AÇILIMA STRATEJİK BAKIŞ

AV. ERGUN OZGEN - asker icin cozum sureci bitmistir
,

AV. ERGUN OZGEN

TURKISHFORUM DANISMA KURULU UYESI

John Naısbıtt    Global Paradoks adlı kitabında, yeni kabile düzeni ile ilgili görüşlerini  özetlerken,  demokrasi arttıkça  ülke sayısının da artmakta olduğunu ifade etmiştir… Konu içeriği itibariyle küresel sermaye stratejisinin siyasi coğrafyada   etki ve kontrol alanlarının giderek  boyut kazanması ile ilgilidir. Bu sürecin güncel  olaylardaki yansımaları  bire bir yaşanmaya devam  etmektedir….

Demokrasinin, temel hak ve özgürlüklerin kazanımının ötesinde etnik ayrışmalar üzerinden , siyasi hedeflerin ele geçirilmelerinin aracı haline dönüşmekte olması birçok çevrede tedirginlik yaratmaktadır. Bu bağlamda “ AÇILIM “ olarak gündeme  oturtulmuş bulunan konunun içeriği tam olarak  yetkililerce ifade edilmemiş ise de,  yaşanmış olan birçok olumsuzlukların  hatıralarda kalan  anıları, konuya şüpheci olarak yaklaşmaya da neden olmaktadır…

Özellikle   etnik farklılıklar üzerinden azınlık üretimine yönelik  öngörülerin,  sürekli olarak belli çevrelerde  mevcut propaganda araçları kullanılarak topluma sunulmaya çalışılması  dikkatlerden kaçmamaktadır…Konu, geniş açıdan ele alınarak  stratejik bakış ile  tanımlandığında  pekçok ülke için geçerli olmakla beraber,  özellikle AB  yapısındaki yansıması nasıl görülmektedir?

Anılan hususta, www.eurominority.org sayfasına girildiğinde  görüntüye gelen  ve birliğe dahil  olan  ülkelerdeki   azınlıklarının konumlarını  harita üzerinde görmek mümkündür…. Kısaca AB ülkeleri yönünden  AÇILIMA konu olabilecek  etnik  farklılıklar  oldukça ilginç görünmektedir!!!

Konu,, metin olarak özetlendiğinde; ülkelerin durumları şu şekildedir:

* İsveç ve Norveç  ülkelerinde 2.979.938 Sepni’nin 669.646 km2  alanda yaşamakta oldukları,

* Polonya kuzeyinde 2.515.000 Kashu bıa’ nın  6870 km2  alanda yaşadıkları,

* Ayrıca, Polonya/Çek  bölgesinde  10.120.000  Soros,  Silezia      azınlığının  48.500 km2 alanda yaşadıkları,

* Çek Cumhuriyetin’de 4.100.000 Moravia ‘nın 28.500 km2  yaşadıkları,

* Yunanistan’da 2.500.000 Arumania’lının  bulunduğu, (Türklerden bahsedilmiyor)…

* Hollanda da 2.300.000 Friseland’ın 14.000 km2 alanda yer aldıkları,

*Belçika’da 7.000.000 Flanders’in 16.000 km2  de,  3.413.000  Walonia’nın da 16.845 km2  de  yaşamakta oldukları,

*Başka ülkelerin azınlıkları   konusunda   iddialı olan Fransa’da ise,  Alsas  bölgesinde 1.829.000 kişinin 8.280 km2 alanda, Savoie bölgesinde 7.000.000 kişinin 60.000km2 kare alanda, Occitania bölgesinde ise, 15.000.000 kişinin 190.000km2 alanda, Brittany bölgesinde ise 4.334.000 kişinin 34.034 km2 alanda,  Korsikada da 285.000 kişinin 8650 km2 alanda yaşamakta oldukları ifade edilmektedir..( 5  milyona yakın kuzey  Afrikalılar açıklamada görülmemektedir)

*  İspanya’nın azınlık haritasındaki  görüntüsü ise, Basque  bölgesinde 3.007.661 kişinin  20.947 km2 alanda   yaşamakakta olduğu, Catalonia bölgesinde ise, 13.712.983. kişinin  70.520  km2 alanda yaşadıkları, Galicia bölgesinde de 2.830.000 kişinin 33.277 km2  alanda yer aldıkları  belirtilmektedir…

* İngiltere’de  ise   bu tanımlamaya göre, Wales bölgesinde 2.900.000 kişinin 20.760 km2 alanda yaşadıkları, Kuzey İrlanda’da  5.946.000 kişinin 84.421 km2 alanda yaşadığı, İskoçya bölgesinde ise,  5.094.800 kişinin 78.772. km2 alanda yaşadıkları belirtilmektedir..

* İtalya konusunda da, Sardinya ‘da 1.662.758.  kişinin 24.090 km2 alanda yaşamakkta oldukları  ifade edilmektedir…

AB azınlıklar haritasının  hangi objektif ölçüler içinde hazırlanmış olduğu  tartışmaya açık olmakla beraber  dikkat  çeken bu haritada Almanya ve Avusturyanın etnik  yönüne ilişkin bir  görüşün belirtilmemiş olmasıdır!….Sadece Bavyera bölgesi bile  ilk fırsatta  farklılığını ortaya koyabilecek  bir bölgedir. Kaldıki  cermen bağlantılı   olsalar da, Saksonlar, Jutler, Angıllar, Lagobardlar, Alamanlar, Thuringenler, Frisonlar  arasındaki bölgesel  farklar ortaya konulmadan  özdeşleştirilmişlerdir….( 3 milyondan fazla Türkden de bahis edilmiyor!!!) Avusturya da  ise,   geçmişten bu yana  kalıntıları  dikkate alınırsa, Polonyalılar, Rutenyalılar, Romenler, Çekler, Slovenler, Sırplar, Hırvatların da  azınlıklar içinde kalıntılarının olabileceği  ifadelerde yer almamıştır….

Son gelişmeler içinde  Slovakyanın dil  birliği konusunda azınlıklara  hak tanımayışı  ise ilginç bir görüntü sergilemiştir!!!

Bu tarz  azınlık haritasının AB. yönünden hazırlanması ise, çok daha değişik  ve karmaşık  verilerin ortaya çıkmasına  neden olabilecektir… John  Naısbıtt genel hatları ile, küreselleşmenin paradoksundaki etnik ayrımcılığa yönelik yorumlarını yaparken  demokrasinin toplumları  milli devlet yapılarında uzaklaştırarak ne şekilde atomize edilebileceğinin  hatırlatmasını  yapmasıdır…  Kısaca bu açıdan yaklaşıldığında anılan ülkeler yönünden de konu  ele alındığında genel anlamda AÇILIMIN  stratejik  saonuçları nasıl yorumlanabilecektir?

Yakın geçmişte, Lionel Jospın’in Başbakanlığı sırasında, Korsikanın  siyasi statüsünün  özerklği  yönünden  yaklaşımı söz konu olduğunda, konu  Fransa’da   oldukça geniş tepki almıştır. Sonucu itibariyle de Jospın    2002  seçiminde kaybetmiş ve   siyasetten silinmiştir… Fransa  üniter devlet  yapısından ve  onca değişik etnik farklılığına  rağmen ulusal bütünlüğünden ödün vermemiştir!!!

Benzer olay İtalya’da, kuzey bölgesinin Ayrılıkçı Kuzey Birliği Partisinin girişimlerine karşı yaşanmıştır. Kuzeyde Padavia Cumhuriyeti olarak  güneyden ayrılmayı amaçlayan siyasal oluşum da İtalyan  halkının Ulus Devlet ve Üniter devlet anlayışına mağlup olmuştur…

İspanya’da ise,  Bask  bölgesinde  faaliyet göstermekte olan  Bask ayrılıkçı hareketleri içinde en son   BATASUNA   partisinin   kapatılması  ve bu konuda  da AİHM ‘nin  kapatma kararını onaylamış olması  bölücü ve bölgeci yaklaşımlara karşı AB içinde  önemli bir içtihat oluşturmuştur…

Türkiye yönünden, konu ele alındığında, halen  sürekli olarak    farklı sürümler güncellenmektedir…Bu bağlamda da,   Kürt sorunu  olarak konu  demokratik açılım sloganı kapsamında toplumun önüne  getirilmeye çalışılmaktadır.   Etnik yapı üzerinden pazarlanmaya çalışılan bu oluşumda Türkiye ‘nin demografik yapısı içinde kendilerinin  toplumla özdeşleştirmeyen ayrımcı tabanın  hacmı ne kadardır? Bu husus AB içindeki ülkelerin  durumları ile kıyaslandığında  tablo neyi göstermektedir?

Bu kesimin Türk toplumu ile aidiyet duygusunu   geliştirememiş olan tabanı bir yönü ile  1995 seçimlerinden itibaren  ele alındığında,

* 1995  seçimlerinde HADEP olarak  seçime işitirak etmiş olan partinini  % 4,17 oy almış olduğu,

* 1999 seçimlerinde gene HADEP olarak  seçime işitirak etmiş olan bu partinin bu defa da % 4,75 oranında oy almış olduğu,

* 2002 seçimlerinde ise, DEHAP olarak seçime giren aynı tabana hitap eden partinin % 6,14  oy almış olduğunu,

*  2007 seçimlerine bağımsız olarak girmiş bulunan aynı parti  (DTP)  yapısında   1.830.978  kişinin bu partiye  oy vermiş olduğunu,

* 2009 Belediye seçimlerine ise,  DTP  olarak giren bu partinin bu defa da  %5,62  oy ile sandıktan çıktığı   görülmüştür…..

Kısaca, 75 milyona  yaklaşan Türkiyenin  demografik yapısında  aidiyet d uygusunu millet yapısında şekillendirememiş olan ayrımcıların siyasal konumu  aşağı yukarı  katlanarak  en fazla 3,5/ 4   milyon kadardır….(Sadece Fransa’da 5 milyona yakın kuzey Afrikalı  yaşamaktadır)  Kısaca konu   sosyolojik tabanı itibariyle bir Kürt sorundan  ziyade dış  desdekli  ayrımcı bir stratejinin  ekseninde abartılı olarak  yer almaktadır…

Demokratik açılım olarak sürümü yapılan siyasal  girişimin gerçek hedefleri konusundaki spekülasyonlar bir yana bırakılırsa, bu stratejinin hedefine ulaşması için önce şu hususun doğru cevaplanması gerekmektedir!!!  Türkiyedeki  ayrımcı hareket   sosyal yapının kendi sorunlarından mı çıkmaktadır?  Yoksa , manüple yani  gerisinde  kışkırmayı  amaçlayan dış  güçlerin politik hedeflerinin bir sonucumudur?

19yy. beri benzer kışkıtmalara sahne olan Anadolu  coğrafyasının bu bölümü   son dönemde de yeni sürümlere muhatap olmaktadır . Hatırlanacağı üzere, Şemdinli olayları olarak  fitilin tutuşturulduğu eylemde,   İngiliz Büyük Elçisi Wesmacott’un ve Mı6 nın   adının da basında  geçtiği  görülmüştür…. Ayrıca, İngiliz asıllı  İnsan Hakları  İzleme Örgütü temsilcisi olarak tanımlanan Jonathan Sugden’in de  şemdinli olayları ile ilgili olarak  sokak hareketlerine katılanlara “ Bu sefer iyi olmadı,  bir dahaki ayaklanmayı daha güçlü yapın şeklindeki” beyanı da basında  yer almıştır…. Bir diğer örnek ise son günlerde,gene basına yansıyan  şekli ile, Batman’da dernek  kurulması için  tarikat liderleriyle temasa geçmeye çalışasn Barbara Anna Lakeberg  adındaki kişinin  de bir CIA ajanı olduğu  ve bu kişinin  yakalanacağını anlayınca da  Kuzey Irak’a kaçmış olduğu  şeklindeki haberdir…

PKK  üzerinden yürütülmekte olan ayrımcı hareketin dış kaynaklı ve manüple  oluşumunun  nerelere kadar ulaşmış olduğu gene MİT raporları üzerinden  basında izlenmiştir. Bu örgütsel hareketin Avrupa’daki  faaliyetinin merkezinin  rapora göre Almanya olduğu, KAR-SAZ adı altında  buna bağlı olarak   çalışan pek çok şirket yapısının bulunduğu  bu şirketlerin Avrupa’da Fransa, İsviçre, Hollanda, İngilter, Avusturya, İsveç, Yunanistan, Danimarka, Belçika, Romanya  gibi ülkelerden  finansal destek sağlandığı  gene  basında  ifade edilmiştir….

Bir diğer husus ise, Black Water olarak  tanımlanan ABD ait silahlı  örgütün, elindeki binlerce    silah ve mühimmatı  PKK ve Talibana aktardığı şeklindeki  duyumlardır!!!!

Özetle konuya çok boyutlu olarak bakıldığında bölücü hareketin  manüplasyon merkezlerinin bir takım dış  güçlerin himayesinde olduğu, ve bu ülkelerin politik hedefleri içinde konunun   yer aldığı tartışmasızdır….Görüldüğü üzere, gerekli destek ve himayenin  dış merkezlerden  sağlandığına ilişkin  kanaat   kuvvetlenmektedir… Bu bağlamda,  AÇILIM politikasının iyi niyetli süreci içinde  manüplasyon   merkezlerinin  tahrik olaylarından ellerini çekip çekmeyeceklerinin iyi  değerlendirilmesidir!!!  Konu dışarıdan emziklendiği sürece  bu süreç  kısa süreli olacaktır!!!  Zira, olayın arka planı önemlidir!!!

Kısaca, ifade edilmeye çalışılan   hususlar yaşanmış ve yaşanmakta olan örnekler içindedir.  Esas olan,    AÇILIM  konusunda , konunun  manüple yanının çok iyi anlaşılır olmasıdır.Tekrar edildiğinde şayet   bazı dış güçler yönünden  söz konusu sorun özellikle kendi  politik hedefler içinde ve çıkarlarına göre  yer alıyorsa ,bütün iyi niyetli yaklaşımlara rağmen  istenilen sonucun sağlanması çok zordur…

Bir diğer ifade ile, bu süreçte sadece birileri istedikleri kararları Türk Devletine örtülü bir şekilde  kabul ettirmeyi amaçlıyorlarsa   ve  daha  sonraki hamlenin hazırlığına geçmelerinin alt yapısını  söz konusu  süreç  oluşturuyorlarsa, o zaman  bu ihtimallerin   dikkatte alınması  kaçınılmazdır….Zira, manüple bir  süreçte  AÇILIM IN ileride  nasıl  bir çözümsüzlük  getireceği belli olmayacaktır,  ipin ucu görüldüğü kadar dişarıdadır!

Konunun uzun soluklu bir yol olduğu muhakkaktır. Duyulan tereddütlerin gerindeki  geçmiş olayların tarih şuurundaki izleri de tazedir… AÇILIM konusunda  güney doğu halkının refahına yönelik  hedefler  bu ülkeyi ve bu ülkenin  insanlarını seven her  yurttaşın itirazsız kabul edeceği  bir husustur.Ancak , AÇILIM olarak sunulan konunun genel çerçevesi belli olmayıp yansıtılanlar   çeşitli spekülasyonlara açıktır…Bu nedenle   gündemde yer alan sunumlar  dikkate alındığında, ister istemez   hafızalarda    bazı  çağrışımlar yapmaktadır…

Okumaya devam et  Çin hükümetinin Doğu Türkistan zulmü belgelendi

Bağlantısı nedeniyle, Bilal Şimşir’in Kürtçülük  adlı   kitabının   C II. 547  sayfasında  belirtilen ve  yakın geçmişte   yer almış olan  Marksist- Leninist  bir  örgüt olan TKDP’nin  tüzüğünün  61 maddesindeki hedeflerin  günümüz açısından hatırlanması yararlı olacaktır…..

Madde içerine bakıldığında;

*Türk  Anayasası’nın değiştirilmesi, Kürt ve Türk terimlerinin Anayasa’da birlikte yer alması ve Türk Devleti’nin bu iki unsurdan oluştuğunun kabul ve ilan olunması

* Parlamentoya kendi nüfusları oranında milletvekili verilmesi,

* Kürdistan olarak tanımlanan yerlere muhacir yerleştirilmemesi ve  buradaki köy ve kentlerin isimlerinin değiştirilmemesi,

* Kürdistan şehirlerine aslı Kürt olan  idareciler yollanması,

* Türkiye’deki Kürdistan’da resmi dilin Kürtçe olması, okullarda Kürtçe kitap, mecmua ve gazete neşrinin sağlanması,

* Devletin, Kürdistan olarak tanımladıkları yerlerin kalkınması için mali ve iktisadi tedbirler almasını ve bunun için  Kürdistan olarak bildikleri yerlerin sınırları içersinde ağır sanayi yatırımlarının oluşturulmasını ve bölgeden  çıkan petrol gelirlerinin %74 ünün, Kürdistan olarak belirttikleri yerlere sarfedilmesinin gerçekleştirilmesi.  (Michael M. Gunter. The Kurdısh Problem s.302’den Abdülhaluk Çay. Kürt Dosyası s.438

Konu ile özdeşlemesi açısından    15 Ekim 2007 tarihli ABD  Dış Politika ile  ilgili Ulusal Komiteden David  L. Philips’in  imzası bulunan raporda  ise hedeflerin  şu şekilde  ifade edildiği görülmekterdir. Rapor içeriğindeki bazı maddelere bakıldığında:

*Bağlantıların kusumsal  hale getirilerek, Kuzey Irak’taki  Kürdistan Bağımsız Yönetimi’nin (KBY) İstanbul, Bursa ve Diyarbakır’da ticaret ofislerinin açılmasının sağlanmasını,

* Masooud ve Nechirvan gibi  diğer Kürt liderlerinin de Türkiye ile  ilişkilerinin arttırılmalarının temini,

* Kerkük’ün statüsünün  azınlık grupların kırılganlığını arttıracak ve sorunlar yaratacak durumlarına karşı  çözüm  sağlanmasını,

*  PKK örgütü ve liderleri  için  demokratikleşme süreci içinde   gerekli af ın çıkarılmasının sağlanmasını,

* DTP ve  bağlantılı tutukluların  tümünün serbest bırakılmasını,

* Federalizm konusunun toplumda tepki yaratmakta olduğunun görüldüğünü  bunun için  konuyu topluma daha yumuşa k şekilde ademi merkeziyet olarak kabul ettirilmesinin yollarının aranmasını,

* Türklük tanımının  değiştirilerek konunun vatandaşlık temeli üzerinden kabulünün sağlanmasını ve TCK 301 maddesi ile,  terörle mücadeye ilişkin  yasa hükümlerinin   yürülükten kaldırılmasını,

*Yargının ele alınarak   hesap sorulamaz  yapısının islahı konusunda yeni düzenlemelere gidilmesini,

* Öcalan ile  diyalog konusunda, DTP  üzerinden  gerekli yaklaşımların sağlanmasını

*Bölgenin ekonomik yapısına katkı sağlamak için yatırımların arttırılmasının ve özelleştirlme yanında toprak reformuna  önem verilmesini…..vb…..

Bu  bağlamda özellikle DTP üzerinden Anayasanın değiştirilmesi konusundaki israrın sürekli olarak  gündeme getirilmeye çalışılmasının nedenlerinin  ifade edilen hususlar kapsamında  değerlendirilmesinde yarar vardır!!!Ayrıca konuya ,  DTP’nin Eylül 2009 başında son yapmış olduğu Diyarbakır mitinginde de  kenarından köşesinden değinilmiştir!

Özetle, belirtilen  rapor kapsamında güney doğu bölgesinin kalkınması için  ticari ilişkiler ve önemli yatırımlara ait   görüşlerin de yer aldığı   görülmektedir….Bu husus esasen devletin asli görevleri içindedir. Konuya yaklaşım şekli ise,  ön görülen  olumlu mesajların arasına sıkıştırılan ve satır aralarında  topluma ve  siyaste kabul ettirilmek istenilen satır arası istekleridir….Kısaca  asli amaçın ,   ülkenin ileriye  yönelik bir zamanda toplumu ayrıştırmanın  alt yapısını oluşturmanın   ön   hedefleri gibidir!

Türkiye’nin bölgeye bakışına bir örnek olmak üzere, 1993 konsolida bütçeden bölgenin  aldığı payın hatırlanmasında yarar vardır…. Bu oran, dünden bu güne aynen artarak sürmektedir…

1993 BÜTÇE RAPORUNA GÖRE DURUM

Bölgeler                Gelir                          Harcama         (Milyar)

* Marmara Böl.      121.595.                     39.134

* İç Anadolu .Böl.    47.337                      38. 134

* Ege Böl.                 23 380                     19.385

* Akdeniz Böl.         14.559                      16.338

* Karadeniz Böl.      10.806                       18.142

* Doğuanadolu Böl.   3.844                      18.543

*G.Doguanadolu Bl   3.643                      13.857……

Söz konusu değerler 1993 yılına aitttir.  Her yılın bütçe raporları ayrı ayrı tetkik edildiğinde ,özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadoludan alınan gelir ile devletin  yapmış olduğu harcamaların oranlarını diğer bölgeler ile kıyası mümkündür…

Bölgenin ekonomik yapısının kalkınmasında  gerekli arttırımlara  karşı bir itiraz da söz konu değildir….Ancak, yukarıda ifade edilen, TKDP partisine ait tüzüğün 61  talep edilen hususların   David L. Philips’in   imzasını taşıyan rapordaki  maddeler ve DYP’nin talepleri  ile birlikte değerlendirilmeleri ,ister istemez ilginç  bir  görüntüyü ortaya çıkarmakta ve   bazı çağrışımlara da neden olmaktadır …

Ülkenin bütünlüğü yönünden çeşitli çevrelerde duyulan rahatsızlıklar ve fısıltı gazeleri  üzerinden  süre gelen söylemlere dikkat edilmelidir. Konu  hiçbir zaman bir Kürt sorunu olmamıştır…. Senaryoların telif hakkı dışarıya aitttir. Bu güne kadar  bir takım normlar ileri sürülerek  vaki talepler  dikkate alındığında uygulamada

*  Kürtçe kurslar açılmamışmıdır?  Açılanlar,  iştirak olmadığından niye kapanmak zorunda kalmışlardır?….

* Çıkartılan gazeler kaç nusha basılmış ve ne kadar satılabilmiştir?..

*Bazı sanatçıların çıkardıkları Kürtçe  kasetler e talep ne kadar olmuştur?

* TRT Şeş’in Kırmancça yayınları,  Zazaca, Solhanice, Dimillice, Bohtanice  lehçeleri ile konuşan insanlarımız tarafından ne düzeyde  itibar  görmüştür?….

* Neden dış merkezli yayın yapan ROJ TV.  Çeşitli lehçeler rağmen Türkçe yayın yapmak   lüzumunu görmektedir?

* Senelerdir,  “  Oslo,  Vatikan, Telaviv, Paris Erivan vb.”  çeşitli ülkelerin  kentlerinde  faaliyetlerini sürdürmüş bulunan Kürdoloji Enstitülerinin asli amaçları nedir?

* Ülkede,  kendisini Kürt olarak  kabul eden vatandaşlarımızdan kimler   devletin hangi kademesinde yer  alamamıştır?… Bunlar içinde bakan, millet vekili, general,  hakim, savcı ,vb..hatta   başbakan ve  Cumhurbaşkanı olmalarına   engel bir duruma muhatap olan kimse  olmuşmudur?…  Konunun cevabı  ise yaşamın içindedir….

Bütün bu uğraşıların ötesinde, yukarıda da ifade edildiği üzere  somut olaylardan yola çıkıldığında, DTP çizgisindeki oy oranına göre  Kürt  toplumunun   Türkiye genelindeki azami  yüzdesi % 6 ila %7 arasında olduğu açıktır.  Bu  kesimin  kültürel bütünlüğü ise   yaşanan olaylar dikkate alındığında  bir dil birliği   yapısını  bile  göstermemektedir….

Olayın  bu kesiti iyi bilindiği için de  süreç DTP örtüsünde, PKK üzerinden dayatmalarla Türk siyasetine dış destekli olarak kabul ettirilmeye çalışılmaktadır… Türkiyenin bir  Kürt sorunu yoktur ,bu  maske altında %90 dışa bağlı olan bir PKK  olayı vardır!!! Oynanan oyunun  asli hedefi  Türk toplumunu  önce ayrıştırmak sonra birini diğerine  yabancılaştırmak ve son safhada da, Güney Doğu  Bölgesinin siyasal yapısını çıkarlarınna göre  yeniden biçimlendirmektir….. Bu konuda da, kuzey Iraktaki oluşum ile zaman içersinde  gereken bütünleşmenin  teminidir….

Etnik farklılık üretmeye yönelik stratejinin neden tarihi temeli yoktur? Neden bölgede tek bir dil üzerinden kültür farklılığının  yapısal karakteri şekillenmemiştir?

Ayrımcı politikaları üreten dış kaynaklı enstitüler  Kürt  olarak kabul ettikleri toplumu  MEDLERİN  torunları olarak nitelemektedirler…..O zaman bu sorunun  coğrafyanın tarihi zilyedliğinin açıklanması yönünden irdelenmesi de gerekmektedir !

* Arkeolojinin verilerine göre, MEDLERİN M.Ö. 1300 re doğru Pers ve Med  kabilelerinin Kuzey Doğu Asya üzerinden İran topraklarına geldikleri…ve Urmiye Gölü civarına yerleştikleri,

* M.Ö: 800  kurdukları devletlerinin  M.Ö. 647/ 615  yılları arasında  bölgeyi işgal eden   İskitlerin  akrabası olan Kimmerler tarafından siyasi hakimiyetlerine son verilmiş olduğu görülmektedir…

Bu bağlamda  Güney Doğu   Anadolunun sosyal siyasal yapısı gene arkeolojinin tarihe kazandırdığı veriler  açısından  ne göstermektedir?

*Mezapotamya bölgesine M.Ö. 3600 da  asya üzerinden  geldiği  ifade edilen ve Turani olduğu kanıtlanan Sümer kavmi  bölgenin  tarihi zilyetliğini siyasi yönden  kazanan bir  toplum olarak görülmektedir…Medlerle ilgileri yoktur…

* M.Ö. 2500/1700 arasında Anadoluda hüküm süren Hattiler’in de  Ural Altay  dil grubuna ait olduğu  kabul görmektedir . Bunların da Medlerle ilgisi yoktur…

* M.Ö. 2000 lerde Kuzey Doğu Anadolu ‘da  Yaşayan Hurilerin de   Med toplulukları ile bağları mevcut değidir…

* Keza gene  M.Ö. 2000 Kuızey Mezapotamya’ya gelen ve bölgeye  yerleşen Gutlar da Medlerle  .bağlantılı değillerdir…

* M.Ö.1900/1700 Doğu Anadolu bölgesine gelen Kimmerlerin de Medlerle  ilgisi yoktur…

* M.Ö. 1400/1300 ortaya çıkan Hattilerin devamı olan  Hititlerin de Med  bağlantıları yoktur…

* M.Ö. 700 lerde  gene Doğu Anadoluda  devlet kuran  Urartuların da Medlerle akrabalığı yoktur…

*M.Ö. 680 lerde Kafkaslar üzerinden Anadoluya gelen İskitleri de Medlerle ilgisi yoktur…

*  M.S. 558/575  tarihleri arasında  doğu anadolu topraklarını işgal eden Hazar İmparatorluğunun temellerinde yer alan Sabarların da Medlerle bir ilgisi yoktur…

* M.S 451 de Büyük  Hun İmparatorluğunun yıkılmasından sonra bölgeye  bazı Hun boylarının geldikleri de görülmektedir…Bunların da Medlerle ilgileri yoktur….

*Bizans İmparatorluğu döneminde ise,  güneyden gelen Arap ordularının  tehditlerine karşı  Hazarın  kuzeyinden gelen ve Bizansa paralı askerlik yapan Avarlar, Bulgar, Peçenek, Kıpçak ,uz gibi Türk boylarının Güney  Doğu Anadollu bölgesine yerleştirildikleri dikkate alındığında,  söz konusu  coğrafyaya asırlar süren göçler  ve istilalar yolu ile Turan kökenli toplulukların geldikleri görülür ki bunların hiçbirinin  MEDLERLE ilgisi yoktur!!!

* En son göç 1071 Malazgirt  savaşı ile noktalanmış ve  asırlar  boyunca da Anadolu,   Asya üzerinden Türk göçlerini almaya devam etmiştir…

Bölgenin tarihi yapısı konusunda  ortaya konulan bulgular içinde  şu hususların da yer aldıkları görülmektedir….

*….Erzurum bölgesinin en eski ahalisi  Subar adını taşıdığı,  Subarların yukarı mezapotamya’da yaşayan ve buradan yayılan Avrupa ve Sami  OLMAYAN ,  bağlantılı dil konuşan medeni bir kavme Sümer ve Babillilerin verdiği bir addır….” Dip not, Artur Ungrad Subartu 1936- Walter de Gruster”…(Dr. Hamit Zübeyir  Kosay  Erzurum   ve Çevresi Düp Tarihi…sf.35)

*…Daha sonra batıda bulunan Hititlerce bu kavim Huri diye  adlandırılmıştır. Van da hükümet kuran Urartular  da Hurice veya Subarca’nın  bir şivesini konuşuyorlardı…( Dr. Hamit Zübeyir Kosay  Erzurum ve Çevresi Dip Tarihi… Sf.35)

*  ….Bizans döneminde….Anadoluya Kafkasya’dan ve Rumeliden  hıristiyan Türkler olarak  getirilen Bulgar, Avar, Peçenek, Uz, Kuman urukları  yerleştirilmiştir… Bu toplulukların büyük kısmı nın Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu’ya  iskan edildikleri  bilinmektedir. Bu  türk iskanı hemen hemen her yüzyılda bir yenilenmiştir. İslamdan önce Anadolu’ya gelen birçok Türk  Boyu Bizans’ın   dini politikası  ve hıristiyan misyonerlerinin  tesiriyle  Göktanrı dinini  bırakıp hıristiyanlaştırılmışlardır. Selçuklular, Anadolu’ya geldiklerinde buralarını hıristiyan olmuş Tüklerle meskun bulmuşlardır….”Dip not. Mehmet Eröz hıristiyanlaşan Tükler. Ankara 1938  sf.3,4,17,18”…( Dr. Hamit Zübeyir  Kosay Erzurum ve Çevresi Dip  Tarihi..sf.37)

Okumaya devam et  Avrupa Birliği ile Müzakere Sürecinde Referanduma Gitmeye Gerek Var mı?

* …. Bugün modern Türkiye’nin  toprakları   Ortaçağ’da   Diyarbakır, Van Gölü dolaylarındaki Ahlat eyaletlerini  oluşturan topraklar da  kapsamaktadır…(Claude Cahen Osmanlıdan önce Anadolu’da Türkler…sf.120)

*…..Anadolu bütünüyle ele alınacak olursa Türklerin sokulmaya  başladığı dönemde  az nufuslu  bir ülkeydi. Fetihler süresince olagelen savaşlardan, katliamlardan  ve toplanan tutsaklardan ötürü daha da  azalmıştı. Anadolu da farklı yöreler olmasına karşın, Türkler Anadolunun her yerine yayılmışlardı. Orta Asyadan yola çıkan Türlerin çoğunlukla Azerbaycan’a ve  Anadoluya yayıldıkları kesindir. Azerbaycan’a yerleşen grubun  büyük bir bölümü  zamanla Anadoluya gelmiştir…(Claude  Cahen Osmanlı’dan önce Anadoluda Türkler…sf.149)

* Evrensel değerler yönünden Türk toplumunun coğrafyadaki  yayılma alanları dikkate alındığında  akrabalık bağı tesis etmiş olduğu pekçok ulus bulunmaktadır. Çin karşısında  baskın olduğu dönemler  hariç tutulursa,  bölgedeki siyasi ve askeri etkinliğini Çin’e karşı kaybetmiş olan Türk boylarının  çoğu, zaman içinde Çinlilerle karışmışlardır…

* Hazarın  kuzeyinden batıya yönelmiş lan Türk topluluklarını ise,  İskitlerden beri  değişik zamanlarda ve istila hareketleri içinde   Slavlarla karışarak  Slavlaştıkları da bir geçektir…  Rus Tarihcisi Gumilev’in ifadesi ile, bir Rus’u  biraz kesele, altından Türk  çıkar  yakıştırması  boşuna değildir!…. Bulgarlar ise  bunun en somut örneğidir. Bu süreç bütün Balkanlar da da sürmüşrür.

* Avar devletinin yıkılmasından sonra  bölgede kalan  Türk  Boyları   Orta Avrupa coğrafyasında  kaybolmuş ve karışmışlardır….

* Orta Asyadan güneye yönelen çeşitli Türk  Boyları   Afganistan ve Hindistan coğrafyasında yerel kavimlerle karışarak akrabalıklar tesis etmişlerdir….

* Hazerin güneyinden Anadoluya yönelen Türk  Boylarının bir kısmı da Peslerle karışmış  ve bu  kavinle de  akrabalıklar tesis edilmiştir.

* Abbasiler zamanında  da bu  devlete paralı askerlik yapan diğer Türk  Boyları ise, zamanla  çoğrafyada karışarak bölge halkıyla  akrabalıklar tesis etmiştir…

* Kıpçaklar ile  etkilerini  Mısırda gösteren Türk boylarının Kurmuş olduğu Memluk Devleti  ise  benzer akrabalıklar yönünden  bir diğer  örnektir….

*Anadoluya selçuklular ve sonrasında yoğun bir şekilde gelerek bölgeye  yerleşen Oğuz boylarının   hacmı büyük olduğundan,  bu coğrafyada  fazla bir  asimilasyona maruz kalmamışlar, aksine, bölge halkı zaman içinde baskın  Türk yapısı içinde  erimiştir…

*Tarihin bu kadar akışkan   sürecı içinde  kendilerini  saf bir MED toplumu olarak niteleyenlerin  sosyolojik ve tarihi geçmişlerinin  ve   kaynağının bu bağlamda  sorgulanması   gerekmektedir!!!

Kısaca, bölge açısından tarihi verilere göre  konu tekrar  ele alındığında kendilerine MEDLERİN torunuyum diyenler, onca kavimlerin yarattığı fırtınalar arasında 2500 yıl  saf ırk olarak başka kavimlerle  hiç karışmadan  nasıl bu güne kadar gelebilmişlerdir sorusu cevapsız kalmaktadır … Kavimlerin peş peşe istilalarına uğrayan bu coğrafyada özgün varlıklarını nasıl sürdürebilmişlerdir?   Yukarıda   ifade edilen kavimler  yok olmuş olarak kabul ediliyorlarsa, MED torunları  varlıklarını ve saf kalma özelliklerini  hangi yöntemle koruyabilmişlerdir??? Bunun bilimsel izahı antropolojik açıdan nedir?

Son olarak BİLGESAM  araştırma kurumu tarafından Güneydoğu’ da 10 bin 199 kişi üzerinden  yapılmış bulunan aidiyet anketinde de  Kürtlerin %78 nin Türkiye Cumhuriyetinden ayrılmak istemedikleri  bir kere daha ortaya çıkmıştır. Bu, bir aidiyet duygusudur!!!

Gene Prof. Dr. Alemdar Yalçın’ın koordinatörlüğünde Osmanlı  tahrir ve mühümme  defterleri  üzerinden yapılan  araştırmalarda, kendilerini Kürt sayan bir çok aşiretin  köklerinin Türkmen  olduğunun da açıklığa çıktığı  amlaşılmaktadır .

Esasen kültürel  bozulmalar sonucunda  tarih boyunca birçok ters etkileşimle bölge sosyal dokusunun ve lisanlarının  etki altında kaldığı bir diğer gerçektir.  Bölge halkının lisan durumu üzerine en eski araştırmalardan biri  olan Saint  Petesburg Akademisinin  yayınladığı sözlükte,

* 3000 halis Türkçe kelime

* 2000 Türkçeleşmiş kelime

* 1240 Zint

* 1030 Tükçeleşmiş  Farisi

* 370  Eski  Pehlevi

* 300 Mahalli  Kürtçe

* 108  Gıldani

* 60 Kafkas Türkçesine ait kelimenin olduğu  belirtilmiştir…. ( Mahmut Rışvanoğlu  Doğu Aşiretleri ve Emperyalizm)

Bir diğer anlatım da   Şerif Fırat’ın Varto tarihidir…..”Herhangibir milletin ana dili olmayan Zazaca ve Kürtçe’nin  tetkikinde,bu dillerin aslen Türkçeden kopmuş ve sonra Zint, Kıldani, Farisi, Ermeni, ve Arapça’dan yığılmış bir  ve söz  yığını anlaşılmaktadır. Ari ve Midyalali lehçelerinden başlayarak Türk ve İran dilinin  karışık bir halitası olan bu dil hakkında tarihler kati  bir fikir  yürütmemişlerdir”…(Şerif  Fırat Varto Tarihi  sf. 166 )

Özetle  bu süreçte, Kürt olarak kabul ettiğimiz insanlarımızın  tek bir lisan yapısında kültürel bütünlüğü görülmüyorsa, geçmişten gelen bütün bu oluşumların harmanında bölgenin  asırlar boyunca savrulmuş olmasıdır… Kökü Asyaya uzanan  bu Turan geleneğinde  ayrımcılığa yer yoktur…Kendilerini Kürt olarak niteleyen birçok aşiretimize ait  tahrir ve mühimme  defterleri  okundukça,  çoğunun  öz benliklerinin  binlerce yıllık bir  Turan kökünden oldukları gerçeği ile karşılaşmaları da sürpriz olmayacaktır.

Tarihi inkar ederek ve dış güçlerin isteklerine göre gerçeği  tahrif ederek  çözüm arayışı  ileride daha büyük çözümsüzlükleri de getirecektir …Hiçbir ulus labaratuvarlarda üretilemez…..Taba topluluğu yapısından gelen kooperatif  karakterdeki   ülkelerin finansın gücüne dayalı politikaları  için  tarih geleneğinin algılanması oldukça zordur…..Onlar piyasa koşullarına göre  kuruşlandırdıkları  şekli ile  toplumların yapısal karakterlerini istedikleri gibi değiştirebileceklerini  var sayarlar ve büyük hesap hatası  da yaparlar…

Günlerdir tartışma konu olan AÇILIMIN  içeriği tam olarak bilinmediğinden  ve   geçmişin acı deneyleri de   hatırlandığında konu  muhtelif  spekülasyonlara neden olmaktadır. Özellikle dış  kaynaklı önerilerin   bu açılımım paydasında yer almakta olduğu görüşünün haklı nedenleri vardır…

ABD yönünden her ne kadar demokratikleşme insan hakları vb. kavramlar siyasi literatürün madde başları olarak ifade ediliyor olsa da, gerçek, herşeyden önce mevcut durumun ABD. çıkarları ile  orantılı durumunda yer almaktadır. Demokratikleşme  giderek içeriğinden uzaklaştırılarak  bir slogan  haline dönüştürülmektedir!!!Konuya örnek verilirse,

* Batista rejiminin   çıkarcı bir Küba diktatörlüğü olduğu dönemde, ABD nin  çıkarlarına hizmet ettiği için bu diktatörlük  ABD açısından rahatsız edici olmamıştır ve demokrasi ABD ‘nin aklına gelmemiştir…

* Musaddık, İran petrollerini  millileştirmek sureti ile ülkesinin  doğal kaynaklarını  İran  halkının çıkarı için  kullanmaya kalkınca kominist  suçlaması ile,Batı  istihbarat örgütlerinin  tahrik ettiği  Şah  yandaşları  tarafından iktidardan indirilmiş ve  İran uzun süre  Şah  Monarşisinin baskıcı rejimi ile yaşamak zorunda kalmıştır….ABD  Şah rejimine karşı demokratik oluşum konusunda da  herhangibir talepde bulunmamıştır…

*  Humeyni teokrasisi ABD çıkarlarına ters düştüğü için  Saddam  desteklenmiş,  daha sonra da Saddam  ABD  ve İsrail çıkarları için  zararlı görüldüğünden anti demokrat bulunarak    tasfiye edilmiştir…  Bura da da  bahane   demokratikleştirme olmuştur…

*1965 de soğuk savaşın hızlı olduğu dönemde, Endonezya da ulusalcıların ülkenin   yer altı kaynaklarının  millileştirilmesini istemeleri  ve ayrıca Cakarta’nın Pekin ve Moskova ile  ilişkilere girmesi  ABD  rahatsız etmiş, İslami kesimi  kullanarak  kominist tehlikesine karşı  toplum  tahrik edilerek koministlerin tasfiyesi  görüntüsünde  bütün ulusalcılar da tasfiye ettirmiştir.. Burada  650 bin kadar  insanın  öldürülmüş olduğu ve asli sebebin ise ABD şirketlerinin çıkarlarının olduğu çok sonra anlaşılabilmiştir…Demokrasi kimsenin aklına bile gelmemiştir..

Bir  diğer örnekte   görüntüsündeki paradoks nedeniyle HONDURAS’TAKİ  askeri darbe karşısında ABD nin  ilgisiz tavrıdır… Genellikle seçim ile gelmiş olan iktidarlara karşı askeri müdahaleler   durumunda ABD. demokrasinin  koruyucusu olarak siyasi tavrını ortaya koymaktadır… Başkan Zelaya,demokrasi sürecinde  seçimle gelmiş,  askeri darbe ile  de görevinden uzaklaştırılmıştır… ABD burada sessizdir!!! Zira, Zelaya ulusalcı, darbe yapanlar  ise, ABD çıkarlarına  göre hareket etmektedirler.. Kısaca, ABD açısından demokrasi  bir araç olmaktadır… Rejimin içeriği değil,  siyasi iktidarların ABD’nin çıkarları ile örtüşen politikaların  istenilen şekilde   uygulanıyor olmalardır….

*Analojik olarak  olaylara Türkiyede ki olaylar açısından   bakıldığında Ergenekon  adı üzerinden sürdürülen davada da ,geçmişte  işlenmiş bulunan  bazı suç unsurları  dikkate alındığında olayın merkezine bu suç  unsurlarının  koyulduğu görülmektedir..

*Sonraki aşamada,  ulus devlet ve üniter devlet yanlısı vatanperverlerin  ulusal çıkar  çizgsinde muhalefet yapmaları muhtemel  görüldüğünden bu kişi ve grupların  aynı  suç yapısı  içinde  tanımlandıkları ve dava sürecine  eklendikler izlenmektedir…

* Herhangibir örgütle   ilgisi olmayan ancak Türkiye’nin çıkarlarını dış  güçlerin çıkarlarına karşı koruyacak bu insanların   aynen  Endonezya örneğinde olduğu  gibi suçlanarak  bu dava  süreci  sonunda  tasfiye  edilmeleri   amaçlanıyor gibidir…

* Bu süreç içinde de  gene demokratikleşme sloganı ile  konu kamunun önüne getirilmeye çalışılmaktadır!…

*Anlaşıldığı kadar Güneydoğu sorununa tepki verecek olan kesimlerin  susturulmaları ve   toplumsal reflekslerinin önünün  kesilmesinde de bu süreçte  işliyor gibidir…

*.İzlendiği kadar sonraki safhalarda Güneydoğuda ki bölücü  oluşuma karşı çıkacağı muhakkak olan ve bölgede hesapları olan dış güçlerin operasyonlarını bozacağı muhakkak olan  TSK ve komuta kademesindeki bazı emekli generaller üzerinden gene TSK.  pasivize edilmek tedir!…Ayrıca,birtakım   yapay deliller ve suçlamalarla da olaya  muhatap  kılınmaya çalışılmakta oldukları intibaı vardır……

*Dava süresince TSK  personelinin   Ergenekon davası  bağlantılısı  kurularak  bu kişiler üzerinden yıpratıcı propaganda belli çevreler tarafından yürütülmekte olduğu kanaatı diğer yönden güçlenmektedir…

*Kısaca,    silahlı kuvvetlerin  etkisiz duruma  getirilmesi  sonucunda  güneydoğuda  uygulamaya koymayı  hedefledikleri    operasyonların  başarılı olmasının  amaçlanmış olduğu var sayılmaktadır!!!

Çerçevesi doğru konulmamış  ucu açık olan bu dava konusunda  Johns Hopkins   Üniversitesi  İleri Uluslar arası  Çalışmalar Okulu (SAIS)  hazırlandığı ifade edilen Ergenekon raporunun bir yönü  ile yargısal açılımdaki  şu hususlar   dikkate çarpmaktadır. Rapor içeriğinde;

* İddia edildiği şekilde bir Ergenekon  Örgütünün  veya organizasyonunun  varlığına ilişkin bir kanıtın bulunmadığı,

* Davanın temelinin Tuncay Güney’in  ifadelerinden yola  çıkılarak hipotetik bir şekilde  sunulduğu,

*  Sunulmuş bulunan kanıtların çoğunun güvenilmez oldukları,

* İddianamenin kendi içinde tutarlı olmadığı ve çelişkilerin bulunduğu,

* İddianamenin bir takım ön kabuller üzerine inşa edildiği

* Bu ön kabul ile  alakasız bireylerin  davaya dahil edilmiş olduklarını,

* Bu  görüntünün büyük bir komplonun  yansıması olabileceği

* Dava süresindeki uygulamaların toplumun büyük bir kesiminde rahatsızlık yaratmış olduğuna ilişkin örnekleri görmek mümkündür….

Türk siyasi tarihi nde önemli izleri olacak olan bu davanın gerçek yönü ve içeriği ileride  mutlaka ortaya çıkacaktır… 1965 de Endonezya da Kominisler bahane edilerek  nekadar ulusal hakları savunanlar varsa, aşırı dinci kesimlerin tahriki ile  önemli bir tasfiye operasyonunu ABD tarafından  sağlamıştır…

Okumaya devam et  Türk Silahlı Kuvvetleri’ne kim kumpas kurdu?

Türkiye de, Ulusalcı kesim ABD çıkarlarına ters düştüğü için  adete Endonezya örneğimnde olduğu gibi, önce  olayın merkezine yasa dışı  eylemler konularak, bunun etrafına da  konu ile uzak yakın hiçbir ilgisi olmayan yurtsever ve  uslusalcı kadrolar  koza gibi örülerek  bir ceza davası yapısında topluma  sunulmuş olarak görülmektedir. Ortaya  çıkan  gelişmelere  bakıldığında ise  konu, bir   cemaat örgütlenmesi üzerinden  ve demokratikleşme görüntüsündeki  iddialar ile bir  tasfiyeyi   amaçlanıyor  gibidir…

Konu, geniş açılı bir stratejik pencereden ele alınmaya çalışılmaktadır… Bir toplumu  içeriden kontrol etmenin en uygun modelleri, etnik  farklılaklar kadar, inanç   farklılıklarının da  arzu edilen şekilde kontrol edilebilmesinden geçmektedir… Halen küresel güç merkezlerinin uygulama alanlarında bu araçlar değişik  ülkelerde  kullanılmaktadır. Konunun bir diğer örneği de   Yugoslavyada yaşanmıştır…Irakta da  devam etmektedir…. Türkiye yönünden de süreç ayrımcı Kürt kartının son  olarak  sahnelenmeye çalışılmasında izlenmektedir… Sürece karşı muhalefet  yapacak olan yurtseverler ve TSK nın pasifize edilmesine yönelik uygulamalar da  peş peşe sürüme konulan  çeşitli  propagandalar  içinde     izlenmektedir.

Somut bir  örnek olarak Irak’ta sürmekte olan işgal ile ilgili olarak  konuya değinen Thomas E. Ricks ‘in ( FİYASKO)  adlı kitabının 195 sayfasında  bu ülkede  Demokratik temsilin  amacına ulaşması için  ön görülen hususlara ait diyagram incelendiğinde  işgal süresince,

* Toplumun Etnik ve  dini farklılıkları üzerinden   kabilesel bir yapıda   ayrışması,

* gerekli askeri  yöntemler ile   kontrolun sağlanması,

* son safhada sivil liderlik yapısında ve kontrolunda olacak şekilde  KABİLESEL, DİNİ ve ETNİKayrışıma göre  stratejik başarının ön görülmesinin   ifade edildiği  görülmektedir… Özetle ortaya konulan bir ulus devlet modeli olmayıp  kontrol altında tutulan bir  kabile topluluk olmaktadır…

Bu modelin hedef ülkelerin etnik dini, mezhepsel vb. yapıları üzerinden güncelleştirldiğinin birçok örneklerine tanık olunmaktadır…Aynı konu,   farklı  değişkenler üzerinden  halen  sloganlaştırılmış demokratikleşme kavramı kulanılarak  Türkiye de izlenmektedir…

Özetle, gelişmeler çok yönlü olarak  ele alındığında,  Güneydoğu bölgesinin neden  bu kadar öne çıkarılmak istenilmesinin  dış  bağlantısnın  sebebinin  ne olduğudur? Saddam sonrası Irak’ın durumu ABD işgali ile ortadadır… Bölgede ABD’nin  2011  itibariyle kapsamlı olarak  çekileceği de  netleşmiştir.  Kuzey Irak oluşumunun  bu sürecin sonundaki konumunun  nereye varacağı ile ilgili pek çok görüş ileri sürülmektedir… ABD yönünden Kuzey Irak’ın güvenliğinin  Irak merkezi hükümetine karşı  sağlanması da gerekenler içindedir, bu husus ise  pekçok kere ifade edilmiştir….

Genel durum itibariyle, PKK üzerinden Türkiye’ye vaki baskı kısaca   bir yönü ile  daralan  zaman nedeniyledir …Anılan husus herkesce bilinmektedir!…. .Bu bağlamda  bazı hesapların  da Türkiye’ye kabul ettirilmesi  dönem içinde görülmekte,  muhalefet kadrolarının sessiz kalmaları gerekmektedir!…Bu mantığa göre,. AÇILIMIN  ile ilgili geleceğe yönelik  gelişmeleri n  muhtemel  yansımaları    nelerdir?…  Neden acele edilmektedir?

Konuya küresel açıdan bakıldığında,

* Küresel sermaye krizinin   nereye kadar ulaşacağı halen  kesin eğildir. Bütün iyi niyetli  ön görülere rağmen krizin artacağı da bazı görüşlerde yer almaktadır…

* ABD’nin tek kutuplu dünya stratejisi  giderek geçerliğini kaybetmektedir, diğer güç merkezleri dünya sahnesinde yer almanın hazırlığındadır,

*Ankara Moskova ve Ankara Pekin eksenli çok yönlü  stratejik yaklaşımlar, Atlantiğin doğusu ve  Batısı tarafından dikkatle izlenmektedir…

* Özellikle  Ankara Moskova ekseni üzerinden  sürmekte olan AVRASYA  işbirliğinin  mevcut dengelere etkisi çok önemli olcak gibidir… Birileri bunu mümkün olduğunca engellenmesine çalışabilecektir… Esasen Ergenekon Davasında tutuklu bulunanların içinde   Avrasya Politikasını savunanlar da bulunmaktadır!

* Evangelist çizgide etkinleştirilen Siyonist politikalar  Batının ekonomik ve siyasal desteği ile güçlüdür.  Batının  ekonomik sıkıntılarının giderek artması  durumunda   siyonist hedeflerin zaafa uğramasında  da önemli sonuçlar oluşabilecektir…

* Bu konuda Ehud Olmet’in  Batı çöküyor “Büyük İsrail bitti “ biz de büyük tehdit altındayız şeklindeki ifadesi, Yediot Aharonot Gazetesi yazarlarından Etian Haber’in  “West’s Decline Threatens Us”  başlıklı yazısında duyulan endişede  dikkate çarpmaktadır

* Irak’ta bulunan ABD Askeri gücü  Kuzey Irak oluşumu kadar İsrail içinde bölgede bir teminat olmuştur…ABD 2011 itibariyle bölgeyi boşaltacağına göre hem Kuzey Irak oluşumu hem de İsrail yönünden  bölgede denge kayması söz konusu olabilecektir…

*Ancak, 2011 sonrası Kuzey Irak  bölgesi ister istemez  Irak  ulusal gücü ile  karşıkarşıya kalacağı varsayımlar içindedir….

* ABD Afganistandaki  askeri gücünün giderek artacağı da bir gerçektir.  Irakta bulunnan bu kuvvetlerin önemli bir bölümünün  de buraya intikal edeceği anlaşılmaktadır….

* Afganistan coğrafyasında  her ne kadar  terör  örgütlerine karşı  yürütülen askeri operasyonlar a meşru bir görüntü veriliyorsa da diğer yönden,   Türkmenistan doğalgazının  Pakistan’ın Belucistan bölgedindeki Gvadar limanından sevki konusundaki projelerin geçerlik  kazanması için bölgenin  ve güzergahın ABD denetiminde olması  gerekecektir…

* Bir diğer yönden İran  doğalgazının Pakistan ve Hindistan’a Afganistan coğrafyasından taşınması konusundaki  görüşler ise, İran’a karşı tecrit politkası  uygulayan ABD için   geçerli bir proje değildir bunun engellenmesi için Afganistanın  kendi kontrılunda bulunması gereklidir…

*  Belirtilen nedenle,   Afganistan coğrafyası üzerinden  kuzeyden güneye, ve batıdan doğuya geçiş yapması  teklif edilen  doğalgaz boru hatlarına ait güzergahın  ABD denetiminde olması zorunlu bir politik hedeftir…

* Enerji güvenliği yönünden de  Afganistan coğrafyası  üzerinde  ABD’nin konuşlanması bir zaruret olarak görülmektedir.

* Bir diğer yönden de Hazar bölgesi enerji alanlarının kontrolu konusunda  ABD nin bölgede  güçlü olmasının zaruri  nedenleri ortaya çıkmaktadır

* Ayrıca Afganistan da konuşlanacak  ABD güçlerinin Çin’in  Batı bölgesi ne yakın bir konuma yerleşmesi Çin’in çevrelenmesi yönünden de  ayrı bir stratejik tercihtir…kırgizistandaki Manas  üssünün  bu bağlamda önemi  büyüktür…

*  ABD’nin bölgeye yerleşmesi konusunda   rahatsızlık duyan Şanghay  İşbirliği  Örgütü  (ŞİÖ)  ülkelerinin 2009 Haziranında  Yekaterinburg’da  bir araya gelmeleri, bir hafta ara ile de  Brezilya, RF. Hindistan ve Çin’in   oluşturduğu (BRHÇ)   topluluğu gene  küresel düzeyde ABD karşıtı bir  dayanışma OLARAK  GÖRÜLMÜŞTÜR..

*  Çin’in Türkiye ile ticaretinin Yuan üzerinden yapılması  konusundaki yaklaşımı, Cumhurbaşkanı Gül’ün Çin ziyareti, , bunu takiben de kısa süre içinde Urumçi’de Uygur Türklerinin ayaklanmaları  ister istemez bu konu da da bazı çağrışımlara neden olmaktadır!!!

* Ayrıca, ortaya çıkan gelişmeler içinde Çin’in tavrının iyi değerlendirilmesi de gerkmektedir

* * Öncelikle ABD nin Afganistan’ kalıcı şekilde yerleşmesi ve kuvvelerini  giderek arttırması,

** İngiliz Genelkurmay Başkanı tarafından  Afganistan da 30 /40 sene kalınabileceğinin  ifade  edilmesi,

** Çin’in  batıdan  kuşaklanması ve içindeki  ayrımcı oluşumlara karşı dış güçlerin  destek   vermekte olduğa ilişkin tepkisine cevap olarak  yapmaya başladığı askeri tatbikatların dikkati çekmesi. Bu konuda

***RF ve Çin’in Rusya’nın Uzak Doğu Bölgesi   Habarovsk ile  ikinci aşamada  Çin’in Shandong  bölgesinde  tatbikatların  yapılması

*** Urumçi ayaklanmasını takiben Çin’in iki ay sürecek olan  bir tatbikatı   adeta ordular grubu seviyesinde   uygulamaya koyması….

*** Bu tatbikat basına yansıyan şekli ile,  Çin’in en batı bölgesinden   kuzey   doğu  hududuna ( Kuzey Kore  hududu)  kadar olan  alanda planlanmış oduğu haberde görülmektedir

*Genel hatları ile,  Çin’in  kara gücünün  ülkedeki  konuşlanmasına dikkat edildiğinde

Lanzhou  bölgesinde 228.000

Pekin bölgesinde  300.000

Şenyang bölgesinde 250.000

Jinan bölgesinde  190.000

Nanajing bölgesinde 250.000

Guangzu bölgesinde  180.000

Çengdu bölgesinde 180.000  kişiden oluşan  7 ayrı ordu veye ordular grubu şeklinde oluşturuldukları  görülmektedir!!! ( Yves Lacoste   Büyük Oyunu Anlamak sf. 184)

* Çin bu tatbikatta Kuzey Kore  hududunun gerisine  özellikle Lanzhou bölgesinden   yani oldukça çok  uzak bir alandan istediği kadar  kuvvet kaydırabileceğinin mesajını  vermektedir!!!

*ABD’ini Afganistan’da   kuvvet arttırmasına karşı, Çin de batı bölgelerinin güvenliği ve  Uygurlar üzerinden yürütülmek istenilen  kışkırtmalara karşı,  Kuzey Kore  üzerinden  Güneye  bir şekilde çevap vermek ister gibidir…

*Uygur bölgesinin dışında, Tibet ve Tayvan üzerinden Çine yönelik baskılar arttıkça, Çin’in de  Kuzey Kore üzerinden Güneye yönelik baskısının artması bu görüntü içinde yer alacak gibidir…

* Bu bağlamda gerek (ŞİÖ) ve gerkse de (BRHÇ)   Çin’in ayrıca küresel ölçekte  stratejik derinliğini oluşturmaktadır..

* Bu oluşum ise, ABD’nin  Asya enerji kaynakları  üzerindeki ileriye yönelik hesaplarını oldukça olumsuz etkileyecek gibidir

Belirtilen kuvvet ve güç dengelerindeki kaymalar nedeniyle, ABD açısındasn  siklet  merkezi giderek doğuya kaymaya başlamıştır. İngiliz  Genelkurmay Başkanının Afganistan da 30/ 40 daha kalınabileceğinin gerisinde de muhtemelen bu stratejik  hesaplar bulunmaktadır…

Bu  durumda ABD için asli  çıkar alanının doğuya kayıyor olmasıdır.. ABD’nin Iraktaki  varlığının da giderek doğuya intikali  gelişmeler nedeniyle  zorunlu görülmektedir. Bu nedenle de, gerek Kuzey Irak oluşumu ver gerekse İsrail’in bölgesel güvenliğine katkı sağlamakta olan ABD silahlı kuvvetlerinin 2011 de bölgeden ayrılmaları jeopolitik ve jeostratejik bir zaruret haline dönüşmektedir.

. Gerekçeleri değişik  değişkenler üzerinden tanımlanmaya çalışılan bu oluşumda ABD’nin  bölge güvenliği konusunda Türkiyeyi bir an önce AÇILIM  olarak nitelenen sürecin muhatabı kılması   kısalmakta olan zaman nedeniyledir!!!  DTP  örtüsünde şekillendirilmiş bulunan PKK nın da aceleciliği bundandır… Zira  2011 ve sonrası için  ABD açısından stratejik ağırlık  Asya ve doğusudur. Bu dönemde PKK  ve destekçilerinin stratejik derinliklerinin tümü ile zaafa uğrayacağı  jeostratejinin  dikte edeceği bir gerçek  olacaktır Bu aşamadan sonra  PKK nın gerisindeki önemli desteklerden birinin  etkisini azalması  kaçınılmaz görülmektedir…

AÇILIM konusunda  konunun temel çözümü  insanımız olan Kürtlerle eğildir…. Sorun gerisinde  kışkırtıcıları olan  PKK üretimi  iledir.  Bu örgütsel yapının gerisinde ipleri  ellerinde bulunduranların bu ipleri bırakmaları AÇILIMIN esan çözümünü  oluşturacaktır… Aksi durumda konu, sırası geldiğinde bir başka örgütsel yapıda gene dış destekli olarak toplumun önüne sürülecektir…. Çözüm için AÇILIMI planlayanların ve  destekleyenlerin   sahneden çekilmeleri gerekmektedir….

ERGUN ÖZGEN


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir