BALIK HAFIZASI

BALIK HAFIZASI Hüseyin MÜMTAZ Ekonomisi çöken ve peşinden AB’yi de sürükleyeceğinden korkulan Yunanistan tarihte ilk defa; “tasarruf önlemleri yüzünden” Türklerden kurtuluşunu kutlayamayacakmış.. Yunan dışişleri, Yunanistan’ın tüm dünyadaki büyükelçilik ve konsolosluklarına gönderdiği tebligat ile bu yıl 25 Mart Yunan milli bayramı çerçevesinde resepsiyon düzenlenmesini yasaklamış. Yunan dışişleri ülkede tüm resmi makamların tasarruf mesajı verdiğini belirtmiş. Bilindiği gibi Yunanistan her 25 Mart’da Türklerden (AA, Taki Berberakis’e atfen “Osmanlı boyunduruğu” diyor) kurtulmayı kutluyor. Karara tepki gösteren “aşırı sağcı” Elefteros Tipos gazetesi “Pasok iktidarı, milli bayramımızı mezara gömüyor” manşetini kullanmış. Kıbrıs’ta ise UNDP-Act finansmanıyla her iki toplum arasındaki ekonomik etkileşimin araştırıldığı çalışmadan ilginç sonuçlar çıkıyor. “Karşı tarafta” Rumlar kişi başı 50 Euro harcarken, Türkler 70 Euro harcıyor. Yine “karşıda” Kıbrıs Türk kredi kartı kullanıcılarının oranı yüzde 10 iken, Rum kredi kartı kullanıcılarının oranı ise sadece yüzde 1. “Ağlayan” Yunanistan lokanta ve tavernalarda yeme içmeyi kesiyor, gece hayatı duruyor, milli bayramlarını kutlayamıyor; ama her daim, her türlü ortamda parasızlıktan şikâyet eden KKTC’den “güneye” oluk oluk para akıtılıyor.. Kapatın kardeşim kapıları… Mecbur musunuz güneyde çocuk okutmaya, “Uzunyol”da piyasa yapmaya, çakma çantalarınızı Rum tarafından alıp doldurmaya? Bir taraftan da “görüşmeler” sür(dürül)üyor. Sürerken Rum Meclisi karar alıyor, “Yeni devlette zaten AB garantisi varken başka garantiler ve garantörlük kabul edilemez” diye.. KKTC Cumhuriyet Meclisi de 24 Şubat günü muhtemelen şu kararı oylayıp açıklayacak; “…Garanti ve İttifak Anlaşmaları ile Anavatan Türkiye’nin Kıbrıs’taki etkin ve fiili garantisinin Kıbrıs Türk halkı bakımından adada bulunacak kapsamlı çözüm anlaşmasının hayati, olmazsa olmaz unsurlardan unsurlarından biri olarak görüldüğünü vurgular ve Güney Kıbrıs Meclisinin Garanti Anlaşmaları ile ilgili kararını görüşme sürecini dinamitleyen ve kabul edilemez bulur. Garanti Anlaşmalarını Kıbrıs Türk tarafı olarak hiçbir zaman vazgeçilemeyeceğini vurgulamayı, tarihsel bir görev sayar…” “Eş zamanlı” olarak ABD Dışişleri Bakanı Yardımcısı Phil Gordon, Harvard Üniversitesi’nde “Obama’nın Avrupa politikaları” ile ilgili bir konuşma yaparken, fırsattan istifade Türkiye'nin AB üyesi olabilmesi için gereken şartları sıralayıp aynı zamanda zımnen Washington yönetiminin Türkiye'den şu taleplerini de dile getirmiş oluyor; a)Kürt açılımında yeni ilerlemeler sağlanması, b)Heybeliada Ruhban Okulu'nun açılması, c) Kıbrıs sorununun çözüme kavuşması (Kıbrıs'ta yürütülen müzakerelere tam destek, iki bölgeli, iki toplumlu bir federasyon) Peki… Dış politikayı, kapıların açılıp kapanmasını, Orams davasını “bir usta-bir memleket” yaklaşımıyla tek başına, kendi başına yürütmeye pek meraklı Talât acaba KKTC Meclisi’nin oylayacağı karara ne diyecek? Ona sorup onayını aldılar mı? Cümlelerde uygun gördüğü düzeltmeleri yaptı mı? Şeytan dürttü, Talât’ın en büyük marifeti imiş gibi takdim edilen “görüşmeler”in geçmişini kurcalamak geldi aklıma.. Kitabın adı “Müzakereler”.. Denktaş’ın 19 Şubat-22 Mart 2004 arasında, Annan Rezaleti’nden önce yürüttüğü, yönettiği son “Müzakereler”i anlatıyor. (Akdeniz Haber Ajansı. Nisan 2004) “Tüm baskılara rağmen, halkıma verdiğim söze bağlı kalarak görüşmelerle ilgili tüm gelişme ve gerçekleri günü gününe halkıma açıkladım. Bu benim hem görevim, hem vicdani sorumluluğumdu. Bunların yanısıra halka, davaya ve barışa büyük bir hizmetti ve yine aynı anlayış ve sorumlulukla 19 Şubat-22 Mart 2004 tarihleri arasında yapılan görüşmeleri belgeleriyle yayınlamayı görev bildim” diyor Denktaş. (Sayfa 10) Siz Talât’ın şu kadar yıldır yaptığı bilmem ne kadar görüşmenin içeriğini, ne konuşulduğunu, neyin verilip/alınamadığını, kaç –yerleşik-ten hangilerinin isimlerinin verildiğini biliyor musunuz? Rumca bilmezseniz bilemezsiniz.. Çünkü Talât yoldaşıyla, önce yoldaş-yoldaşa Rumca konuşuyor saatlerce.. Tanıksız, tutanaksız.. Sonra heyetlerin önüne geliyorlar. Hiç böyle rezalet olur mu? “Rum tarafı, ‘Kıbrıs artık AB üyesidir. Acquic denilen anlaşma yâni AB müktesebatı kabul edilmiştir. Dolayısı ile bunlarla oynamaya gerek yoktur. Yapılması gereken, Kıbrıs Türkleri’ni bir azınlık olarak bunun içerisine nasıl oturtacağımızı halletmektir’ yaklaşımı içindeydi. Rum tarafı büyük bir rahatlık içinde AB üyesi olarak bizim de üye olmak için herşeye razı olacağımız zannediyor ve bizi de bir yama olarak içlerine almak eyleminden vazgeçmiyorlardı”. (S. 11) Rum tarafı hiç şüpheniz olmasın bugün de aynı yaklaşım içindedir. Bizim basının değil, Rum basının sızdırdığına göre 5 yıl önceki ilkelerinden milim sapmamışlardır. Denktaş’ın 5 yıl önce yaşadığı ve tarihe not düştüğü bu tavra Talât’ın herhangi bir, en ufak bir itirazını duydunuz mu? O halde, 5 yıl önce görüşülmüş ve “anlaşılamamış”, değişik hangi konuyu görüşüyor Talât? “Birinci Görüşme.19 şubat 2004. Bugün ara bölgede bulunan BM Konferans Merkezi’nde yüzyüze görüşmelerin ilk toplantısı gerçekleşti. Saat 10’da başlayan ve yaklaşık iki buçuk saat süren görüşmede KKTC kanadından Başbakan Talât, Dışişleri Bakanı Serdar Denktaş……” (S.13) Ne kadar alışık olmadığımız bir şey değil mi? “Görüşmeci” Cumhurbaşkanı, zıt düşüncedeki partinin başkanı olan Başbakan ile koalisyon ortağı Dışişleri Bakanı’nı da heyete alıyor.. Dışarıya karşı böylece, ne olursa olsun bir “birlik” mesajı-görüntüsü veriliyor. Halbuki Talât’ın “birlik ve beraberliği” KKTC Hükümeti ile değil, muhatabı olan “karşı taraf” ile.. Heyet’te hükümetin bir temsilcisinin bulunmasını lütfen kabul ediyor ama onun da sadece “saksı” gibi oturması, fikir beyan etmemesi, hiçbir şeye karışmaması koşuluyla.. Tabii olmuyor, bu kişiliksizliği de UBP kabul etmiyor.. Talât’ın yürüttüğü görüşmeler, sadece bu açıdan baksanız bile bir “polit büro” projesidir. Rum’a yamanma, ENOSİS’e hizmet projesidir. (NOT; Simitis’in Lârnaka’daki “Enosisi’i başardık” çığlığına dikkat.) “Talât böyle bir listenin (Rum tarafına verilecek –yerleşikler- listesi) referandumda halkın ne yönde oy kullanacağını olumsuz yönde etkileyeceğini… ifade etti”.. (S.185) Dikkat buyurunuz efendim.. Talât bu gün de karşı tarafla yerleşikler pazarlığı yapmakta ama “referandumda oylar olumsuz, kendi aleyhine etkilenir” diye açıktan rakam telaffuz etmekten kaçınmaktadır. Tabii yoldaş-yoldaşa Rumca görüşmelerde ne söyledğini bilemeyiz. “Soru: Görüşme metodu New-York’ta imzalanan mutabakatla kabul edilmedi mi? Yanıt: 1.5 yıl reddettik. 1.5 yıl sonra Türkiye kabul edilebilir düşüncesine geldiği veya getirildiği için sabahın 3’üne kadar BM binasına hepsedilmek neticesinde ara formül düşünülerek ‘buyurun deneyin’ dedik. Bütün dünyanın karşımıza gelerek ‘bundan başka bir şey olmaz’ baskıları altında kabul ettik. Böyle bir metod ilk defa görüldü. Kosova’da da oldu.Kosova bugün kan kusuyor. Bu işler zorla olmaz. Kıbrıs meselesinin ne olduğuna bile teşhis koymadan ortaya attıkları formülleri zorla kabul ettirmeye çalışıyorlar”. (S.186) “Mahkûmiyet gömleğini giymem. Neticeye bakacağım ve olumsuz görürsem onu söyleyeceğim. Çekilmek de uzlaşmaya katkıdır. (S.186) Bunlara ekleyecek bir şeyiniz olabilir mi, yorum yapmaya gerek var mı? Geliyoruz, Kıbrıs Türkü için son derece hassas bir konuya.. Papadopulos’un, “1960 Anayasası’na göre tayin edilmiş memurlar” konusunu açması üzerine; “1960 Anayasası’na göre tayin edilen memurlardan Türk tarafında hemen hemen kalmadığına işaret ettim. Bizim kendi yasalarımıza göre tayin edilmiş memurlar vardır. Onların çoğu eğer tedbir alınmazsa kendini sokakta bulacak. Tazminatları ne olur belli değil. Büyük bir olaydır. Bizim sosyal ve idari yapımızı kökten etkileyecek bir olay. .. Orada büyük bir problem var..” (S.188) Yâni Talât’ın görüşmeleri sonunda “birleşme olursa” KKTC memurlarının “çoğu” kendini sokakta bulacak.. Talât’ın, bu sosyal ve ekonomik depremi nasıl çözümleyeceği konusunda bir fikriniz var mı? Bitirirken yine vurgulayalım.. Bunlar sadece 6 yıl önce yaşandı.. Ve sisler arasından edinebildiğimiz emâreler, mevcut görüşmelerin de aynı parametreler etrafında yürütülmekte olduğunu gösteriyor. Talât çıkıp en ufak bir açıklama yapmıyor.. Peki biz balık hafızalı bir toplum muyuz? Değilse ve bütün bunların ışığında önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçiminde; Rum’un içinde AB vatandaşlığı hayaliyle Eroğlu’na değil de Talât’a oy vermek, ENOSİS’e oy vermek olacaktır. Herkes, bütün taraflar artık bu kadar açık ve net olarak konumunu belirlemelidir. Saflar sıklaşmalı; “Balık Ayhan’lar”ın safı belli olmalıdır. 24 Şubat 2010 “57’İNCİ ALAY HERYERDE.. HEPİMİZ 57’İNCİ ALAY’IN NEFERİYİZ.” - referandum

BALIK HAFIZASI Hüseyin MÜMTAZ Ekonomisi çöken ve peşinden AB’yi de sürükleyeceğinden korkulan Yunanistan tarihte ilk defa; “tasarruf önlemleri yüzünden” Türklerden kurtuluşunu kutlayamayacakmış.. Yunan dışişleri, Yunanistan’ın tüm dünyadaki büyükelçilik ve konsolosluklarına gönderdiği tebligat ile bu yıl 25 Mart Yunan milli bayramı çerçevesinde resepsiyon düzenlenmesini yasaklamış. Yunan dışişleri ülkede tüm resmi makamların tasarruf mesajı verdiğini belirtmiş. Bilindiği gibi Yunanistan her 25 Mart’da Türklerden (AA, Taki Berberakis’e atfen “Osmanlı boyunduruğu” diyor) kurtulmayı kutluyor. Karara tepki gösteren “aşırı sağcı” Elefteros Tipos gazetesi “Pasok iktidarı, milli bayramımızı mezara gömüyor” manşetini kullanmış. Kıbrıs’ta ise UNDP-Act finansmanıyla her iki toplum arasındaki ekonomik etkileşimin araştırıldığı çalışmadan ilginç sonuçlar çıkıyor. “Karşı tarafta” Rumlar kişi başı 50 Euro harcarken, Türkler 70 Euro harcıyor. Yine “karşıda” Kıbrıs Türk kredi kartı kullanıcılarının oranı yüzde 10 iken, Rum kredi kartı kullanıcılarının oranı ise sadece yüzde 1. “Ağlayan” Yunanistan lokanta ve tavernalarda yeme içmeyi kesiyor, gece hayatı duruyor, milli bayramlarını kutlayamıyor; ama her daim, her türlü ortamda parasızlıktan şikâyet eden KKTC’den “güneye” oluk oluk para akıtılıyor.. Kapatın kardeşim kapıları… Mecbur musunuz güneyde çocuk okutmaya, “Uzunyol”da piyasa yapmaya, çakma çantalarınızı Rum tarafından alıp doldurmaya? Bir taraftan da “görüşmeler” sür(dürül)üyor. Sürerken Rum Meclisi karar alıyor, “Yeni devlette zaten AB garantisi varken başka garantiler ve garantörlük kabul edilemez” diye.. KKTC Cumhuriyet Meclisi de 24 Şubat günü muhtemelen şu kararı oylayıp açıklayacak; “…Garanti ve İttifak Anlaşmaları ile Anavatan Türkiye’nin Kıbrıs’taki etkin ve fiili garantisinin Kıbrıs Türk halkı bakımından adada bulunacak kapsamlı çözüm anlaşmasının hayati, olmazsa olmaz unsurlardan unsurlarından biri olarak görüldüğünü vurgular ve Güney Kıbrıs Meclisinin Garanti Anlaşmaları ile ilgili kararını görüşme sürecini dinamitleyen ve kabul edilemez bulur. Garanti Anlaşmalarını Kıbrıs Türk tarafı olarak hiçbir zaman vazgeçilemeyeceğini vurgulamayı, tarihsel bir görev sayar…” “Eş zamanlı” olarak ABD Dışişleri Bakanı Yardımcısı Phil Gordon, Harvard Üniversitesi’nde “Obama’nın Avrupa politikaları” ile ilgili bir konuşma yaparken, fırsattan istifade Türkiye’nin AB üyesi olabilmesi için gereken şartları sıralayıp aynı zamanda zımnen Washington yönetiminin Türkiye’den şu taleplerini de dile getirmiş oluyor; a)Kürt açılımında yeni ilerlemeler sağlanması, b)Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması, c) Kıbrıs sorununun çözüme kavuşması (Kıbrıs’ta yürütülen müzakerelere tam destek, iki bölgeli, iki toplumlu bir federasyon) Peki… Dış politikayı, kapıların açılıp kapanmasını, Orams davasını “bir usta-bir memleket” yaklaşımıyla tek başına, kendi başına yürütmeye pek meraklı Talât acaba KKTC Meclisi’nin oylayacağı karara ne diyecek? Ona sorup onayını aldılar mı? Cümlelerde uygun gördüğü düzeltmeleri yaptı mı? Şeytan dürttü, Talât’ın en büyük marifeti imiş gibi takdim edilen “görüşmeler”in geçmişini kurcalamak geldi aklıma.. Kitabın adı “Müzakereler”.. Denktaş’ın 19 Şubat-22 Mart 2004 arasında, Annan Rezaleti’nden önce yürüttüğü, yönettiği son “Müzakereler”i anlatıyor. (Akdeniz Haber Ajansı. Nisan 2004) “Tüm baskılara rağmen, halkıma verdiğim söze bağlı kalarak görüşmelerle ilgili tüm gelişme ve gerçekleri günü gününe halkıma açıkladım. Bu benim hem görevim, hem vicdani sorumluluğumdu. Bunların yanısıra halka, davaya ve barışa büyük bir hizmetti ve yine aynı anlayış ve sorumlulukla 19 Şubat-22 Mart 2004 tarihleri arasında yapılan görüşmeleri belgeleriyle yayınlamayı görev bildim” diyor Denktaş. (Sayfa 10) Siz Talât’ın şu kadar yıldır yaptığı bilmem ne kadar görüşmenin içeriğini, ne konuşulduğunu, neyin verilip/alınamadığını, kaç –yerleşik-ten hangilerinin isimlerinin verildiğini biliyor musunuz? Rumca bilmezseniz bilemezsiniz.. Çünkü Talât yoldaşıyla, önce yoldaş-yoldaşa Rumca konuşuyor saatlerce.. Tanıksız, tutanaksız.. Sonra heyetlerin önüne geliyorlar. Hiç böyle rezalet olur mu? “Rum tarafı, ‘Kıbrıs artık AB üyesidir. Acquic denilen anlaşma yâni AB müktesebatı kabul edilmiştir. Dolayısı ile bunlarla oynamaya gerek yoktur. Yapılması gereken, Kıbrıs Türkleri’ni bir azınlık olarak bunun içerisine nasıl oturtacağımızı halletmektir’ yaklaşımı içindeydi. Rum tarafı büyük bir rahatlık içinde AB üyesi olarak bizim de üye olmak için herşeye razı olacağımız zannediyor ve bizi de bir yama olarak içlerine almak eyleminden vazgeçmiyorlardı”. (S. 11) Rum tarafı hiç şüpheniz olmasın bugün de aynı yaklaşım içindedir. Bizim basının değil, Rum basının sızdırdığına göre 5 yıl önceki ilkelerinden milim sapmamışlardır. Denktaş’ın 5 yıl önce yaşadığı ve tarihe not düştüğü bu tavra Talât’ın herhangi bir, en ufak bir itirazını duydunuz mu? O halde, 5 yıl önce görüşülmüş ve “anlaşılamamış”, değişik hangi konuyu görüşüyor Talât? “Birinci Görüşme.19 şubat 2004. Bugün ara bölgede bulunan BM Konferans Merkezi’nde yüzyüze görüşmelerin ilk toplantısı gerçekleşti. Saat 10’da başlayan ve yaklaşık iki buçuk saat süren görüşmede KKTC kanadından Başbakan Talât, Dışişleri Bakanı Serdar Denktaş……” (S.13) Ne kadar alışık olmadığımız bir şey değil mi? “Görüşmeci” Cumhurbaşkanı, zıt düşüncedeki partinin başkanı olan Başbakan ile koalisyon ortağı Dışişleri Bakanı’nı da heyete alıyor.. Dışarıya karşı böylece, ne olursa olsun bir “birlik” mesajı-görüntüsü veriliyor. Halbuki Talât’ın “birlik ve beraberliği” KKTC Hükümeti ile değil, muhatabı olan “karşı taraf” ile.. Heyet’te hükümetin bir temsilcisinin bulunmasını lütfen kabul ediyor ama onun da sadece “saksı” gibi oturması, fikir beyan etmemesi, hiçbir şeye karışmaması koşuluyla.. Tabii olmuyor, bu kişiliksizliği de UBP kabul etmiyor.. Talât’ın yürüttüğü görüşmeler, sadece bu açıdan baksanız bile bir “polit büro” projesidir. Rum’a yamanma, ENOSİS’e hizmet projesidir. (NOT; Simitis’in Lârnaka’daki “Enosisi’i başardık” çığlığına dikkat.) “Talât böyle bir listenin (Rum tarafına verilecek –yerleşikler- listesi) referandumda halkın ne yönde oy kullanacağını olumsuz yönde etkileyeceğini… ifade etti”.. (S.185) Dikkat buyurunuz efendim.. Talât bu gün de karşı tarafla yerleşikler pazarlığı yapmakta ama “referandumda oylar olumsuz, kendi aleyhine etkilenir” diye açıktan rakam telaffuz etmekten kaçınmaktadır. Tabii yoldaş-yoldaşa Rumca görüşmelerde ne söyledğini bilemeyiz. “Soru: Görüşme metodu New-York’ta imzalanan mutabakatla kabul edilmedi mi? Yanıt: 1.5 yıl reddettik. 1.5 yıl sonra Türkiye kabul edilebilir düşüncesine geldiği veya getirildiği için sabahın 3’üne kadar BM binasına hepsedilmek neticesinde ara formül düşünülerek ‘buyurun deneyin’ dedik. Bütün dünyanın karşımıza gelerek ‘bundan başka bir şey olmaz’ baskıları altında kabul ettik. Böyle bir metod ilk defa görüldü. Kosova’da da oldu.Kosova bugün kan kusuyor. Bu işler zorla olmaz. Kıbrıs meselesinin ne olduğuna bile teşhis koymadan ortaya attıkları formülleri zorla kabul ettirmeye çalışıyorlar”. (S.186) “Mahkûmiyet gömleğini giymem. Neticeye bakacağım ve olumsuz görürsem onu söyleyeceğim. Çekilmek de uzlaşmaya katkıdır. (S.186) Bunlara ekleyecek bir şeyiniz olabilir mi, yorum yapmaya gerek var mı? Geliyoruz, Kıbrıs Türkü için son derece hassas bir konuya.. Papadopulos’un, “1960 Anayasası’na göre tayin edilmiş memurlar” konusunu açması üzerine; “1960 Anayasası’na göre tayin edilen memurlardan Türk tarafında hemen hemen kalmadığına işaret ettim. Bizim kendi yasalarımıza göre tayin edilmiş memurlar vardır. Onların çoğu eğer tedbir alınmazsa kendini sokakta bulacak. Tazminatları ne olur belli değil. Büyük bir olaydır. Bizim sosyal ve idari yapımızı kökten etkileyecek bir olay. .. Orada büyük bir problem var..” (S.188) Yâni Talât’ın görüşmeleri sonunda “birleşme olursa” KKTC memurlarının “çoğu” kendini sokakta bulacak.. Talât’ın, bu sosyal ve ekonomik depremi nasıl çözümleyeceği konusunda bir fikriniz var mı? Bitirirken yine vurgulayalım.. Bunlar sadece 6 yıl önce yaşandı.. Ve sisler arasından edinebildiğimiz emâreler, mevcut görüşmelerin de aynı parametreler etrafında yürütülmekte olduğunu gösteriyor. Talât çıkıp en ufak bir açıklama yapmıyor.. Peki biz balık hafızalı bir toplum muyuz? Değilse ve bütün bunların ışığında önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçiminde; Rum’un içinde AB vatandaşlığı hayaliyle Eroğlu’na değil de Talât’a oy vermek, ENOSİS’e oy vermek olacaktır. Herkes, bütün taraflar artık bu kadar açık ve net olarak konumunu belirlemelidir. Saflar sıklaşmalı; “Balık Ayhan’lar”ın safı belli olmalıdır. 24 Şubat 2010 “57’İNCİ ALAY HERYERDE.. HEPİMİZ 57’İNCİ ALAY’IN NEFERİYİZ.”


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir