Fethullah Hoca’dan Erdoğan’a İsrail Freni!…

Wall street Journal - New York Times


Fethullah Gülen Cemaati, Başbakan Tayyip Erdoğan’ı İsrail’e yönelik eleştirilerini kamuoyu önünde yapmaması ve daha dikkatle olması için uyardı.

Zaman Gazetesi’nin Washington Temsilciliğini yapan ve Fethullah Hoca’nın ABD’den sesi olarak algılanan Ali H. Aslan, bugün Todays Zaman’da ilginç bir makaleye imza attı.

Aslan, “İsrail ve Türkiye: Zor Bir Çift” başlıklı yazısında, öncelikle Türkiye’nin komşularıyla “sıfır problem” politikasını hatırlatarak, İsrail’le ilişkilerin gerilmesinin bir çelişki olduğuna dikkat çekti.

Ali Aslan İsrail’e, Türkiye’yle ilişkilerini geliştirme ve anti-semitizmle mücadele için askeri müdahalelerden uzak durup, kamu diplomasisi yürütmesi ve Türkiye’de temasta olduğu çevreleri farklılaştırması tavsiyelerinde bulundu.

Aslan, “İsrail’in iyice zayıflayan Kemalist laiklerle ilişkisin” eleştirirken, “Giderek güçlenen dindar muhafazakârları görmezden geldiğini” de vurguladı.

Aslan, Türkiye’ye ise tartışmalarda daha dengeli olmasını önerirken, “Türk liderler, özellikle de Başbakan Erdoğan, İsrail politikalarını kamuoyu önünde daha az eleştirmeli ve daha dikkatli bir yol izlemeli” dedi.

Aslanın bu yazısını web sitesinden okumak isteyenler için linkinide verelim.

—————————————————————————————————————————————————

GÜLEN AMERİKA’YA NEDEN VE NASIL GİTTİ  ?

CEMAATLAR VE TARİKATLAR
Naci Kaptan

 

28 Şubat ve kaset savaşları sonrası Fethullah Gülen, Amerika’ya gitti ve hala dönmedi. Sabah’ın “tarikatler-camaatlar “yazı dizisinin bir bölümü  Gülen’in gidişine ait …

Gerek siyasi gerekse dini liderlerle görüşen Fettuhlah Gülen’in yıldızı, devlet kademesinde 28 Şubat dönemiyle birlikte söndü. Gülen tedavi için gittiği ABD’den ise hala dönmedi.
İşte Fettullah Gülen’in devlet kademesinde yaşadığı süreç ;

Gülen sık sık kamuoyu önüne çıkmaya başladı. 1992’de prostat ameliyatı için Amerika’ya giden Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ı, Houston’daki Methodist Hastanesi’nde ziyaret ederek ilk kez resmi kabul gördü.

Yükselen Refah Partisi’ne karşı İslami kesimle ittifak arayışında olan Tansu Çiller’in, Gülen’le görüşmesinin ardından Gülen’in ziyaretler listesine Bülent Ecevit’ten başlayıp Mesut Yılmaz ve Hüsamettin Cindoruk’a kadar pek çok isim eklendi.Papa’ya doğru ilk adım
Tarihler 1996’yı gösterdiğinde artık “Hocaefendi” adıyla anılan Gülen, Fener Rum Patriği Bartholomeos ile biraraya geldi. İlk bakışta nedeni anlaşılamayan bu ziyaretin sonradan dinlerarası diyalog hareketinin ilk adımı olduğu ve bu sürecin, Papa ile görüşmeye kadar uzanacağı ortaya çıktı.

Gülen’in yıldızı yükselirken diğer yandan ülkede İslamcı kesimlere yönelik tepkiler de artıyordu. Her gün yeni bir olayla ülke gündemi sarsılırken 28 Şubat 1997’de yapılan MGK toplantısı yeni bir dönemin açılacağını işaret ediyordu.

28 ŞUBAT SÜRECİ BAŞLIYOR
28 Şubat döneminde hakkında MİT’in rapor hazırladığı iddiaları gündemdeyken Gülen, ABD’ye gitti. Gülen “sağlık sorunları” nedeniyle gittiğini ifade ettiği ABD’de Kardinal O’Connor ile görüştü. Türkiye’ye döndüğünde de Vatikan İstanbul Temsilcisi Georges Maroviç ile biraraya geldi.

Bu sürecin sonunda da 1998 yılında Vatikan’da Dinlerarası Diyalog hareketi adına Papa II. Jean Paul ile görüştü. Bu görüşmeyi Sefarad Hahambaşı Eliyahu Bakhsi Doron görüşmesi izledi. Gülen açısından bu başarılı dönem 18 Haziran 1999’da atv’de yayınlanan bir kasetle sona erdi. Gülen’in bu kasetteki sözleri daha önce kamuoyuna açıkladığı ılımlı İslamcı görüşleriyle çelişkili bulundu. Tam da bu dönemde “sağlık sorunları” nedeniyle yeniden ABD’ye gitti. Bugüne kadar da geri dönmedi. *1*

***
Gülen’in Laik ve demokratik Cumhuriyet rejimini eleştiren ve rejimi
değiştirmek için dile getirdiği sözler ve cemaat oluşumunun , kasetlere
yansıması Gülen’in gerçek amacını da ortaya çıkardı.
Bu kasetlerin de ATV televizyonunda gösterilmeye başlaması üzerine ,Gülen’in geleceği tehlikeye düştü.
Bu aşamada Amerika’ya gidebilmesi için bir mazeret gerekli idi.
Bu mazeret de “sağlık sorunu ve tedavi/ameliyat” olmak için Amerika’ya gitmesi gerektiği olarak dile getirildi.
Bu arada Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi savcısı Nuh Mete Yüksel’in Gülen hakkında soruşturma açtığı haberleri duyulmaya başlanmıştı.
Gülen’e her nedense sempatisi olan başbakan Ecevit,
Gülen’e telefon açarak ;

“sağlığın için Amerika’ya git ” dedi…
Ecevit, Gülen’e “By-pass kalp ameliyatı olması için !!!” Amerika’ya gecikmeden gitmesini önerdi.Tabii ki bunun ” ne tür bir sağlık” olduğunu da düşünmek gerektir Ve bu sağlık mazereti açıklaması
ne kadar gerçektir ? Bu bilinmiyor ama Gülen ABD’de ameliyat olmamıştır !!!
Gülen Ecevit’ten gelen bu uyarı/öneri nedeniyle 22 mart 1999  tarihinde Amerika,Chicago kentine giden THY uçağının yolcularından biri Fetullah Gülen’di.”
Gidiş o gidiş ,11 senedir ABD’de CIA koruması altında yaşıyor.
Halen ameliyat olarak yurda dönecek !!!
***
Fetullah Gülen’in kronolojik hayat hikâyesi
ve medyatik ilişkileri
Fethullah Gülen, resmî nüfus kaydına göre 27 Nisan 1941’de, Erzurum ili, Hasankale (Pasinler) ilçesi, Korucuk köyünde dünyaya gözlerini açtı. 1949 yılında ailesinin Alvar köyüne taşınmasıyla ilkokulu bırakmak zorunda kaldı ve daha sonra dışarıdan tamamladı. 1952 yılında, Hasankale’deki Hacı Sıtkı efendiden tecvit (usul ve kaideleriyle Kur’an okuma) çalıştı.1954 yılında Muhammed Lutfi efendinin oğlu Sadi efendiden bir iki yıl Arapça dersleri aldı.

1957 yılında Amasya, Tokat ve Sivas taraflarında fahri vaazlara başladı. Bu arada Bediüzzaman’ın eserleriyle tanıştı ve Risale-i Nurlardaki çarpıcı ve duygulandırıcı ifadeleri, etkileyen üslubu içinde ve çaktırmadan kendine mal ederek anlatmayı ve cemaati coşturmayı başardı.

1959 yılında Edirne Üç Şerefeli Camii’nde imamlığa atandı.

10 Kasım 1961 günü Ankara Mamak’ta askerlik görevine alındı.

4 Temmuz 1964 günü Edirne’de yeniden göreve başladı.

31 Temmuz 1965’te Kırklareli merkez vaizliğine tayini çıktı.

11 Mart 1966 günü İzmir merkez vaizliğine tayini yapıldı. Bundan ayrı olarak, Kestanepazarı Derneği Kur’an kursunda gönüllü öğreticilik ve belletmenlik yapmaya da başladı.

1968 yılında Diyanet görevlisi olarak hacca yollandı.

1969 yılında kahvehane sohbetlerine başladı ve Ege Bölgesi’nin çeşitli il ve ilçelerindeki vaazlarıyla tanınıp reklâmı yapıldı.

1971 yılında Kestanepazarı Kur’an Kursu’ndaki görevinden ayrıldı. 12 Mart Muhtırasının ardından 3 Mayıs günü tutuklandı. 6 ayı aşkın bir süre tutuklu kaldıktan sonra 9 Kasım günü tahliye edilip serbest bırakıldı.

23 Şubat 1972’de Edremit merkez vaizliğine tayin edildi. Burada 2 yıl görev yaptı.

29 Haziran 1974’te Manisa merkez vaizliğine atandı.

1975 yılında Kur’an ve İlim, Danwinizm, Altın Nesil, İçtimaî Adalet ve Nübüvvet isimli konferanslar serisine başladı ve 1976 yılında da devam eden bu konferanslar münasebetiyle İzmir dışında Ankara, Çorum, Malatya, Diyarbakır, Konya, Antalya, Aydın gibi illeri dolaştı.

28 Eylül 1976’da İzmir Bornova’ya tayini çıktı.

1977 yılında görevli olarak Almanya’ya gitti ve burada çeşitli yerlerde konuşmalar yaptı.

1979 yılında aylık Sızıntı dergisinde yazılar yazmaya başladı.

12 Eylül 1980 askerî müdahalesinin ardından görevini fiili olarak sürdürme imkânı bulamadı.

25 Kasım 1980’de Çanakkale merkez vaizliğine tayin edildi ise de, rahatsızlığı yüzünden görevine başlayamadı.

20 Mart 1981 tarihinde vaizlik görevinden istifa edip ayrıldı.

14 Ocak 1986 günü, hakkında arama emri olduğu için Burdur’da yakalandı. Uzun bir sorgulamadan sonra İzmir’e getirildi. Arama emrinin İzmir’le de bir alâkası olmadığı gerekçesiyle serbest bırakıldı.

1989 yılında, Üsküdar Valide Sultan Camii’nde Cuma günleri tam 1 yıl (52 hafta) süreyle konuşma yaptı ve bu vaazlar, daha sonra Sonsuz Nur adıyla 3 cilt halinde kitaplaştırıldı.

29.06.1994 günü, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın Polat Renaissance Otel’de gerçekleştirdiği açılış toplantısına katıldı ve pek çok gazeteci, yazar, sanatçı, bilim, siyaset ve işadamının katıldığı bu toplantıda yaptığı konuşma dikkatleri birden üzerine çekti. Bu açılış ve Gülen’in konuşmasıyla ilgili, masonik medyada çok geniş ve övücü değerlendirmeler yazıldı.

1994 yılı Aralık ayı başında Başbakan; Tansu Çiller’le bir araya geldi. Görüşme, medyada büyük yankı uyandırdı. Takip eden yıllarda yine Çiller’le ve ayrıca Bülent Ecevit, Mesut Yılmaz, CHP Genel Başkanı olduğu dönemde Hikmet Çetin ile görüşmelere katıldı.

1995 yılı Ocak ayında, Hürriyet ve Sabah gazetelerinde ilk dizi röportajları yayınlandı.

1995, 1996, 1997 ve 1998 yıllarında Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın düzenlediği Ramazan’da iftar yemekleri, Mutlu Yarınlar İçin El Ele gibi faaliyetlere ve Hoşgörü, Uzlaşma Teşvik Ödülleri gibi ödül törenlerinde ve bayramlaşma merasimlerinde yer aldı.

Aynı yıllar içinde, hem dinler mensupları arasında diyalog faaliyetleri hem de karşılıklı insanî dostluk ziyaretleri çerçevesinde defalarca, Türkiye Katolik Cemaatleri Ruhani Reisler Kurulu Başkanı Monsenyör Georges Marovitch, Vatikan Ankara Büyükelçisi Pier Luigi Celata, İstanbul Fener-Rum Patriği Bartholomeos, Ermeni Cemaati lideri müteveffa Karakin ve şu andaki lideri Mesrof Mutafyan, Süryani Katolik Cemaati Patrik Vekili Episkopos Yusuf Sağ, Süryani Kadim Metropoliti Yusuf Çetin ve Huriepiskopos Samuel Akdemir, Musevi Cemaati Yöneticileri ve İstanbul Hahambaşısı David Aseo ile zaman zaman bir araya gelip özel görüşmeler yaptı.

11 Haziran30 Eylül 1997 tarihleri arasında ABD’de bulunduğu sırada New York Roma Katolik Arşidükü ve New York Başpiskoposu Kardinal John O’Connor ve yardımcısı Alex ile, ayrıca Musevilere ait Anti-Defamation League’in o zamanki lideri Leon Levy ve arkadaşları Amerika Katolik Üniversitesi Doğu Hıristiyanlığı Araştırmaları Bölümü Başkanı Prof. Dr. Sidney Griffıth ile görüşüp talimat ve tavsiyeler aldı.

09.02.1998 tarihinde Vatikan’da Papa John Paul II ile tarihî bir görüşme yaptı; burada ayrıca, Kardinal Arenzi ve Kardinaller Meclisi’ne nezaket ziyaretinde bulundu. Bu ziyaret, medyada uzun bir süre haber ve yorumlara konu olarak sürekli gündeme taşındı.

19.02.1998 günü Dünya Kiliseler Birliği yöneticileri ve aynı tarihlerde, Anti-Defamation Leagu eski başkanı Leon Levy, birkaç arkadaşıyla birlikte kendisini İstanbul’da ziyaret edip övgüler yağdırdı.

25 Şubat 1998 günü Kudüs Sefared Hahambaşısı Eliyahu Bakhsı Doron’la, İstanbul Taksim’de Gazeteciler ve Yazarlar Birliği merkez binasında, 9 Mart 1998 tarihinde ise, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin organize ettiği Kültürlerarası Diyalog toplantısına katılan bilim adamları ve ruhanilerle bir araya gelip kucaklaştı.

Fethullah Gülen’le pek çok yerli ve yabancı gazeteci ve TV muhabiri röportajlarda bulundu:

Sabah Gazetesi’nden Nuriye Akman’ın röportajı, 23-30 Ocak 1995 tarihlerinde Sabah’ta,

Hürriyet Gazetesi’nden Ertuğrul Özkök’ün röportajı, 23-30 Ocak 1995 tarihlerinde Hürriyet’te,

Zaman Gazetesi’nden Eyüp Can’ın röportajı, Ağustos 1995 tarihinde Zaman’da,

Cumhuriyet Gazetesi’nden Oral Çalışlar’ın röportajı, 20-26 Ağustos 1995’te Cumhuriyet’te,

Sabah Gazetesi’nden Hulusi Turgut’un röportajı, 23-31 Ocak 1997 tarihinde Sabah’ta yayınlandı.

Nevval Sevindi ve Eyüp Can, yapmış oldukları röportajları kitaplaştırmışlardır. Sevindi’nin kitabı Sabah Gazetesi yayınlarınca, Can’ın kitabı ise Milliyet Gazetesi Yayınlarınca kitap haline getirilmiş ve her iki kitap da 100.000 civarında satmıştır. Nevval Sevindi, röportajını 2002 yılında tekrar yayınlamıştır.

Bunlardan ayrı olarak, Amerika’da öğretim üyesi olarak bulunan Hakan Yavuz’un Fethullah Gülen ile yaptığı röportaj Milliyet Gazetesi’nin Entelektüel bakış köşesinde 3 gün süreyle yayınlandı.

Ayrıca yine Milliyet Gazetesi’nden Yasemin Çongar’ın ABD’de gerçekleştirdiği röportaj 1997 Ağustos ayı içinde Milliyet’te;

Aynı gazeteden Özcan Ünlü’nün röportajı da yine aynı gazetede Mart 1998 içinde geniş olarak yayınlandı.

03.07.1995 akşamı Reha Muhtar ile devletin resmi kanalı TRT 1’de,

29.03.1997 akşamı Samanyolu TV’de Prof. Dr. Mim Kemal Öke ve Osman Özsoy ile,

15.04.1997 akşamı, Kanal D Televizyonunda Yalçın Doğan ile,

27.02.1998 tarihinde NTV’de Cengiz Çandar ve Taha Akyol ile canlı röportaj yaparken, SHOW TV adına 32. gün ekibinden Mehmet Ali Birand ve Rıdvan Akar, 1998 başlarında gerçekleştirdikleri röportajları birer hafta aralıkla iki program halinde yayınladılar ve ayrıca CD Rom halinde piyasaya arz ettiler.

Pek çok yabancı gazeteci ve televizyon ekibi de Fethullah Gülen’le röportajlar yapıp, bunları kendi gazete ve televizyonlarında geniş olarak yayınladılar. Wall Street Journal gazetesi bölge muhabirinin yaptığı röportaj, bu gazetenin Avrupa baskısında tam sayfa yer aldı. Ayrıca, Avusturyalı gazeteci, Vatikan radyosunda programcı Heinz Gstrein, Yunanistan’da yayınlanan Eleftlıeropitia gazetesinden Simeon Soltaridis, Arnavutluk’ta yayınlanan Rilindja Demokratika gazetesinden Edi Polko ve Albania gazetesinden Enver Bytci, Rilindjia Kosova gazetesinden Mehmed Giata ve bunlardan ayrı olarak, Bulgaristan, Ukrayna, Azerbaycan, Özbekistan, Gürcistan, Rusya, Kazakistan’dan resmî ve özel televizyon kanalları ve gazetelerinden bazıları da röportajlar yapıp, bunları yayınladılar. Ayrıca, Time adına bölge muhabiri James Wilde ve Le Monde adına Nicole Pope, Fethullah Gülen’le görüştüler.

Fethullah Gülen ve Mason siyasiler

Fethullah Gülen hakkında toplumun hemen her kesiminin görüş ve düşünceleri medyaya yansıdı,

Siyasetçilerden, Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel başta olmak üzere, başbakanlık yapmış bulunan DYP genel başkanı sayın Tansu Çiller, yine önceki başbakanlardan ve ANAP genel başkanı sayın Mesut Yılmaz, Türk siyasetinin en meşhur ve tecrübeli isimlerinden Demokratik Sol Parti genel başkanı başbakan olan sayın Bülent Ecevit, CHP genel başkanı sayın Deniz Baykal ve daha önceki genel başkanı sayın Hikmet Çetin, Demokratik Türkiye Partisi eski genel başkanı sayın Hüsamettin Cindoruk, Milliyetçi Hareket Partisi kurucusu ve ilk genel başkanı Alparslan Türkeş, şu andaki başkanı sayın Devlet Bahçeli, Büyük Birlik Partisi genel başkanı sayın Muhsin Yazıcıoğlu, daima Gülen hakkında iyi düşüncelerini her fırsatta dile getirdiler.

Ayrıca her partiden çok sayıda bakan ve milletvekili de, değişik münasebetlerle Gülen hakkında desteklerini ifade ettiler. Ancak Milli Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan’la, yıldızının hiç barışmadığını ve Ondan asla hoşlanmadığını, bizzat kendileri dile getirdiler.

Prof. Dr. Toktamış Ateş, Prof. Dr. Nur Vergin, Prof. Dr. Ali Yaşar Sarıbay, Prof. Dr. Nilüfer Göle, Prof. Dr. Şerif Mardin, Prof. Dr. Ümit Meriç Yazan, Prof. Dr. Halil İnalcık, Prof. Dr. İhsan Doğramacı, Prof. Dr. Mehmet Aydın, Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş, Prof. Dr. Mehmet Altan, Prof. Dr. Sabahattin Zaim, Prof. Dr. Niyazi Öktem, Prof. Dr. Suat Yıldırım, Prof. Dr. Kemal Karpat, Prof. Dr. Ahmet Yüksel Özemre, Prof. Dr. Zeki Kuşoğlu, Prof. Dr. Mehmet Saray, Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, Prof. Dr. İzzettin Doğan, Doç. Dr. Büşra Ersanlı, Doç. Dr. Ali Bayramoğlu, Doç. Dr. Ahmet Turan Alkan ve daha onlarca niyeti ve tiyniyeti malum ve marazlı nice bilim adamı, Fethullah Gülen hakkında yazılı ve sözlü olarak sürekli takdirkâr düşüncelerini dile getirdiler ve kendisiyle çeşitli vesilelerle bir araya geldiler.

Eski MİT başkanı Fuat Doğu, Orhan Ateş ve Amerikan hayranı ve İsrail bağlantılı bazı general- albay ve daha başka rütbelerde subaylar, ya Fethullah Gülen ile hususî dostluk kurdular, ya Gülen hakkında olumlu düşüncelerini dile getirdiler veya kendisiyle mektup veya tebrik teatisinde bulundular.

Sanatçılardan, isim ve etiketleri, şahsiyetlerini hatırlatacak film yıldızları Hülya Koçyiğit, Perihan Savaş, Bulut Aras, Fatma Belgen, Tanju Gürsu; ses sanatçılarından Selda Alkor, Necla Akben, Emel Sayın, Ali Rıza Binboğa, Yıldırım Gürses, Barış Manço, Cem Karaca, film yapımcılarından Halit Refiğ, Lütfi Akat; sanat eleştirmenleri Ayşe Şasa, Atilla Dorsay…

İşadamlarından Aydın Bolak, Ahmet Çalık, Cengiz Kaptanoğlu, Şadan Kalkavan, İhsan Kalkavan, Atasay Kamer, Cihan Kamer, Engin Elginkan, Sema Cıngıllıoğlu, Sakıp Sabancı, Aydın Doğan, Üzeyir Garih, İshak Alaton, Rahmi Koç, Fuat Miras ve daha pek çok isim;

Spor dünyasından, Fenerbahçe kulübü eski başkanı ve iş adamı Ali Şen, Galatatasaray kulübünün eski ve yeni futbol şubesi sorumluları, işadamı Adnan Polat ve Ergun Gürsoy, Galatasaray ve Beşiktaş gibi kulüplerden pek çok futbolcu, basketbolcu…

Medyadan çok sayıda isim:

meselâ, Taha Akyol, Yalçın Doğan, Derya Sazak, Şeref Oğuz, Doç. Dr. Şahin Alpay, Ertuğrul Özkök, Oktay Ekşi, Bekir Coşkun, merhum Yavuz Gökmen, Hadi Uluengin, Cengiz Çandar, Zeynep Göğüs, Güngör Mengi, Yavuz Donat, Nuriye Akman, Zülfü Livaneli, Mehmet Barlas, Mehmet Ali Birand, Ali Bayramoğlu, Nevval Sevindi, Mehmet Altan, Ali Acar, Etyen Mahçupyan, Avni Özgürel, Nazlı Ilıcak, Mehmet Ali Ilıcak, Memduh Bayraktaroğlu, Meriç Köyatası, Ahmet Tezcan, merhum Cenk Koray, İzzet Sedes, merhum Prof. Dr. Ayhan Songar, merhum Ahmet Kabaklı, Ayhan Katırcıkara, Mehmet Ocaktan, Mustafa Karaalioğlu, Ali Bulaç, Süleyman Yağız, Ömer Çavuşoğlu, Vehbi Dinçcan ve daha pek çok gazeteci ve televizyon programcısı, Fethullah Gülen hakkında daima olumlu düşüncelerini dile getirdiler.Fethullah Gülen, 1999 yılı Ocak ayı içinde ABD Mayo Clinic’ten 22 Mart 1999 günü için alınan randevu gereği, 21 Mart 1999 tarihinde Türkiye’den ayrıldı ve 22 Mart26 Mart günleri bu klinikte muayene olup, check-up yaptırdı. Gülen, doktorlarının öyle uygun gördüğü bahanesiyle, o tarihten bu yana yaşamını ABD’de sürdürmektedir.

Siyonist Yahudi Lobilerinden Papa Hazretlerine… Masonik mahfillerden dış güdümlü siyasilere… Münafık merkezlerden kirli örgütlere… Haçlı zihniyetli emperyalist güçlerden, uluslararası karanlık şebekelere; ilkokulu dışarıdan bitirmiş birkaç sene Arapça tahsil etmiş; ama gizli ellerce sürekli yükseltilip reklâm edilmiş bu kişiyle ilişki ve işbirliği içinde olmaları, aslında Onun gerçek mahiyeti ve marifetini göstermeye kâfidir.

Yirmi otuz sene önce, yani kendisini Müslümanlara kabul ettirmek için, İslam’ı doğru anlattığı ve henüz yozlaşıp layltlaşmadığı süreçte şunları anlatıyordu:(Bak: İ’la-yı Kelimetullah veya Cihad sh: 34-70-87-90-93-100)

“Evet salip (Haçlı Hıristiyanlar) atalarımızın bu insanlık mefkuresine mani olmak isteyince, o da bu maniayı bertaraf etmenin çaresini güçlü olmada gördü. Ecdadımızın, cihanla kavgasının manası işte buydu. Hâşâ ki, onlar gittikleri yerlere başka bir gaye için gitmiş olsunlar. Ve yine hâşâ ki, onları harekete geçiren saik, ülkeleri istila etme sevdası olsun. Onlar, i’la-yı kelimetullah’ın sevdalısıydılar.. ve tek dertleri cihanın dört bir yanında “Lâ ilahe illallah” hakikatinin duyurulmasını te’min etmekti. Böylece, yeryüzünde karanlık tek nokta kalmayacak ve her taraf iman ışığı ile aydınlanacaktı. Sanki onlar kendi dönemlerinde birer müezzin idiler. Bulundukları asrın minaresinin başına çıkmış ezan okuyor ve bu şekilde bütün kâinata dinlerini ilan ediyorlardı.

Kur’ân-ı Kerim’in bu mevzuda terğib ve teşviki vardır.

“(Ey inananlar!) Onlara karşı, Allah’ın düşmanı ve sizin düşmanlarınızı ve bunların dışında Allah’ın bilip sizin bilmediklerinizi yıldırmak üzere, gücünüzün yettiğince kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Allah yolunda sarf ettiğiniz her şey size haksızlık yapılmadan, tamamen ödenecektir.”(Enfâl, 8/60)

Rasûl-i Ekem (s.a.v) de, o günün şartları çerçevesinde şöyle buyurmaktadır.

“Kim atını Allah yoluna adar ve bir yerde beslerse; muhakkak onun doyması, suya kanması, pisliği ve idrarı kıyamet günü sevap kefesine konulacaktır.”

Müminin elinde olan, daima doğru yolu gösteren, izzet ve şeref kaynağı bir kitap; önünde de muktedayı küll bir rehber olan Hz. Muhammed (sav) vardır. O, bu ikisiyle yeryüzünün en talihli insanıdır. Dolayısıyla yeryüzü hâkimiyetinin tek namzedi O’dur. Kur’ân mümine bunu öğretir, bunu talim eder. Ve Cenab-ı Hakk müminden hep bu neticeyi bekler.

Müminler için de Rasul-i Ekrem (s.a.v)’den kalma bir variyet vardır. Evet O da ümmetine büyük bir dâva ve bir yüce gayeyi emanet ölçüsünde vasiyet etmiştir. Bu emanet, dünya ve ukba saadetinin teminatı olan İslâmî hayatın hayata hakim olmasıdır. Bu mukaddes emaneti afâk-ı âlemde temsil vazifesi, bugün bir borç olarak bize düşmektedir. Mümin, hayatı boyunca hep bu idealle yaşayacak ve yine bu ideal uğruna sıcak denize de, soğuk denize de açılacak… Sibirya buzullarında, Güney ve Kuzey Amerika’ya kadar her yerde, (güç ve hâkimiyetin ağırlığını hissettirecektir. Zira Allah (cc), müminin, kâfirlerin hâkimiyeti altında yaşamasına razı değildir. Bir mümin, kâfirin emri altında yaşamaya razı olmuşsa, o, İslâm’a ve imâna ait her şeyi kaybetmiş demektir; ve böyle birinin yaşamaya hakkı da yoktur. Zaten yaşaması da bir mezellettir., ahireti de mezellet olacaktır. Bu itibarla bir müminin, bin bir ihtimamla yaşatacağı en mukaddes duygu ve düşünce, cihana hakim olma duygu ve düşüncesi olmalıdır.

Bir zaman biz, bütün dünyaya hakim olmuştuk. Bu dün gerçekleştiği gibi bugün de gerçekleşebilir. Elverir ki azmedip, dişimizi sıkalım; hiç olmazsa, bu mevzuda düşünce üretip azim insanlarını harekete geçirelim.

“O ki, Rasulü’nü bütün dinlerin hepsine galebe çalsın diye hak din ve hidayet kaynağı (Kur’ân) ile gönderdi.”(Fetih, 48/28)

Cenab-ı Hakk, O’na Mekke’nin fethini vaad etmişti; Allah vaadinde hulfetmezdi, ve Mekke fethedildi. Bundan da anlaşılıyor ki, Cenab-ı Hakk, cihanın fethini de vakti geldiğinde O’na nasip edecekti. Zira O’na cihanın fethi de bizzat Cenab-ı Hakk tarafından vaad edilmişti. Yeryüzünde tek ve biricik hâkim din, İslâm olacaktır. O İslâm ki, insanlığa huzur ve saadet getirecek tek sistemdir. Evet Allah, Habibi’ni böyle bir dinle göndermişti. Göndermişti ki, yeryüzü O’nun nuruyla aydınlansın; bütün harabeler O’nun getirdiği hidayet kaynağı ile ma’mûr hale gelsin..

Kendisi mezellet içinde kıvranan bir milletin yüce hakikatleri temsil etmesi imkânsızdır. Hele onun eliyle takdim edilecek hakikatlerin başkalarınca kabullenilmesi hiç mi hiç mümkün değildir. Bu açıdan da, bir milleti ayakta tutan bütün temel dinamiklerde en ileri seviyede güç ve kuvvetimizi ispat etmemiz gerekmektedir. Ordumuz en modern silahlarla mücehhez olmalı; maarifimiz, en yeni buluş ve bilgilere beşiklik yapmalı; emniyet kuvvetlerimiz, üç-beş sergerdana teslim olmak bir yana, adı anıldığında bütün dünya anarşistlerinin kalplerine korku salacak derecede güçlü olmalı ve başka devletler dahi altından kalkamadıkları anarşiyi bizlerle bertaraf etmek için devletimize müracaatta bulunmalıdır. Maliyemiz, başkalarına ulufe dağıtacak seviyeye yükselmelidir. Evet, cihanla hesaplaşabilmek için bunlar şarttır. Yüce hakikatleri temsil edebilmemiz için de dünyaya hakim olmamız, ayrı bir şarttır. Bu şartın yerine gelmesi ise, ancak cihadla mümkün olacaktır.

Dünyanın neresinde olursa olsun ortada bir zulüm varsa, mümin o zulmü ortadan kaldırmak zorundadır. Çünkü mümin yeryüzünün muvazene unsurudur. Bunun için de, önce çevresinden işe başlamalı ve gücü nispetinde bu daireyi genişletmenin çarelerini araştırmalıdır. Bu mevzuda himmet öyle âli tutulmalıdır ki, perspektife bütün cihan alınmalı ve sistem de ona göre akort edilmelidir” diyordu.

Ve yine fetullah Gülen; Siyonist Yahudi Lobilerinin kuklası ve Papa misyonunun hizmetkârı olmadan önce Yahudi ve Hıristiyanlarla ilgili şunları söylüyordu(Bak: Fatiha Üzerine Mülahazalar sh: 226-229).

İşte biz “Ğayril Mağdubi” derken, Allah’ın gazabına uğramış ve Allah’ın yolundan çıkmış insanlardan olmamayı O’ndan talep ediyoruz.

“Dâllîn” kelimesine gelince; Arapça’da “dalâl’ sapıklık demektir. “Dall” de sapık insana denir. “Dâllîn” ise “sapıklar” ma’nâsına bir çoğuldur. Dalâlet bazen şaşkınlıktan olur, bazen de şaşkınlık dalâletten olur. Dalâlet; körlük, aklı kullanmama ve hayrette kalmadır ki, bunlar bazen de dalâlete sebeptir. Bazen de insan dalâlete düşer, sonra da arkasından akılsızlık, bunaklık, şaşkınlık hayret ve dehşet gelir. Bunlar bir bakıma birbirinin lâzımıdır. Âdeta aralarında bir telâzum ve devir var gibidir. Evet biz “Ğayril Mağdubi Aleyhim Veleddallin” derken Cenâb-ı Hakk’a, şaşkınlık ve hayret içinde dalâlette bulunan, hak ve hakikatin berrak yüzünü göremeyen kimselerin yoluna atmaması için rica ve niyazda bulunuyoruz.

Burada ayrı bir husus da şudur: “Ğayril Mağdubi Aleyhim Veleddallin” ayetindeki “Mağdubi” ve “Dallin” kelimelerinin başında harf-i tarif vardır. Arapça’da harf-i tarifin; ahd-i zihnî, ahd-i haricî, cins ve istiğrak gibi ma’nâlara geldiği malumdur. Burada lâm-ı tarifi cins ma’nâsına alacak olursak; ne kadar dalâlete girmiş ve ne kadar Allah’ın gazabına uğramış varsa hepsini kasdetmiş ve onların gittikleri yola düşmemek için, Allah’ın hidayetine sığınmayı talep ettiğimizi ifade etmiş oluruz. Eğer lâm-ı tarife istiğrak ma’nâsını verecek olursak; teker teker her fert ne çeşit dalâlete girmişse onların gittikleri dalâlete gitmekten Allah’a sığınıyor ve O’nun hidayetini talep ediyoruz demektir. Peygamber Efendimiz (sav) bir hadis-i şeriflerinde: “Allah’ın gazabına uğramış, Yahudiler, sapıklara gelince onlar Nasârâdır” buyurmuşlardır. Kur’ân-ı Kerîm, gadaba uğramışları ve dalâlete düşmüşleri, Yahudi ve Hıristiyanlar olarak gösterdiği gibi, bazen de onların dışındakileri kasdetmektedir. Binaenaleyh bu ayetlerle, sanki şöyle denilmek istenmektedir: “Müslümanların en yakın zıddı Yahudi ve Hıristiyanlardır. İşte kâfirler de dahil ne kadar Allah’ın gazabına uğramış ve dalâlete düşmüş varsa, onların yoluna itilip atılmadan Allah’ım Sana sığınıyorum.”

Allah (cc), Kur’ân-ı Kerim’de, Yahudiler hakkında şöyle buyuruyor: “Onlara zillet ve meskenet damgası vuruldu ve onlar Allah’ın gazabına uğradılar.” Böylece Allah (cc), Yahudilerin Kendi gazabına uğradığını anlatıyor. Hıristiyanlar hakkında: “Ey ehl-i kitap! Dininizde yok yere aşırılığa girmeyin! Bundan önce şaşmış, pek çoklarını da şaşırtmış ve doğru yoldan sapmış bir kavmin heva ve heveslerine uymayın!”(Maide, 5/77) demek suretiyle onların taşkınlık yaptıklarını, dalâlete düşüp başkalarını da idlâl ettiklerini, yani sapıp saptırdıklarını, sapıklığı şiar haline getirmiş olduklarını yüzlerine vuruyor, onları da Yahudiler gibi damgalıyor. Bu açıdan denebilir ki, en hafif kâfirden en katı kâfire kadar, hepsi bir nevi Allah’ın gazabına uğramış ve bir çeşit dalâlete düşmüşlerdir.

Kur’ân-ı Kerîm, Efendimiz’e ve O’nun devrindeki sahabeye hatta kıyamete kadar gelecek bütün cemaatlere mel’ûn olarak anlatılan Yahudi ve Hıristiyanlar, acaba o zaman ne haldeydi ve niçin gazaba uğramış, dalâlete düşmüşlerdi? Ve niçin onlara “sapık” deniyordu? Şimdi kısaca buna da bir göz atalım:

Yahudiler Tevrat’ı tahrif etmişlerdi. Kendi yazdıkları şeylere “Allah’ın Kitabı” diyorlardı. Ruhanî reisleri arzu ve isteklerine göre kitaplara şerh koyuyor ve halka “Allah kelâmı” diye anlatıyorlardı. Nazarlar tamamen maddeye yönelikti; Yahudi, yeryüzünde her şeyin temelinde ekonominin, iktisadın bulunduğu fikrini müdâfaa ediyor ve herkese bunu telkin ediyordu. Gönüllerden Allah’a imân sökülüp atılıyor ve onun yerine maddî refah, huzur ve saadet yerleştirilmeğe çalışılıyordu”

Hıristiyanlar Yahudilerden daha geri değildi. Onlar da İncil’i tahrif etmiş, İncil sayısını yüzlerceye çıkarmışlardı. Evet; İznik Toplantısı’nda dörde indirileceği âna kadar, birbirini yalanlayan yüzlerce İncil vardı. Mezhep mücadeleleri ve iç kavgalar, Hıristiyanlığı yiyip bitiriyordu. Nasıl olmasın ki, mantık azledilip, akıl da hapsedilmişti. Mantık ve akla “yasak!” damgası vurulmuştu. İkisi de, ibadethaneye ve kiliseye giremiyordu. Ruhanî reisin yanına gelen, akıl ve mantığıyla gelemiyordu. Mantıksızca teslis akidesine inanıyordu. Ona göre ilâh hem birdi hem üçtü. İşi böylesine raydan çıkaran ruhanî reisler, rahatlıkla kilisede cennet satıyor ve insanları cehennemden kurtardıklarını iddia ediyorlardı.

Böylece onlar da sapmış ve sapıklar haline gelmişlerdi. Tarîk-i müstakîm çoktan unutulmuş ve Hz. İsa’nın yolu çoktan terkedilmişti. Binaenaleyh, bunlar dünyanın bütün nimetleri içinde gark olsalar dahi yine sapıklık ve dalâlet içindeydiler. Ve işte bizi bunların yoluna atılıp itilmeden de muhafaza buyurması için Allah’a niyaz ediyor ve “Allah’ım bizi onların yoluna da itme” diyor, sonra da bu umumî duanın kabulü için “aminlerle gürlüyoruz.” O gün, Yahudi ve Hıristiyanlarla ilgili, bu Kur’ani gerçekleri söyleyen Fetullah Gülen, bugün aynı şeytani güçlerin himayesinde hamaset yapıyor… Kur’an değişmediğine göre, Fetullahın dönekleştiği kesinlik kazanıyor.
16.02.2008
www.millicozum.com
*1*
*2*
Naci Kaptan 03.02.2010
Okumaya devam et  Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı'na karşı 50 maddelik manifesto!

Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir