Site icon Turkish Forum

Şeyh Said adlı eşkıya

Behiç Kılıç - cananaritman

Dr. Canan Aritman

Behiç Kılıç

Şeyh Sait asıldı
Şeyh Sait asılarak idam edildi

Kitap satırları anlatıyor…“Darağacında sallanırken, idamı seyreden bir kadın hayretle yanındakilere soruyor;-İpi kopmadı!.. Hani kerameti!!?”Öyle inandırılmışlardı ki; Şeyh Said mübarekti ve asılacağı zaman çok şiddetli zelzele olacaktı!..Yöre insanı cahil bırakılmıştı, işte bu Şeyh Said ve öteki egemen bezirganlar, din-aşiret ağaları tarafından köleleştirilmişlerdi ki; saltanatlarına payanda olsunlar diye!..Ne zelzele, ne başka bir keramet olmadı tabii ve ipe çekildi…Kitap anlatıyor;

Diyarbakır Valisi Mithat Bey Şeyh Said’e sordu.-Türklerin en büyük düşmanı kimdir?Şeyh Said cevap verdi.-İngilizler…İngilizlerin yobazların ağzındaki terennümleri böyle “tarihi”dir ve Şeyh Said de İngiliz kuklalığına razı olmuştu..Mürsel Paşa sordu;-Din kalktı diyorsun. Namazını kılmıyor muydun, camilerden ezan okunmuyor muydu?Şeyh Said;
-Fena yaptık. Bundan sonra iyi olur inşallah…Son sözleriymiş…

Ama kimin, Şeyh Said’in son sözleriymiş. Aradan geçen seksen küsur yıl sonra, aynı sözler, daha genişletilmiş bir ihanet çemberi içerisinde işitilmeğe başlanmadı mı!!?
“Din elden gidiyor-İngiliz olsa daha iyi olur-Cumhuriyet Devrimleri halka travma yarattı” sözleri eşliğinde Şeyh Saidleri diriltme çabaları, aslında hangi amaçları hedef alıyor?Dikkatinizi çekiyorum, “çağdaş çığırtkanlar”ın ortak özellikleri vardır!.. Bunlar zengin toprak ağalarıdır, uluslararası alış verişle ilişkili müteahhit kimlikli varsıllardır, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden “Cumhuriyet Devrimleri arazilerimizi elimizden aldı!” yüzsüzlüğü ile toprak talepleri vardır ve bu talep ettikleri topraklar, GAP, baraj alanları ile zengin yeraltı kaynaklarına sahip bölgelerdedir. Üstelik bu toprakların jeolojik bilgileri çok uluslu yabancı şirketlerin elindedir, bu şirketler de işte bu “uyanık zevatı” ayaklandıran patronlardır…Bugün Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı, içerideki Truva atları ile başlatılan saldırıyı iyice irdeleyebilmek için meseleyi, o günlerden ele alıp izini sürmek gerekiyor artık… Neden Mustafa Kemal ve Cumhuriyet Devrimleri yılları ağır hedef altındadır, neden ruhunu satmış akademisyenlerden, toprak ağalarına, etnik ırkçı tacirlerden din bezirganlarına bu ortak cephe vardır?..

Şeyh Said’e odaklanalım…Metin Toker, kitabında şöyle anlatıyor olayı;
“1924 /13 Şubat’ta Şeyh Said ve adamları, köydeki jandarma müfrezesi ile çatışmaya girmişti… İsmet Paşa, Gazi Paşa tarafından istirahatta olduğu halde Ankara’ya çağrılmış ve Gazi Paşa istasyona karşılamaya gitmişti.
Doğuda, İngilizlerin teşvikiyle bir Kürt hareketinin hazırlanmakta olduğundan hükümetin haberi vardı.

Fakat Şeyh Said bir Kürt lideri gibi davranmak yerine bir ‘Karşı ihtilalin’ ilk darbecisi gibi hareket ediyor ve açtığı bayrak; hilafet bayrağı, şeriat bayrağı olarak gözüküyordu.Asiler, 1’inci Süvari Tümenini çökertmişlerdi. İsyanın irticai yönü önemliydi. Şeyh Said gönderdiği bildiride bağımsız bir Kürdistanın kurulacağını, halifenin döneceğini, şeriatın tekrar toplum hayatına hakim olacağını, dinsiz olan hükümetin ortadan kaldırılması gerektiğini bildiriyordu. Bu durumla birlikte Hiyanet-i Vataniye Kanunu’na bazı ekler yapıldı. Dini alet ederek zihinleri karıştırma hareketi yapanlar kanun gereğince cezalandırılacaklardı.”Öyle de oldu…

Sadettin Tantan’ın Yeniçağ Gazetesindeki Açıklamaları:Hedefleri cumhuriyet!

Sadettin Tantan
Sadettin Tantan

Haber: Fatih ERBOZ
İDAMININ 85. yıl dönümünde Şeyh Said için AKP-BDP işbirliğiyle düzenlenen adı konmamış iade-i itibar operasyonuna tepki yağdı. CHP’li Arıtman, haini onore edenlere karşı savcıları göreve çağırırken, CHP’li Durgun “AKP bu tür konuları kaşıyarak ne hedefliyor!” dedi.
YURT Partisi Genel Başkanı Sadettin Tantan da Şeyh Said’in İngiliz çıkarlarına hizmet ettiğini hatırlatarak şunları söyledi: Şeyh Said’i anma girişiminin perde arkasını Türk milleti iyi bilmek zorundadır. Çünkü 2000’lerde Türkiye, özellikle etnik ve dini temelde ayrıştırılmak ve dönüştürülmek istenmektedir.
İngilizlerle işbirliği yaparak Türkiye Cumhuriyeti’ne isyan eden Şeyh Said için 85 yıl sonra yapılan anma törenleri dün de devam etti. Diyarbakır’da, Demokratik Toplum Kongresi (DTK) ve BDP’liler tarafından Şeyh Said için anma paneli düzenlendi. Panelin ardından ise Şeyh Said ve 46 isyancının asıldığı Dağkapı Meydanı’nda basın açıklaması yapılarak mevlit okutuldu. Şeyh Said için ilk kez cüret edilen anma etkinliklerine siyasiler sert tepki gösterdi. Muhalefet, Türkiye’nin ikinci bir isyana sürüklendiğini iddia etti.

Bölücülerin işine yarar
CHP İzmir milletvekili Bülent Baratalı Şeyh Said isyanının yeniden gündeme getirilmesinin, bölücü örgüt PKK’nın ve onun uzantılarının bazı taleplerinin olduğu süreçte bu talepleri gerçekleştirmek adına bir “Tam zamanıdır” göstergesi olarak ele alınabileceğini kaydetti. Baratalı, Şeyh Said isyanının 1925 yılında çıkmasının tarihsel anlamının genç laik cumhuriyete karşı bir ayaklanma olmasından kaynaklandığını belirterek, “Bugün yaşananlar ‘bazı taleplerin tam zamanı’ olarak algılanmasının bir göstergesi olarak yorumlanabilir” ifadelerini kullandı.

Hedef cumhuriyet rejimi
Şeyh Said isyanının olduğu dönemde Lozan Antlaşması’nda ileri bir tarihe bırakılan Musul-Kerkük statüsünün belirlenmesinin dikkate alınmasının gerektiğini belirten Baratalı, “Cumhuriyet’e karşı yapılan bu kalkışma girişiminin bahsettiğim nedenden dolayı dış güçler uzantısı bulunmaktadır. Bugün gelinen noktada da bazı kuruluşların ve kişilerin ’federasyonu tartışmalıyız’ dediği zeminde bir anlam taşıyabilecek nitelikte. Türkiye’de bir gevşek federasyon tartışılmak istenmektedir. Bölgede bazı yerel yöneticilerin taleplerinin de söylemlerinden bunu çıkartabiliyoruz. Bu ortamda elbette bir anlam taşımaktadır” dedi.

AKP kaşıyor!
CHP Hatay Milletvekili Gökhan Durgun da, AKP iktidarının bu tür konuları adeta kaşıyarak politika oluşturmak istemesinin doğru bir yaklaşım olmadığını belirterek, şunları kaydetti: “AKP iktidarı geldiği günden bu yana bu tür konuları adeta kaşıyarak politika üretmeye çalışıyor. Bunlar Türkiye için doğru yaklaşımlar değildir. Bizim birlik ve bütünlüğe ihtiyacımız var. Tarihten biliyoruz ki Şeyh Said zihniyetindeki çizgi, laik, demokratik, Atatürk ilkeleri doğrultusunda oluşturulmuş Cumhuriyet’in karşısında bir çizgi. AKP iktidarı bunları gündeme getirerek çok yanlış bir icraat ortaya koymak istiyor. Bunun da ötesinde kamuoyunda kırmızı anayasa olarak bilinen metinde irtica konusuyla ilgili olarak değişiklik yapılmak isteniyor. Bu plan ve programla oynanmak isteniyor. Bunlar Türkiye Cumhuriyeti’ne hiçbir şekilde yarar getirmez. Kısacası AKP iktidarı yanlış yoldadır.”

Evet malesef durum böyledir, zaten o yüzden sürekli bir başağrısı oluşturmuştur.
Şimdi de durum aynı şekildedir.
Peki ya ne yapmak lazım.
Elbette atalarımız ne yaptıysa benzerini.
Başka çaresi de yok.
Kaderimize razı olacak değiliz ya.

YUNAN ORDUSUNDA KÜRTLER !

Biraz da Kürtler tarihleriyle yüzleşsin

Kürt açılımının gündeme gelmesiyle birlikte çok değişik bir tartışma daha başladı. 30 Ağustos’ta Genel Kurmay Başkanı Başbuğ “Bu ülke için hep birlikte şehit old…uk” diyerek şehitlikteki mezar taşlarını gösteriyordu gazetecilere.

Benzeri ifadeleri Tayyip Erdoğan’ın ağzından duymaya zaten alışkındık. Çanakkale Savaşı’nın yıldönümünde o da Çanakkale’de “Türk ve Kürtlerin birlikte savaştığını” söylemişti.

Açıkçası, Türkiye’de Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana bu ülke için kim savaştı, kim savaşmadı tartışması hiç yapılmamıştı. Yapılmamıştı çünkü bu ülkeyi bölmeye çalışanlar yoktu. Olmadığı için de geçmiş defterleri kimse açmamıştı.

Ancak artık ortada bölücü ve Türk düşmanı bir Kürt hareketi var, bu hareketin teröristleri var, bu hareketin milletvekilleri var ve bu hareketin destekçileri var.

Bu bölücüler her fırsatta tarih yalanlarıyla piyasaya çıkıyorlar ve diyorlar ki bu ülkeyi Kürtler ve Türkler birlikte kurdu ama Mustafa Kemal onlara ihanet etti, Kürtlerin hakkını vermedi.

Kürtlerin hakkı neydi, verildi mi verilmedi mi tartışması sürerken aslında çok daha başka bir şey daha tartışmaya açılmıştı; hakikaten Kürtler bu ülkeyi kurarken Türklerle birlikte miydi?

Geçtiğimiz haftalarda Habertürk televizyonunda Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu konuk oldu ve orada Kurtuluş Savaşı’nda ve Çanakkale’de Kürtlerin Türklerle birlikte savaşmadığını söyledi. Bu, bir televizyondan ilk kez dile getiriliyordu. Pamukoğlu, daha önce bizim TÜRKSOLU’nda yayınladığımız rakam ve haritaları göstererek tarihi gerçeği açıklıyordu.

Türkiye’de tabuları yıkmaktan bahsedenlerden, resmi tarih anlayışına karşı çıkanlardan, özgürlükçülerden tepki gecikmedi; hemen Türk ırkçılığı, Türk bölücülüğü yaftası yapıştırıldı. Ardından Kürtlerin Kurtuluş Savaşı’nda olduğu, hatta PKK’ya karşı en fazla şehidi Kürtlerin verdiği gibi komik ve zavallı açıklamalara kadar düştü düzey.

Ama artık tartışma açılmıştır, tarihi tabular tartışılacaktır ve gerçekler kazanacaktır.

O nedenle kimse etnik kimliğinden gocunmasın, tarihiyle yüzleşsin, barışsın: Evet Kürtler Kurtuluş Savaşı’na katıldı ama Türk Ordusu’nda değil Yunan Ordusu’nda savaştılar!

Bir şey daha ekleyelim, yıllardır Araplar Osmanlı’yı arkadan vurdu diyenler aynı şeyi Kürtler için de söylemeliler; Kürtler Kurtuluş Savaşı’nı arkadan vurmuştur.

Osmanlı-Rus Harbi’nde

Osmanlı’yı arkadan vuran Kürtler

Osmanlı’da Kürt meselesinin ortaya çıkışı bir Doğu Cephesi sorunu olarak başlamıştır. 17… yüzyıldan itibaren yükselişe geçen Rus emperyalizmi, 1800’lerin başından itibaren Osmanlı’yı hem Doğu cephesinde Kafkaslar’dan, hem de Batı cephesinde Balkanlar’dan sıkıştırmaya başlar.

Batı cephesinde Slav kökenli Bulgarları ve Ortodoks Yunanları kışkırtan Ruslar Doğu’da ise Ermeni ve Kürtlere el atar. 1800’lerden hemen sonra ilk Kürdoloji çalışmaları yine Ruslar tarafından başlatılır. Kürtçülerin bugün bile en temel başvuru kaynakları olan kitaplar da bu dönemde Ruslar tarafından yazılır.

Rusların bu çabaları karşısında Osmanlı’da da uyanma başlar. Rus destekli Kürt aşiretleri ile Osmanlı arasında çatışmalar başlar. 1830-1855 tarihleri arasında 8 Kürt isyanı gerçekleşir.

Fakat asıl büyük Kürtçü hareket tam da 1877 yılında gerçekleşir. Bu tarih 93 Harbi olarak bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus Harbi’nin tarihidir. Hem Balkanlar’da hem de Kafkaslar’da Ruslarla savaşan Osmanlı’ya karşı bir cephe de Kürt aşiretleri açar. Bedirhanlar ve Şeyh Ubeydullah isyanları tam dört yıl sürer.

Rus General Korganof, Erzurum’a saldırıya geçmeden önce Zeylani ve Sepki aşireti reisleriyle buluşur ve yüklü miktarda ödeme yapar. Sonuç olumludur, Kürtler Rusya’ya karşı Osmanlı’yı desteklemezler.

Kürt isyanlarının genel karakteri burada şekillenir: Türk devleti ne zaman ki bir düşmanla savaşsa mutlaka bir Kürt isyanı başlar.

Rusların Kürtlere desteği sonrasında da devam eder. Ama 93 Harbi’nden sonra hem Ermeni hem de Kürt meselesi bir arada ortaya çıkacaktır. Doğu illerimiz Rus işgaline girdiğinde hem Ermenilerin hem de Kürtlerin isyanları aralıksız devam edecektir.

Hamidiye Alayları neydi?

Bu dönemde 1890 tarihinde Hamidiye Alayları kurulur. Alayların hedefi Türk halkına yönelik Ermeni katliamlarını önlemektir. Abdülhamit tarafından kurulan bu birlikler için şimdi kimi yazarlar çarpıtmalara girişmektedir.

Bu alaylarda Kürt aşiretleri yer almıştır elbette ama bu aşiretler Osmanlı silahlarını ele geçirip daha sonra Ermenilerden boşaltılan arazilere el koymaya başlamıştır. Kürtlerin bu alaylara giriş sebebi Türklere destek olmak değil Ermeni topraklarını ele geçirmektir yani.

Zaten bu alaylar daha sonra lağvedilecektir. Fakat Hamidiye Alayları’nın lağvedilmesinden sonra da silahları bırakmayacak ve Osmanlı’ya karşı savaşacaklardı r.

Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması ile birlikte Kürtler de Doğu bölgelerinde Ruslarla birlikte hareket edecektir. O dönem bölgede etkili olan Rus Elçiliği Kürtleri ele geçirmiştir. Nitekim hemen 1914 yılında Kürt isyanları başlar. Rus Orduları Doğu Anadolu’yu işgal ederken Kürtler de bağımsızlık hayaliyle Ruslara yardım ederler.

Ünlü Sykes-Picot Antlaşması’na göre Doğu’da Ermenistan ve Kürdistan kurulacak ve Rusya’ya bağlanacaktır.

Kürtlerin Çanakkale’de savaşmamalarını n nedeni de budur. 1916 yılında Antlaşmaya dökülen plan, Rusların 1830’dan beri uyguladığı plandır zaten.

Fakat Birinci Dünya Savaşı tüm dengeleri alt üst eder. Kürtler de bu dönemde hem Ruslarla hem İngilizlerle hem Fransızlarla hem de Amerikalılarla işbirliği yapar. Kürtlerin bağımsızlığına Sevr Antlaşması ile karar verilir.

Yani Birinci Dünya Savaşı’ndan Kurtuluş Savaşı’na giden dönemde Kürtler hep Türkiye’yi işgal eden kuvvetlerle birlikte hareket eder.

Bu durum, yani Kürtlerin Birinci Dünya Savaşı’nda Türklerle birlikte savaşmaması o dönemin raporlarında açıkça geçmektedir. Rus Gordlevski aynen şu satırları yazar:

“Türkler vatan savunmasına katılmadıkları için Kürtlere çok kızmaya başladılar.”

Fakat Rusya’da Bolşevik İhtilali gerçekleşince işler değişir. Çünkü Lenin Kürtleri değil Mustafa Kemal’i destekler. Sykes-Picot Antlaşması’nı fesheder. Bunun üzerine Türk-Sovyet Antlaşması gelir ve Kürtler yalnız kalır.

Bu tarihten itibaren Kürtlerin esas hamisi Ruslar değil İngilizler olacaktır. Türkiye’deki komünistler ve Sovyetler de Kürt isyanlarını değil Mustafa Kemal’i destekleyecektir.

Kürtler Sarıkamış’ta var mıydı?

Tüm bu anlatılanlardan sonra Kürtlerin neden Çanakkale Savaşı’na katılmadığını anlamak kolaylaşır. Daha 1830’lu yıllarda başlayan Kürt ihaneti çoktan kökleşmişti, Birinci Dünya Savaşı sırasında da Kürtler Türkiye için değil Ruslar için savaşıyordu.

Böyle olduğu için de Çanakkale Savaşı sırasında Kürtlerin şehit listesinde olmamasına şaşırmamak gerekir: Çanakkale uzak olduğu için değil Türklere uzak oldukları için katılmadılar savaşa.

Kimileri bu gerçeği daha fazla gizleyemeyeceklerin i biliyor. O nedenle de Kürtlerin diğer cephelerde, Sarıkamış’ta çarpıştığını söylüyorlar.

Elbette bu da büyük bir yalan. Genelkurmay arşivlerinde Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı şehitlerinin listesi, askerlik şubesi kayıtlarına göre tutulmuştur. Dolayısıyla Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı rakamları gerçektir, kimse bunlara itiraz edemez.

Ama Kürtlerin Sarıkamış’ta savaştığını iddia edenler varsa, buyursunlar rakamları açıklasınlar. Yani bizim yaptığımızı yapsınlar, belgeye karşı belgeyle ortaya çıksınlar.

Ama Sarıkamış’ta Kürtlerin Ruslara karşı savaşma ihtimali bile yoktur ortada çünkü Kürt aşiretlerini o dönemde zaten Rus Elçiliği kontrol ediyor ve yönlendiriyordu.

Hain bir Kürt aşiret reisi Mutkili Hacı Musa

Kurtuluş Savaşımızın başlangıcı 19 Mayıs 1919’dur. 24 Ağustos 1919’da Kurtuluş Savaşı’nı idare etmek üzereHeyet-i Temsiliye oluşturulmuştur. 9 kişilik kurulda bir de Kürt vardır. Mutki Aşireti reisi Hacı Musa Bey.

Ancak bu Kürt ağası içeri sokulan bir haindir.

Nitekim Hacı Musa Bey, 1923 yılı Mayıs ayında Erzurum’da kurulan Kürt Azadi Cemiyeti’nin de lideridir. Azadi Cemiyeti’nin üyelerinden biri de Şeyh Sait’tir. Azadi Cemiyeti İngilizlerle, Fransızlarla ve Sovyetler Birliği ile temas kurarak Bağımsız Kürdistan için destek aramıştır.

Daha sonra bu örgüt İngiliz desteği ile başlayan Nasturi Ayaklanması’na katılır. Nasturi Ayaklanması’nın bastırılmasından sonra ise İran’a kaçarlar.

Daha sonra Mustafa Kemal bu hain Kürt aşiret reisi hakkında Nutuk’ta açıklama yapacaktır.

İlk Meclisteki hain Kürt milletvekilleri

Ankara’da Millet Meclisi’nin kuruluşu 23 Nisan 1920’dir. Bu tarihten itibaren TBMM Ordusu da kurulmuş ve Kurtuluş Savaşı’nı vermiştir.

O dönemki mecliste de bugünkü Mecliste olduğu gibi bölücü Kürt milletvekilleri vardır. İşte bu Kürt milletvekilleri Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı’na yardım etmemiş, tam tersine bu Kurtuluş Savaşı’na karşı bir ayaklanma örgütlemişlerdir.

Bitlisli Kürt milletvekili Yusuf Ziya Bey de Azadi örgütünün içindedir. Yusuf Ziya Bey aynı zamanda İngiliz ajanıdır. Mustafa Kemal Paşa, Yusuf Ziya Bey’den kuşkulanmakta ve onu takip ettirmektedir. Gerçekten de Mustafa Kemal’in kuşkuları gerçek olur ve Yusuf Ziya Bey Nasturi İsyanı’na katılır.

İşin daha da vahimi Yusuf Ziya Bey’in askeriye içinde de adamları vardır. Nasturi İsyanı’nı bastırmakla görevli birlikten, Fırka komutanı İhsan Nuri, Vanlı Rasim, Tevfik Cemal ve Teğmen Ali Rıza da Kürt örgütünün üyesidir ve isyan sırasında 270 askerle birlikte karşı tarafa geçerler!

Görüldüğü gibi Kurtuluş Savaşımıza katılan ve Türklerle savaşan Kürtlerle değil, Kurtuluş Savaşı’nın içine sızan, ancak kendi Kürt örgütlenmesini devam ettiren, İngiliz, Fransız işgalcilerle işbirliği yapan ve en sonunda da Türk askerine karşı cephe açan Kürtleri görüyoruz.

Bu örgütün İngiliz desteğini sağlamak için Nasturi isyanından üç yıl önce 1920 yılında yine Hakkari’de başka bir isyan çıkarttığını da kaydedelim.

Mustafa Kemal’e idam kararını da bir Kürt verdi

Peki Kürtlerin Kurtuluş Savaşımız sırasındaki tek ihanetleri bu mudur?

Aslında Kurtuluş Savaşı’nın başından itibaren Mustafa Kemal’in karşısındadır Kürtler. Mustafa Kemal’in idam emrini veren Kürt Mustafa Paşa’dır!…

Aynı Kürt Mustafa Paşa’nın eniştesi ise Kürt İzzet Bey’dir ve İstanbul Hükümeti’nin İçişleri Bakanıdır. Kürt İzzet Bey de İngiliz ajanıdır. Kürt İzzet Bey’in bir de yeğeni vardır Şerif Paşa, o da Kürdistan Teali Cemiyeti’nin Paris temsilcisidir.

İstanbul Hükümeti’nin ve İngilizler’in Mustafa Kemal hareketini engellemek için kullanmayı düşündükleri kütle ise Kürtlerdir. Damat Ferit, Kürdistan Teali Cemiyeti ile görüşerek onlara özerklik karşılığında Mustafa Kemal’e karşı savaşmayı teklif eder. Damat Ferit Yüksek Komiser De Robeck ile görüşerek Sevr koşulları gereğince 15 bin kişilik bir Kürt ordusu kurulmasını ve Kürtleri Mustafa Kemal’e saldırtmayı teklif eder.

Bu yönde en önemli girişim Ali Galip olayıdır. İngiliz ajanı Binbaşı Noel, Ali Galip ve Kürdistan Teali Cemiyeti liderleri Malatya’ya geçerler. Burada bir Kürt birliği kurarak Sivas yolunda Mustafa Kemal’i öldürecekler ve Kongre’nin toplanmasına engel olacaklardır.

Ancak Mustafa Kemal girişimi haber alır ve tedbir alır. Malatya’da Türk birlikler İngiliz ajanı, Ali Galip ve Kürdistan Teali Cemiyeti liderlerini kıstırırlar. Tutuklama emri vardır. Noel, İngilizlerden yardım ister. Saraya baskı yapılır fakat sonuç varmez. En sonunda kaçmak zorunda kalırlar.

Görüldüğü üzere daha Sivas Kongresi öncesinde bile Kürtler İngilizlerle, İstanbul Hükümeti ile birlikte Mustafa Kemal’e karşıdır.

İngiliz gizli belgeleri de bunu doğrulamaktadı r.

28 Kasım 1919’da Mr. Kindson’un Londra’ya gönderdiği raporda şöyle yazılıdır:

“Kürtlere her ne kadar inanmasak da onları kullanmamız çıkarlarımız gereğidir.”

9 Aralık 1919 tarihli Yüksek Komiser Robeck’in Lord Curzon’a raporunda ise şunlar yazılıdır:

“Kürtler bütün ümitlerini İngiliz hükümetine bağlamış durumdalar. Bu ara Mustafa Kemal gittikçe tehlikeli olmaya başlıyor. Kuvvetler, Kürtleri Mustafa Kemal Paşa’ya karşı kullanmak için para ödemeye hazırdırlar”

Yunan ordusundaki Kürtler

Ama Kürtler bununla da yetinmemektedir. İngiliz Gizli Belgeleri’nin verdiği bilgiye göre Kürtler aynı zamanda Yunanlılarla da temas halindedir.

Amasya’da Yunan temsilcisi ile görüşen Kürtler, Yunanlılara Türk ordusunda ele geçirilen Kürt esirlere iyi davranılmasını ve bu esirlerin Türk ordusuna karşı kullanılmasını önerir. Teklif kabul edilir ve esir Kürtler Yunan ordusunun hizmetine girerler.

Kürt-Yunan işbirliğinin en büyük sonucu ise Koçgiri İsyanı’dır. Yunan ordusu büyük ilerleyişe geçmeden hemen önce Kürtler isyan eder. Yunan ordusu Bursa’ya doğru ilerlerken Kürtler Sivas’a doğru yürümeye başlar.

Amerikan Askeri Ateşesi durumu şöyle rapor eder:

“… Yunanlılar önemli bir zafer kazanırlarsa Kürt isyanı Türkiye’nin arkasını ciddi bir şekilde tehdit edebilir. Ancak Batıdaki savaş Türklerin lehine gelişirse, Türkler, ellerindeki yarım düzine yetenekli liderden biriyle Kürt sorununa son verebilir. İngilizler kuşkusuz bu durumu bilmektedirler. Gene de Kürt sorunu ile meşgul olduğu sürece Mustafa Kemal’in Musul’a el koyamayacağını düşünmektedirler. Dolayısıyla Kürt akımına yardımcı olmaktadırlar.”

Koçgiri İsyanı’nın başlangıç tarihi sadece Yunan ilerleyişine değil aynı zamanda Londra ve San Remo Konferansları’na da denk gelir. Ankara Hükümeti böylece sıkıştırılmaktadır.

Kürtler Sevr’i istiyor

Koçgiri İsyanı’nın liderlerinden Baytar Nuri isyan programını şu şekilde açıklar:

“İlk önce Dersim’de Kürt istiklali ilan edilecek, Hozat’a Kürdistan bayrağı çekilecek, Kürt milli kuvveti Erzincan, Elazığ ve Malatya istikametlerinden Sivas’a doğru hareket ederek Ankara Hükümeti’nden Kürdistan istiklalinin tanınmasını isteyecekti. Türkler bu isteği kabul edeceklerdi. Çünkü isteğimiz silah kuvvetiyle desteklenmiş olacaktı.”

Ayaklanma büyür ve isyancılar Ankara Hükümeti’ne bir muhtıra yollarlar. Telgraf yoluyla iletilen muhtıra şu maddelerden oluşmaktadır:

“1-İstanbul Hükümeti’nce kabul edilen Kürdistan özerkliğinin Ankara Hükümeti’nce de tanınıp tanınmayacağının açıklanması

2-Kürdistan özerk yönetimi konusunda Mustafa Kemal hükümetinin ivedi yanıt vermesi

3-Elazığ, Malatya, Sivas ve Erzincan cezaevlerindeki Kürtlerin hemen salıverilmesi

4-Kürt çoğunluğu bulunan illerden Türk memurlarının çekilmesi

5-Koçgiri yöresine gönderilen birliklerin geri alınması.”

Kürtler bununla da kalmaz, 25 Kasım 1920 tarihinde Batı Dersim Aşiretleri reisleri adına TBMM’ye şu şekilde başvurur:

“Sevr Antlaşması gereğince Diyarbakır, Elazığ, Van ve Bitlis illerinde bağımsız bir Kürdistan kurulması gerekiyor. Bu nedenle bu oluşturulmalıdı r. Yoksa, bu hakkı silah zoruyla almaya mecbur kalacağımızı beyan ederiz.”

Yunanlar Bursa’ya Kürtler Sivas’a saldırıyor

Ankara Hükümeti, Batıda Yunanların Bursa’yı ele geçirmesine rağmen Kürtlere karşı geri adım atmaz. Merkez Ordusu Komutanı Nurettin Paşa isyanı bastırmak için bir plan hazırlar. Topal Osman komutasındaki Giresun alayı da Nurettin Paşa’nın emrine verilir.

Türk Ordusu 11 Nisan 1921 günü Kürtlerin üzerine yürüyüş başlatır. 45 bin kişilik Kürt milisleri ile çapışmalar 3 ay sürer. 17 Haziran 1921 günü isyancılar teslim alınır.

Görüldüğü üzere, daha Sivas Kongresi’nin toplanma hazırlıklarından başlanarak Kürtler, Kurtuluş Savaşı için çalışmamış, tam tersine hep Kurtuluş Savaşı’na karşı savaşmışlardır. Koçgiri ayaklanması bunun en büyük kanıtıdır.

Genelkurmay Başkanlığı da bu isyanı şu şekilde değerlendirmektedir:

“Siyasi bakımdan büyük bir önem taşıyan bu harekât dolayısıyla, Kürt bağımsızlık davasının ilk basamağının Koçgiri olayları ile kurulmak istendiği, bu dış etkilerin en açık ve kesin delilidir.”

Bu değerlendirmeden de anlaşılacağı gibi, olay münferit bir isyan değil, bir davanın ilk adımıdır! Ardından gelecek olan Kürt isyanları da bunu kanıtlayacaktır.                    Nitekim isyanın liderleri de olayı böyle değerlendirmektedir:

“Koçgiri, Kürt İstiklal Savaşı’nın bir merhalesidir, onunla bir meydan muharebesi kaybettik, fakat harp bitmedi. Biz son zaferi kazanacağız.”

Demek ki Türk İstiklal Savaşı için değil Kürt İstiklal Savaşı için savaşmışlar.

Tarihi gerçek budur, bunu ne Türk Genelkurmay Başkanı, ne Türk Başbakanı, ne gazeteciler, ne de Kürtler değiştirebilir.

Kürtler tarihleriyle yüzleşeceklerdir…

Exit mobile version