74’DEN BERİ EN BÜYÜK ZAFER

“74’DEN BERİ EN BÜYÜK ZAFER” - alman turk

“74’DEN BERİ EN BÜYÜK ZAFER”

Hüseyin MÜMTAZ

AİHM’in, KKTC’deki “Takas-Tazmin-İade Komisyonu”nu  “Etkin bir İç Hukuk Yolu” olarak gören son kararı “Ankara’da büyük memnuniyet yaratmış”.

“AİHM’nin kararından önceden haberdar olan” Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, İspanya’ya hareketinden önce bakanlıkta bir grup gazeteciyle yaptığı sohbette, “AİHM’nin bu kararı 1974’den bu yana kazandığımız en büyük diplomatik zaferlerden birisi” demiş.

Dışişleri Bakanlığı’nın kararla ilgili açıklamasında da, şöyle denilmiş: “Uluslararası yargı organları da dahil olmak üzere çareyi farklı mercilerde arayan Rum Yönetimi’nin, AİHM’nin bu kararından gereken dersi alarak, Kıbrıs sorununun mülkiyet konusu dahil tüm yönlerini KKTC ile müzakere yolu ile biran önce çözümlemesi gerektiği sonucunu çıkaracağını umuyoruz.”

Peki gerçek ne? Hakikaten zil takıp oynayalım mı? Kızılay Meydanı’nda öğlen vakti havai fişek gösterileri düzenleyelim mi?

Tam bir ay önce,  7 şubat 2010’ günü VOLKAN’da Kıbrıs’ın “hukuk ulemalarından” Fuat Veziroğlu bu “komisyon” için şunları yazmıştı..

“Bir savaştan mağlûp çıkanlar tazminat ödemek zorunda kalabilir. Biz, Barış Harekâtı’nda yenildik mi? Bir savaşta suç işleyenler tazminat yaptırımı ile karşı karşıya kalabilir. Türk ordusu hukuka dayalı müdahale hakkını kullanmakla suç mu işlemiştir ki biz şu anda Rum’a, bizim bütçemizin asla kaldırmayacağı oranda okkalı tazminatlar ödemekteyiz? Üstelik o yasa sadece maddi değil, manevi tazminat ödenmesini de emretmektedir. Biz soykırım mı yaptık ki manevi tazminata da mahkûm olmaktayız? Soykırıma uğrayan asıl biz değil miyiz? O Tazmin Komisyonu herkes bilir ki…bir Avrupa mahkemesinin empozesidir. Ve o mahkemenin kararlarına göre, bu Komisyon, KKTC’nin değil, Kuzey Kıbrıs’ı işgâl (!) altında tutan Türkiye’nin bir organıdır ve bu organın kararlarından tatmin olmayan Rumlar bizi değil, Türkiye’yi dava etmektedirler. Yine o Avrupa mahkemesinin kararlarına göre KKTC meşru bir devlet değil, -işgâlci- (!) Türkiye’nin bir idari alt birimidir. Böyle bir Komisyon kurulması da işte emperyalistlerin o mahkemesinin talebiyle gerçeğe dönüşmüştür. O yasayı geçirenler bütün bunları yani Türkiye’nin işgâlciliğini (!), KKTC’nin gayrımeşruluğunu (!) ve de işgâl (!) altında bir -idari alt birim- olduğunu kabul etmiş olmadılar mı? Türkiye işgâlci (!) midir, değil midir, KKTC meşru mudur, yoksa işgâl (!) altında bir -idari alt birim- midir, bunun cevabı ya evet ya da hayırdır ve bunun da orta yolu yoktur.”

Bu komisyon 2005 yılında AİHM’in Türkiye’ye gösterdiği bir yolla, Nisan 2006’da kuruldu..

Türkiye’de “kurulamadığı için” KKTC’de kuruldu.. Peki Türkiye’de neden kurulamıyordu? Çünkü “iki yabancı üyeli” şekli ve statüsüyle aynen bir “Düyunu Umumiye”, bir “Kapitülâsyon” kurumu idi, Anayasa’ya aykırı idi..

Aslında KKTC anayasası’na da aykırı idi.. Fakat orada da “federal yargıç” cübbeli rüya tabircileri tarafından bin yolla eğilip-bükülerek “kılıfına” uydurulmuştu..

AİHM, Komisyon’un ‘iç hukuk’ yolu sayılması için bazı şartlar ortaya koymuş; bunlar KKTC tarafından kanun ve kurallar “zorlanarak” usulüne uygun bir hâle  getirilmişti. “Altın koşul” komisyonda yabancı üyelerin bulunması idi. Şimdilik bu isteği karşılamak üzere (haberimiz olmadan değiştiyse tabii bilemeyiz) Avrupa Konseyi eski Genel Sekreteri Daniel Tarchys ve Alman hukukçu Prof. Hans Kruger de Komisyonda bulunuyor.

Bir kere AİHM’in ilgili kararında, “Bu komisyonu tanımak, KKTC’yi tanımak demek değildir” hükmü vardır.. Demek ki Türk Dışişleri’nin ilgili açıklamasında belirtildiği üzere “Kıbrıs sorununun mülkiyet konusu dahil tüm yönlerini KKTC ile müzakere yolu ile biran önce çözümlemesi gerektiği sonucu” çıkarılmamalıdır bu karardan..

Yâni; a)2 yabancı üyeli 5 kişilik uluslar arası bir komisyon, b) Lefkoşa’da Sarayönü’nde tam da Mahkemeler’in karşısında oturup, c)Ruma, d) Türkiye’nin ödeyeceği, e) şu kadar euro’luk tazminata hükmetmektedir.

Bu “Düyunu Umumiye Komisyonu”na  bugüne kadar Rumlar tarafından 450’yi aşan başvuru yapıldı. Başvurulardan 100’e yakını “dostane çözüm”le sonuçlandırıldı. Sınırlı sayıda bazı başvuru sahiplerinin taşınmazlarının iade talebi de karşılandı. Bugüne kadar sonuçlanan 70 başvuruya ilişkin olarak yaklaşık 47 milyon Euro tutarında tazminat ödenerek, kamulaştırma yapıldı.

Hep “yakın” diyoruz, “yaklaşık” diyoruz çünkü şu anda herhalde dünyada kamuoyundan “en gizli” olarak “yangından mal kaçırılan” çalışma sistemini bu komisyon uyguluyor.

Bu 47 milyon Euro’yu; hafta sonu tatilinde Türkiye’den para transferi geciktiği için memurlarına Şubat 2010 maaşını zamanında ödeyemeyen KKTC maliyesinin ödediğini zannetmiyorsunuz herhalde..

Bu para Türkiye’den ödenmektedir, Türk vergi mükelleflerinin cebinden çıkmaktadır ve ne yazık ki AİHM’in bu kararını alkışlayan dolmakalemler işin bu tarafını yazılarına yansıtmamaktadır.

Savaş’ta elde edilen toprağın tazmin edildiği şimdiye kadar görülmemiştir ve Veziroğlu’nun yazdığı gibi ancak “mağluplara” uygulanan bir yaptırımdır.

Talât’ın “bütünlüklü çözüm” dediği “nihai anlaşma” olmadan, anlaşmanın şartları oluşmadan, karşılıklı olarak neyin nasıl ödeneceği görüşülüp anlaşılmadan neden harala-gürele Rum’a tazminat ödenmektedir?

“Karşılıklı” dedik, çünkü Türklerin de güneyde toprağı vardır.. Ama bu “komisyon” ona bakmamaktadır.

Tam bu noktada Denktaş diyor ki; ”Bu karar, Rumlara mal ve mülklerinin iadesi için kapı açmış oluyor. Bizim temennimiz bu yasa yapılırken, bu komisyon kurulurken Türklerin de güneyde bırakmış olduğu mal ve mülklere bakacak bir komisyon olsa o zaman sevinilecek bir netice olurdu. Halbuki, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin yasalarıyla vermiş olduğu hakların geçersizliğini kabul eden bir komisyondur. Türklerin güneydeki mal ve mülkleriyle ilgili herhangi bir şey yapılmıyor.”

Peki…  

Yok hükmündeki, ama şimdi bile gizli gizli izinin sürüldüğü anlaşılan Annan Plânı’nda KKTC çok genel hatlarıyla, elindeki toprağın yaklaşık dörtte birini Rum tarafına teslim ediyor, elinde kalan dörtte üçe de ayrıca 80 bin Rum kabul ediyor, böylece 140 bin Kıbrıs Türkü bir insan ömrü içinde üçüncü kere göçmen durumuna düşürülüyordu.

Şimdi..

Kapitülasyon Komisyonu’nun şimdiye kadar takas-tazmin ve iade ettiği mal-mülk acaba; “Anlaşma sonunda” zaten iade edilecek dörtte birden mi, yoksa elde kalacak dörtte üçten mi verilmiştir?   

“Anlaşma” olmadan, hangi köyün kentin iade edileceği belirlenmeden böyle bir müessese nasıl çalıştırılabilir, hangi akla ve mantığa sığar?

Ya iade yahut tazmin ettiğiniz mal zaten sonunda Rum’a teslim edilecek topraklarda ise?

Üstelik komisyon kararı uyarınca “Türkiye’nin milyonlarca Euro ödediği” son mülklerden biri şu anda Lefkoşa’da otel-kumarhane olarak kullanılıyor.. Seferis Un fabrikası..

Tazminat tutarı niye “işletme sahibi”nden alınmıyor da devlet ödüyor acaba?

Eroğlu’nun konu ile ilgili yorumlarında da ilginç noktalar var..

“Şimdilik çok fazla yorum yapmaya gerek yok” diyen Başbakan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin aldığı kararı görmek gerektiğini belirterek, Mal Tazmin Komisyonu’na müracaat eden Rumların tatmin olmaması halinde, yine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gidebileceğini kaydediyor..

Yâni bu kadar gürültüden sonra Rum’un AİHM’e gitmesi engellenmiş olmuyor, sadece araya bir kademe daha konuluyor..

Başbakan Eroğlu, “Rum’u tatmin etmekte zorlanabiliriz. Manevi tazminatlar da var yasada. Bu konuda kilise ve Güney’deki hükümetin etkisiyle yoğun müracaatlar yapılırken, bu müracaatları yapanların da bir baskı altında tatmin olmama durumu ortaya çıkabilir” diyor.

Eroğlu, bu karar nedeniyle görüşmelerin zaferle kapatılacağı hayaline kapılmamak gerektiğini vurguluyor..

Başbakan Eroğlu, “Müzakere masasında 6 başlık vardır. Yönetim ve güç paylaşımı, ekonomi, Avrupa Birliği, mülkiyet, toprak ve garantiler konusu. Bazı çevreler bu kararla, sanki Kıbrıs konusu müzakere masasında çözüldü ya da çözülüyor gibi bir hava yaratmaya çalışıyor, şu anda o noktada değiliz. Rum tarafının reaksiyonu ne olacak. Onu görmek lazım. Rum tarafından müracaat edenlerin mallarla ilgili istedikleri ücretler ne olacak onları değerlendirmek gerekir” diyor.

Doğrudur, çünkü AİHM’in ilgili kararı,Talât’ın Cumhurbaşkanlığı adaylığını açıklamasından hemen önceye denk getirilmiştir.

O da bunu kendi kampanyası için bir hediye olarak kabul etmiş, öyle yansıtmaya, “görüşmelerin başarılı bir sonucu” gibi takdim etmeye özen göstermiştir.

 “74’den beri en büyük zafer”, işte böyle bir zafer..

Hadi kutlayalım… 7 Mart 2010

 

“57’İNCİ ALAY HERYERDE..

HEPİMİZ 57’İNCİ ALAY’IN NEFERİYİZ.”


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir