Nükleer-Küresel Oyun İçinde Oyun

<p>Nükleer-Küresel Oyun İçinde Oyun
ABD ve İsrail’in hedefindeki İran’ın nükleer silah programı, çok daha etkili bir şekilde uluslararası politikayı belirler hale gelmiştir. “Reklamın kötüsü olmaz” gerçeğinden hareketle, İran’ın birçok ülke açısından prestiji yükselmiştir. Son olarak Türkiye ve Brezilya’nın katıldığı Uranyum Takas Sözleşmesi ise beklenmedik mecralara yönelmiştir. Bu durum küresel aktörlerin oyun içinde oyun kurduklarının işaretini vermektedir.
Siyasetin bir tarifi de “yalan söyleme sanatı”dır. Hiç olmayacak şeyler allanıp pullanarak gerçekmiş gibi gösterilir, gerçekler ise ihtiyaca göre tersinden vatandaşa servis edilir. Önemli olan, halk ikna edilip-kandırılırken uygun üslup ve propaganda aletlerini kullanmaktır. Böylece “yalan”, “sanat” haline gelir.
Uluslararası ilişkilerde ise acıları kabul edilebilir kelimelerle ifade etmeye veya aşırı talepleri karşısındakini ürkütmeden dile getirmeye diplomasi denmektedir. Bunun yanında “oyun teorileri”, devletlerarası ilişkilerin aslında göründüğünden farklı olarak kurgulanmış oyunlardan ibaret olduğunu göstermektedir. Bir devlet oyunu kurarken, genellikle diğerleri çapına göre piyon, at, kale vb rollerle büyük gücün verdiği görevi yerine getirir.
İmzalandıktan sonra büyük bir heyecanla pazarlanan takas sözleşmesine ABD beklenmedik tepki gösterdi. Gerek Türkiye gerekse Brezilya yetkilileri sözleşmeye konu olan 1200 kg uranyumun takası ile ilgili sürecin başından beri Washington’un bilgisi, yönlendirmesi çerçevesinde yürüdüğünü, bu konuda belge-mektup gösterdiler. Küresel barışı tehdit eden bir soruna çözüm bulma başarısının, aslında küresel patronun izni ve direktifi ile yürüyen bir oyun olduğu iddialarını bir tarafa bırakalım. Ancak Beyaz Saray’ın sözleşmeyi ve rakamlarına kadar dikte ettiği halde uzlaşmanın taraflarını hedef alması, birçok çevrece anlaşılmış değildir. Bu konuda en masum yorum, ABD yetkililerinin bu çerçevede bir sözleşmeyi Türkiye’den isterken, İran’ın kesinlikle buna yanaşmayacağını zannettikleridir. Halbuki İran, daha önce de bu tür fırsatları kaçırmamış ancak yaşanan her gelişmeyi kendi sürecinin ilerlemesi için kullanmayı başarmıştır.
İsrail ve ABD, nükleer programı yüzünden İran’ı hedef haline getirirken, Türkiye’nin jeopolitik gerçeklerini dikkate almadan, hatta büyük zarara uğraması muhtemel taleplerini her fırsatta gündeme getirmiştir. Tıpkı Irak’a ABD’nin yanında müdahale etme, tıpkı Afganistan’da Taliban’a karşı Türk askerini çıkarma isteğinde olduğu gibi. Türkiye’nin etnik, coğrafi, tarihi ve siyasi özelliklerini çok daha iyi bilen bu süper gücün hedefinde acaba Türkiye mi var sorusu çok tartışılmıştır.
Siyasi tarih bu tür oyunlarla dolu olup, geçmişte oyuna gelen yöneticilerimiz kendi siyasi hayatlarıyla birlikte ülkeyi de telafisi imkansız felaketlerle yüz yüze bırakmıştır. Meşhur 93 Harbi (1877-78 Türk-Rus Harbi), Mithat Paşa’nın İngilizlerin oyununa gelmesi ile başlamıştır. Tahtına yeni oturmuş ve ipleri henüz ele alamamış olan Sultan II. Abdülhamid, İngilizlerden Rusya’ya karşı muhtemel savaşta ittifak konusunda net cevap alamadığından, savaşa karşı çıkmıştır. Ancak Mithat Paşa, İngiliz Sefiri’nin yuvarlak laflarına aldanarak savaşın başlamasını sağlamıştır.
Aynı şekilde, Enver Paşa’nın hangi oyunlarla ülkesini I.Dünya Savaşı’na soktuğu henüz netlik kazanmamıştır. Her ikisinde de tecrübesiz yöneticilerin ikballerini taçlandırma hırsı, tecrübelilerle istişare edip, akıl ve izanla oturmalarını engellemiştir.
Saddam Hüseyin’in, ABD büyükelçisinin teşviki ile Kuveyt’e girmesinde de benzer oyunlar sözkonusudur. Bence zamanı gelip gizli belgeler ortaya çıktığında, Irak-Kuveyt arasındaki sınır sorunun tırmanmasında Washington’ın katkısı şaşırtıcı olacaktır.
“Jeopolitik Meydan Muharebesi” örneklerinde olduğu gibi, büyük oyuncu her zaman, istediği neticeyi alamayabilmektedir. Kurduğu oyunlar birçok örnekte geri tepmiş, hedef ülkeden çok daha fazla zarar görmüştür.
Washington’un Türkiye ve Brezilya’yı önce takas sözleşmesi için teşvik etmesi, sonra da tırmanan bir şekilde hedef haline getirmesinde başka faktörleri de dikkate almak gerek. Hemen her başkentte olduğu gibi, ülkenin dış politika belirleyicisi bir kişi veya kurum olmayıp, genellikle vitrinde görünenlerden çok daha etkili ve yönlendirici birimler, mahfiller bulunmaktadır. Konu İran ve Ortadoğu olunca, ABD’deki derin karar vericilerin rolü daha etkili olabilmektedir. Bilindiği gibi, ABD-İsrail ilişkileri konusunda Beyaz Saray ile Musevi çevreler arasında çatışma yaşanmaktadır. Beyaz Saray, birçok örnekteki gibi süreci sonuna dek götürememekte, medya ve kamuoyu baskısına boyun eğmektedir.
Türiye-İran-Batı ilişkilerinde ortaya çıkan son düğüm, medya ve finans sektörüne de hükmeden bu mahfillerin asıl oyunları için büyük fırsatlar sunmuş olabilir. Türkiye’nin iç siyasetinde, kimsenin önceden tahmin edemediği gelişmelerin bu oyunla ilgisi hakkında komplo teorileri havada uçuşmaktadır. Kesin olan ise, ana muhalefet partisi yönetimindeki ani değişimin, cumhuriyeti kuran partinin üye ve delegelerinin projesi olmadığıdır.
Bu oyunu, çok daha farklı mecralara götürebilecek olan diğer aktörler ise Çin ve Rusya’dır. BM Güvenlik Konseyi’nin iki daimi üyesi takas sözleşmesini dikkate aldığı takdirde Türkiye büyük prestij kazanacak, ancak NATO ile ilişkiler kilitlenebilecektir.
Ankara’nın bu aşamada da suyu üfleyerek içmesi, tribünlere yönelik mesajlardan kaçınması gerekmektedir. ABD veya İsrail hatırına İran’a karşı düşmanlık politikası ne kadar yanlış ise, İran’ın avukatlığına soyunmak da o derece hatalıdır. Türkiye, birçok konuda olduğu gibi nükleer programda da İran’ı savunacak son ülke bile olmamalıdır.
Bütün bu süreçte kendisine şu soruyu da sormalıdır: Türk nükleer fizikçilerin öğrencileri G.Kore’de, Hindistan’da nükleer reaktörler kurarken, Türkiye niçin hala bu konuda nal toplamaktadır?
***
Bu yazı yayınlandıktan sonra BM Güvenlik Konseyi’nde İran ile ilgili oylamada Rusya ve Çin dahil 12 üye İran’a karşı yaptırımlar lehinde oy kullanırken, Lübnan çekimse, Türkiye ve Brezilya ise karşı oy kullanarak “İran tarafında” kalmıştır. İsrail’in Türkiye’den Filistin’e insani yardıma karşı kanlı saldırısı dünya gündemine yerleştiği hafta Türkiye’nin Batı karşıtı bu politikası, çok tartışılacaktır. Aksine beyanatlara karşın yukarıda özetlenen karanlık ilişkiler çerçevesinde, bu gelişme dış politikada bir dönüm noktası olmuştur.
Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya</p> - alaeddin yalcinkaya
,

Nükleer-Küresel Oyun İçinde Oyun
ABD ve İsrail’in hedefindeki İran’ın nükleer silah programı, çok daha etkili bir şekilde uluslararası politikayı belirler hale gelmiştir. “Reklamın kötüsü olmaz” gerçeğinden hareketle, İran’ın birçok ülke açısından prestiji yükselmiştir. Son olarak Türkiye ve Brezilya’nın katıldığı Uranyum Takas Sözleşmesi ise beklenmedik mecralara yönelmiştir. Bu durum küresel aktörlerin oyun içinde oyun kurduklarının işaretini vermektedir.
Siyasetin bir tarifi de “yalan söyleme sanatı”dır. Hiç olmayacak şeyler allanıp pullanarak gerçekmiş gibi gösterilir, gerçekler ise ihtiyaca göre tersinden vatandaşa servis edilir. Önemli olan, halk ikna edilip-kandırılırken uygun üslup ve propaganda aletlerini kullanmaktır. Böylece “yalan”, “sanat” haline gelir.
Uluslararası ilişkilerde ise acıları kabul edilebilir kelimelerle ifade etmeye veya aşırı talepleri karşısındakini ürkütmeden dile getirmeye diplomasi denmektedir. Bunun yanında “oyun teorileri”, devletlerarası ilişkilerin aslında göründüğünden farklı olarak kurgulanmış oyunlardan ibaret olduğunu göstermektedir. Bir devlet oyunu kurarken, genellikle diğerleri çapına göre piyon, at, kale vb rollerle büyük gücün verdiği görevi yerine getirir.
İmzalandıktan sonra büyük bir heyecanla pazarlanan takas sözleşmesine ABD beklenmedik tepki gösterdi. Gerek Türkiye gerekse Brezilya yetkilileri sözleşmeye konu olan 1200 kg uranyumun takası ile ilgili sürecin başından beri Washington’un bilgisi, yönlendirmesi çerçevesinde yürüdüğünü, bu konuda belge-mektup gösterdiler. Küresel barışı tehdit eden bir soruna çözüm bulma başarısının, aslında küresel patronun izni ve direktifi ile yürüyen bir oyun olduğu iddialarını bir tarafa bırakalım. Ancak Beyaz Saray’ın sözleşmeyi ve rakamlarına kadar dikte ettiği halde uzlaşmanın taraflarını hedef alması, birçok çevrece anlaşılmış değildir. Bu konuda en masum yorum, ABD yetkililerinin bu çerçevede bir sözleşmeyi Türkiye’den isterken, İran’ın kesinlikle buna yanaşmayacağını zannettikleridir. Halbuki İran, daha önce de bu tür fırsatları kaçırmamış ancak yaşanan her gelişmeyi kendi sürecinin ilerlemesi için kullanmayı başarmıştır.
İsrail ve ABD, nükleer programı yüzünden İran’ı hedef haline getirirken, Türkiye’nin jeopolitik gerçeklerini dikkate almadan, hatta büyük zarara uğraması muhtemel taleplerini her fırsatta gündeme getirmiştir. Tıpkı Irak’a ABD’nin yanında müdahale etme, tıpkı Afganistan’da Taliban’a karşı Türk askerini çıkarma isteğinde olduğu gibi. Türkiye’nin etnik, coğrafi, tarihi ve siyasi özelliklerini çok daha iyi bilen bu süper gücün hedefinde acaba Türkiye mi var sorusu çok tartışılmıştır.
Siyasi tarih bu tür oyunlarla dolu olup, geçmişte oyuna gelen yöneticilerimiz kendi siyasi hayatlarıyla birlikte ülkeyi de telafisi imkansız felaketlerle yüz yüze bırakmıştır. Meşhur 93 Harbi (1877-78 Türk-Rus Harbi), Mithat Paşa’nın İngilizlerin oyununa gelmesi ile başlamıştır. Tahtına yeni oturmuş ve ipleri henüz ele alamamış olan Sultan II. Abdülhamid, İngilizlerden Rusya’ya karşı muhtemel savaşta ittifak konusunda net cevap alamadığından, savaşa karşı çıkmıştır. Ancak Mithat Paşa, İngiliz Sefiri’nin yuvarlak laflarına aldanarak savaşın başlamasını sağlamıştır.
Aynı şekilde, Enver Paşa’nın hangi oyunlarla ülkesini I.Dünya Savaşı’na soktuğu henüz netlik kazanmamıştır. Her ikisinde de tecrübesiz yöneticilerin ikballerini taçlandırma hırsı, tecrübelilerle istişare edip, akıl ve izanla oturmalarını engellemiştir.
Saddam Hüseyin’in, ABD büyükelçisinin teşviki ile Kuveyt’e girmesinde de benzer oyunlar sözkonusudur. Bence zamanı gelip gizli belgeler ortaya çıktığında, Irak-Kuveyt arasındaki sınır sorunun tırmanmasında Washington’ın katkısı şaşırtıcı olacaktır.
“Jeopolitik Meydan Muharebesi” örneklerinde olduğu gibi, büyük oyuncu her zaman, istediği neticeyi alamayabilmektedir. Kurduğu oyunlar birçok örnekte geri tepmiş, hedef ülkeden çok daha fazla zarar görmüştür.
Washington’un Türkiye ve Brezilya’yı önce takas sözleşmesi için teşvik etmesi, sonra da tırmanan bir şekilde hedef haline getirmesinde başka faktörleri de dikkate almak gerek. Hemen her başkentte olduğu gibi, ülkenin dış politika belirleyicisi bir kişi veya kurum olmayıp, genellikle vitrinde görünenlerden çok daha etkili ve yönlendirici birimler, mahfiller bulunmaktadır. Konu İran ve Ortadoğu olunca, ABD’deki derin karar vericilerin rolü daha etkili olabilmektedir. Bilindiği gibi, ABD-İsrail ilişkileri konusunda Beyaz Saray ile Musevi çevreler arasında çatışma yaşanmaktadır. Beyaz Saray, birçok örnekteki gibi süreci sonuna dek götürememekte, medya ve kamuoyu baskısına boyun eğmektedir.
Türiye-İran-Batı ilişkilerinde ortaya çıkan son düğüm, medya ve finans sektörüne de hükmeden bu mahfillerin asıl oyunları için büyük fırsatlar sunmuş olabilir. Türkiye’nin iç siyasetinde, kimsenin önceden tahmin edemediği gelişmelerin bu oyunla ilgisi hakkında komplo teorileri havada uçuşmaktadır. Kesin olan ise, ana muhalefet partisi yönetimindeki ani değişimin, cumhuriyeti kuran partinin üye ve delegelerinin projesi olmadığıdır.
Bu oyunu, çok daha farklı mecralara götürebilecek olan diğer aktörler ise Çin ve Rusya’dır. BM Güvenlik Konseyi’nin iki daimi üyesi takas sözleşmesini dikkate aldığı takdirde Türkiye büyük prestij kazanacak, ancak NATO ile ilişkiler kilitlenebilecektir.
Ankara’nın bu aşamada da suyu üfleyerek içmesi, tribünlere yönelik mesajlardan kaçınması gerekmektedir. ABD veya İsrail hatırına İran’a karşı düşmanlık politikası ne kadar yanlış ise, İran’ın avukatlığına soyunmak da o derece hatalıdır. Türkiye, birçok konuda olduğu gibi nükleer programda da İran’ı savunacak son ülke bile olmamalıdır.
Bütün bu süreçte kendisine şu soruyu da sormalıdır: Türk nükleer fizikçilerin öğrencileri G.Kore’de, Hindistan’da nükleer reaktörler kurarken, Türkiye niçin hala bu konuda nal toplamaktadır?
***
Bu yazı yayınlandıktan sonra BM Güvenlik Konseyi’nde İran ile ilgili oylamada Rusya ve Çin dahil 12 üye İran’a karşı yaptırımlar lehinde oy kullanırken, Lübnan çekimse, Türkiye ve Brezilya ise karşı oy kullanarak “İran tarafında” kalmıştır. İsrail’in Türkiye’den Filistin’e insani yardıma karşı kanlı saldırısı dünya gündemine yerleştiği hafta Türkiye’nin Batı karşıtı bu politikası, çok tartışılacaktır. Aksine beyanatlara karşın yukarıda özetlenen karanlık ilişkiler çerçevesinde, bu gelişme dış politikada bir dönüm noktası olmuştur.
Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya

Okumaya devam et  22 Nisan tarihinde yaşanan olaylar hakkında

Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir