. Halbuki Kuran Kudüsten bir tek defa bile bahsetmez 17.ci Surede pek bariz olmayan şekilde ” en uçta, en uzakta bir mescitten” bahsedilmekte.
İsra
(1) Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz o, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.
Kudusteki Mescıd-i Aksa’dan bahsedildiğine dair herhangi sağlam bir temel var mı ? Cevap: Hayır !!
Milattan 632 yıl sonra vefat eden Muhammed devrinde Kudüs Bizans kırallığına ait bir Hıristyan şehri idi. Bu tarihten ancak 6 yıl sonra Halife Ömer tarafından fethedildi. Bu devirde şehirde sadece kiliseler bulunmaktaydı. Tapınak tepesinde ise Santa Maria (Kutsal Meryem ana) adına olan Bizans kilisesi bulunmaktaydı. 711 yılına doğru , yani Hz. Muhammedin vefatından 80 yıl sonra bu kilise cami haline getirilmiş ve el-Aksa adı verilerek Kurandaki anlaşılması güç 17.ci sureye bir içeriklilik vermek amaçlanmıştır. Elbet Hazreti Muhammed , Kuranın yazıldığı devirde vefatından üç nesil sonra kiliseden camiye döndürülen bu mabedi düşünmüş olamazdı. Bununla birlikte Muhammedin Kudüse karşı fazla bir sempatisi yoktu. Müminlerine sadece birkaç ay müddetle Kudüsü kıble olarak almalarına izin vermesi Yahudileri Müslümanlığa ikna etme amacıyla olmuştur. Bu girişimi başarılı olmayınca 12 Şubat 624 tarihinde Kudüs yününde dua etmeyi yasak etmiştır.
Bu şehir Müslümanlar için hiçbir zaman kutsal bir yer olmamıştır.
Francis NADİZİ, İslamolog
Tercüme : Hastürk – S. Amado
Bir yanıt yazın