G.KURMAY BASKANIMIZ ILKER BASBUG BASIN TOPLANTISINI YAPTI.

Yaşar Büyükanıt - İlker Başbuğ
,

Hikmet Ersoy [[email protected]]

Hic bir yorum yapmadan basin toplantisindan ozet notlar asagidadir;
1- Bir kagit parcasi olan sey belge degildir…TSK.bu kagit icin bosuna vakit kaybetti…
2- Biz TSK.olarak hic vakit kaybetmeden sorusturmaya basladik…Ve sorusturmayi TSK.nin bagimsiz
Askeri Bas Savciligi yuruttu.
3- Sorusturma esnasinda tum teknik imkanlar kullanilmistir..
4- Kurgulanmis bazi olaylar TSK.yi yipratma ve karalamaya yoneliktir.TSK yasalara saygilidir.
5- Sonucda (su an icin) Askari Bas Savcilik tarafindan kovusturmaya gerek olmadigi karari verildi..
Bu karara saygisiz davranisda bulunamazsiniz , begenirsiniz , begenmezsiniz o ayri bir seydir…!!!!
6- Simdi gorev devletin ilgili organlarina dusuyor..” Bu kagit parcalarini kimler cikartti , bunu devletin ilgili organlari bulmalidir….”
7- Ordumuza karsi fitne ve fesat eylemleri vardir..TSK.eylem duzenleyen ve eylemi ispatlanmis kisileri bunyesinde barindirmaz.
Fakat TSK.dan elinizi cekiniz , yipratma calismalarindan vaz geciniz,medyada bu tip yipratma eylemlerinden vaz gecmelidir.
8- TSK.Okullarinda bize ogretilen ” Akilli insan herseye vakif olur , fakat akilsiz insan herseye fikrini soyler…”
9- TSK.dis etkilere maruz birakilmasina katlanamaz,haksiz yere yipratilmasina goz yumamaz…TSK.icin oynanacak oyunlar bizim
kararlarimizi etkilemez.TSK.tahriklere kapilip kamu onunde tartismaya girmez.Bilgi sahibi olmadan fikir beyan etmeyiz.
10- Darbe lafi edenler iyi niyetli degillerdir..
11- Askeri kisilerin sucu varsa buna bakacak makam askeri Mahkemelerdir.Biz o belge denilen sey icin  kovusturmaya gerek yok dedik
bunun tartismasi yapilamaz.Askeri mahkemeler yalnis yapiyor diyen bazi hukukculasr var..dunyada askeri mahkemeler yok diyorlar
AB ve ABD.ulkelerinde Askeri Mahkemeler vardir.Askeri mahkeme tarafsiz degil diyenler var , bu mahkeme Sokak mahkemesi degildir………
12-Malum olay basladi, 1/2 saat icinde sorusturma karari aldik.Sivil savcida sorusturmayi acsin , belge dogru cikarsa tekrar kovusturma yapariz.
Sivil savcilardan istegimiz ” Bu belge denen kagidi  kim , nicin hazirladi? Onu bulun , kim nicin hazirladi bunu istiyoruz.
Bu bahsi gecen belge dogrumu yalnismi onu degil , hazirlayanin bulunmasini istiyoruz.
*********
Degerli dostlar Sn.G.Kurmay Baskaninin basin toplantisindan benim tesbitlerim bunlar,aynen sizlere aktarmaya calistim.Nokta virgul,de..da ek
hatalarimi….!!!! lutfen hos gorun, Biz isin icerigine bakariz….
SONUC : ARTAN BIR SEKILDE ORDUMUZU YIPRATMA FAALIYETLERI VAR ve DEVAM ETMEKTEDIR…ALLAH BUNU ISTEYENLERE INSALLAH IMKÂN
VERMEYECEKTIR..
HIKIMET ERSOY
00000000000000000000000000000000000000000000000000000

İlker Başbuğ’un ‘savunma’sına dair…

CENGİZ
ÇANDAR

Yorum

27/06/2009

[email protected] Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un merakla beklenen basın toplantısında neler dediğinden Mardin’de 4 Mayıs günü şu yüzkızartıcı katliamın yapıldığı Bilge (Zanqirt)
köyünden dönüşte haberdar oldum. Mardin’e vardığımda, oturup dikkatle sözcük sözcük
inceledim. İlk izlenimim güçlendi: Genelkurmay Başkanı ‘asker dili’ ile söylersek ‘tedafi’ yani ‘savunma amaçlı’ bir konuşma yaptı.
Gerçi, bizim medya postal kokusunu yasemin kokusu gibi teneffüs edenlerle doludur ve bunların ‘Başbuğ’dan çok sert mesajlar’ gibisinden değerlendirmeler yapacağından eminim ama yine de Başbuğ’un konuşması, esas olarak, bir ‘savunma’ konuşması.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Arnavutluk’a giderken askeri savcılık kararı hakkında söylediklerine bir cevap niteliğinde, hatta biraz üstü kapalı bir ‘polemik’ gibi sayılabilecek cinsten bir ‘savunma’ konuşması. Konuşması ve sorulara verdiği cevaplarda, kuşkusuz, bir dizi haklı ve doğru husus da var. Ama tekrar edelim; konuşma, esas olarak, bir ‘savunma’ konuşması.
Başbakan, kanaatini “Sivil yargının bundan sonraki süreci ele alacağı” nokta olarak ifade etmiş, “Burada bizler, hükümet olarak gerekli olan çalışmaları yapıyoruz… İnanıyorum ki Silahlı Kuvvetlerimiz de gerekli çalışmaları yapacak. Çünkü Silahlı Kuvvetler’in içinde bu tür gayret, çaba var mı yok mu, orada da bu çalışmaların yapılması gerekiyor” sözlerine yer vermişti.
Tayyip Erdoğan’ın sözleri, TSK içinde bu çabaların bulunduğuna ilişkin bir ‘kuşku’yu üstü kapalı olarak ifade ediyor ve neyin ‘gerektiğine’ işaret ediyordu.
Genelkurmay Başkanı’nı içindeki sivri sözcükler ne olursa olsun, esas olarak, ‘savunma amaçlı’ basın toplantısına yöneltenin, Başbakan’ın bu çıkışı ve kanaat önderlerinin askeri savcılık kararını ‘mızrağın çuvala sığmayacağı’na işaret eden ve eleştiri oklarını Genelkurmay’a çevirmesi olduğu anlaşılıyor.
Tam bu noktada İlker Başbuğ’un başlıca iki ‘mesajı’ dikkati çekiyor:
1. TSK, demokrasi ve hukuk devletine bağlıdır. Yani, bünyesinde darbe hazırlığı olmaz ve darbecileri barındırmaz; bunun güvencesi bizzat benim;
2. Siz de TSK’nın üzerinden ellerinizi çekin, bu hukuken ‘kâğıt parçası’ değerinde olan ‘Belge’ üzerinden üzerimize gelmeyin.
***
Keşke, mesele Genelkurmay Başkanı’nın kaldığı sınırlar içinde çözülebilse ve bu konu hiçbir devlet kurumuna zarar vermeden, ülkenin selameti doğrultusunda kapatılabilse.
Ama öyle değil.
Niçin değil?
Çünkü, Genelkurmay Başkanı, kurumunun birliğini ve dirliğini korumak için gösterdiği anlaşılabilir duyarlılığı, kurumu yaralayan ve bizzat kurum içinden kaynaklanan önceki örneklere ilişkin gösterdiğini ortaya koymadığı, bunlara ilişkin bir duyarlılık TSK tarafından gösterilmemiş olduğu için.
Yine 1998 Andıçı ile başlayalım. Bunun ‘gerçek’ olduğu bizzat Genelkurmay tarafından itiraf edildi. Yanlış olduğu Başbuğ’un selefi tarafından ifade edildi ve özür dilendi. Sorumluları hakkında bugüne dek ne yapıldı? Hiçbir şey.
İlker Başbuğ’un ‘kâğıt parçası’ dediği ‘Belge’ye ilişkin olarak TÜBİTAK’ın fotokopi üzerinde bir tahrifat olmadığına yani, fotokopinin ‘aslı’nı yansıttığı şeklinde anlaşabilecek bir raporu var. Bu gereğince dikkate alınmadığı gibi, o ‘Belge’nin altında imzası olan Albay Dursun Çiçek, Sivil Toplum Kuruluşları’na ilişkin 2006 tarihli bir andıç hazırlamıştı. Buna ilişkin olarak Genelkurmay’dan de bir yalanlama geldi, ne bir soruşturma başlatıldı, ne bir
işlem yapıldı.
Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek’in ‘Darbe Günlükleri’ hakkında bunlara Genelkurmay kayıtlarında rastlanmadığı açıklandı ama bunlar Ergenekon dava dosyası kayıtlarına alındı.
TSK bünyesinde JİTEM diye bir örgüt bulunmadığı söylendi, JİTEM’in mevcudiyetini bilmeyen, özellikle Güneydoğu’da yok.
İstanbul Beykoz sırtlarında toprak altından çıkartılan silahlara ilişkin Genelkurmay kaynaklı açıklamalarla ortaya dökülen gerçeklerin birbirini tutmadığı herkesin gözü önünde cereyan etti.
Ergenekon soruşturmasına konu olan neredeyse tüm üst rütbeli emekli subaylar, Tayyip Erdoğan-İlker Başbuğ görüşmesi ardından ya salıverildi veya sağlık gerekçeleriyle tahliye edildi.
İlker Başbuğ, Genelkurmay Başkanlığı koltuğuna oturunca ilk icraatlarından biri olarak bir generali, hapishaneye Ergenekon tutuklusu emekli generalleri ziyarete gönderdi.
Bu kadar ‘bulgu’ ardarda sıralanınca, ‘TSK’dan elinizi çekin’ mesajı, ister istemez, ‘TSK’ya el atın’ mesajına dönüşmek zorunda kalıyor.
Bununla birlikte, İlker Başbuğ’un ‘demokrasi ve hukuk devletine bağlılık’ vurgusunu olumlu karşılamak gerekiyor. Ancak, darbeciliğe karşı İlker Başbuğ’un ‘şahsi kefaleti’nden memnun olunsa da, asıl ‘kefalet’in hukuk yoluyla sağlanması gerektiğini söylemeye mecburuz. Bu ‘Belge’ konusunun can alıcı yanı da zaten bu.
Öyle olduğu için, ‘kâğıt parçası’ gibisinden ‘polemik sözcükleri’ uygun düşmüyor.
Peki, yine Taraf gazetesinde ‘Belge’den kısa süre imzalı bir manşet haber olarak yayımlanan bir emekli orgeneralin ‘Belge’den 2009 Ocak ayından beri haberim vardı. Bunu İlker Başbuğ’a söyledim’ açıklamasına niçin hiç değinmiyorsunuz?
Niçin bugüne dek yalanlamadınız?
***
Bu arada, dün, İlker Başbuğ’un basın toplantısı kadar önemli bir gelişme Sivil Savcı Zekeriya Öz’ün Albay Dursun Çiçek’i ifade vermek üzere İstanbul’a çağırması idi. Albay Çiçek, ‘bilgi almak’ maksadıyla ifade vermeye davet edilmiyor. Dikkat, işin burası önemli; ‘suç işlediğine ilişkin hakkında şüphe bulunan kişi’ olarak yani ‘şüpheli’ sıfatı ile çağrılıyor. Bu ‘sanık’tan bir önceki konum.
CMUK’un 2. Maddesi ‘şüpheli’yi ‘soruşturma evresinde suç şüphesi altında bulunan kişi’ olarak tanımlıyor. Albay Dursun Çiçek’in tarifi böyle.
Yani, Genelkurmay Başkanı’nın ‘Belge’yi ‘kâğıt parçası’ olarak niteleyen sözleri, meseleyi kapatmıyor; besbelli ki sivil yargı Dursun Çiçek’e ‘şüpheli’ muamelesi yaparak, ‘Belge’yi sadece bir ‘kâğıt parçası’ olarak görmediğini ortaya koymuş oluyor.
Ahmet Altan’ın dediği gibi ”Elde sadece fotokopi var’ diyerek meseleye sırtımızı dönemeyiz. Bunun bir de ‘aslı’ var çünkü ve o ‘aslını’ birisi yazdı.’
İlker Başbuğ, sözleri dikkatle incelendiğinde bunu reddetmiyor. Yazılanın ‘TSK’ya karşı komplo olduğunu’ öne sürüyor.
Kendisiyle ayrıldığımız nokta burası. Bu tür şeyler TSK içinde yazılageldi. TSK’da adeta bir ‘andıç yazma özgürlüğü’ bulundu. Bunu yapanlara hiçbir şey yapmazsanız ve yapmamışsanız, benzer bir ‘metin’in ‘TSK’ya karşı komplo’ olduğu iddiasında ‘inandırıcılık zaafı’nı kendiliğinden taşırsınız.
Hal böyle olunca, düzenli aralıklarla ‘savunma’ konuşmaları yapmak zorunda kalırsınız. Dün yaptığınız gibi.
Oysa kurumunuzun bünyesinde gerçekten ‘demokrasi ve hukuk devletine bağlılık’ın ‘gereği’ni yaparsanız, düzenli aralıklarla ‘savunma’ konuşmaları yapmak zorunda kalmazsınız.
Dediğimiz bu.

Okumaya devam et  Türk Tarih Kurumu’nda nöbet değişimi

000000000000000000000000000

Sefa Yurukel [[email protected]]

VAKUR KAYADOR; ABD KOMUTA KADEMESINDE DEGISIKLIKMI ISTIYOR

Dr. Vakur Kayador’un Genelkurmay Savcılığı’nın kararı ve İlker Başbuğ’un açıklamaları öncesi Odatv için yazdığı yazı Başbuğ’un basın toplantısı ile önem kazandı. Başbuğ’un “psikolojik harp” olarak tarif ettiği TSK’ya yönelik eylemlerin merkezinde kim var sorusunun artık herkes tarafından sorulması ile beraber Kayador’un yazısı doyurucu bir cevap veriyor.

İşte Kayador’un o yazısı:

Genel Kurmay’da olduğu öne sürülen belge Türkiye gündeminde açık ara birinci sırada. Konu hem çok kritik hem çok yönlü.Özellikle belgenin gerçekliği konusunda askeri yargının topu sivil yargıya atmasıyla konu iyice karmaşık ve ilginç bir hâl aldı.Belgenin gerçek olup olmaması gazeteciler icin olağanüstü önemli bir haber malzemesi olmaya devam ediyor…Hukukçular, yaşanacak bir hukuk sürecinin askeri yargıda mı sivil yargıda mı gerçekleşmesi gerektiği üzerinde teknik tartışmalar sürdürüyorlar.Bu tartışmalar-doğal olarak-Türkiye’nin en temel hukuk sorunlarını gündeme getiriyor.Askeri yargının emir-komuta zinciri içindeki işlerliğinin sorun yaratacağı öne sürülürken,sivil yargının Adalet Bakanlığı’na bağlı olması nedeniyle-esasen-bağımsız olamadığı hatırlatılıyor.Bu arada askeri yargının alanının daraltılıp tek, bağımsız ve sivil yargı ihtiyacı üzerinde duruluyor…Sorunun siyasal arka planına eğilenler,Dolmabahçe’de oluşan ya da oluştuğu öne sürülen ABD-Ordu mutabakatının sona erip ermediğini sorguluyorlar.

Konuya bir de biraz yukarıdan, kuş bakışı bakıp daha arka planına uzanmakta ve Türk ordusu üzerine kısa bir analiz yapmakta yarar var.
Ordunun çok yakın dönem tarihçesine göz attığımız zaman,tam bir dalgalı deniz manzarası ile karşılaşıyoruz.XX.Yüzyıl tarihine uzandığımızda ise önümüze çok daha karmaşık bir tablo  çıkıyor.Şu anda o kadarına inmek mümkün değil tabiî…1994-2002 yıllarında İsmail Hakkı Karadayı ile Hüseyin Kıvrıkoğlu dönemlerinde şeriata ve ayrılıkçı harekete en etkili biçimde karşı koyan,12 Eylül rotasından hayli uzaklaşmış, tam anlamıyla Kemalist çizgide bir ordu fotoğrafı görüyoruz.Hatta Güneydoğu’da görev yapan yüksek rütbeli subayların bir bölümü,dışa bağımlı kapitalist ekonomik modelle bölgeye yatırım yapılamayacağını,bölge insanının yoksulluktan kurtulamayacağını dile getiriyorlardı.Bunun, sorunun -en birinci değilse bile-önemli nedenlerinden biri olduğunu vurgulayarak, kamucu-devletçi ekonomik modeli,yani 1929-1938 dönemi Atatürk Türkiye’si politikalarını öneriyorlardı…Ayrıca ABD-PKK işbirliğini bizzat gözlemledikleri için Türkiye’nin Batı güdümünden çıkıp, ufuk çizgisini Avrasya’ya yöneltmesi gerektiğini öne süren komutanlar da vardı…2002-2006 arası Hilmi Özkök dönemi,  aynı zamanda AKP iktidarının başlangıcıydı.Bu yıllar Türkiye’de büyük sermayenin yeşerdiği,kamu kurumlarının  eşi türbanlı yöneticilere ve kadrolara teslim edildiği bir zaman dilimiydi.Ayrıca sıfır noktada alınan terörün dalga dalga yükseldiği bir süreç yaşanmıştı..ABD-Özkök yakınlığı ve buna bağlı olarak AKP-Özkök ilişkilerinin en iyi noktada olması ,dönemin belirgin özellikleriydi…Ulusal duyarlığı olan yurtsever kesimin umutla beklediği Yaşar Büyükanıt.2006-2008 arası genel kurmay başkanlığında bulunmuş ve bu kesim için tam anlamıyla hayal kırıklığı yaratmıştı.Bu konu Türkiye’de uzun süre ve yoğun olarak tartışılacağa benziyor…İlker Başbuğ’un göreve başladığı 2008 Ağustosundan bu yana Başbuğ ve komuta heyeti ile AKP yönetimi arasında ilişkiler fena değil gibiydi.Ancak olağanüstü önemli gelişme Başbuğ’un 2009 Haziranının başında yaptığı Amerika seyahatinde yaşandı.Aslında Genel Kurmay Başkanı’nın gezisi ABD için bayağı iyi başlamıştı.Karşılıklı sıcak mesajlar veriliyor,hatta İlker Başbuğ’a madalyalar,nişanlar takılıyordu.İşte bu esnada beklenmedik bir şey oldu, Başbuğ,Türkiye’nin Afganistan’a muharip birlik yollamayacağını söyledi.Burası kırılma noktasıydı ve artık ABD’nin Başbuğ’a sıcak yaklaşması mümkün değildi.

Okumaya devam et  ABD Türkiye’nin din haritasını çıkardı

Burada çok önemli bir parantez açmak ,ABD’den bahsetmek ve iki önemli noktaya değinmek zorunlu oluyor.Önce işe ABD’nin dünyanın başat gücü olma özelliğini yitirme sürecine girdiği tespitiyle başlayalım.Artık insanlığın önünde iki merkezli,altı kutuplu bir dünya beliriyor.Fransa-Almanya eksenli AB ve ABD ile bunların hayat damarlarını tıkayan Çin Halk Cumhuriyeti,Rusya Federasyonu ve Latin Amerika’da  anti-Amerikancı- ulusal direnişin öncüsü olma yolundaki Brezilya diğer üç kutup.Güney Asya’daki bir başka uyanan dev Hindistan’ın konumunu önümüzdeki yıllar belirleyecek.Kuzey ve Uzak Asya’da etkinliğini yitiren,hele geçen Rusya’nın Gürcistan müdahalesi sırasında eli kolu bağlı kalarak güçsüzlüğünü kabullenen ABD için
Afganistan-artık- her şeyden daha önemli.El Kaide’nin, yani radikal İslam’ın Afganistan’da yönetimi ele geçirmesi, nükleer güç olan Pakistan’a da rejim ihracını gündeme getirebilecektir.Bu durum ABD için başlı başına bir felâket iken,burada ayrıca Hindistan da tehdit altına girecektir.Afganistan’da askeri durum ABD için işler
güçleşirken Avustralya   ve Yeni Zelanda’nın askerlerini çekmek
istemesi ABD’nin iyice başını ağrıtıyor.O zaman iş, Soros’un dediği gibi en değerli ihraç malı, askeri olan Türkiye’ye  düşüyor.

ABD’nin Türkiye’den tek beklentisi Afganistan’a muharip göndermesi değil.AB ile birlikte daha  birçok talepleri var,ancak şu aşamada,Afganistan Orta Doğu’dan bile hayati değer taşıyor kendisi için.Diğer taleplere daha sonra yeri geldiğinde değiniriz.

Şimdi kendi konumuza dönebiliriz.ABD birçok konuda kendisine engel gördüğü Türk Ordusu’nda komuta kademesinde değişiklik isteyebilir ve bu yönde her şeyi yapıyor olabilir.Bu konuda  ne kadar başarılı olabileceğini çok yakında göreceğiz. Ancak hiçbir şey ordunun kanaat değiştirmesini de, Türkiye’nin Afganistan’a asker göndermesini de,ABD’nin Türkiye’nin çıkarlarıyla çatışan başka isteklerini kabullenmesini de sağlayamaz.Genel Kurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının beşi de Hilmi Özkök olsa Türkiye’nin kırmızı noktalaları sulandırılamaz.

Artık ABD’nin güç yitiriminin her yerde kendini hissettireceği zamanlara yaklaşıyoruz. Bu dönem dünyada bütün taşların yerinden oynayacağı bir zaman dilimi olacağa benziyor. Böylesi bir süreçte varlığını ABD’ye bağlayanların da inişe geçmesi kaçınılmaz görünüyor.Ne var ki köklü tarihsel ve toplumsal dönüşümler çok kısa sürelerde olmuyor.Toplumların tarihinde bir göz kırpımı kadar kısa süren gelişmeler,insan yaşamında biraz uzun geliyor kişilere.Yine de orta erimli gelecekte dünya ve ülke fotoğrafı böyle görünüyor.

Okumaya devam et  Toptan: Kırkpınar Yağlı Güreşleri, dünyanın en eski festivalidir

Odatv.com

26 Haziran 2009


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir