Minareler Süngümüz !

Bu e-Posta adresi istenmeyen postalardan korunmaktadır, görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir. - referandum
Yazan Okan Arslan
[email protected]Bu e-Posta adresi istenmeyen postalardan korunmaktadır, görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir. Referandumların önemli yer tuttuğu, Doğrudan Demokrasinin kalesi İsviçre’de halkın %57’si, başta İsviçre Halk Partisi olmak üzere ülkedeki milliyetçi partilerin geçtiğimiz yıldan başlayarak topladıkları “minare yapımına karşı” imzalarla ortaya çıkan anayasa teklifine “evet” oyu verdi. Buna göre, sadece 4 minarenin ve 400.000 Müslümanın bulunduğu ülkede bundan sonra minare yapılamayacak. Daha doğru bir ifadeyle, ülkede mevcut 4 minare korunmakla beraber, İslam dininin bir nevi sembolü olarak görülen minarelerin, bundan sonra yapımına izin verilmeyecek. Bu habere farklı mahfillerden farklı tepkiler geldi şüphesiz. Başta İsviçre hükümeti bu referandumu desteklemezken; Vatikan açıktan açığa referandum sonucuna karşı tutum takındı. Avrupa Birliği’nden de muhalif sesler yükseldi. İslam Âlemi temsilcileri ise, Müslümanları itidale davet etti. Buna karşılık, İsviçre milliyetçilerinin topladığı imzalarla başlattıkları kampanyanın referanduma dönüşmesi ve sonuçta da milliyetçilerin istediğinin olması, Avrupa’nın farklı kimlik ve kültürlere her daim toleransla yaklaşan ülkesi Hollanda’da, sağcı Hollanda Özgürlük Partisi’nin İsviçreli fikirdaşlarından ilham alarak, benzer bir yasağı Hollanda’da gerçekleştirmek için kolları sıvamalarına yol açtı. Kuşkusuz, İsviçre referandumunun sonucu, Avrupa’nın sağcı-milliyetçi kesim ve siyasi akımları için büyük bir moral oldu; örneğin Fransa’nın müzmin milliyetçi muhalifi Jean Marie Le Pen, referandum sonucunu memnuniyetle karşıladığını bildirdi. Haberler böyle. Referandum, Avrupa’da ciddi infiale yol açmış görünüyor. Referandum sonucu, belki, yakın geçmişte Danimarka’da yaşanan karikatür krizine benzer bir kültürel çatışmayı doğurabilir. Referandumun sonucuna bakılınca, ilk etapta yapılacak yorum (büyük bir çoğunluk bu yorumu yapmaktadır), İsviçre gibi medeni bir barış adasında bu tarz bir kararın büyük bir hayal kırıklığı yarattığı; minarelerin yasaklanmasının insan hak ve özgürlüklerine vurulmuş büyük bir darbe olduğu şeklinde olacaktır. Bu yorum esas itibariyle doğrudur. Çünkü, referandum sonucu, ülkede yaşayan Müslümanların, İslamiyetin en önemli kavramlarından biri olan ezanın okunduğu minarelerin inşasının bundan sonra yasaklanmasıyla birlikte, belli bir inanç grubunun dinsel özgürlüğüne bir kısıtlama getirmektedir. Ayrıca, referandum sonucu, Batı’da yükselmekte olan İslamofobinin geldiği noktayı da çok iyi özetlemektedir. Sadece Müslümanlar açısından değil; herhangi bir dinsel inanca sahip insanlar için kutsal addedilen yerlerin yapılmasına kısıtlama getirilmesi, İnsan Haklarına da aykırıdır. Ancak, durumun salt bu şekilde yorumlanıp; yavan bir kınamaya gidilmesi, İsviçre’nin ve Batı’nın İslamla olan serüvenini ve gelinen noktayı açıklamakta yetersiz kalmaktadır. Zira, 11 Eylül sonrası ayyuka çıkan İslamofobi’nin İsviçre gibi, çoğu uluslararası olay ve anlaşmazlıkta tarafsızlığın ve bağımsızlığın kalesi olmuş bir ülkede, referandum şeklinde kendini göstermesi manidardır. Öyle ki, referandum sonucunu yetkililer, “İsviçrelilerin artan kaygıları” şeklinde açıklamaktadırlar. İsviçreliler, diğer bir çok Batılı Hıristiyan halk gibi, Müslümanların imajından ve yaşam biçiminden rahatsızlık ve kaygı duyar vaziyete gelmişlerdir. Ayrıca, 11 Eylül olaylarının gerçekleştiği 2001 yılından bu yana geçen 8 sene içerisinde ülkede yaşayan Müslümanların sayısı, 310. 000’den 400. 000’e ulaşmıştır. Müslümanların, İsviçre nüfusu içerisindeki oranı da, böylelikle %5’e yükselmiştir. Ancak, İsviçrelileri esas kaygılandıran ve İslamofobinin İsviçre’de yaygınlaşmasına sebep olan, yukarıda da anıldığı gibi, daha ziyade Müslümanların çoğunun dışarıya verdiği imajdır. Bir başka ifadeyle, İsviçreli, ülkesinde yaşayan Müslümanlara baktığında, daha ziyade sakallı; üstü başı kirli; kurallara uymayan; yaşadığı toplumla entegre olmayan bir topluluğu görmektedir. Kuşkusuz, İsviçre’de ve Avrupa’da yaşayan Müslüman topluluklarının tamamı böyle değildir. Ancak, İsviçre’de ve Batı’da oluşan bu negatif Müslüman ve İslam algılaması yaygınlaştıkça, yaşadıkları toplumla entegre bir hayat süren Müslümanlar da durumdan etkilenmektedirler. Öte yandan, negatif İslam imajı, Avrupa’da oldum olası yaygın ve köklü olan aşırı sağcı-milliyetçi-ırkçı hareketlerin güçlenmesini ve bu sayede toplumlarının çok kültürlü yapısı yerine; sadece kendi monist kültürlerini hâkim kılmalarına zemin hazırlamaktadır. Aslında, kimi zaman bazı Avrupa ülkelerinde aşırı sağ partilerin beklenmedik seçim başarıları kazanmalarının arkasında yatan saik de budur. İslamofobi üzerinden yürütülen bir korku kampanyası, farklı kültürlere tahammül edemeyen faşizan anlayışların kimi zaman başarılı olması sonucunu beraberinde getirmektedir. İsviçre’deki örneğin diğer Avrupa ülkelerine ister minarelerin yasaklanması; isterse başka tür bir kısıtlamayla yayılması da aşırı sağın negatif İslam imajını kullanmasıyla gerçekleşebilir. Öte yandan, İslamı sadece negatif açıdan görme şeklindeki neo-Oryantalist akımın yarattığı imajın katkısını da burada unutmamak gerekir. Zira, bu neo-Oryantalist anlayışa göre, İslam her zaman, Batı’ya göre geri bir kültürün temsilcisidir. Bu neo-Oryantalist algılama, alenen ya da zımnen o kadar oturmuştur ki, National Geographic Society gibi bir araştırma kuruluşunun hazırlattığı “Islam” başlıklı ansiklopedik çalışmanın ön kapağını bile sadece burka giymiş kadınlar oluşturmaktadır. Bir başka ifadeyle, söz konusu neo-Oryantalist bakış için İslam sadece “burka ile kapatılmış kadınlardan” ibarettir. İsviçre’de gerçekleşen minare referandumunu, bütün bu yanlış ya da yanlı algılamalar ve verilen negatif imajlar çerçevesinde değerlendirmek gerekiyor. Batı’nın İslam ve Doğu Dünyası üzerindeki “küçümseyici” bakış açısını bertaraf etmek için, Müslümanların ve Doğuluların Batı’nın elindeki kozları ortadan kaldırması gerekiyor. Bu gerçekleşmeden, İsviçre referandumu gibi örneklerde sadece tepki göstermekle ve Batı’ya yönelik basmakalıp suçlamalarla yetinilecektir. Müslüman toplulukları, yaşadıkları ülkenin kültürüyle ve toplumuyla entegre olmadığı sürece; gettolaşma devam ettiği müddetçe; Müslümanlar İslam imajını örtünen kadınlar, sakallı ve kirli adamlar şeklinde lanse ettiği sürece, Batı’daki algılamanın değişmesi mümkün değildir. Hürriyetperver aydınların 21. yüzyılda kafa yormaları gereken esas konular da bu tip konular olacaktır. Salt devletin ya da yönetici erkin liberalleşmesi, bir toplumun demokratikleşmesi ve hoşgörü toplumu olması için yeterli midir; yoksa demokrasiyi daim ve hakim kılmak için bizzat bireylerin mi liberalleşmesi gerekmektedir?
Yorumlar (2)
1. Yazan Mustafa HayırlıBu e-Posta adresi istenmeyen postalardan korunmaktadır, görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir. 02-12-2009 21:16 - Misafir
Demokrasi "oy çokluğu" değildir... Demokrasi "oy çokluğu" değildir. Demokrasi, asıl o çokluğun dışında kalanların da varlıklarının dikkate alınması, onların da hak ve hukuklarının korunması demektir. İnsanlığın ve günümüzün demokrasi anlayışının ulaştığı seviye, "çoğunlukçu" anlayışın çok ötesine geçmiştir. Günümüzün tüm modern toplumlarında, çoğunluktan farklı olan tek bir kişinin bile varlığının ve haklarının güvence altına alınması ve korunması artık devletin temel amacı ve varlık nedeni olmuştur. Özellikle yaşama hakkı, düşünce ve inanç özgürlüğü, eğitim hakkı, sağlık hakkı vb. temel haklar söz konusu olduğunda, çoğunluğun eğilimleri doğrultusunda hareket etmek bazen çok vahim sonuçlar ortaya çıkarmaktadır. Hacettepe Üniversitesi'nde "sosyoloji" öğrenimi görürken sanıyorum 1977 yılında "Felsefe Problemleri" adlı bir ders almıştık. O yıllarda dersliklerde siğara içilebiliyordu. Dersin hocası sayın Oruç ARUOBA, daha ilk derste siğara konusunda bir oylama yaptı. Bir kişi hariç, tüm sınıf parmaklarını "siğara içilmesi yönünde" kaldırdı ve ellerde hazır bulunan siğaralar hemen yakıldı. Oruç Hoca "Siğaralarınızı hemen söndürün." diyerek müdahele etti. "Ama nasıl olur Hocam! Oylama yapıldı ya! Çoğunluk siğara içilsin, dedi ya!" gibi itirazlara, Oruç hoca daha o tarihte demokrasi dersi sayılabilecek şu cevabı verdi: "Oylama sonucunda, bir kişi siğara içilmesini istemediği için, bu sınıfta siğara içilmeyecektir. Öyle konular vardır parmak hesabıyla karar alınmaz. Sağlık bunların başında gelir, tek bir kişinin varlığı karar almak yeterlidir." Saygılarımla. Bildir
2. Yazan Faik AkçayBu e-Posta adresi istenmeyen postalardan korunmaktadır, görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir. 03-12-2009 00:31 - Misafir
Demokrasi "oy çokluğu" değildir... Minare yapılması kamuoyu yoklamasına sunulmuş. Halkın yarıdan fazlası, yapılmaması yönünde oy kullanmış. Türkiye, İslam dünyası ayağa kalktı. Bunlar, dinden başka sarılacak bir şeyi olmayan, bilimsel yöntemlerle, aklını kullanarak olayları yorumlamak yoksun kesimlerin duygusal tepkileridir. Nasıl biz minare yapılmalıdır görüşündeysek, İsviçreliler de yapılmasın görüşünü taşıyabilir. Türkiye\'nin herhangi bir yerine Kilise, Havra yapılması oylansa, hangi yörede yapılması yönünde oy kullananlar çoğunlukta olur? Kendi ülkemizin insanının Cemevi yapmasına izin vermemek için her türlü oyuna başvuruyoruz.Bu toplumun, bugünlerde, bu konudan çok daha önemli tartışma konuları var. Ulus olarak günlerimizi boşa harcamaktan kurtulalım. Faik Akçay Bildir
Yorum yaz
Okumaya devam et  ''Dünyanın Neresinde Olursa Olsun Yahudilerle Görüşürüz''


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir