GÜLİSTAN

GÜLİSTAN - referandum

GÜLİSTAN

Hüseyin MÜMTAZ

 

            Osmanlı’dan bu yana ilk defa ayine izin vermişiz, üstelik ayinde tam 9 padişaha teşekkür edilmiş ama karşılığında adamlar “Pontus Vatanımız” tişörtleriyle gelmişler.

            Yetmemiş, İstanbul’a maç için gelen PAOK’lular, internet sitelerinde Ayasofya’nın kubbesine haç dikmişler, minarelerini yıkmışlar, çatısına Bizans kartalı kondurmuşlar.

            İstanbul’un göbeğinde Fenerbahçe bayrağını yakmış ve çiğnemişler.

            Yetmemiş, yine sanal alemde kaptan Emre dahil bütün futbolculara dansöz kıyafeti giydirmişler.

            Benzer bir tepki de Ukrayna’da sergileniyor, Ukrayna’da Galatasaray’ın maçı sırasında tribünlerde “Türk domuz Avrupa’dan uzakta” pankartı açılıyor.

            Ağzımızla kuş tutsak dışarıda sevilmiyoruz.

            Hadi, “Bunlar fanatik futbol seyircisi her ülkede bulunur” dedik..

            Ama başka alanlardaki benzer örnekler mide bulandırıyor..

            2009 Türkiye-İran Kültür Yılı etkinlikleri kapsamında “Onbin Yıllık İran Medeniyeti ve İkibin Yıllık Ortak Miras” konulu serginin açılışı için geçen Aralık ayında Türkiye’ye gelen ve Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’la birlikte serginin açılışını yapan İran Cumhurbaşkanı Yardımcısı Hamid Baghaei, yüz yıl önce Osmanlı döneminde Ermenilere karşı “soykırım” yapıldığını söylüyor. Ermeni “News.am” ajansının haberine göre, İkinci Dünya Savaşı sırasında İran’ın müttefik kuvvetler tarafından işgalinin 70’nci yıldönümü nedeniyle Tahran’da düzenlenen bir konferansta konuşan Baghaei, o dönem İran’da yaşananları 1915 olaylarıyla karşılaştırmış. Baghaei “Bundan yüz yıl önce Osmanlı Devleti döneminde Ermenilere karşı soykırım uygulandı. Bugün Osmanlı Devleti yok. Ama Ermeniler yine de Türkiye’den özür ve tazminat bekliyor” demiş.

            İran için biz, daha bir kaç ay önce nükleer silah imalatı bağlamında dünya ile bütün köprüleri yakmamış mıydık?

            Konuşmayı İran Cumhurbaşkanı Yardımcısı yapıyor ama “düzeltme” Davutoğlu’ndan geliyor.

             Karaman’daki bir iftarda konu ile ilgili bir soruya karşılık; kendisinin biraz önce İran Dışişleri Bakanıyla bir görüşme gerçekleştirdiğini, bu konuda izahat istediğini ifade eden Davutoğlu, “İran Cumhurbaşkanı Yardımcısının bu açıklamasının çerçevesi konusunda izahat istedim. İran Dışişleri Bakanı da bu açıklamanın kesinlikle basında yer aldığı gibi olmadığını, esasen bu konferansın İkinci Dünya Savaşı ile ilgili bir konferans olduğunu, sadece Birinci Dünya Savaşı ile ilgili bir atıf söz konusu olduğunu, İran’ın bu konudaki pozisyonunda hiç bir değişiklik olmadığını, İran’ın bu konudaki tezlerinin ve yaklaşımının geçerli olduğunu söyledi. Ben İran Cumhurbaşkanı Yardımcısının bu konuda bir açıklama yapması gerektiğini söyledim” diyor.

            Dikkat edilirse lafı İran’lı söylüyor, düzeltmeyi Davutoğlu’nun ağzından alıyoruz.. Ama orada bile İran Dışişleri Bakanı “Hayır, böyle söylenmedi” demiyor, bin dereden su getirilerek; “konferansın İkinci Dünya Savaşı ile ilgili olduğu, Birinci Savaşa bir atıfta bulunulduğu, İran’ın bu konudaki pozisyonu, tezleri ve yaklaşımında değişiklik olmadığı” belirtiliyor.

            İki gün sonra bu sefer, bizzat Baghaei, “Ermeni iddialarına ilişkin bazı basın-yayın organlarında kendisine atfen verilen haberleri tekzip ettiklerini” söylüyor.

            Anadolu Ajansı’nın haberi şöyle;

“Aynı zamanda İran Kültür Mirası, Turizm ve El Sanatları Kurumu Başkanı olan Baghaei bugün düzenlediği basın toplantısında, İran’ın İkinci Dünya Savaşı’nda ABD, Rusya ve İngiltere tarafından işgalinin 70. yıldönümü münasebetiyle çarşamba günü düzenlenen bir konferansta yaptığı konuşmaya açıklık getirdi. İran’ın işgal süresince uğradığı zarardan dolayı uluslararası arenada girişimde bulunacaklarını ve konunun takipçisi olacaklarını yineleyen Baghaei konferansın konusunun da bu mesele olduğunu söyledi. Baghaei ‘Basın yayın organları, Türkiye ve Ermenistan gibi bazı ülkeler arasındaki hukuki ihtilaflar konusunda görüş beyan ettiğimizi, tavır takındığımız ve özel bir tahlilde bulunduğumuzu telakki ettiler, ancak biz bu konuyu tekzip ediyoruz’ ifadelerini kullandı. Türkiye ve Ermenistan arasındaki hukuki bir davayı değerlendirmediklerini kaydeden Baghaei ‘Bu davanın doğruluğu ya da yanlışlığı konferansımızın konusu değildi’ dedi. Konuşmasıyla ilgili haberlerin başlangıç noktasını bilmediklerini anlatan Baghaei, konunun yanlış aktarıldığını cuma günü öğrendiklerini ve haberin hatalı ve yanlış olarak verildiğine dair açıklama yaptıklarını söyledi”.

Ey okuyucu şimdi sen, bu kadar dolambaçlı lâf arasında da “Hayır Türkler soykırım yapmamıştır” diye bir ifade görüyor musun?

“Sıfır sorun” diye uğraşıp, “Eyvah nereden çıktı şimdi bu İran” derken; Bursa olayından sonra artık resmi ziyaretlerde bile Bakü’ye Türk bayrağı asmayan, vizelerin kaldırılmasına bir türlü sıcak bakmayan Azerbaycan’dan iki açıklama birden geliyor..

Önce Azerbaycan Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcısı Ali Hasanov, “Türkiye’nin Ermenistan ile olan sınırını açmasının, ne Azerbaycan’a ne de Türkiye’ye bir fayda sağlayacağını” söylüyor. APA’nın haberine göre, Azerbaycan toprakları işgalden kurtulmadıkça Türkiye’nin Ermenistan sınırını açmayacağını hatırlatan Hasanov, ”Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve diğer resmi yetkililer, yaptıkları açıklamalarda bu durumu teyid etmiştir” diyor.

Türk devlet yetkililerinin sözlerine inandıklarını ifade eden Hasanov, Ermenistan işgal altında bulundurduğu Azerbaycan topraklarını terk etmediği sürece, sınırların açılmayacağını sözlerine ekleyerek,”İster NATO’nun talebi olsun, ister AGİT’in veya Avrupa Birliği’nin ya da büyük bir devletin isteği olsun” sınırların açılmayacağının altını çiziyor.

İki gün sonra da Azerbaycan Cumhurbaşkanlığı Dış İlişkiler Dairesi Başkanı ve İlham Aliyev’in danışmanı Nevruz Muhammedov, Türkiye-Ermenistan sınırının bir gün açılmasının bile Bakü-Ankara ilişkilerini ciddi şekilde etkileyeceğini söylüyor.

Azeri Haber Ajansı APA’ya konuşan Muhammedov, Eylül ayında Ermenistan’da düzenlenecek NATO tatbikatının asıl amacının, Türkiye-Ermenistan sınırını dolaylı bir gerekçeyle açmak ve Türkiye’yi buna zorlamak olduğunu; batılı devletlerin tatbikat yoluyla Türkiye ile Azerbaycan’ı karşı karşıya getirmek istediklerini öne sürüyor.

Azerbaycan’ın bağımsızlığını kazanmasından beri Türkiye’nin Ermenistan’a karşı aldığı tavrın Ankara-Bakü ilişkilerinde belirleyici olduğunu savunan Aliyev’in danışmanı, “Türkiye-Ermenistan sınırın ne gerekçeyle açıldığı bizi ilgilendirmez. Sınırın o ya da bu şekilde bir gün bile açılması ilişkilerimizi ciddi şekilde olumsuz etkiler. Türkiye’nin bu sınavdan başarıyla çıkmasını bekliyoruz. Türkiye’nin bu konuda gerekli tavrı koyacağını ve sınırı bir saatliğine bile olsa açmayacağını düşünüyorum” diyor.

“Sıfır sorun”un ilginç yansımaları “komşuları” aşıp, “dostlara” ulaşıyor.

Ama memlekette “güllük, gülistanlık” bir bahar havası yaşıyoruz, sıcaklara bakmayın..

Bu arada köy meydanında gösteri yapan ipin üzerindeki canbazı seyrederken ceplerinize sahip çıkın..

İmralı sâkini 27 Ağustos’ta www.hurriyet.com.tr’de yer alan ANKA haberine göre “İmralı’da kendisiyle yapılan görüşmelerin devlet sıfatıyla yapıldığını” söylüyor. “Güncel siyasi görev ise hızla Türkiye’de bir demokratik anayasa hazırlanmasına yönelik olmalıdır. Bu konuda bütün ilgili çevrelerle hızla bir diyalog geliştirilmelidir. Aydınlar, sivil toplum örgütleri, yazarlar, gazeteciler bu konuda seferber olmalıdır. Demokratik anayasa olmadan demokratik çözüm gelişemez. Bu olmazsa ne olur? Ben uyarımı tekrarlıyorum. Eylemsizlik sürecinden sonra yeni bir çatışma dönemi başlar, hatta daha önce Cemil Bayık’ın da söylediği orta-yoğunluklu bir savaş gündeme gelebilir. Sadece kırsalda değil, kent merkezlerine de sıçrar, onlarca hatta yüzlerce kişinin ölümüne yol açabilir. Bunun ne kadar farkına varılıyor, bilemiyorum. Tehlike büyüktür, herkesin dikkatini çekiyorum. Ben burada bu tehlikelerin önüne geçmek, demokratik çözüm ve barışı sağlamak için çabalıyorum” diyor..

24 Ağustos’ta Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Daimi Meclis toplantısında alınan kararları açıklayan  DTK Eşbaşkanı Ahmet Türk ne demişti?

 “-Özerk Kürdistan- birlikte yaşama projesidir”.

DTK ne, onun Daimi Meclisi ne, Eşbaşkanı kim?

Kim nasıl seçti, kurdu bu “organları”? Kim izin verdi? Nasıl, nerede toplanıyorlar? “Devlet”in izin ve gözetiminde mi?

Başka ne konuşuyorlar, kayıt altında mı?

“Paralel idari yapılanmalar” mı oluşturuluyor?

Hâl böyleyken, “komşularla sıfır sorun” gayreti içerisindeyken, acaba “içerideki sorunlar” gözden mi kaçıyor..

 Durum bu kadar ciddi iken “Yurtiçinde ikinci bir idari yapılanma tesis etme girişimlerine karşı etkili yasal önlemlerin alınması” üslûbu kafa karışıklığı, zihin bulanıklığı yaratmaktadır.

İlkokul çocuğunun bile anlayacağı bir dille neden “Türkiye Devleti, ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, şekli kanunda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Milli Marşı ‘İstiklal Marşı’dır, Başkenti Ankara’dır” denilememektedir?

Çok mu zordur bunu böyle ifade etmek?

Türkiye referandum sarkacında iken, referandumun giderek başlangıçta niyet edilen amacından farklı bir noktaya-işleve süratle kaydırıldığından endişe ediyorum..

Bakın; 30 Ağustos törenlerine katılmayan Baydemir Van’da ne diyor? (İHA)

“13 Eylül sabahından itibaren daha güçlü bir sesle, daha güçlü bir dayanışmayla inşallah hep beraber yeni bir anayasanın çabasını başlatacağız. O da demokratik Türkiye özerk bölgeler. Demokratik Türkiye özerk Kürdistan anayasası bu coğrafyaya barışı, eşitliği ve özgürlüğü getirecektir. Açık ve net söylüyoruz, sandık başına gitmeme oranı bütün coğrafyamızda ne kadar yüksek olursa; demokrasi, özgürlük ve eşitlik o kadar erken bu coğrafyaya gelecektir. Bir kez daha kanmayacağız. Bir kez daha kandırılmayacağız.”

Referandum’da Ahmet Türk’ün açıkça söylediği “Özerk Kürdistan” yahut bazılarının daha mahcup bir söylemle ifade ettiği “Yurt içinde ikinci bir idari yapılanma”yı mı oylayacağız?

Güneydoğu Anadolu Bölgesi Belediyeler Birliği’nin (GABB) Van’da düzenlenen Yerel Yönetimler Komisyonu toplantısı için Van’da bulunan Osman Baydemir, “1920’lerde bu halk iradesi, gücü yanına alarak bir mücadele başarıldı. Ama 1920’lerden, 1923’lerden sonra bu halkın kimliği ve iradesi garanti altına alınmadı. Şimdi bir kez daha, 2010 yılında bu cumhuriyetin yeniden inşası yapılıyor. Bu kez Kürtler kanmamalıdır. Bu anayasa paketinde Kürtlere özgürlük yok. Kürtlere hak yok. Kürtlere özgürlük yoksa, hak yoksa, Kürtlerde bu paketi ve 12 Eylül Anayasası’nı meşrulaştırmamalıdır. Meşrulaştırmamak için de sandık başına gitmiyoruz” diyor.

“Altın Vuruş” yine, bir de 12 mil jesti yapmaya hazırlandığımız Yunanistan’dan geliyor..

Aşağıdaki satırlar Beyoğlu Belediyesi’nin resmi sitesinden alınmıştır.. Sakin sakin sonuna kadar okumanızı tavsiye ediyoruz..(www.beyoglu.bel.tr)

“İstanbul’un İzini Sürmek..

Görsel sanatlar alanından 101 usta Yunan yaratıcısının ilham kaynağı İstanbul…     Hazırlanması İstanbul’un 2010 Avrupa Kültür Başkenti ilan edilmesi ile aynı zamana denk gelen ‘İstanbul’un İzini Sürmek’ adlı toplu resim sergisi, büyük bir kültürel etkinlik olarak tarif edilebilir.  Sergi 28 Ağustos’tan 23 Eylül’e kadar Yunan konsolosluğu binasında diğer ismiyle Şişmanoğlu Konağı’nda ve  29 Ağustos’tan 23 Eylül’e kadar da Heybeliada Ruhban Okulu’nda ağırlanıyor.  Heybeliada Ruhban Okulu, Yunanistan İstanbul Başkonsolosluğu ile Atina Belediyesi ‘Technopolis’ Kültür Kuruluşu’nun değerli ev sahipliği ile gerçekleşmektedir. Organizasyonu White Fox şirketine ait olan serginin düzenlenmesinde de sanat tarihçisi İris Kritikou’nun imzası yer almaktadır. Anastasia Manou’nun “İstanbul’un İzini Sürmek” adlı belgesel çalışması da ilk defa Heybeliada’nın ve aynı zamanda Atina Belediyesi ‘Technopolis’ in sergi için özel olarak hazırlanmış kısımlarında gösterilecektir.  

‘İstanbul’un İzini Sürmek’ çok çeşitli ifade yollarının içinden, ‘bin bir yüzlü şehrin’ ruhunu ortaya çıkaran Yunanlı sanatçılardan oluşan bir sergi.  

Aydınların, ekümenik patriklerin, rahiplerin, bilim insanlarının, seçkin piskoposların eğitim görmüş olduğu Heybeliada Ruhban Okulu otuz yıldan sonra ilk kez yirmi günlüğüne kapılarını açıyor ve seçkin Yunanlı sanatçıların ilhamına ev sahipliği yapıyor.  29 Ağustos Pazar günü saat 19.00’da, Heybeliada Aya Triada Kilisesi’ndeki ikindi ayininden sonra Ekümenik Patrik Bartholomeos serginin açılışını yapacak. Serginin Heybeliada’da gösterilecek kısmı aynı zamanda Adalar Belediyesi’nin himayesi altında bulunmaktadır.  

Buna paralel olarak, serginin bir diğer kısmı Yunan konsolosluğu binasında ziyarete açılacaktır. Bu serginin açılışı 28 Ağustos Cumartesi günü saat 19.00’da  Yunanistan İstanbul Başkonsolosu Sayın Vasileios Bornovas tarafından yapılacaktır.  Taksim Meydanı yakınında, 19. yüzyıla ait tarihi bir yapı olan ve aynı ismi taşıyan tüccar ailenin 70 yıl önce Yunan Devleti’ne armağan ettiği bu bina son yıllarda yeniden düzenlenerek konsolosluğa tahsis edildi.

Her iki açılış töreninde de Yunanlı ve Türk sanatçı ve koleksiyoncuların ve aynı zamanda İstanbul’un yerel yönetim temsilcileri ile sanat ve iş dünyasından temsilcilerinin hazır bulunmaları beklenmektedir.  

‘İstanbul’un İzini Sürmek’ sergisi ve aynı isimli belgesel, kültürel mirasın yayılmasına sundukları katkı ve sanatı desteklemeleri nedeniyle UNESCO’nun himayesi altında gerçekleştirilmektedir.

Ellerinde tarihin, mitlerin ve efsanelerin pusulası ile, İstanbul’dan imgeler, renkler, kokular ve duyulara odaklanan  101 sanatçı mitolojik, tarihi ve günlük yaşama ait enstantaneler ortaya koymaktadırlar.  

Büyük çoğunluğu bu sergi için özel olarak hazırlanmış olan eserler, farklı kuşak ve tarzlardan yaratıcıların sanatsal ifadelerinin geniş bir yelpazesini sunmaktadır. Sergide resim, heykel, fotoğraf, video yoluyla 101 görsel ‘anlatı’ girişimi söz konusu. İstanbul medeniyetinin arketipsel zerreciklerinden ilham alarak daha gündelik ve kavramsal işler yapah genç sanatçıların sergide yer alması da etkinliğin göze çarpan özelliklerinden biri”.

Neymiş?

“İstanbul medeniyetinin arketipsel zerreciklerinden” ilham alan 101 usta Yunan yaratıcısı “İstanbul’un İzini Sürecek”miş..

Nerede yapacaklarmış bunu?

“Taksim Meydanı yakınında, 19. yüzyıla ait tarihi bir yapı olan ve aynı ismi taşıyan tüccar ailenin (Şişmanoğlu Konağı) 70 yıl önce Yunan Devleti’ne armağan ettiği bir bina olan” Yunan Konsolosluğu’nda ve….

İşte zurnanın asıl zart yahut zırt dediği yer burası;

“Aydınların, ekümenik patriklerin, rahiplerin, bilim insanlarının, seçkin piskoposların eğitim görmüş olduğu Heybeliada Ruhban Okulu otuz yıldan sonra ilk kez yirmi günlüğüne kapılarını açıyor ve seçkin Yunanlı sanatçıların ilhamına ev sahipliği yapıyor.  29 Ağustos Pazar günü saat 19.00’da, Heybeliada Aya Triada Kilisesi’ndeki ikindi ayininden sonra Ekümenik Patrik Bartholomeos serginin açılışını yapacak. Serginin Heybeliada’da gösterilecek kısmı aynı zamanda Adalar Belediyesi’nin himayesi altında bulunmaktadır”.  

Neymiş? “Heybeli Ruhban Okulu otuz yıl aradan sonra yirmi günlüğüne” açılıyormuş..

Sanatsal bir etkinlikmiş.. İstanbul’un izini sürüyorlarmış.. “İstanbul’un izini” Yunanlı sanatçılar Heybeli’de sürüyormuş..

Gidin bakalım “Türk sanatçılar” olarak Atina’da Türk Akıncıları’nın izini sürmeyi deneyin.. Müzikle.. Resimle..Yahut halkoyunu ile ama böyle iddialı bir isimle..

Yazının başlığını ben buldum.. Her yeri, her yönü güllük-gülistanlık güzel ülkemin varlığından ilham alarak..

Sonunu okuyucu kendi fıtratına, mezhebine, müktesebatına, dünya görüşüne, algılama derecesine göre bitirmekte serbesttir..

“Vay benim memleketim” mi der, “Vah benim memleketim” mi der, yoksa o şarkıdaki gibi “Bir başkadır benim memleketim” mi?

Size kalmış.. 30 Ağustos 2010

57’İNCİ ALAY HER YERDE

HEPİMİZ 57’İNCİ ALAY’IN NEFERLERİYİZ

[email protected]


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir