İsviçre Mahkemesi kararı

Pulat Tacar E. Büyükelçi - Turkish Forum Danışma Kurulu Üyesi - UNESCO Türkiye Milli Komisyonu Başkan Vekili - vaud perincek
,

Pulat Tacar [mailto:[email protected]]
E. Büyükelçi – Turkish Forum Danışma Kurulu Üyesi – UNESCO Türkiye Milli Komisyonu Başkan Vekili

Sayin TF  okuyuculari

İsvicre  Federal Mahklemesinin  Dogu Perincek’in mahkumiyet kararini onaylayan karari konusunda  Haziran  2008 ‘de  hazirladigim bir incelemeyi ekte sunuyorum. Bu inceleme İsvicre yargisinin hatalaini  ele aliyor. Bir baska İsvicre Bidayet Mahkemesi uc Turk vatandasini daha mahkum etti. Simdi onlar da temyize gittiler.   Bu ikinci karar Almanca ve  yaklasik 30 sahife; terceme edecek  vaktim yok. Ama  bu kararin  temel gerekcesi de ayni.

Ben ekteki incelememi gecen yil yayimanmak uzere tandigim  bazi ciddi   akademik  dergilere yolladm. Ama   herhalde ortam musait olmadigi icin basmadilar. Dogu Perincek  Ergenekon davasindan tutuklu. Belki su sirada yanlis anlasilmasindan korktular. Oysa benim bu invelemeyi yapmaktan amacim, bazi Avrupa Mahkemelerine de sirayet  edecegini dusundugum bir hukuksal mantiigi   anlatmakti.  İsvicre Cumhurbaskani Turkiye’ye geldigi zaman bu konu ona soruldugunda,  Perincek’in  su sirada  tutuklu oldugunu   cevabina  ekledi.

Avrupa Birliginin  kabul ettigi İrkcilik ve Yabanci Dusmanligi ile Mucadele Yonergesi yururluge girdi.   Bu yonergenin  ongordugu seceneklerden biri olan  ulusal mahkemelere -uluslararasi  yetkili bir mahkeme karari  olmadan-  bir kisiyi soykirimini inkardan mahkum etme  yetkisi taninirsa ,   onumuzdeki guclukler daha da artacaktir.

Bu alanda  Fransa Parlamentosaunda kabul edilen  Accoyer raporu var. Bilimsel  ve tarihsel arastiremalarin  engellenmemesi, dusunce ozgurlugunun kisitlanmamasi  gerektigini  belirtiyor.  Ama fransizca. Bu nedenle   bu mesajin ekinde yollamamaktayim.

Ekte sundugum  incelemem biraz uzundur. Ama   son gelismeleri  anlamak isteyen ve sabreden okuyuculara  gelismelerin ciddiyeti konusunda  bir fikir vermeye yardim edebilir  dusuncesindeyim.  Ozellikle, bir uluslararasi suc olan soykiriminin ogesini  hukuk disina cikarip, bir kisim akademisyen ve tarihcinin  bu konudaki dusuncesine  baglamak   son derecede hatalidir.  Burada dikkat cekmek istedigim bir baska konu  da   1015  olaylarina soykirimi denilemeyecegi  yolunda ghorus  sahibi tarihci ve akademisyenleriinin  yazdiklarinin ve  mahkemeye sunulan  kitap ve dokumanlarin  tumunun   nazxari dikkate alinmamasi  egilimidir. Bunu yapan yagic  mahkeme tarih yazmaz  gerekcesine siginmis   , ama   gorevinin   İsvicrede  var oldugunu ileri surdugu bir konsensüse   dayanmistir. Bu konsensusu olusturanlar  sadece yargicin sectikleridir.  .

Bu konuda  dusunceyi ifade ozgurlugu  cercevesinde  olusmus  bulunan AİHM ictihatlarini iyi incelemek ve bunlardan yararlanmak  gerekir.

Ama hemen ilave edeyim,   goruslerine katilmamis olsam da  Turkiye’de ki ozur dileyicilerin     bu goruslerini ve duygularini  aciklama ozgurlukleri bulunduguna inaniyorum. Bu nedenle  savcinin  takibata gerek bulunmadigi, bu insanlarin gorusleriini  aciklamakta ozgur olduklari gerekcesiyle  dusurduıgu davanin  simdi bir baska  yargicin  farkli karari ile  yeniden acilmis  bulunmasi,  Turkiyenin ifade ozgurluıgu konusundaki karnesine olumlu not olarak yazilmiyor ve  isimizi hic kolaylastirmiyor.  Bu durumda benim Styockholm’de yapacagim konusmanin icerigini sainirlamak isteyenlerle  ayni duruma dusmus oluyoruz.

Bu durumda  ne yapilmasi gerektigi konusunda  bazi dusuncelerim ve onerilerim var. Ancak bunlari  Nisan basindan sonra  yazabilecegim.  Simdilik    dusuncesel  calismalara ayirabildigim  zamani  b aska  alanlara  yogunlastirmak  zorundayim.

Saygilarla ve Dostlukla

Pulat tacar 

Pulat Tacar[1]

İSVİÇRE FEDERAL MAHKEMESİNİN DOĞU PERİNÇEK’İN TEMYİZ BAŞVURUSU KONUSUNDA VERDİĞİ KARAR   HAKKINDA     DÜŞÜNCELER

Giriş

Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı  Doğu Perinçek’i  İsviçre’de yaptığı konuşmalarda  Ermeni soykırımını inkâr ettiği gerekçesiyle  ırk ayrımcılığı yapma suçundan mahkum eden Lozan Polis  Mahkemesinin  kararına karşı yapılan   temyiz başvuruları önce Vaud Kantonu Temyiz Mahkmesi daha sonra da  İsviçre Federal Mahkemesi  (İMF) tarafından 20  Aralık 2007’de  reddedilmiştir.

Federal Mahkemenin benzer konuda aldığı, ayrıntısı aşağıda sunulan Bern-Laupen Mahkemesi kararı  ile  çelışkiye düşen bu red kararı,   soykırımı hukuku  açısından olduğu kadar, Osmanlı devletinde 1915 yılında yaşanan trajedinin    soykırımı olduğu  savının  bazı ülkelerin mahkemeleri tarafından ele alınış tarzını  yansıtması ve “toplumun bir kesimi tarafından tartışılamaz tarihsel gerçek kabul edilen” bir görüşün soykırımının varlığına dayanak teşkil  etmesi bakımından da irdelenmeğe değer.

1) İsviçre Federal Mahkemesi davalıyı nasıl tanımlıyor?

İFM   Doğu Perinçek’i  şu  sözlerle tanımlıyor : “1942 doğumlu olan Doğu Perinçek, Türkiye İşçileri  Partisinin Genel  Başkanıdır”  “…. Doğu Perinçek hukuk doktoru, politikacı, sözde yazar et tarihçidir (Karar Madde 5.1.)”

Mahkeme yargıcı davalının yazar ve tarihçi niteliklerini sözde sözcüğü ile küçümsemesi   Perinçek hakkında  önyargılı    ve taraflı olduğuna işaret ediyor.  İsviçreli yargıç,  Doğu Perinçek’in tarihçi ve yazar niteliklerini araştırma zahmetine  katlanmamış ve hasım durumuna girmiştir.

Oysa, davalının ” tarihi araştırmacı” niteliği, dava açısından  önemli bir öğedir. Zira İsviçre Ceza Yasasının  Madde 261 Mükerrer. 4. Fıkrasının ciddi bilimsel araştırmaları engellememesi gerektiği İsviçre Parlamentosu   bu maddeyi kabul ederken  öne sürülmüş bulunan önemli bir koşuldur[2].

Mahkeme, Doğu Perinçek’in ” saikinin ırkçı ve ulusalcı nitelikte olduğunu,  tarihsel tartışma alanına ait bulunmadığını, (Perinçek’in) Ermenileri    Türk halkına  saldıran taraf olarak takdim ettiğini  ve  iki kardeşi ile birlikte   Ermeni soykırımının başlatıcısı, teşvik edicisi ve  sürükleyicisi olan Talak   Paşa’nın taraftarı olduğunu ” belirttiğini ileri sürüyor. ( IFM kararı 5.2.)

Mahkeme kararında,”Asliye Ceza Mahkemesi, Perinçek’in ırkçılıkla bağlantılı saiklerinin varlığını  saptamış, Perinçek’in yaklaşımının tarihsel tartışma alanı ile ilişkili olamadığını belirlemiştir” “Bunlar milliyetçiliğin de ötesinde ırk ayrımcılığından ve bu meyanda etnik ayrımcılıktan kaynaklanan  saiklerin mevcudiyetini yeterince göstermektedir”  diyor. Ancak bu soyut  ifadeleri hiç bir somut delil ile desteklemiyor.

Doğu Perinçek, mahkemenin ırkçılık suçlamasına karşı Lozan Polis Mahkemesinde şunu vurgulamıştı: ” Benim ırkçı ve aşırı milliyetçi olduğum ileri sürüldü. Irkçılık benim açımdan şerefsizliktir. İşin ahlaki cephesi budur. Türk milliyetçiliği ırkçı değildir….” Mahkeme bu beyana itibar etmemiş, ancak   sanığın reddettiği ırkçılık saikinin varlığını da kanıtlayamamıştır.

2)  Doğu Perinçek’in suçlandığı  eylem nedir?

İsviçre Mahkemesine göre , “Davalı Doğu  Perinçek,  1915    ve daha sonraki yıllarda  Osmanlı İmparatorluğunun Ermeni halkına uyguladığı  soykırımının varlığını   alenen bir kaç kez inkâr etmiştir. O dönemi  -uluslararası yalan- olarak nitelemiştir. Doğu Perinçek te,  katliam ve sürgünler olduğunu yadsımamaktadır. Katliamları savaş hukukuna bağlamakta, karşılıklı katliam yapıldığını  ileri  sürmekte,  sürgünlerin  soykırımı niteliğini  inkâr etmekte, tehcirin  güvenlik nedenleriyle yapıldığını belirtmektedir”[3]

Perinçek’in 1915 olaylarını soykırımı olarak niteleyen  İsviçre’deki  Ermeni Dernekleri temsilcilerinden ve onları destekleyen  bazı hukukçu, yazar veya siyasetçiden farklı düşünmekte olduğu doğrudur. Farklı düşünmek ve bunu açıklamak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine göre onun hakkıdır.

Doğu Perinçek’in  yazdıkları,  bu konudaki  görüşlerinin   ciddi tarihi araştırmalara  ve belgelere dayandığını gösteriyor. Perinçek,  tarihi gerçeğin araştırıldığını, çalışmaların devam etmesi gerektiğini, bu alanda  tartışılamaz bir tarihi gerçeğin varlığından söz edilemeyeceğini,  başkalarının dogma durumuna getirdikleri kanıların, farklı düşünenler tarafından  tartışılmasının yasaklanamayacağını ileri sürmekte, sahte belgeleri doğru gösterenlerin yalan söylediklerini düşünmeğe ve açıklamağa  devam etmektedir.

Mahkeme Doğu Perinçek’i Talat Paşa’ya sempati  duymakla suçlamaktadır.Mahkeme kararına -Talat Paşanın adını  Talak olarak yazmıştır. Bunu   bir daktilo hatası saysak bile,  Mahkemenin   Talak Paşa’nın  iki kardeşi ile birlikte hareket ettiğinden  sözetmesi  yargı organının ne derecede özensiz  olduğunu kanıtlamayan bir öğedir. Talat Paşanın kardeşi yoktu. Mahkeme, Osmanlı Hükumetinin diğer üyelerinden bahsetmek istediyse, kimi kasdettiğini belirtmek zorundaydı.  Bir mahkeme kararının bu gibi ciddi yanlışlardan  arınmış olması gerekirdi.  Kendine saygı duyan bir yargı organı, dedikoduya  ve bilgisizliğe dayanan iddiaları  kararına yazmamalıydı.  

Ayrıca  ” Talât Paşa’ya sempati duyma  suçu”  şeklinde tanımlanan bir suç yoktur. Burada  “kanunsuz suç olmaz” ilkesi devreye girer.  Pek çok başka Türk vatandaşı ve Türk vatandaşı olmayan araştırmacı  gibi Doğu Perinçek te Talât Paşa hakkında yapılan ciddi araştırmaları okumuş ve  gerçeğin Ermeni propagandacılarının anlattıklarından farklı olduğunu öğrenmiştir. Talât Paşanın  anıları dahil, onun 1915 tehcirindeki rolü konusunda pek çok bilimsel araştırma ve belge bulunuyor. Bu belgeler ve Talat Paşa’nın anılarını içeren kitabı İsviçre  Mahkemesinin Talât Paşa’ya atfettiği  iddiaların  doğru olmadığına işaret etmektedir [4].   Gene de bu konuda farklı düşünenler  olabilir.  Bu nedenle ciddi bilimsel araştırmaların yasaklanmaması, tarih araştırmalarının  dondurulmaması  gereklidir.

3)  İsviçre Mahkemesi kararındaki yanlışlarla doludur.

3a)Avrupa Konseyinin Ermeni soykırımını tanıdığı savı gerçek dışıdır.

Lozan  Polis Mahkemesi,  kararının A fıkrasında    “Avrupa Konseyinin  Ermeni soykırımını tanıdığı” ileri sürüyor. Bu   gerçek dışıdır.  Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesinin de böyle bir kararı yoktur. Karar olarak gösterilmek istenen, bazı parlamenterlerin  altına imzaladıkları siyasal bir metindir. Mahkeme  zahmet edip o bildiriye baksaydı, belgenin başında   “sadece altında imzası bulunanları bağlar ifadesi olduğunu görecekti. İsviçre yargısı, kendisine iletilen yalanları  incelemeden  mahkeme kararına veri ve gerekçe olarak  almıştır.

3b)Birleşmiş Millerler Genel Kurulunun Holokost kararını oylama ile aldığı doğru değildir.

İsviçre Federal Mahkemesi   kararının  4.4. maddesinde   “Ocak 2007’de BM onaylanan ve Holokost’un inkarını kınayan 61/L-53 sayılı kararını 192 devletten  ancak 103’nün oyunu  aldığını hatırlatmak gerekmektedir” demiştir.   Bu    doğru değildir. İsviçre Mahkemesi,  en kolayı, Internet ortamında Birleşmiş  Milletler Genel Kurulu resmi  sitesinde  bir   inceleme yapabilir ve o kararın oylama ile değil, oylama yapılmadan  oydaşma ile kabul edildiğini görebilirdi.    İsviçre Mahkemesi, Birleşmiş Milletlerde yapılan oylamada kararın    192 devletten  sadece  103  oy aldığını ileri sürerek,   bundan Holokost’un da  bazı ülkeler tarafından inkâr edildiğini belirtmek, ama bu inkârın Holokost’un varlığı gerçeğini değiştirmediğini vurgulamak istiyor. Bu bir dezenformasyon taktiğidir ve   yargıya  hiç  yakışmaz.

3c)Uluslararası örgütlerin soykırımını tanıdığı savı  doğru değildir

İFM  kararının A bölümünde  “Uluslararsı kurumların soykırımını tanıdığı” ileri  sürülüyor;  ancak hangi  uluslararası kurumun bu tanımayı yaptığı  açıklanmıyor[5]. Burada kasdedilen  büyük olasılıkla Birleşmiş Milletler Teşkilatıdır. Zira  bu konu   başka bir uluslararası örgütte dolaylı olarak bile  incelenmemiştir.  Oysa, Birleşmiş Milletler Teşkilatı   sözcüsü Farhan Haq ,  5 Ekim 2000 tarihinde,  “Birleşmiş Milletlerin  Ermenilere ilişkin olayları hiç bir zaman soykırımı olarak tanımadığını veya bu izlenimi verecek bir rapor kabul etmediğini”  açıklamıştır.

İsviçre Mahkemesinin referans  yaptığı Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konseyi İnsan Hakları Komitesinin, Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt Komitesi için yazılan  Whitacker raporu ise, bu da Mahkemenin  Ermeni propagandacıları tarafından aldatıldığını gösteriyor. Bu konuda  Birleşmiş Milletler Teşkilatı belgelerine ve toplantı zabıtlarına bakılması gerekliydi. Bu konudaki gerçekler  aşağıda ayrıntılı biçimde  referanslar verilerek aşağıda anlatılmıştır.

Birleşmiş Milletler ECOSOC’a bağlı İnsan Hakları Komisyonunun Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt Komitesine    raportör Whitacker tarafından sunulmuş bulunan ve Ermeni soykırımı savlarıne ilişkin  ifadeler içeren bir rapor vardır. Bu raporun  görüşülmesinde [6] raporun Alt Komite tarafından -bırakın kabulü (yani “approve“)  Üst Komiteye doküman olarak kabulü bile (İngilizce :  receive)   yapılan  oylama ile reddedilmişti (  Bakınız Dipnoptta anılan belge Sh. 30.para 57). Raporun sadece not edilmesi onaylanmıştır ( Dipnotta anılan belge Sh. 39. para 1- Doc. 1985/9);”. Raporun kalitesine  övmeyi öngören  öneri, yapılan   oylama sonucunda reddedilmişti” ( Dipnotta anılan belge Sh. 30. para. 58).  “Raporun Alt Komitenin bağlı bulunduğu  İnsan Hakları Komisyonuna havalesi de   yapılan oylama  sonucunda  reddedilmiştir” ( Dipnotta anılan belge Sh. 30, para.57 ve Sh. 31 para.66.d). “Raporun içeriği konusunda karşıt görüşler bulunduğunun bu  konuda alınacak karara eklenmesi  kararlaştırılmıştır.” ( Dipnotta anılan belge  para 41 ve 42.);  “Ermeni soykırımı konusunun belgelerce  yeterince  ispatlanmadığı ve kanıt olarak sunulan bazı belgelerin tahrif edildiğinin anlaşıldığı” ( Dipnotta anılan belge para 42.)  zabıtlara yazılmıştır.

Konunun alt komisyonda ele alınışı sırasında yapılan konuşmalar, Ermeni soykırımı savı konusunda  önemli görüş ayrılıkları bulunduğunu  ortaya çıkarmaktadır. Dipnotta sunulan özetlerin [7] hepsi   Birleşmiş Milletler Ekonomik Sosyal Konseyi Belgesi E/CN.4/Sub.2/1985/SR.17  ve SRT 18   sayılı vesikalardan alınmıştır. Olayların soykırımı  sayılabileceğini ileri süren  farklı  görüşler belirtenler de olmuştur.Bu  örneklere  değinmekten amacımız,  Doğu Perinçek’in, “1915 olaylarına soykırımı denemeyeceği ve bu  konunun tartışmalı olduğu  görüşünü ileri sürmesinin ve soykırımının tarihsel bir gerçek olduğu düşüncesini kabul etmeyerek  açıklamasının”  bir istisna olmadığını, uluslararası alanda da pek çok örneğinin bulunduğunu ve Perinçek’in açıklamalarının düşünceyi anlatım özgürlüğü çerçevesine girdiğini  vurgulamaktır.

d) Fransa Parlamentosunun 1915 olaylarının soykırımı olduğu konusundaki 29 Ocak 2001 yasasının kabulün gerekçesi olarak  yüz kişilik tarihçi grubuna rapor hazırlattığı savı doğru değildir.

Fransa Parlamentosu  Ermeni soykırımı konusunda yüz tarihçiye bir  rapor hazırlama görevini vermemiştir.  Politik amaçlarına dayanak arayanlar  benzer   raporlar yazdırmış,  altını  yandaşlarına,  hatta soykırımı iddiasının doğru olduğuna samimiyetle inananlara imza etirmiş olabilirler. Ama Fransız Parlamentosunun resmen böyle bir rapor yazdırmadığı gerçeği değişmez. Bazı Fransız parlamenterler, karşı görüşü savunan  Fransız tarihçileri ve bilim adamlarının görüşlerini bu rapora  almamışilardır. Bu konuda  farklı görüşler bulunduğu göz önüne alındığında,  tamamen karşı yönde başka bir rapor   yazdırarak altına imza toplamanın mümkün bulunduğunu bu alanda  tecrübesi olan politikacılar  bilir.   Başka bir anlatımla, siyasal kararlarına  bilimsel dayanak bulmak isteyenlerin, kendi görüşlerini destekleyecek  yönde   belge yazdırdıkları ve karşıt görüşlere hiç  yer verdirmedikleri  bilinir. İsviçre Mahkemesi de bunu yapmıştır.

e) Avrupa Parlamentosunun  kararı

İsviçre  Mahkemesi  soykırımı savının gerekçesi olarak Avrupa Parlamentosunun bu alandaki kararını gerekçesine almıştır.

Avrupa Parlamentosunun  Vandemeulebroucke adlı, raporunu yazdığı tarihte aşırı Flaman  milliyetçisi  Flaman Bloku partisine mensup bir  Belçikalı parlamentere yazdırdığı  rapor, 1994 yılında Avrupa Parlamentosunun   İtalyan M. Formigoni başkanlığında toplanan  Siyasi Komitesinde  iki  kez oylanmış,  iki kez reddedilmiştir. Bu satırların yazarı, o oturumun  zabıtlarını sesli kayıtlarını dinlemiştir. Bu şekilde reddedilen rapor  gündeme bir daha gelemezdi. Ancak, iç tüzüğe göre bir daha gündeme getirilmemesi gereken bu  rapor,  Parlamento iç tüzüğü açıkça çiğnenerek,   bir sonraki dönemin Siyasi Komite Başkanı M. Ercini (İtalyan)  başkanlığında  toplanan   yeni Siyasi  Komiteye yaklaşık bir yıl sonra paraşütle indirilmiştir.  Rapor orada yeniden görüşülürken,    rapora bağlı  karar taslağında    soykırımına   yapılan tüm  atıflar  Avrupa Parlamentosu Siyasi Komitesinde yapılan oylamalar sonucunda  karar metninden  çıkarılmıştır. O dönemde başta Le Monde olmak üzere  pek çok Fransız gazetesi de bu gelişmeye yer vermiştir.

Rapor daha sonra Avrupa Parlamentosu Genel Kuruluna getirilmiş, orada  bazı terorist  eylemcilerin uyguladığı tehdit ve korkutma kampanyası nedeniyle  çok sayıda parlamenter oturuma girememiş,  Alman parlamenter Wedekind (CDU)   Avrupa Parlamentosu koridorlarında  bazı şahıslar tarafından açıkça  tehdit   edildiğini    Parlamento kürsüsünden beyan etmiş, bu şartlarda sağlıklı görüşme yapılamayacağını vurgulamıştır. Ancak  tezgahlanan siyasal oyun sürdürülmüş, AP Genel Kurulu yaklaşık üçte  bir katılımın bulunduğu bir oturumda,  raporu ve buna bağlı karar tasarısını  soykırımı sözcüğünü yeniden yazdırarak kabul etmiş, böylelikle “Türkiye’yi kırbaçlama[8]” işlevini sürdürmüştür. O toplantıların   sesli zabıtları da bu  satırların yazarının arşivinde bulunuyor. İsviçre  Federal  Mahkemesi yargıçlarının referans yaptıkları kararın iç yüzü  i budur.

f) Avrupa Birliği Adalet Divanının  Avrupa Parlamentosunun Haziran 1987 tarihli  kararı konusundaki içtihadı

Avrupa Toplulukları  (Avrupa Birliği) Konseyi Avrupa Parlamentosunun Parlamentonun bu kararını dikkate alıp uygulamayınca, bazı Ermeni örgütleri bu durumu Avrupa Birliğinin Lüksemburg’daki  Avrupa Adalet Mahkemesine taşımışlardır. AB Adalet Divanı,  Avrupa Parlamentosunun kararını  Lüksemburg Mahkemesine götüren ve Türkiye’nin Avrupa  1915 olaylarını soykırımı olarak tanımadan   Türkiye ile üyelik görüşmesine başlanılmasının  Avrupa Birliği mevzuatına aykırı olduğunu  ileri sürerek  tazminat talebinde bulunan Gregoire Kirkorian ve Suzanne Krikorian ile Marsilya’daki Euro Arménien derneğinin  bu talebini  17 Aralık 2003 tarihinde  hiç bir dayanağı bulunmadığı  gerekçesiyle reddetmiş, buna  yapılan temyiz başvurusunu da   24  Ekim 2004 tarihinde  geri çevirmiştir. Böylece Avrupa Parlamentosu kararının siyasal nitelik taşıdığı, hukuki bir yaptırımı  ve  geçerliliği bulunmadığı  hukuken tescil olunmuştur[9].

İsviçre Mahkemesinin, Avrupa Adalet  Divanının bu kararına rağmen,  Avrupa Parlamentosunun siyasal nitelikli kararına referans yapmağa devam etmesi,   ne kadar  yanlı ve keyfi  olduğunun  bir başka  göstergesidir.

g) Bazı devletlerin 1915 olaylarının soykırımı sayılamayacağı konusundaki görüşleri hakkında İsviçre Mahkemesinin yorumu

İsviçre Federal Mahkemesi  bazı ülkelerin  Ermeni soykırımını tanımaması aşağıdaki sözlerle  küçümsemeyi yeğlemektedir.

“Bazı devletlerin uluslararası düzeyde  bir soykırımının   varlığını alenen kınamaması ve soykırımının inkarını kınayan bir karara katılmama  tercihleri, bu devletlerin sözkonusu tarihsel olayların nasıl nitelendirilmesi gerektiğine ilişkin kanaatlerinden bağımsız  siyasal  mülahazalara tâbi olabilir ve bu konuda özellikle bilim aleminde  mevcut konsensüsün  tartışmaya açılması bakımından yeterli bir neden oluşturmaz.

Böylece,İsviçreli yargıçlar bakımından,örneğin, halen İsrail Devlet Başkanı olan Şimon Perez’in  1915 olaylarının  soykırımı sayılamayacağı konusunda, Dışişleri Bakanı iken verdiği demecin  hiç bir  önemi yoktur. Bunlar  siyasal  mülahazalarla    söylenmiş sözlerdir.

Birleşik Krallık Hükumeti  sözcülerinin, aşağıda dipnotta ayrtıntısı verilen  “1915 olaylarının soykırımı sayılması için  gereken unsurlar oluşmamıştır” şeklindeki  beyanının;   ayrıca  İngiliz Lordlar Kamarasında  Lord Avebury’nin ,” hangi İngiliz tarihçilerin  1915-1916 yıllarında Osmanlı İmparatorluğundaki olayların soykırımı olarak nitelenemeyeceği konusunda  görüş verdikleri”  sorusuna  Hükumetin Parlamento Müsteşarı Lord Triesmann  verdiği  ” İngiliz Hükumetinin Bryce ve Toynbe’nin Mavi kitabundan başlayarak Malcolm Yapp  gibi tarihçilerin çalışmalarından ve tarihi kaynaklardan haberdar olduğunu, tarihçilerin o tarihte  tam olarak neyin vuku bulduğunu konusunda  birbirlerinin görüşünü sorguladıklarını bildirmesi,   şimdi  o olaylar konusunda tüm gerçeğin gün ışığına çıkarılmasının önemli olduğunun ve Ermenistan ile Türkiye’nin geleceğe bakmalarında yarar bulunduğunu” belirtmesi İsviçreli yargıçlara göre, soykırımının varlığını tartışmaya açmaya yetmemektedir.  Birinci Dünya Savaşı sonunda Malta’ya götürülen Osmanlı yöneticilerinin  aleyhlerinde  hiç bir delil bulunamaması gerekçesiyle dava edilemeden serbest bırakılmaları  da  İsviçre Mahkemesine göre bir hukuki değer taşımamaktadır.[10]

h)Mahkeme İsviçre Hükumetinin  soykırımını tanımayan tutumunu da    tahrif etmektedir.

İFM  İsviçre Hükûmetinin  Türkiye ile ilişkileri nedeni ile  ihtiyatlı bir tavır takındığını belirtmekte ve aslında soykırımı savını onayladığını  dolaylı olarak  şu sözlerle ileri sürmektedir:

İsviçre Hükumetinin,  Türkiye ilişkileri  nedeniyle   (soykırımı iddialarının) meselenin bir tarihçiler komisyonuna havalesi  düşüncesi   soykırımını kabulü  ile çelişki oluşturmaz.”

” Federal Konseyin   bu  yaklaşımının nedeni, Türkiye’yi geçmişi hakkında kollektif bir hafıza çalışması yapmaya yönlendirmektir”.

İsviçreli yargıçlar, böylece  “uygar İsviçre’nin   belleği silik  Türk halkının hafızasını yerine getirme ve onu uygarlaştırma”  misyonuna soyunduğunu   yukardan aşağı bakan bir uslupla anlatmağa çalışıyorlar. Mahkemenin.  “konunun bir Tarihçiler Komisyona havale edilmesi İsviçre Hükûmetinin kabulü ile çelişkili sayılmaz” görüşü, aynı zamanda mahkeme kararındaki önemli bir çelişkiye de işaret ediyor. Mahkeme, “Tarihçiler Komisyonunun varacağı sonuçların, İsviçre Hükumetinin (açıklamamamış olsa bile) soykırımını tanıma kararını” değiştirmeyeceğini söylemek istiyor.  İsviçreli yargıçların adealetten ne kadar uzakta bulunduklarının bir başka kanıtı da bu :  Zira, İsviçre Hükumetinin böyle bir tanıma kararı yok. Üstelik İsviçre Hükumetinin sözcüsü olan Bakan, İsviçre Parlamentosunda Ermeni soykırımının tanınmasını talep eden iki öneriye karşı oy verilmesini  Parlamentoda  resmen talep etmişti.  Bu konudaki önergeler oylama ile reddedilmişti

4) İsviçre yargısı  soykırımı suçunun işlendiği konusunda bir yargı kararına gerek bulunmadığını belirterek, İsviçre’nin Taraf olduğu 1948 Soykırımı Sözleşmesinin hükümlerinin dışına çıkmıştır.

İsviçre Federal Mahkemesi   İsviçre’nin de Taraf olduğu ve mevzuatının ayrılmaz bir parçasını oluşturan 1948 Soykırımının Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi kurallarını  nazarı itibara almadığını şu sözlerle  dolaylı olarak itiraf ediyor  :  “Polis Mahkemesi ve Bölge İstinaf Mahkemesi temyiz eden tarafın tarihsel ve hukuksal bir tartışma açmaya yönelik yaklaşımına katılmayı  haklı olarak reddetmişlerdir”  (İ.F.M. Kararı: 4.6.) 

Ancak, hukuksal bir kavram olan  soykırımı,  hukuk dışında hangi çerçevede   ele alınacaktır?

Davalı -1915 olaylarına  hukuken soykırımı denilemez- görüşünü    nasıl savunabilecektir? Soykırımı suçunun  varlığını saptayacak makam  yetkili mahkeme değil midir ? “Bu konuda İsviçre  toplumunda ve onun da dışında  geniş mütabakat var”  denilerek  hukukun üstünlüğü ilkesi çiğnenebilir mi ?  Hukukun  öngördüğü  çerçeve dışına çıkılabilir mi?  İsviçre’de çıkılabiliyor.

5) İsviçre Federal Mahkemesinin  kararının  dayandığı mantık

IFM’ne göre “Perinçek’in  soykırımının suçunun varlığının bir mahkeme  (IMF  Soykırımı Sözleşmesinin yetkili mahkeme konusundaki  açık hükmüne rağmen buna uzman komisyonlarını da katmış) kararına dayanmadığı görüşü ….bir değer taşımamaktadır“. “Lozan Polis Mahkemesinin yapması  gereken ve yaptığı,  İsviçre’de   Ermeni soykırımına ilişkin tarihsel görüşün artık  tartışma konusu yapılmamasını sağlayacak yeterli mutabakatın olup olmadığını tesbittir.”   Ancak  İsviçre Mahkemesi  var olduğunu ileri sürdüğü mutabakata katılmayanların görüşlerini tek kalemde yok saymıştır. Örneğin savunma tanığı olarak Mahkemede görüş bildirenlerin söylediklerini de  karşı görüş saymamaktadır. Mahkeme yargıcının   savunma tanıklarından bir kısmına,  oraya Türk Hükumeti tarafından  mı gönderildiklerini sormuş bulunması, bu  alandaki önyargıyı  gösterir. Ne var ki bu ifadeler  mahkeme  zabıtlarına da  alınmamıştır.

6) 1915 olaylarının soykırımı  olduğu iddiası tartışılamayacak bir  tarihi gerçek  mi?

İsviçreli yargıçlar,  1915 döneminde Osmanlı Ermenilerinin diğer Osmanlı yurttaşları yanında yaşadıkları büyük trajedinin  soykırımı  olduğunun tartışılamayacak bir tarihi gerçek sayıldığı hakkında   İsviçre’de  ve uluslararası alanda  bir    konsensüs bulunduğunu ileri sürmüşlerdir. Ancak, yargıçlar karşı görüşlerin varlığını da bildiklerinden,  ihtiyatı elden bırakmayarak, konsensüsün ittifak anlamına gelmediğini karara yazmışlardır.   ( IFM Madde 4.4.) Böylece, yargıçlar, sözde “konsensüse” (uzlaşma yoluyla mutabakat)  katılmayanların  görüş ve yayınlarını   kayda değmez  saymış oluyorlar.  İsviçreli yargıçların  yaklaşımının ardındaki neden ırk ve din ayrımcılığı  sayılabilir.

Okumaya devam et  NEWYORK : Ermeni Yalanlarına Son Ve Şehit Diplomatlarımızı Anma Mitingi

Mahkemenin değindiği “konsensüs” kavramına gelince:  “konsensüs”  daha ziyade siyasal ağırlığı bulunan  bir terimdir.  Bir konuda  farklı veya karşı    görüş   sahibi olanlar,   görüş ve  iradelerini açıkça belirtmeye devam ederlerse,  konsensüsten söz  edilemez. Bunun yerine, “bir  grubun (belki çoğunluğun) belirli bir şekilde  düşündüğü, ancak farklı görüşler bulunduğu ve konunun tartışmalı olduğunun” söylenmesi daha dürüst bir anlatım olurdu.  Bilim dünyasında ise konsensüs kavramı kullanılmaz. Bilimsel sonuçlar değişime, ilerlemeye açıktır.  Aksi kanıtlanıncaya kadar  geçerli olabilir. Tarih bilimi de böyledir ve tarihsel değerlendirmeler,  çoğu kez bu değerlendirmeyi  yapanların çizdikleri çerçeveye göre    değişebilir.  Bilimsel konularda – tarih bilimi dahil-  karşı görüşler varsa  konunun tartışılmakta olduğu  söylenir ve dogma  oluşturularak başkalarına  dayatılmaz.

1915 olayları konusunda  Türkiye’de ve başka ülkelerde  hararetli tartışmalar devam etmektedir ve bu tartışma henüz bir  sonuca ulaşmış değildir. Oluşturulacak kanıya dayanak alınması  ve  “inkârdan korunması” gereken bir Nürnberg Mahkemesi kararı  yoktur[11].

Halen  sözde “Ermeni soykırımının” inakârını ya da kabaca küçümsenmesini  suç sayan bir ulusal yasa  bulunmamaktadır. İsviçre Ceza Yasası da Ermeni soykırımına doğrudan  atıfta bulunmuyor.  Herhangi “bir soykırımının” inkârını suç sayan bir çerçeve çiziyor. Ancak,  bir eylemin  soykırımı suçu sayılması için bunun bir meşru dayanağının bulunması gerekir. Konu ceza hukuku olunca, suçun işlendiği hakkında  yetkili yargı organının  bir kararının olması lazındır.  Bir ülke kamu oyunun bir bölümünün  o olayı suç ya da soykırımı olarak değerlendirmesi, suçun hukuken oluşması bakımından  yeterli değildir.

İşin ilgi çekici yanı,İsviçre Mahkemesi  bu konuda yasa koyucudan da destek alamadığını da  açıklamıştır. İsviçre  Parlamentosunun  iki kanadı birden 1915 olaylarını soykırımı olarak niteleyen bir kararı onaylamamıştır.  İsviçre  Hükumeti ise  Ermeni soykırımını kabul eden bir karar almamıştır.  Aksine  Ermeni soykırımının kabulünü Parlamentoya öneren iki teklifin reddi  Hükumet sözcüsü  tarafından resmen Parlamewntodan istenmiş, yapılan oylamada her iki teklif te reddedilmiştir. Ayrıca,  İsviçre Federal Mahklemesi kararının 3.4.2 maddesinin  ikinci paragrafında  İsviçre Ceza Yasasının  241bis, 4.fıkra  maddesinin   İsviçre Parlamentosunda ele alınması konusunda şunlar yazılıdır: ” Yasa metninin bazı unsurlarının parlamenterler tarafından uzun uzadıya tartışılmış olmasına karşın, bu bağlamda  1915 olaylarnın nitelenmesi  hiç müzakere konusu olmadığını belirtmek gerekir.   241.bis. 4 fıkra ile ilgili  Almanca metin aşırı ölçüde sınırlayıcı bir yoruma imkan tanımadığı için, sonuç itibariyle, metnin Fransızca versiyonunun kabulünün gerekçesi olarak sadece iki konuşmacı tarafından öne sürülmüştür”.

7) 1915 olaylarının soykırımı sayılamayacağı konusundaki karşı görüşler

1915 olaylarının soykırımı sayılamayacağını sadece Doğu Perinçek değil, çok tanınmış ve uluslararası üne sahip  tarihçiler, yazarlar  ve   düşünürler de  belirtiyor.  Bunlardan bir kaç tanesini  adını  anmak gerekirse,   Bernard Lewis,  Stanford Shaw, David Fromkin, Justin Mc. Carthy, Guenther Lewy, Norman Stone,  Kamuran Gürün, Michael Gunther, Gilles Veinstein, Andrew Mango,  Stephane Yerasimos, Roderic Davidson,  Paul Dumont &François Georgeon  J.C. Hurwitz, William Botkay, Edward J. Erickson  ve Steven Katz, Alfred Moser, Georges de Maleville, Heath Lowry  ve  ABD’de gazeteye ilan vererek  karşı görüşlerini açıklayan 30 bilim adamı  sayılabilir. Bu listeye  daha yüzlerce isim   eklemek mümkündür.

Öte yandan,  davalı  Doğu Perinçek, Lozan Polis  Mahkemesine 90 kilo ağırlığında  karşı görüş içeren belge ve kitap sunmuştur. Bunlar  Mahkeme tarafından “ tarih yazma cezai otoriteye düşen bir görev değildir“[12] gerekçesiyle  dikkate alınmamıştır.

Bu incelemede kitap ve  beyanlarına atıfta bulunduğumuz  kişiler  trajik 1915 olaylarının soykırımı olarak nitelenemeyeceği  kanısındadırlar ve bunun nedenlerini   gerekçeleri ile açıklıyorlar; böylece  İsviçreli  yargıçların var olduğunu ileri sürdüğü “İsviçre’de genel kabul gören tarihsel olgu”  nitelemesine  katılmıyorlar. 1915 olaylarının soykırımı niteliğini taşıdığı iddiası,  uluslararası camiada olduğu gibi Türkiye’de de ayrıntılı bir şekilde tartışılmaktadır.  Bununla birlikte, biz, karşı görüşü savunanların bulunduğu da yadsımamaktayız. Bu durumda yapılması gereken  gerçekleri birlikte araştırmak ve uzlaşma çözümleri üretmektir. Bu araştırmaların -İsviçre Mahkemeleri  gibi taraflarca- kimi dogmaları korumak için  dondurulması uzlaşmaya katkıda bulunulmaz.

Mahkeme bu alanda yargı kararına değil, var olduğunu ileri sürdüğü  soyut  konsensüse dayanmak istemekte ,bu konudaki karşı görüş sahiplerinin ağızları tıkaçla kapatılmasını önermekte, böylece    tarih araştırmalarını da  dondurmaktadır. Mahkeme   şöyle diyor: “Bu konuda  Mahkemenin Doğu Perinçek’in talep etiği  ek incelemeyi yapmasına gerek yoktur.” “Kanton Mahkemesi keyfî davranmamıştır; Mahkeme yukarıda sözü edilen mutabakatın (İsviçre toplumundaki genel kanı) var olup olmadığını tesbitle yetinmek  durumundadır.”  Mahkemeye göre, “Doğu Perinçek (avukatı)  hem soykırımının varlığını tanımayan devletler olduğunu  ileri sürmüş, hem de  “şurada-burada” ( Mahkeme bu ifadeleri sanığın görüşlerini küçümsemek için kullanıyor) bazı tarihçilerin soykırımı konusundaki görüş birliğini bozduğu görüşünü” savunmuştur.  Kanton Mahkemesine göre, “bu bir iddiadan öteye geçememiş, Perinçek mutabakatın bulunmadığını kanıtlayacak hiç bir sahih unsuru ortaya koyamamıştır”[13]Perinçek, 1915 olaylarının soykırımı olarak nitelendirilmesi konusunda  genel ve özellikle bilimsel bir mutabakat bulunduğu saptamasının keyfî olduğunu gösterememiştir“[14] “İsviçre Federal Konseyinin Ermeni soykırımını tanımayı resmi bir açlıklama ile müteaddit defalar reddetmiş bulunmasından … soykırımının iddiasının keyfî olduğu  sonucu çıkarılamaz“[15]

8)  Doğu Perinçek’in bilerek ve isteyerek suç işlediği  iddiası tutarsızdır.

İsviçre Mahkemesi “Doğu Perinçek’in bir soykırımının inkarını cezalandıran hükmün varlığını bilmekte olduğunu, günün birinde tarafsız bir komisyon Ermeni soykırımının filhakika gerçekleştiğini belirtecek olsa bile, hiç bir zaman tutumunu değiştirmeyeceğini açıkladığını; Ermeni soykırımını uluslararası bir yalan olarak tanımlarken ve 1915 olaylarının soykırım olarak nitelendirilmesini açıkça inkar ederken, İsviçre’de cezaya çarptırılabileceğini bildiğini”[16] iddia ediyor.Bu konuda gerçek nedir?

a) Daha önce Bern Laupen Mahkemesi tarafından verilmiş olan beraat kararı nedeniyle  Doğu Perinçek,  Ermenilere soykırımı yapıldığı savını  yadsıması halinde İsviçre’de mahkum edileceğini bilemezdi.

Doğu Perinçek  Ermeni soykırımını yadsıma gerekçesiyle hakkında dava açılan 18 kişilik bir grup Türk vatandaşının  daha önceki yıllarda Bern Kantonu Bern-Laupen Mahkemesi tarafından suçsuz bulunduğunu ve bu beraat kararının Federal Mahkeme tarafından onaylandığını bilmekteydi. Aynı Devletin  mahkemelerinin   benzer konularda  birbiri ile tamamen  çelişen kararlar  verebileceklerini   tahmin edemezdi.

b)   Doğu Perinçek  İsviçre Adalet Bakanının  İCK 261 bis 4  maddesi konusunda Türkiye’yi ziyaretinde ileri sürdüğü görüşleri önemsemek durumundaydı

Doğu Perinçek,  Türkiye’yi ziyaret eden İsviçre Hükûmetinin Adalet Bakanının – düşünceyi ifade özgürlüğünü  sınırlaması nedeniyle- İsviçre Ceza Kanunun 261/bis.4 maddesinin  karşısında olduğunu ve bunun değiştirilmesi  konusunun Hükumette görüşüldüğünü açıkladığını [17] bilmekteydi.  Genelde Bakan düzeyinde yapılan  açıklamalar, hele bunlar yabancı ülkede yapılırsa, hükumetin  belirli bir konudaki tutumu konusunda  ziyaret edilen ülkeye  yönelik bir mesaj ve ciddi bir işaret  sayılır. Bu nedenle Doğu Perinçek’in bu konuda İsviçre Hükumetinin  anılan maddeyi  değiştirme konusundaki niyetinin ciddi olmasını  düşünmesi   doğaldır.

c)  Tarafsız Komisyon kurulması ve bunun soykırımı konusunda karar vermesi  görüşünün  hukuksal niteliği

Mahkeme, Doğu Perinçek’in   “tarafsız bir komisyonun belirteceği görüşe itibar etmeyeceği” beyanının gerekçesini incelememiştir. Oysa, bu gerekçe hukukî nitekiktedir ve  “Tarafsız komisyon” teriminin hukuksal bir kavram olmadığı temeline dayanır. Tarafsızlık görecedir. “Soykırımı”  ise hukuksal bir  kavramdır.  Soykırımı Sözleşmesi, soykırımı  suçunun  varlığını saptama konusunda yetkili  olan  mahkemeyi belirlemiştir.

Gerçi, ulusal ve uluslararası hukuk, mahkeme yanında “hakem komisyonu” ” tahkim”  gibi kurumlar  kurulabileceğini öngörmüştür. Hatta Lahey’de bir Uluslararası Tahkim Mahkemesi vardır. Ancak, tahkim hukuksal  bir uyuşmazlığın  çözümüne yönelik  bir  süreçtir.  Soykırımı suçunun işlenip işlenmediği ise ulusal ve uluslararası ceza hukukunun konusudur. Sözleşmede de açıkça belirtildiği gibi  kişinin sorumluluğuna yöneliktir. Soykırımı suçunu “kişi” işler. Soykırımı suçu işlenmesi durumunda  devletin sorumluluğu  da doğabilir.  Sözleşme bu konuda   Uluslararası Adalet Divanı’nı yetkili kılmıştır.

Bir uyuşmazlık hakkında  hakeme başvurmayı kabul edenler, hakem heyeti seçimini yapmak için  uluslararası  geçerliliği bulunan yöntemleri uygularlar. Taraflar eşit sayıda kendi hakemlerini seçerler. Bunlar “tarafsız” değildir. Taraflarca kendi görüşlerini anlatmak ve savunmak için seçilirler. Bu hakemler  ya aralarında anlaşarak bir başka  kişiyi başkan olarak seçerler; ya da  taraflar sonuncu üyenin  seçimi konusunda aralarında  anlaşamazlarsa,  son hakemi  örneğin Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri seçer. Tahkime gidilmesi konusunda uyuşma sağlanırsa, tarafların, hakemler tarafından yanıtlanacak  sorular üzerinde anlaşması gerekir. Buna “tahkimname” denir. Özellikle politik yanları bulunan konularda, tahkimname konusunda uzlaşmaya varılması son derecede zordur.  Öte yandan,  hakem heyetine sorulacak  sorular  dışardan dayatılamaz.

1915 olaylarının soykırımsal niteliğine ilişkin dogmalarının  zedelenmesinden  korkanlar ve onları ırkçı-dinci-siyasal nedenlerle destekleyenler, değil hakeme başvurmayı,  karşı görüşü savunanlarla aynı toplantıya katılıp  görüş   ya da belge  değiş tokuşunu bile reddediyorlar;  farklı görüşlerin  akademik ortamda  dile getirilmesini   engellemeye çalışıyorlar[18].

Doğu Perinçek, 1915  Ermeni   trajedisinin  soykırımı olarak nitelenebilmesi için, Holokost’ta olduğu gibi  yetkili bir mahkemenin konuyu inceleyerek karar vermesi gerektiği kanısındadır.  Sözleşmede öngörülen mahkemenin yerini   tarafsız  bir komisyonun  alamayacağı görüşünü savunmaktadır. İtiraz ettiği, bir komisyonun  yargı yerine geçerek hüküm vermesi ve  varacağı sonucun   reddedilmemesinin peşinen   ön koşul olarak farklı düşünen bireylerden istenmesi, böylece düşünceye ambargo konulmasıdır. Doğu Perinçek, tahkime başvuran  taraf  değildir;  “bağımsız komisyonun” vereceği karar konusundaki duraksamasını  bu nedenlerle  açıklamış, ancak, görüşünün yukarıda sayılan gerekçelerini Mahkemeye anlatmasına bile müsaade edilmemiştir.

IFM kararının 5.1. maddesinde,  Doğu Perinçek’in  tutumunu   hukuksal çerçevesinin tamamen  dışında mütalaa edilmiş ve “sözde yazar -tarihçi Doğu Periçek’in  ırk ayrımcılığından kaynaklanan“[19];  ” ırkçı ve milliyetçi saiklere dayanan“[20];  ” içsel iradesinin“[21] sonucu olduğu  ileri sürülmüştür

9) Musevi soykırımı ile 1915 olayları arasında paralellik kurma çabası

İsviçreli  yargıçlar,  farklı veya aykırı görüşler bulunmasının  tarihsel gerçeklerin varlığını değiştirmeyeceğini belirterek, 1915 olayları ile Musevi Soykırımı olan  Holokost ile paralellik oluşturmak  istemişlerdir .

Pek çok hukukçunun, siyasetçinin  ve bilim adamının da belirttiği  gibi,  1915 trajedisi  ile  Holokost arasında parallelik kurulamaz.  Yargıçların  herşeyden önce kendilerine şu soruyu sormaları gerekirdi :

Almanya’da, Avusturya’da veya Musevi soykırımına eylemleriyle -veya  sadece seyirci kalarak ve gelişmelerden parasal çıkar  sağlayarak-  yardımcı olan diğer ülkelerde  yaşayan Museviler, yurttaşı oldukları ülkeye karşı  silaha  sarılarak ayaklandılar mı? Oralarda ayrı bir Musevi devleti kurmak istediler mi?”  Bu soruların yanıtı bellidir: Hayır. “Yoksa sırf Musevi oldukları için mi  gaz odalarında öldürüldüler?” Bu sorunun yanııtı da açıktır: Evet

“1915 olaylarının soykırımı veya insanlığa karşı suç olduğu konusunda Nürnberg Mahkemesi veya ulusal mahkemelerde alınan kararlara   benzer   mahkeme kararları var mı?” . Bu sorunun yanıtı çok açıktır : Hayır

Holokost ile 1915 olayları arasındaki fark nedir?

1915 olayları hakkında, Holokost konusunda olduğu gibi  yetkili  uluslararası mahkeme veya yetkili ulusal mahkeme tarafından alınmış  bir yargı  kararı yoktur.

Ermeni soykırımını yadsıyan kişilerin, – Holokost’u inkâr eden ve böylece Musevi düşmanlığını  güçlendiren kişiler gibi-  Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin değerlerini çiğnedikleri  söylenemez.  Zira, İsviçre Mahkemesi görmek-duymak istemese bile tarihçilerin,  sosyal bilimcilerin ve siyasetçilerin  1915 olaylarının niteliği  konusundaki tartışma ve araştırmaları sürmektedir.  Pek çok araştırmacı, yazar, tarihçi veya Hükumet sözcüsü konunun açıklığa kavuşmamış olduğunun ve tartışmanın sürdüğünün altını çizmektedir.

Örneğin, Avrupa Birliği  Komisyonu sözcüsü    13 Ekim 2006 tarihinde. “olaylarla ilgili bazı temel  yönler, akademik  toplumun üyeleri arasında olduğu gibi uluslararası camia ve Türkiye arasında  halen tartışılmaktadır”  şeklinde beyanda bulunmuştu.

Bu nedenle, kişileri  bu konuda  kimi ülkelerde var olduğu ileri sürülen ancak yetkili mahkeme kararına dayanmayan  sübjektif bir  kanıyı paylaşmadıkları gerekçesiyle yargılamak   haksızlıktır.

10) 90 yıl önce ulusal yargı tarafından cezalandırılmış olan   eylemlerin hukuki niteliğinin değiştirilmesi hukukun temel ilkelerinin   çiğnenmesi  anlamına gelir.

Türk ve yabancı kaynaklar Osmanlı Ermenilerinin  tarihte pek çok kez  Müslüman Osmanlılara saldırdıklarını, hatta bu saldırıların bir kısmını   devletin tenkil eylemlerini tetiklemek için başlattıklarını, bu şekilde yabancı güçlerin müdahelesini  harekete geçirmek istediklerini  kanıtlamaktadır.  Bu konuya değinen binlerce belge

ve yüzlerce  ciddi tarihsel araştırma ve tanıklık  var [22].

Bunun yanında, Osmanlı  vatandaşı kimi  görevliler ile bazı  Osmanlı vatandaşlarının  Osmanlı Ermenilerine karşı -yürürlükteki Osmanlı yasalarına göre-  suç oluşturan bazı eylemler yaptıkları da yadsınmamaktadır.  Türkiye Cumhuriyeti Arşivler Genel Müdürü Yusuf SARINAY  yayımladığı çok sayıda   makalede  Osmanlı Devletinin, Osmanlı yasalarına göre suç işleyenleri kovuşturma ve cezalandırma görevini yerine getirdiğini açıklamıştır[23]. Bu bağlamda, 30 Eylül 1915 tarihinde Soruşturma Komisyonları kurulmasına karar verilmiştir. 1915-1916 yıllarında  Osmanlı Ermenilerine  karşı  Osmanlı yasalarına  göre suç işleyenlerden 1673 kişi  yargılanmıştır. Bunlar arasında binbaşı, yüzbaşı, üsteğmen, teğmen, jandarma bölük komutanı rütbesinde subaylar, polis komiseri, nahiye müdürü, tahsildar, kaymakam, belediye başkanı, katip, sevk memuru, mal müdürü, tapu memuru, muhtar, telgraf müdürü, nufus memuru, başkatip, Terk Edilmiş Mallar Komisyonu Başkanı   gibi 170  kamu görevlisi vardır. Gerisi, çapulcu, çete üyesi veya halk arasından gelen vatandaştır.  1916 yılı ortalarında sona eren yargılamalar  sonucunda  67 idam, 524 hapis, 272 beraat ve yargılamanın reddi kararı verilmiştir. 69 kişi sürgün, pranga, para ve kürek cezasına  çarptırılmıştır . Bu yargılamalar, pek çok başka yayında sözü edilen[24] ve Birinci  Dünya Savaşı sonrasında Istanbul  ile ülkenin başka yerleri işgal altında iken 1919 yılında  yapılan  yargılamalardan ayrıdır.

Şimdi aradan 93 yıl geçtikten sonra, 1916 yılındaki cezalandırmaların  suç  niteliğinin res’en değiştirilerek, yeniden yargılama yapılmadan, işlenen  o suçların  ceza yasasında yazılı olan suç değil de   o tarihte  Osmanlı  yasalarında  ve devletler hukukunda  öngörülmeyen  soykırımı suçu olduğunun  Türk devleti, yargısı, halkı ve uluslararası adalet  tarafından kabul edilmesi istenmektedir

Orta çağı yeniden yaşamak istemeyen   ülkelerin yargılarının ve yurttaşlarının geriye doğru yürürlük kazandırılacak bir  hukuk dışı işlemi kabul etmeleri beklenemez. Ayrıca Nulle crimen sine lege “yasayla  belirlenmeyen suç olmaz” “Nulla poena sine lege” “Yasa bulunmadan cezalandırma olmaz”  hukuk ilkesi  sadece İsviçre’de değil  Türkiye’de de geçerlidir, ayrıca Uluslararası Ceza Mahkemesini kuran Roma Statüsünde de  yer almaktadır.  İsviçre yargısının bu ilkeyi   yok sayması da kabul edilemez bir davranıştır.

11) Da   ile  davacı İsviçre yargı ovalıtoritesi arasındaki  temel fark  soykırımı sözcüğünde düğümlenmiştir.

Davalıyı savunan    avukat  Moreillon’un   temyiz dilekçesinde  Doğu Perinçek’in yadsıdığı  terimin “soykırımı” olduğunu şu ifadelerle açıklıyor: “Doğu Perincek  olayların  soykırımı  olarak nitelenmesini yadsımaktadır; hiç bir zaman sürgünlerin, katliamın, diğer  suçların, hatta insanlığa karşı suçların varlığını inkar etmemiştir. Bu nedenle İsviçre Ceza Yasasının 261 bis 4. maddesine karşı bir eylemin ona yüklenmesinin nedeni anlaşılamamaktadır.” (Temyiz dilekçesi: Para. 64)

Bu durumda  davacı  ile sanık arasındaki  temel  farkın  1915 döneminde yaşanan olayların  “soykırımı” olup olmadığına, yani suçun   adına ve  niteliğine odaklandığı  ortaya çıkıyor.  Bir suçtan sözedildiğine göre konunun  ulusal veya uluslararası ceza hukuku alanına   girdiği herhalde yadsınamaz. 1915 trajedisi soykırımı  mıdır? İnsanlığa karşı suç mudur? Osmanlı ceza kanununda kayıtlı suçlara mı uyar? Karşılıklı katliam mıdır?  Savaş suçu mudur?  Bütün bunlar  farklı suçlardır. Örneğin soykırımında  aranan  özel kasıt (dolus specialis), Uluslararası Ceza  Divanını oluşturan Roma Statüsünde yer alan  insanlığa karşı suç unsurları arasında yer almamaktadır.  Soykırımı Sözleşmesi 1948 yılında kaleme alınırken, koruma altına alınması oylanarak reddedilen “siyasal  gruplar” (bunların arasına ayaklanan gruplar da girmekte) Uluslararası Ceza Mahkemesinin kuruluşuna ilişkin   Roma Statüsünde  öngörülen insanlığa karşı suçlar çerçevesinde bulunmaktadır.  İsviçre  yargısı bu önemli hukuksal  fark ve ayrıntıları yok saymıştır.

Ancak, İsviçre Mahkemesi  bu alanda  haksız olmadığını kanıtlamak için bir yedek gerekçe  de  oluşturmak   istemiştir. İFM  kararının 7. paragrafında   şunlar  yazılıdır: “Bu durumda,Temyiz eden davalının ( Doğu Perinçek)  katliamların ve (sürgünün)  tehcirin varlığını inkar etmediğini   kaydetmek gerekir.  Bu  suçları da -ihtiyatlı bir şekilde yaklaşılsa bile-   insanlığa karşı suçlar  dışında  nitelemek  mümkün değildir .Oysa bu suçları, savaş hukuku adına  veya sözde güvenlik nedenleriyle dahi  olsa  haklı göstermek, İsviçre Ceza Yasasının 261 bis  4 hükmü  çerçevesine girer ki, bu açıdan mütalaa edilse bile  ve bu olayların soykırımı şeklinde  nitelendirilmesinden bağımsız olarak,   temyiz edenin (Perinçek’in)  Ceza yasasının 261 bis, fıkra 4   maddesinin uygulanması suretiyle mahkum  edilmesi     sonuçları bakımından keyfi  gözükmemektedir  ve federal hukukun  ihlalini  oluşturmaz“.

Kanımızca  İsviçre Federal Mahkemesi kararının en  ilgi çekici   cümlelerinden biridir bu. Mahkeme   Perinçek’in katliamın  ve zorunlu göç ettirme  eyleminin  varlığını  inkar etmediğini  belirtiyor;  Doğu Perinçek’in yadsıdığı hususun 1915 olaylarının soykırımı  olarak  nitelendirilmesi olduğunu da vurguluyor. Perinçek’in görüşü  Soykırımı Sözleşmesini temel kabul eden  ve  hukuksal dayanağı olan  bir  mütalaadır.  Doğu Perinçek,  Mahkeme tarafından da bilindiği gibi    hukuk doktorudur. Hakkındaki dava   Uluslararası Ceza Divanının oluşturan Roma Statüsünde ayrı bir suç olarak yer alan “insanlığa karşı suçu veya  savaş suçunu inkardan” değil, soykırımını yadsıdığı için açılmıştır.   O dönemde  Nisan 1915 Van katliamı dahil olmak üzere  karşılıklı  pek çok insanlık dışı eylem yapılmıştı [25] ,[26].   Konuyla ilgili olarak   yapılan tüm  tarafsız incelemeler,  o dönemdeki trajik olaylardan Osmanlı Ermenileri yanında Müslüman Osmanlı yurttaşlarının  da  çok büyük kayıplar verdiğini gösteriyor [27].

Doğu Perinçek’in temel itirazı, 1915 olaylarına ırkçı ve dinci  ayrımcılık yapılarak yaklaşılması, taraflardan birinin  kayıplarından  üzüntü ile  söz edilir ve bu kayıpların sorumluları kınanırken, diğer tarafın kayıplarının yok sayılması  ve bunların sorumlularından söz   edilmemesidir.

12) Soykırımı kavramı hukuksaldır. Bu nedenle  öncelikle soykırımının niteliği ve özel kasıt kavramı    (Dolus specialis ) üzerinde durmak, yetkili mahkeme sorununa eğilmek gerekir.

Soykırımı 1948 Soykırımı Sözleşmesinin öngördüğü  bir uluslararası suçtur. Bu suçu diğer suçlardan  ayıran  iki önemli öğe bulunmaktadır.  Birincisi   dolus specialis denilen  “bir gruba  mensup  insanları  sırf o gruba  mensup bulundukları gerekçesiyle yok etme konusunda özel  kastın bulunmasıdır”.  İkincisi , sanığın eyleminde özel kasıt bulunup  bulunmadığın  yetkili  mahkeme tarafından  usulüne uygun bir yargılama ile  saptanmasıdır.

13) Uluslararası Adalet Divanının   Şubat 2007’de verdiği Bosna davası kararı  soykırımı hukuku açısından önemli bir içtihat oluştuırmaktadır.

Uluslararası Adalet Divanı,  Bosna  davasında  verdiği kararın  187,  188  ve 189 maddelerinde  bu konuya   açıklık getirmiştir :

Soykırımı Sözleşmesinin II maddesi  ayrı bir  zihinsel öğenin  bulunmasının gerektiğini gösteriyor. Bu öğe Sözleşme kapsamında korunan gruba mensup insanları tamamen veya kısmen, sırf o gruba mensubiyetleri  nedeniyle yok etme kasdının varlığıdır. Gruba mensup insanların sadece kasden yasa dışı şekilde öldürülmüş  bulunduklarını  kanıtlamak yeterli değildir. Çok kesin biçimde  tanımlanmış olan ek kastın  isbatlanması gerekir…. Grup üyelerinin o gruba mensup bulundukları için hedef seçilmiş bulunmaları yeterli değildir; failin ayrımcı bir kastının bulunduğunun saptanması ve isbatı gerekmektedir. Yani daha fazla bir şey istenmektedir….Sırf o gruba mensup bulunmaları nedeniyle,  -İngilizcesi: as such-   terimi,  korunan grubu yok etme kasdının varlığını vurgulamaktadır. Soykırımı, benzer suçlar, özellikle, insanlığa karşı suçlar ve zulümler bağlamında ele alındığında,  kasıt  öğesinin özelliği ve bunun  için gerekli olan özel nitelikler daha belirgin olarak ortaya çıkar….. Eski Yugoslavya Uluslararası  Ceza Mahkemesinin Kupreşkiç  davasında belirttiği gibi, ….. zulüm ve ve soykırımı belirli bir gruba mensup insanlara karşı işlenmiş suçlardır. Bu insanlar o gruba mensup bulundukları gerekçesiyle hedef alınmışlardır. Her iki, kategoride de önemli olan ayrımcılık yapma  niyetidir; kişilere etnik, ırksal ya da dinsel nitelikleri nedeniyle saldırmaktır bu.  Zulüm eyleminde,    siyasal bağlantıları nedeniyle saldırmak ta  buna dahildir. Zulüm eyleminde , ayrımcılık  yapma niyeti katletme dahil,  çeşitli insanlık dışı biçimlerde tezahür edebilir; soykırımı durumunda bu niyete,  soykırımı kurbanlarının ait oldukları  grubu  tamamen veya kısmen  yok etme kastının refakat etmesi gereklidir. Böylece mens rea açısından bakıldığında, soykırımıının  en ağır ve en insanlık dışı zulüm olduğu  söylenebilir. Başka bir  anlatımla, zulüm, bir grubu tamamen veya kısmen ortadan kaldırma yönelik  istençli ve bilinçli  aşırı eylemlere tırmandığında,  bu zulümlerin   soykırımına dönüştüğü söylenebilir.

Uluslararası Adalet Divanı,  Bosna kararının 190. paragrafında  etnik temizliğin de her zaman  soykırımı  anlamına gelmediğini  “…bir grubun tamamen veya kısmen  bulunduğu yerden atılması kendi başına bir soykırımı sayılmaz” sözleriyle belirtmektedir. Bu eylem, insanlığa karşı suç kavramı çerçevesine girebilir.

Bosna kararının 202-230 maddeleri soykırımı konusunda kanıt konusunu  ele almakta, kanıtlama  yükümlülüğünün  soykırımı iddiasını ileri sürene ait olduğunu belirmekte, kanıt ölçütlerini  ve yöntemlerini  çok yüksek tutmaktadır.

Bosna Hersek’in, Sırbistan Karadağ’a açtığı  ve Sırbistan’ın soykırımı yaptığı iddiasını dile getiren davada da,  özel kastı  isbatlamaya yönelik kanıtların  düzeyi çok yüksek tutulduğundan, Sırbistan, Srebrenicada soykırımını önlememek dışında, soykırımın suçunun işlenmesinden sorumlu tutulmamıştır. Uluslararası Adalet Divanı,   2007 Bosna kararında  Bosna  olaylarına soykırımı denilmese bile, işlenen cürümlerin başka bir  adla   mesela insanlığa karşı suç veya savaş suçu  olarak nitelendirileceğini  kararına yazmıştır.  UAD’nin bu kararı, soykırımı suçunun diğer suçlarla karıştırılmaması gerektiğini kanıtlamaktadır.

Okumaya devam et  Hangi Avrupa, hangi Avrupalı?

İsviçre Mahkemesi bu konuda ciddi hukuk hatası yapmış ve  Uluslararası Adalet Divanının  Bosna kararında  aldığı ve  hukuki emsal oluşturan kararındaki   ölçütleri   görmezlikten gelmiştir.

Doğal olarak, -Orta Çağ evresini aşmış ülkelerde- yetkili mahkeme soykırımı zanlısını  yargılarken onun savunmasını  da  dinlemek ve  soykırımı suçu konusunda  somut  deliller  ya da karşı deliller olup olmadığını da  ele almak zorundadır.  Örneğin Eski Yugoslavya Ceza Mahkemesi, Srebrenitsa katliamı zanlılarının savunmalarını dinledikten sonra, bunların suçlarının  soykırımı olduğun karar vermişti.  İsviçre Mahkemeleri, bu konuda  ” bizim saptadığımıza göre, İsviçre’de bir  çoğunluk soykırımının tarihsel bir gerçek olduğunu düşünmektedir”  diyerek karar  vermekte, farklı düşünenlerin gerekçelerini ve sundukları  karşı görüşleri ve belgeleri elinin tersi ile itmektedir

13) Hukukla  tarih  arasındaki  ilişki nedir?

Bu konu bizi  hukuk ile tarih arasındaki ilişkiyi kısaca  de ele almaya yönlendirmiştir. Paris Üniversitesinde Profesör iken geçenlerde  ölen   Stefan Yerasimos, hukuk ile tarih ilişkisi konusunda şunları söylemişti : “1915 olaylarının soykırımı olduğu iddiası  aslında bir hukuk tarih çelişkisi olarak tanımlanabilir. Tartışma bir uluslararası hukuk terimi olması gereken, ancak çeşitli biçimlerede algılanan ve zamanla değişen, hatta yozlaşan soykırımı terimi etrafında dönmektedir. Bu tartışma içinde taraflar tarihi  selektif bir biçimde kullanmaktadırlar. Tarih, olayları belli bir neden sonuç ilişkisi içinde anlatan, herkesin hukuki ya da  hukukvari  argümantasyonuna uygun düşecek kanıtları çekip çıkardığı bir bilgi-belge ambarı olarak kullanılmakta, böylece, tarih hukukun tutsağı olmaktadır…..

Hukukun amacı bir şeyi kanıtlamak, tarihin amacı ise izah etmektir. Hukuk yargılar, oysa tarih değer yargısından uzak durur……..Kavram kargaşasından kurtulmak için yapılacak ilk iş, tarihsel düşünce sistemini hukuksal düşünce sisteminden ayırmaktır….”

“Türk tarafı 1915 olaylarına, özünde devlete karşı ihanet olarak algılanan bir isyana karşı yapılan bir bastırma hareketi açısından bakmaktadır….. Ermeni tarafı  ise bu süreci göz ardı ederek olaylara ancak soyut ırkçı bir izah getirmektedir. Buna göre son tahlilde, Türklerin Ermenileri ortadan kaldırması, onların barbarlığından kaynaklanmaktadır….. Ermeni sorununun temelinde ikinci öğe, bir yörede yoğun bir Ermeni çoğunluğunun bulunmamasıdır….” [28]

Bu nedenle  tarihi olayların uluslararası ceza hukukunda  yerinin ne olduğu ve  nasıl nitelendirilmesi gerektiği  konunun yetkili mahkemelere bırakılması,  tarihsel olayların  tüm açıklığı ile karşı görüşler ve çelişkili belgelerle de olsa  her isteyinin  incelemesine açık tutulması, bunların  tarışılması ve   sonunda herkesin kendine göre bir vicdani kanaate erişmesi  en doğru yoldur. Bu vicdani kanaate göre, kimileri  vicdanlarının   yönelttiği yolda, “özür dileme” gibi bazı  inisyatifler alabileceklerdir.   Başkaları daha farklı tepkiler içinde olacaklardır. Ancak   vicdani kanaatin

tekdüzeleştirilmesi  ve ona kelepçe vurulması  sonuçta hiç bir yarar sağlamaz ve vicdani kanaatin niteliğini değiştirmez.

16) İsviçre Bern Laupen Mahkemesinin emsal kararı

Bern-Laupen  Mahkemesinin  soykırımını yadsıyan bildiriye imza koyan 18 Türk vatandaşını aklayan kararı ve bu kararın İsviçre  üst mahkemeleri tarafından onaylanması bir hukuki emsal sayılmalıdır.

Doğu Perinçek hakkında Lozan Polis Mahkemesi tarafından verilen kararın  ciddi  hatalar içerdiğini görmek için,  daha önce aynı konuda  Bern-Laupen Mahkemesinin aldığı   bir emsal kararı ayrıntılı biçimde incelemek gerekir.  Lozan Polis  Mahkemesi bu önemli emsal  kararını  yok saymıştır.

Bern Laupen Mahkemesinin kararı  neleri içeriyor? [29]

i) Ermeni Soykırımını Anma  Komitesi tarafından  İsviçre Parlamentosuna 26 Eylül 1995 tarihinde soykırımının tanınmasını talep eden bir dilekçe  verilmişti. Bu dilekçeye karşı, 30 Ocak 1996 tarihinde,  İsviçre  Türk Dernekleri Koordinasyon Kurulu Federal Meclise   18 imzalı karşı yönde bir dilekçe  sunmuş ve “Ermeni soykırımı ifadesiyle tarihsel gerçeklerin saptırıldığını, Ermeni Komitesinin başvurusunun bir kışkırtma olduğunu belirtmiş,  Osmanlı Ermenilerinin bir bülümünün Birinci Dünya Savaşında düşmanla işbirliği yaptığını, bu nedenle Ermeni Komitelerinin dağıtıldığını, ülkenin doğusunda, savaş bölgesinde yaşayan Ermenilerin ülkenin güneyine sevkedildiğini….” belirtmişti. Bu  dilekçeyi imzalayanlar hakkında  26 Nisan 1997 tarihinde suç duyurusunda bulunulmuş ve İsviçre Ceza Yasasının  261 mükerrer 4. maddesine aykırı hareketten   haklarında dava açılmıştı. Bu madde ırkçılık ve ayrımcılık yapanları – bu arada soykırımını inkar edenleri- cezalandırmayı öngörmektedir.

ii) Bern Laupen Mahkemesi 25 Ağustos 1999’da Federal Dışişleri Bakanlığından Türkler ve Ermeniler arasındaki ihtilaf konusundaki  Türk görüşleri hakkında bilgi istemiştir.  Federal Dışişleri Bakanlığı bu konuda yayınlar sunmuş, ancak görüş bildirmekten kaçınmıştır. Mahkeme 27 Haziramn 2000 tarihinde Bern Üniversitesi İslam Bilimleri Enstitüsünden bir uzmanı görevlendirmiş ve Türk okullarında bu konuda  neler öğretildiği hakkında bir rapor hazırlamasını istemiştir.  Uzman, raporunda “Türk kamuoyunda,  Ermenilere soykırımı uygulandığı ve  mezalim yapıldığı iddialarına karşı bazı  gerekçeler kullanıldığını, dış güçlerin  Ermenileri desteklediklerinin, iddaların Ermeni propagandası olduğunun, tarihi gerçeklerin yanlış yansıtıldığı düşüncesinin egemen olduğunun, Ermeni soykırımı ifadesinin halk için çok önemli bir milli anlam taşıdığının savunuldığunu”  belirtmiştir.

iii)Mahkeme  10 Ocak 2001 tarihinde Federal Şansölyeden, Parlamentonun veya Federal Konseyin  olayları “soykırımı mı , veya   suç niteliği taşıyan  bir saldırı olarak mı ?” değerlendirdiğinin bildirilmesini istemiştir.   Federal Dışişleri  27 Şubat 2001 tarihinde ,  Ermeni soykırımının  tanınması için  İsviçreli parlamenterler tarafından  üç  kez girişim yapıldığını (Fankhauser,  Ziegler ve Zisyadis  girişimleri ) bildirmiş,  ayrıca  Kiliseler Ökümenik Komisyonunun bir kitabını,  Talat Paşa Davası konusunda bir kitabı, Ermeni yazar Vahan Dadrian’ın bir  eserini ve gazete kupürlerini sunmuştur.  Mahkeme 18  sanığın ifadesini almış ve  bu dilekçeyi nasıl imzaladıkları ile Ermeni soykırımı konusunda  düşündükleri  hakkında çeşitli  sorular sormuştur. Davalılar Türkiye^de bu konuda  öğrendiklerini ve soykırımını neden tanımadıklarını anlatmışlardır.

iv)Mahkeme   delilleri değerlendirmiş ve  Ceza Yasasının 261 bis 4 fıkrasına  aykırı  hareket olup olmadığını  araştırmıştır.  Mahkeme  olayda açık inkar  ve eylemin ırk ayrımcılığı niteliği bulunup bulunmadığını  ele almış,  Ceza Yasasının anılan maddesinin “eylemde kesinlik” kuralını gözönünde bulundurmadığı  yolunda  eleştiriler bulunduğunu  saptamış,  doktrinde bu  maddeye yöneltilen eleştirileri   not etmiştir . Bu bağlamda, ırk ayrımcılığı suçu ile ilgili ceza normlarının yeterince kesinlik içermediği, ayrıca yasada temel haklar ile çatışma bulunduğunun ortaya çıktığını vurgulamıştır.  Yasanın bir yandan insanlık onurunun  korunması ve bireyin   ırk ayrımcılığına karşı  savunulmasını istediği öte yandan,   düşünce ve bilim özgürlüğünün  çiğnediğine işaret edilmiştir.Bu durumda korunan hukuki hakkın ne olduğu tartışma konusudur.

v)Doktrinde   (Ermeni tezlerine yakınlığı ile bilinen) Niggli’ye göre,   dilekçenin içeriği İsviçre’de yaşayan halk grupları , bu meyanda Türkler ile Ermeniler arasında tartışma yaratmağa müsaittir. İsviçre’deki Ermeni azınlığı dilekçe konusunda  duygusal tepki   göstermiştir. Bu durumda,  Niggli  İsviçre’deki Türk toplumunun Ermenilerin soykırımının tanınması karşısında duyarlılık gösterme hakkını yok saymış  ve Türklere karşı ayrımcılık yapmış olmuyor mu?

“Federal Mahkeme  22 Mart 2000 tarihinde (Ausschwitz yalanı ) yani Musevilere soykırımı suçu işlendiğinin inkarı bağlamında  aldığı  bir kararda, bir soykırımının kısmen tartışılmasının dahi cezalandırılmasını istemiştir. Tür:  Niggli  İsviçre’deki Türk toplumunun Ermenilerin soykırımının tanınması karşısında duyarlılık gösterme hakkını yok saymış olmuyor mu?

toplumunun dilekçesindeki ifadeler   soykırımını inkâr ve küçümseme eylemlerinin yapıldığı anlamına gelmektedir. Soykırımında  en önemli sorun, soykırımının varlığının tesbitini kimin yapacağıdır.”

Bir başka hukukçu Trechsel’e göre  ” hem Soykırımı Sözleşmesi hem de İsviçre Ceza Yasası  soykırımı konusunu net olarak tanımlamamaktadır. Bu nedenle olayların incelenmesinde  sadece -gerçekliği asla kuşku götürmeyen-[30] tarihi olaylar gözönünde bulundurulmalıdır. (Gerçek olduğu asla kuşku götürmeyen) teriminin tanımı yoktur.

Bern- Laupen Mahkemesin in  kararında bu konuda   açıklık var. Mahkeme, ” Tarihi olayların uluslararası ceza mahkemelerinde görülen davalara konu olması, örneğin Nürnberg Mahkemesi  veya Eski Yugoslavya veya Rwanda için kurulan Özel Mahkemelerin bulunması, ulusal mahkemelerin olayları irdelemekte karşılaştıkları güçlükleri kendiliğinden ortadan kaldırmaktadır ”  diyerek    kanımızca  sorunun en  önemli noktasına   değinmiştir. Bu da  yetkili bir mahkeme kararının mevcudiyeti koşuludur.

vi)Bern-Laupen Mahkemesine göre,  ” her ne kadar soykırımı sözcüğü 1945’ten sonra hukuk terminolojisine girdiyse de, bu daha eski  olayların  bu isim altında tanınmayacağı  anlamına gelmez. Ancak şurası  bir gerçektir ki, daha eski olayları tanımlayabilmek için, tarihsel olaylara ilişkin delillerin toplanması kolay değildir” görüşünü ileri sürmüştür. [31]

vii)  Bern- Laupen Mahkemesi   hukukçu Niggli’nin  BM İnsan Hakları Alt Komisyonu raporuna, Avrupa Parlamentosu kararına yaptığı atıflara  ve Paris Mahkemesi tarafından mahkum edilen Bernard Lewis davasına  atıfta bulunmasına işaret ettikten  sonra,

Bernards Lewis’in soykırımını inkar suçundan değil, Fransa Medeni Yasasının 1382 maddesi gereğince, “Başkasının zarar görmesine sebep olan kişi onu telâfi etmekle yükümlüdür” kuralı uyarınca mahkum edildiğinin” altını çizerek bu önemli farka dikkat çekmiştir.  Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Alt Komisyonunun konuyu nasıl ele aldığına ve Avrupa Parlamentosu kararına bu yazıda    ayrıca ayrıntılı olarak değinildi.

viii) Bern-Laupen Mahkemesi  Federal Konsey ve Ulusal Meclis’te  bu konuda  yapılan  görüşmeleri inceledikten sonra,  Ulusal Meclisin  , 1915 olaylarının soykırımı olarak tanınması  için

Federal Konseyi görevlendirmeyi reddetmesine değinmekte, bu  sonucun  olayların soykırımı olarak değerlendirilmediği yaklaşımının varlığını ortaya koyduğunu belirtmektedir.

ix)  İsviçre Ceza Yasasının 261 bis, Fıkra 4 maddesi  “teammüden” suç işlenmesinden söz etmektedir. Kendi iradesi ve isteği ile objektif bir olayı gerçekleştiren kişi suçlu sayılmaktadır. Soykırımını yok  sayma, mazur gösterme eylemlerinin “ırkçı motiflerle” yapılıp yapılmadığının saptanması  ceza yasası açısından önemlidir. Hukuk bilimciler bu konuda  görüş birliği içinde değildir.  Neden sadece ırkçı sebeplerle  soykırımını inkar eden suçlu  sayılacaktır?   Niggli ve Rehberg’e göre,  soykırımını inkar  eylemi   suçun oluşması  için  yeterli sayılmalıdır.  Başka bir  öğeye gerek yoktur. Suçun  işlenmesiyle  toplumsal barışın tehlikeye düşmesidir önemli olan.

Ancak, Mahkeme bu konuda  şu görüşe yer vermiştir : “Türk Dernekleri temsilcilerini dilekçe vermeğe iten ,  ülkesini, vatanını bir lekeden doğacak zararlardan kurtarmak  gayet  anlaşılabilir bir durumdur. Bu sübjektif bir reflekse, her insanın kültürel kimliğine, diğer bir deyişle bir ırkın, milletin veya ülkenin tarihsel geçmişine uygun bir tavırdır.”..  “Bu oluşumun arka cephesi ırkçı bir motif kabul etmez . Ayrıca Türk dernekleri dilekçelerinin 5. maddesinde tamamen uzlaşıcı bir tutum sergilemişler, halklar arasında barış, hoşgörü ve anlayıştan söz etmişlerdir. … Türk Dernekleri Stratenwerth’in dediği gibi keskin bir milliyetçilik  dugusu ile hareket etmişleridir.”

x)   Mahkeme kararına göre :”Soykırımını inkar eyleminin  bilerek ve isteyerek yapılması gereklidir.  İnkar ,  kabaca küçümseme ya da  haklı gösterme  eylemlerinin   objektif verilerinin bulunması  ve bunların ırkçı saiklerle yapılması elzemdir[32].  İnkar eylemini yapanın kendisi tarafından yadsınan olayların gerçekten vuku bulmuş olduğunu bilmesi gereklidir. Auschwitz’deki  gaz odalarında öldürülme olayının  yalan olduğunun ileri sürülmesi bugün mevcut bilgiler karşında kabul edilemez. Ancak, başka soykırımlarında veya  insanlığa karşı suçlar hakkında     bilgi  eksikliği olabilir. Önemli olan eylemi yapanın konu hakkında gerçek bilgi sahibi olmasıdır.  (Niggli)[33]. Davalılar tarihçi değildir ve  o döneme ilişkin uzmanlık bilgileri yoktur. Tarih bilgileri sadece Türkiye Cumhuriyeti Hükumeti ve Türk Devlet anlayışından  etkilenmiş tek yanlı bilgidir. Bu bilgi  davalıların kanaati ile örtüşmektedir. Türk okul sistemi çok merkezî ve milliyetçidir. Sonuç olarak tek yanlı bir bakış açısı mevcutur; karşı görüşlere  yer verilmemektedir. Davalılar o döneme ait çok yönlü olmayan ve ideolojik bir nitelik taşıyan tarih bilgilerine sahiptirler ve ırkçı  motiflerle  hareket etmemişlerdir, olay kendi iradeleri ve istekleri dışında cereyan etmiştir. Irk ayrımcılığı suçlamasından  aklanmalarına karar verilmiştir .

xi) Dava daha sonra bir üst mahkeme olan Bern Kantonu Yüksek Mahkemesi Birinci Ceza Dairesine  temyizen  gitmiştir[34]. Mahkeme 16 Nisan 2002 tarihli kararı ile temyiz başvurusunu reddetmiştir.

Mahkeme kararında önce  davanın tarihçesi verilmekte, daha sonra müdahil avukatlarının talepleri usul açısından incelenmekte, bundan sonra da İsviçre Ceza Yasasının 261/bis maddesinin 4. fıkrası irdelenmektedir. Bu irdelemede  ” her kim soykırımı ya da insanlığa karşı  suçları inkâr eder, kabaca küçümser ise ya da haklı çıkarmağa teşebbüs ederse  hapis cezası ile cezalandırılır”   hükmü ele alınmakta, bu hükmün  yasalaşmasına ilişkin  gelişmeler anlatılmaktadır.  Yasanın bu maddesinin  amacı,  Holokost yaşanmadığı, gaz odalarının bulunmadığı gibi iddiaları bilimsel örtü altında  ileri süren  Revizyonistlerin yapıtlarının  engellenmesidir.

Bu konuda Federal Konseyin ve doktrine katkıda bulunanların [35]görüşlerine kararda  yedi  sayfa ayrılmış bulunması, İsviçre yargısının  kararlarında  doktrine  verdiği önemi ortaya koymaktadır. Dipnotumuzda özetle ele aldığımız  doktrin örnekleri,  uzmanların ve yargının soruna hangi açılardan baktığı konusunda bir fikir vermesi   bakımından  önemlidir.  Özellikle Niggli’nin  “insan saygınlığı” konusunda   oluşturduğu tanımdan hareket edersek,  trajik 1915 olaylarından zarar gören – sadece Ermenilerin ardılları değil – tüm Osmanlı vatandaşlarının ardıllarının  insan saygınlığının göz ardı edilmemesi gerektiğini  düşünmemiz gerekmez mi ? Tabii insana ırk ve din ayrımcılığı virüsü    bulaşmamışsa.

xii) Mahkeme İCK 261 mükerrer maddesi konusunda  uygulamaya ve doktrine   egemen olan bir görüş bulunmadığını not etmiş  ve sonuçta  temyiz başvurusunu reddetmiştir.

xii) Dava bir üst mahkeme olan Federal Mahkemeye de Cambazyan ve Şahinyan adlı iki  Ermeni tarafından  taşınmış, bu Mahkeme  doktrin ve uygulamayı irdeledikten sonra  bu temyiz bavurusunu da reddetmiştir.

17) İsviçre  Federal Mahkemesi kararının düşünceyi ifade özgürlüğünü kısıtlayan boyutu

a) Düşünceyi ifade özgürlüğü ve  yetkili mahkeme kararı ile saptanan soykırımının  inkarının suç sayılması arasındaki ilişki

Bu konu bizi düşünceyi ifade özgürlüğünün  sınırları alanına getirir.Yukarıda da vurguladığımız gibi, soykırımını yadsımanın bir suç olarak cezalandırılması için “yadsınan soykırımı suçunun varlığının  yetkili  bir mahkeme tarafından kabul  edilmiş bulunması “elzemdir. Soykırımı gibi  çok ağır bir uluslararası suçun varlığı, Soykırımının  Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesinde öngörülen yetkili mahkemeler tarafından verilmiş ise, soykırımı suçunun, övülmesi,  yadsınması ve  kabaca küçümsenmesinin cezalandırılması  gerektiği pek çok ulusal yargı tarafından kabul edilmiş olan bir hukuk ilkesidir.  Bu  düşünceye katılıyorum.

b) Farklı düşüneni yargılamak ve yargılama tehdidi altında bırakmak  düşünceyi  ifade  özgürlüğüne aykırıdır

Bir tarihsel tartışmada, – kesinleşmiş mahkeme kararı ile saptanmış  durumlar hariç- başkaları tarafından kabul edilmeyen  görüşleri ileri sürenleri yargılamak veya yargılama  tehdidi  ile  engellenmek  düşünceyi ifade özgürlüğüne aykırıdır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. maddesi bu  tip eylem ve yasaklamaları önlemek için  konulmuştur. Bu madde düşünceyi açıklama özgürlüğünü korur. Sadece  zararsız ve normal  görünen  görüşlerin değil, rahatsız edici ve şok yaratan görüşler de korunur. ( Bakınız  AİHM ‘nin Chauvy ve diğerleri Fransa’ya karşı  Kararı : para 63 ila 70  ve Lehideux ve İsorni Kararı Para. 50 ve 51, ve en önemlisi   31.01.2006 tarihli Ginisevski v Fransce  kararı Para 40-45   ) İlgilenenler bu kararları AİHM  sitesine gişrerek bulabilirler)

c) İsviçre’de iç hukuk yollarını tüketmiş bulunan davalı AİHM’ne  başvurursa Mahkeme neyi inceleyecektir ?

Doğu Perinçek, İsviçre Mahkemelerinin kendisini mahkum etmiş bulunan kararına karşı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurursa, Mahkeme, soruna  AİHS’nin tanıdığı hakların ihlal edilip edilmediği yönünden bakacaktır. Mahkeme, dava  edilen  Devletin makamlarının -özellikle Mahkemelerin- özenle, makul biçimde ve iyi niyetle  hareket   edip etmediklerini  inceleyecektir. Mahkeme ayrıca    10. maddenin sağladığı özgürlüğü kısıtlamaya yönelik olarak davalı tarafından alınan  önlemlerin,  “izlenen  yasal amaçla orantılı  olup  olmadığına ”   ve  söz konusu önlemlerin alınması için ileri sürülen  gerekçelerin  “uygun ve yeterli” kabul edilip edilmediğini  olmadığını ele alacaktır.  Mahkemenin   bugüne kadar verdiği kararlara  bakıldığında,  Devletin bu konudaki takdir hakkının  demokratik bir toplumun  çıkarları ile sınırlı olduğuna  hükmedildiği görülür.

Bu husus, tarihsel konularda gerçeği tesbit etme söz konusu olduğu durumlarda özellikle geçerlidir. Bu konulardaki özgürlükler, genel anlamda düşünceyi ifade etme özgürlüğünün bir parçası sayılır.  Sorun,   soykırımı savının geçerli olup olmadığına odaklanmışsa,  bu  soykırımının tanımlanmasına ilişkin tarihi gerçekle doğrudan doğruya  ilgili bir konudur.  AİHM’nin görevi   İsviçre Mahkemelerinin yaptığı gibi  tarihsel görüş ayrılıkları konusunda  hakemlik yapmak değildir. AİHM pek çok kararında,  tarihsel araştırma yapmanın kendi görevi olmadığını belirtmiştir.Tarihsel araştırma  sonucunda ulaşılmış bulunan belirli bir tutumun doğru olup olmadığının saptanması Mahkemeye ait bir görev değildir. (AİHM: Lehideux ve Isorni/Fransa  davası 23.9.1998/VI ; Ginievski/Fransa , 64016/00, 31.1.2006 ; Chauvy/Fransa,64915/01, 29.06.2004)[36]

d)Yetkili mahkeme kararı ile varlığı  saptanmamış bir soykırımı iddiasını   ileri süren kişi  yargılanıp cezalandırılmalı  mıdır?

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin  düşünceyi ifade özgürlüğüne ilişkin olarak verdiği kararlar , bu alanda  AİHM’nin oldukça liberal ve özgürlükçü bir yaklaşım içinde bulunduğunu ve  şok edici  ifade sahiplerinin    düşünceyi anlatım özgürlüğünün  bile savunulması gerektiğini  göstermektedir.

e)Türkiye’deki uygulamalar

Halen, Türkiye’deki kitapçılarda   1915 eylemlerini  soykırımı olarak niteleyen çok sayıda kitap serbestçe satılmaktadır[37]. Bu konuda pek  çok makale  yayımlanmıştır. Türkiye Üniversitelerinde bu  sorun konusunda yüzlerce  toplantı düzenlenmiş ve  1915 olaylarını soykırımı olarak niteleyen  Türk ya da yabancı bilim adamları   görüşlerini  serbestçe açıklamışlardır [38].  Bunun yanında, 1915 olaylarının soykırımı olduğu yolunda  görüş açıklayan iki kişi  hakkında takibat yapılmış, daha sonra bir sanık tarafından katledilen Agos Gazetesi başyazarı Hrant Dink ise, bir yazısında Türklüğe haraket ettiği gerekçesiyle mahkum edilmişti, ancak, dava sonuçlanmadan maalesef  öldürülmüştür. Hrant Dink’in öldürülmesi  Türkiye’de çok az istisna dışında her kesim tarafından takbih edilmiştir.

Bu vesile ile,  bu satırların yazarı olarak, kişinin düşüncesini açıklaması nedeniyle takibata uğramaması ve mahkum edilmemesi gerektiği ve bu konudaki özgürlüğün sınırının çok geniş tutulması icab ettiği yönündeki  görüşümü yinelemek isterim.

Takibata olanak sağlayan mevzuatın da (örneğin TCK. 301 maddesi)  değiştirilmesi gerektiği  kanısındayım. Benzer şekilde kimse kimseye  kendi düşüncesini zorla kabul ettirmemeli, karşı görüş  sahibinin   düşüncesini açıklaması   engellenmemelidir.

Savunma hakkının kısıtlanmadığı bir dava sonunda yetkili   mahkeme kararı ile varlığı  saptanmış bulunan suçlara,  özellikle  Musevi soykırımı gibi  cürümlere gelince:  yetkili mahkeme kararı ile saptanmış olması  koşuluyla, bu suçların övülmesinin, kabaca küçümsenmesinin ve  olmamış sayılmasının yasalar tarafından engellenmesi  ve bunu yapanların cezalandırılmasına  karşı değilim.

18) İsviçre Federal Makemesi kararının Türk kökenli İsviçre yurttaşları açısından   oluşturduğu  ayrımcılık boyutu

İFM kararının 8 maddesinde  “Temyiz başvurusunu yapan Doğu Perinçek’in mahkum edilmesi,  kendilerini1915 soykırımının anıları ile özdeşleştiren Ermeni toplumunun onurunu korumayı amaçlamaktadır[39] denmiştir.  Bu ifade  İsviçre’de sayıları 140.000 ‘i bulan  Türk kökenli İsviçre vatandaşlarına  veya  orada  işkamet eden Türk vatandaşlarına ikarşı   ciddi bir din ve ırk ayrımcılığı öğesini içermektedir. İsviçre’de yaşayan Türk kökenli kişilerden bir  grup, 1915 olaylarının  soykırımı niteliğini  yadsıyan  beyanları nedeniyle  Bern-Laupen Mahkemesi tarafından  aklanmış, bu karar İFM tarafından onaylanmıştı.  Yukarıda bu konuda ayrıntılı bilgi verilmiştir. İsviçre’de  yaşayan Türk toplumunun üyeleri, 1915 yılında yaşanan trajik olayların  soykırımı olmadığını ve bu olaylarda  Ermeni olmayan Osmanlı vatandaşlarının  da toplu olarak Ermeni militanlar tarafından katledildiğini  bilmekte ve  bunun  anılarını belleklerinde taşımaktadır.  Bu  yazımızıda   bir örnek olarak, Osmanlı Hükumeti tehcir kararını almada bile  Ermeni  birliklerinin  Van katliamını  gerçekleştirdiklerine dair  ayrıntılı  bilgi ve kaynaklar verilmiştir. O katliamın tehcir kararını tetiklediği tarihsel bir gerçektir. İsviçre Mahkemesi o trajik olaylarda  hayatını kaybeden  Osmanlı Müslüman tebaasının  uğradığı kırımı  yok sayarak    Türk asıllı   İsviçre yurttaşlarının onurunu  zedelemekte, böylece ciddi bir ırk  ayrımcılığına imzasını atmaktadır.

SONUÇ

Soykırımı, İnsanlığa Karşı Suç,  Savaş Suçu  gibi -uluslararası Uluslararası Sözleşmelerle açıkça tanımlanmış ve Uluslararası Mahkemelerin kararlarına konu olmuş suçlar ve  ulusal ceza yasalarında  öngörülen diğer-  suçlar, hukuksal çerçeveleri  yasalarla  ve özenle çizilmiş  hukuk dışı eylemlerdir.  Bu suçları işleyenler  yetkili mahkemelerde yargılanır.  Suç nedeniyle oluşan   örneğin devletin sorumluluğu gibi hukuki sonuçlar da Uluslararası Adalet Divanının yetki alanına girer.   Perinçek davasında  İsviçre Mahkemesi,  yukarıda anılan çeşitli suçlar arasındaki hukuksal farkları  incelemeden, yargısal açıdan oluşmamış bir suçu yadsıdığı  ve 1915 döneminde Osmanlı Ermenilerine soykırımı yapıldığını reddettiği, böylece ırk ayrımcılığı yaptığı gerekçesiyle  Türkiye İşçi Partisi Başkanı Doğu Perinçek’i mahkum etmiştir.   Mahkeme bu kararını, soykırımı suçunun işlendiği yolunda bir yargı kararına değil -zira böyle bir yargı kararı yok-   “bu  suçun işlendiğinin tarihsel bir gerçek olduğu konusunda genel olarak  İsviçre’de ve İsviçre dışında konsensüs bulunduğu” önyargısına dayandırmakta, bu  görüşe katılmayanların düşüncelerini  yok  saymaktadır.

Doğu Perinçek  insanlığa karşı suçun,  savaş  suçunun ya  o dönemdeki Osmanlı yasalarına göre işlenen ve yargı tarafından cezalandırılmış bulunan  diğer suçların değil,   “soykırımı suçunun” unsurlarının oluşmadığını  ileri sürmüştür.   Mahkeme      sanığın bu görüşünün  farkındadır; ancak  bu konuda   ünlü La Fontaine’in “Kurtla Kuzu” masalına benzer şu  söylemi geliştirmiştir : ” İFM kararı Md. 7 :  Temyiz edice katliamları ve sürgünün varlığını inkar etmemektedir.  Ama bu suçları da -ihtiyatlı bir söylemle bile- insanlığa karşı suçtan başka şekilde nitelemek mümkün değildir . Oysa, bu suçları da  savaş hali  veya sözde güvenlik  gerekçeleri ile bile olsa, haklı gösteren bir söylem de İsviçre Ceza Kanununun 261 bis 4. fıkra kuralı  çerçevesine girer. Bu açıdan bakıldığında, bu olayların  soykırımı şeklinde nitelendirilmesinden bağımsız olarak, Perinçek’in İsviçre Ceza Kanununun yukarıda anılan maddesinin uygulanması suretiyle mahkum edilmesi  sonuçları bakımından keyfi değildir ve federal hukukun ihlalini oluşturmamaktadır.” Mahkeme özetle şunu söylemek istiyor: “Söz konusu katliam ve göç ettirmeler   soykırımı değil de   insanlığa karşı suç olarak nitelense bile, Doğu Perinçek’in bunları haklı göstermesi  mahkum edilmesi için yeterlidir”   Oysa, Doğu Perinçek,  trajik olayları veya Osmanlı Mahkemeleri tarafından faillerine ceza verilmiş eylemleri haklı göstermemiş ve övmemiştir; bu olaylara  “soykırımı denilemeyeceği” görüşünü savunmuştur. Perinçek’in söyleminin  dayanağı keyfi  değildir, ciddi  tarihi ve hukuki araştırmalar sonucunda oluşturulmuş  hukuksal niteliği bulunan bir görüştür. İsviçre  Mahkemesi böylece  sanığın söylemediği  söylediğini ileri sürererek onu mahkum etmekten çekinmemiştir.

Okumaya devam et  Ermenistan açılımı ekonomiye nasıl yansıyacak?

İsviçre Mahkemesinin kararı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin  düşünceyi ifade özgürlüğünü  çiğnemektedir. Ayrıca, İsviçre Mahkemesi, Birinci Dünya Savaşı döneminde, Osmanlı Ermenilerinin   oluşturduğu çetelerin ve askeri birliklerin  belgelenmiş – hatta o dönemde  Ermeni yazarlar tarafından övgüyle söz edilen-  katliamlarını  yok sayarak,   verdiği karar ile    ırk  ve din kökenine   dayalı  bir ayrımcılık  yapmaktadır.

İsviçre yargısının bu kararı,  AİHM’ne taşınınca, AİHM  İsviçre Mahkemelerin- özenle, makul biçimde ve iyi niyetle  hareket   edip etmediklerini  inceleyecektir. AİHM ayrıca,    10. maddenin sağladığı özgürlüğü kısıtlamaya yönelik olarak davalı tarafından alınan  önlemlerinin,  “izlenen  yasal amaçla orantılı  olup olmadığına”   ve  söz konusu önlemlerin alınması için ileri sürülen  gerekçelerin  “uygun ve yeterli” kabul edilip edilmediğini  ele alacaktır. AİHM ayrıca davalının kendini savunma hakkının çiğnenip çiğnenmediğini inceleyecektir. Örneğin, Doğu Perinçek  kendisine vize verilmediği için avukatı ile görüşmek için İsviçre’ye gidememiştir, böylece  kendisini savunma hakkını kısıtlamıştır. Savunma tanıklarının görüşleri ve savunmasyı desteleyen belgeler  nazarı itibara alınmamıştır.  Yukarıda anlatılanlar, İsviçre Mahkemelerinin bu davada gereken özeni göstermediklerini ve önyargı ile hareket  ettiklerini  gözler önüne sermektedir.  İsviçre Adalet Bakanı Blocher’in Türkiye’yi ziyaretinde  yaptığı konuşmalarda İsviçre Ceza Kanunun 261 bis  maddesinin  düşünceyi ifade özgürlüğünü  kısıtladığını ve İsviçre Ceza yasasının bu maddesinin değiştilmesi konusunun  Hükumette görüşüldüğünü belirtmişti [40]. Doğu Perinçek İsviçre’de yaptığı  ve Mahkeme tarfafından suç sayılan konuşmasında, İsviçre Ceza Yasasının 261 maddesi konusunda  İsviçre’li Adalet Bakanının görüşlerinden  esinlenmiştir. Yetkili bir mahkeme  tarafından verilmiş geçerli bir  soykırımı kararına dayanmayan bir  soykırımı iddiasından ve bunun belirli bir topluma mensup bir  grup insan tarafından kabul edilmesinden  hareketle, aksi yönünde görüşlerin   yasaklanması, düşünceyi ifade özgürlüğünün kısıtlanması ve bunu açıklayanın mahkum edilmesi   son derecede  tehlikeli bir yoldur. Böyle bir karar, bir grup insanın oluşturduğu dogmayı tartışılmaz hale getirir ve tarihi  araştırmaları  engeller, dondurur.  Fanatik dogma sahipleri ve bazı siyasetçiler  dışında  böyle bir kısıtlamayı  kabul edecek ciddi bir  tarihçi bulunabileceğini  sanmıyoruz.. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin de siyasal baskılardan etkilenmeyerek, bu yargı haksızlığını düzelteceğine inanmak istiyoruz.


[1] Emekli Büyükelçi, UNESCO Türkiye Milli Komisyonu eski Başkan vekili

Ret. Ambassador;   Former  acting Chairperson of the Turkish National Commission for UNESCO

[2] Botschaft des Bundesrates zum Artikel 261 bis Abs.4. Hier wird ausdrücklich gesagt, dass es nicht darum gehe die ernsthafte Geschitsforschung zu verunmöglichen .(BBI 1992 III 314)

Çevirisi : (İsviçre Bundesrat’ın Isviçre Ceza Kanununun  Madde  261  Mükerrer   4 Fıkrası  konusundaki  Bildirgesi. Bu maddeden amaç, ciddi tarihsel araştırmaları olanaksız kılmak değildir.) (BBI 1992 III  314)

Bu konuda ayrıca bakınız : Prof.Dr Günter STRATENWERTH : :Schweiz, Strafrecht, Bes.Teil II,5.Aufl.2000 & 39 N.37 ( Çeviri : İsviçre, Ceza Hukuku, Bölüm II. 2000 Baskısı )

[3] (İFM Kararı: para.  A)  ( İFM Kararı: Para. 7)”

[4] Safa KAPLAN,” 1915’te ne oldu? 90 Yılında Ermeni Trajedisi” Hürriyet Yayınları 2005;  Talât Paşa tehcir konusunda şunları yazmıştr: “Esas itibariyle askeri bir ihtiyat tedbirinden   başka bir şey olmayan tehcir, vicdansız ve kararktersiz insanların elinde bir facia şeklini almıştır.. İttihat ve Terakki Komitesi üyeleri Ermenilere karşı yapılan hareketlerden dolayı son derecede mütessirdirler ve daima bu hadiseleri önlemek üzere Hükumet üzerinde eklili olmaya çalıştılar.” ” İttihat ve Terakki dışında kalmaya büyük özen gösteren Mustafa Kemal, Milli Misak’a  tehcirin sorumluları  için bir cezalandırma maddesi koydurmuştu.”  Bilindiği gibi  bu Tecziye Ahitnamasi.  içe dönük olduğu için  Ulusal Ant  metninden çıkarılmıştır ( Prof. Mete TUNÇAY , Toplumsal Tarih Dergisi Mart 2005 ” Tarihsel Bellek ve Aydınlar ”  makalesinin 2 sayılı dipnotu. )

[5] Avrupa Parlamentosu kasdediliyorsa,  (AP) bir bölgesel parlamentodur . AP kararı ayrıca ele alınacaktır.

[6] Birleşmiş Nilletler  Ekono0mik ve Sosyal  Konseyi Belgesi: E/CN.4/1986/5-E/CN.4/S.2/1985/579

[7] Belçika’lı  BossuytTürk Hükumetinin Ermenilere karşı şiddet  kullanıldığını yadsımadığını, ancak bunun soykırımı olmadığını …. Alt Komitenin tarihteki olaylar konusunda hüküm vermemesi gerektiğini” belirtmiştir;

ABD’li  Creyolaylar konusunda bazı terimler kullanılırken dikkat edilmesi gerektiğini, raportörün  ele aldığı konularda daha geniş araştırma yapması icab ettiğini, Whitacker’in raporunun 20-24 paragraflarından  ve dip notların incelenmesinden, elde mevcut kaynakların hepsinin kaydedilmediğinin görüldüğünü,  Ermeni soykırımı iddiasının  yeterince açığa çıkmamış bir olay olduğunu   ve yeterince derinliğine incelenmediğini, bu durumda kendisinin raporu kabul edemeyeceğini ” belirtmiştir

Romanya’lı  N. Nazilu  ” kendisinin tarihçi olmadığını, geçmişteki olayları yargılayamayacağını, Alt Komite’nin de  bu yargılamayı yapmaması gerektiğini ”  söylemiştir;

Mısır’lı  M. Khalifa,  “bu konudaki ilk raportör Ruhashyankiko’nun  raporunu 1978 yılında sunduğunu, oysa 1982 yılında  yeni bir raportör  tayin edildiğini,   gündemde o kadar konu  ele alınmadan  dururken bu konunun yeniden  canlandırılmasındaki sebebi anlamakta güçlük çektiğini, Whitacker’in  raporunun  24. maddesinde bahsedilen olayların tarihsel açıdan kesinlik kazanmadığını, eski hınçların canladırılmasının terörü ve Türk diplomatlarının öldürülmesini  özendireceğini, raportörün 24. maddeyi geri almasını beklediğini” belirtmiştir ;

Meksika’lı  Martinez Baez, rapordaki tüm tarihsel referansların kaldırılmasının yararlı olacağını, böylece Alt Komite uzmanlarının  geçmiş hakkında hüküm verme konusunda  kişisel sorumluluk  almamış olacaklarını , soykırımının var olduğunun saptanmasının tarihi referanslara bağlı olmadığını”  vurgulamıştır;

Fransız   M. Joinet, “Alt Komite üyelerinin Whitacker tarafından gerçek gibi sunulan olayları  değerlendirme konusunda yeterli   bilgiye sahip olamayacaklarını,  Alt Komisyonun görevinin tarihi gerçeği saptamak olmadığını,  Ermeni soykırımı konusunda ise, bu tarihsel olay konusunda karar vermenin Ermeni terorizmini yüreklendirme riskini taşıdığını, 1915-1916 yıllarında katliam olduğunun kabul edilmesi gerektiğini, ancak bu konuda kesin bir kanıya sahip olunmasının da güçlüğünü kabul ettiğini”   söylemiştir;

Sovyetler Birliğinden  M. Sofinsky ,  “Raportörün 1948   Soykırımı Sözleşmesini değiştirmek ve yenilemek  isteğinin bulunduğunu, oysa bu Sözleşmenin zamanında 96 ülke tarafından onaylandığını ve kırk yıllık bir uygulamasının bulunduğunu,  Whitacker raporunun pek çok  yanlışlıklar ve  muğlaklıklarla dolu bulunduğunu… bu çalışmanın eksik oldıuğunu”   söylemiştir;

Ürdün’lü Al Khasawneh, raporun 24 maddesinin  pek çok tartışmaya neden olduğunu, özellikle 1915-1916 Ermeni  katliamına  soykırımı denilmesinin bu çerçeveye girdiğini,  Alt Komitenin soykırımının varlığını tesbit edecek bir organ olmadığını,   selektif bir yaklaşımın  başka olayların da soykırımı olmayıp,  katliam çerçevesine girdiği konusunda tartışma açılmasına yol açacağını belirtmiş, Meksika temsilcisinin  -soykırımının  var olup olmadığının  tarihsel referanslara  bağlı bulunmadığı- görüşünü desteklediğini”   belirtmiştir;

Bengladeş’li  Chowdhury,   “bundan önceki raportör  zamanında  Ermeni soykırımı iddiaları dahil pek çok soykırımının görüşüldüğünü, eski raportörün  haklı gerekçelerle Ermeni soykırımını raporuna yazmadığını ve o raporun Alt Komisyon tarafından kabul edildiğine” dikkat çekmiştir.

[8] “Turkey bashing”  veya  “Tête de Turc   pataklaması”

[9] Ordonnace de la Cour  Européen de Justice; Ordonnace de la Cour (quatrieme chambre) 24 Octobre 2004 :

[10] Baroness Ramsay of Cartvale, spokeperson of the Foreign Office   said on 14 April  1999 : ” The British Government had condamned the massacre at the time. But in the absence of unequivocal evidence that the Ottoman  Administration  took a specific decision to eliminate the Armenians under their control  at that time, British Governments have not recognized these events aa indications of genocide. Nor  do we beleive it is the business of Governments of today to review events of over 80 yeras ago, with a view to pronouncing them”.

Baroness Scotland of Asthal acting on behalf of the British Government  said the following in a written response on 7 February 2001  : ” The Government, in line with the previous  British Governments, have judged the evidence not to be sufficientyly unequivocal to persuade us that these events should be categorized as  genocide, as defined by the 1948 United Nations Convention on Genocide, a Convention which was drafted in reponse to the Holocaust  and is not retrospective in applıcation. The interpretation of events in Eastern Anatolia in 1915-1916  is still  the subject of genuine debate among historians.

The British Malta Tribunals 1919-1921. 144 Ottoman prisoners were held in Malta for  28 months  while the British searched feverishly for evidence to substantiate their charges.  The British appointed an Armenian, Haigazn Kazarian  who was provided complete access to the records of the Ottoman Government. Kazarian was unable to discover any documentary evidence that would support the theory that the Ottoman Government implemented the relocation  as an  act of genocide.   The British High Commission in Istanbul was unable to provide to London  any evidence from the Ottoman records that would support  a criminal conviction against any of the Ottoman officials detained in Malta.  The British Government  requested the help of the United States Government to provide   evidence against these ex-Ottoman officials . On  13 July 1921 the British Embassy at Washington  gave the following reply :

I regret to inform Your Lordship that there was nothing therein which could be used as  evidence against the Turks who are being detained for trial in Malta. Having regard to this stipulation  and the fact the reports in the posession  of the Department of State  do not appear in any case to contain evidence against these Turks  which would be useful for the purposes of corroorating information already in the possession of His Majesty’s Government. I fear that nothing is to be hoped from afressing any further inquiries to the United States Government in this matter

(FO/371/6504/E.8519)(FO/371/6502/E.5845)(FO/371/6500/E.3577)

All the prisoners detained  for Malta has been released  by the British Government  , without a trial .

[11] Bu bağlamda,   AİHM’de Fransa’ya karşı Garaudy davasında, yollama yapılan, Paris  Temyiz Mahkemesinin verdiği 16 Aralık 1995  tarihli  6583/01 sayılı  karara bakılması  gerekir.. .

[12] İFM Kararı Madde A

[13] İFMKararı Madde 4.4

[14] İFM Kararı Madde 4.6

[15] İFM Kararı Madde 4.5

[16] IFM Kararı  Md. D

[17] Swiss Info  6 Ekim 2006

[18] Viyana’da oluşturulan  Ermeni Türk  Uzlaştırma   Komisyonuna   taraflar kendi görüşlerini destekeleyen 100 ‘er belge sunacaklardı. Bu belgeler ortak bir toplantıda ele alınacak ve birlikte yayımlanacaktı. İhtilafın tüm ayrıntıları böylece ortaya çıkacaktı.  Türk tarafı belgelerini vermiş, Ermeni, tarafı bu belgeleri almış, ama kendi belgelerini vermemiş ve süreçten  kaçmıştır.  Viyana’daki uzlaştırma girişimi   sürecin hangi nedenle sona erdiğini de  bir basın bildirisi ile kamuoyuna açıklamıştır.

[19] İFM Kararı Md.5

[20] IFM Kararı Md. 5.2

[21] İFM Kararı Md. 5.1

[22] Kaethe EHRHOLD : Flucht in die Heimat. Aus dem Kriegserleben deutscher Missionsschwester  in des asiatischen Türkei 1937,  Dresden : (Çeviri : Anayurda kaçış. Asya Türkiyesinde görevli nir Hristiyam Misyoner Rahibesinin Savaş Dönemi Anılarından. 1937 Dresden)

Charles FURLONG: Letter to President Woodrow Wilson, 1 April,1920  ; USNA 867.01/34   (Çeviri : Başkan Woodrow Wilson’a mektup. 1 Nisan 1920.)

Michael GUNTHER, “Pursuing the Just Cause of Their People” Greenwood Press, New York, 1986

John DeNOVO : “American Interests and Policies in the Middle East 1900-1939″, Minneapolis: University of Minnesota Press, 1963  pp 130 – 131 : ” :

Thomas BRYSON: Mark Lambert Wilson, U.S. Navy, Admiral Diplomat : His Influence on the Armenian Mandate Question” The Armenian Review, Vol 21, No. 4-84 1968  pp. 6, 11.

A. MOSER, “Les Arméniens ou est la réalité?”  Librairie Ediitions Malier, Paris, 1989

Georges de MALEVİLLE, ” La tragédie Arménienne  de 1915″ Editions Lanore, Paris  1988.

Salahi SONYEL, “Turkey’s Struggle for Liberation and The Armenians” SAM Papers No1/2001, Ankara, Center for Strategic Research, Ankara, 2001

Rus Kaynakları :

Hovhannes KATCHAZNOUNI (Premier Ministre d’Arménie) : Le Parti Dachnak n’a plus rien a faire. Rapport a la Conférence  du Parti  en 1923). Kaynak Yayınları, Istanbul 2005

Dashnakiz  Materialov Departmania Politsii, ( Les Dashnacks dans les Documents du Département de la Police):  Kaynak Yayınları, Istanbul 2007

S.G. PİRUMİAN:    ” Les Dachnaks de la Diaspora ”   Traduction en turc ,  Kaynak Yayınları,  Istanbul, 2007

A.A. LALAİAN:  ” Le rôle contre révolutionnaire du parti Dachnak  1914-1923″  Traduction en turc. Kaynak Yayınları ,Istanbul ,  2006

Gosarchiv Armenii F.65,D.116,y..96’dan aktaran Lalaian : “Bir  Ermeni Taşnak Subayının 1920 yılında yazdığı rapor

Mehmet PERİNÇEK :  “La lutte  arméno-turque  selon  B.A. Borian  homme d’etat  Arménien”  Kaynak Yayınları, Istanbul,  2006

KARİBİ : ” Le livre Rouge de la Géorgie . Réponse aux allegations Arméniens”  Kaynak Yayınları, Istanbul,  2007.

A.B. Karinian : Ermeni Milliyetçi Akımları   (Les mouvements  nationalistes  Arméniens)   Kaynak Yayınları, Istanbul , 2006

Samuel A. Weems in ” Armenia. The Armenian Great Deception Series. Volume I. St. John Press 2002 . . p. 131 :

Admiral Mark Lambert BRİSTOL letter dated March 28 /tarihli mektup) 1921 to Dr. James L. Barton ( Bristol Papers,  Manuscript Division of the Library of Congress)

[23] Doç.Dr. Yusuf  SARINAY , “Ermeni tehciri ve yargılamaları   1915-1916″  ” Türk Ermeni İlişkilerinin Gelişimi ve 1915 Olayları Uluslararası Sempozyumu Bildirisi. Gazi Üniversitesi Atatütk İlişkileri ve İnkilap Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi 2006; Sh. 263-264.  Dr. Sarınay bu bilgileri,  Osmanlı İçişleri Bakanlığının, Dışişleri Bakanlığına yolladığı, 19 Şubat 1916, 12 Mart 1916 ve 22 Mayıs 1916 tarihli gizli yazıların ekindeki listelere dayandırmaktadır.

[24] Prof. Murat BELGE, ” 1919 yargılamaları” ” Radikal 8-9 Nisan 2005″

[25]Tehcir kararını tetikleyen olayın     Ermenilerin yaptıkları Van katliamı olduğu yadsınamaz

Stéphane YERASİMOS, ” Questions d’Orient” Revue : Herodote, 1989,  Paris ” …. Les débuts de la Premiere Guerre Mondiale ” Sh..200*206″  : ” gönüllü birliklerin oluşturulmasını teklif ettiler ve ivedilikle Ermeni Ulusal Konseyi tarafından tün Ermeni toplumlarına telgraflar yollanarak harekete geçmeleri istendi. Türkiyeli Ermenilerin oluşturduğu 4 gönüllü Ermeni birliği oluşturuldu.. Zira Rusyadaki Ermeniler  Rus ordusunda zaten askere  alınmışlardı. Her bilrilik yaklaşık 100 askerdem oluşmaktaydı…..   24  Ekim 1914 tariihinden itibaren, yani çatışmaların başlamasından bir hafta önce,  komutan yardımcısı  Osmanlı Mevuzan Öeclisinin bir üyesi olan  ikinci  Ermeni birliği Iğdır’dan Van istikametine doğru harekete geçti. octobre 1914, une semaine avant le début des hostilités, le deuxieme détachement volontaire arménien, 2,3,4.bcü ve yeni kurulmuş bulunan  5.ci gönüllü Ermeni Birliği  özel bir kuvvet halinde bir araya getirildi ve bunlara Van’a yürüme emir verildi …. Ermeni birlikleri 18 Mayıs 1915 tarihinde  Van’a girdiler  ve Göl kıyılarının  temsiliğine  başladılar ….  “

Justin Mc CARTHY, Esat ARSLAN, Cemalettin TAŞKIRAN, Ömer TURAN , ” The Armenian Rebellion of Van. The University of Utah Press, 2006; 196 pages.  :.

[26] Ermeni liderlerinden  biri olan Boghos Nubar The Times gazetesine   30  Ocak  1919 tarihinde Paris Konferansı başlamadn hemen önce,  hizmetlerinin karşılığının  verilmesini beklediklerini belirtmiş ve şunları söylemiştir: : ”  Ermeniler, savaşın başından beri de facto  savaşan  taraf olmuşlardır. Tüm cephelerde Müttefiklerin yanında  yer almışlardır…..Rus  Çarlık ordusundaki 15.000 Ermeni dışında 40.000 den  fazla Ermeni gönüllüsü Türk ordularına karşı direnmiştir….”

Heath LOWRY ,  “The U.S. Congress and Adolf Hitler on the Armenians” (Vol.3.No.2 Political Communication  and Persuasion, 1995.

Osmanlı İmparatorlıuğundaki Ermmeniler ve Türkiye Sempozyumu (Symposium on Armenians in the Ottoman Empire and Turkey) (1912-1926) Boğaziçi University Publications, Istanbul, 1984

Haluk SELVİArmenian Question- From the First World War to the Treaty of Lausanne”  Sakarya University Turksih-Armenian Relationship Eesearch Centre  , Sakarya 2007

Şinasi OREL and Süreyya YÜCEThe Talat Pasha Telegrams: Historical Fact or Armenian Fiction” K. Rüstem &Bro. London 1980

Justin MC CARTHYDeath and Exile, THE Ethnic Cleansing of Ottoman Muslims  1821-1922″ Darwin Press, Princeyom, New Jersy, 1995

Justin MC CARTHY, “Muslim and Minirities, The Population of Ottoman Anatolia and the End of the Empire” New York, University Press, New York 1983

[27] Salahi SONYEL, “Turkey‘s struggle for liberation and the Armenians” SAM Papers No.1/2001, Center  for Strategic Resarch, Ankara, 2001.

[28] Prof. Dr. Stephane YERASİMOS,  Türkiye Bilimler Akademisinde  20 Mayıs 2002 de yaptığı ” Birinci Dünya  Savaşı ve Ermeni Sorunu”  başlıklı konuşma. Bu konuşma metni, daha sonra   Toplumsal Tarih Dergisinde Eylül 2002 tarihinde yayımlanmıştır.  Konunun tarihçilere havale edilerek

çözümlenemeyeceği görüşünü Prof. Sükrü Hanioğlu  ” İşi  tarihçilere mi bırakmalı?   makalesiyle desteklemiştir ( Zaman, 20 Ocak 2005

[29] Urteil vom 14 September 2001 in Sachen Karaman Fikri und Konsorten. Gerichtkreises Bern-Laupen

(Çeviri :  Kahraman Fikri ve Arkadaşları  davasında  14 Eylül 2001 tarihinde  Bern Laupen Mehkemesinin  verdiği karar.)

[30]”Gerçekliği asla kuşku götürmeyen terimi”   görecedir. Kime göre kuşku götürmemektedir.?  1915 Ermeni olayları konusunda  tamamiyle çelişkili  iki  ayrı görüş  bulunuyor. Mahkeme bunlardan birine itibar ederken, öbür görüşü hangi hakla ve hukukla   dışlayacaktır?

[31] Soykırımı Sözleşmesinin Giriş bölümü de  soykırımının tarihin her döneminde vuku bulduğunu belirtmektedir.

[32] Almancası  : “Wissen und Willen  müssen sich auf alle objektiven Tatbestandelemente beziehen, mithin auf das Leugnen, gröblich Verhamlosen oder Rechtfertigen vom Völkermord (Niggli)  sowie aud das vorgaengig  referierte Tatbestandelemente des rassistichnen Motive.”

[33] Bu konuda  dikkat çekmek isteyeceğim husus, Niggli gibi konuya eğilenlerin, olayın hukuki bakımdan nitelenmesinin gerektirdiği  hukuki gerekleri bir kenara bırakmalarıdır. Başka bir anlatımla,  eylemin soykırımı sayılması için gerekli olan  koşullar bir kenara bırakılmakta,  çok sayıda insanın hayatını kaybetmesi ger çeğinden hareket edilerek   çok sayıda insan ölümünün  otomatik olarak soykırımı olarak nitelenbmesidir

[34] Strafkammer des Obergerichts des Kantons Bern  N. 447/1/2001     16 April 2002

[35] Ele alınan katkılar :   1992  yılında  Karl-Ludwig KUNZ‘un  eleştirisi. ve  asıl amacın kamu barışının tehlikeye atılmaması olduğu yolundaki görüşü;  1995’te Robert ROM‘un   yasanın sadece Ausschwitz’i değil, başka soykırımnlarını da ve etnik temizliği de   ele almakta olduğu yorumu; Alexander GUVAZ’ın  maddeye  insanlık onurunu zedelemeye yönelik eylem  öğesinin eklenmesi  önerisi; 1996 yılında Peter MÜLLER‘in    soruna göç akımlarının sonuçları  açısından yaklaşması ve  yabancı düşmanlığı  öğesinin ihmal edilmemesi” önerisi; 1996 da Marcel Alezander NIGGLI’nin  Irk Ayrımcılığı kitabında   ırk  ayrımcılığı konusundaki yorumu özellikle   ilgi çekicidir. Niggli  İNSAN SAYGINLIĞINI, EŞİT HAKLARA SAHİP OLMA VE   EŞİT   MUAMELEYE  TABİ TUTULMA,  EŞİT SAYGIDAN YARARLANMA   HAKKI   OLARAK  tanımlamaktadır.. Niggli  soykırımının inkarının insan saygınlığına ne derecede zarar verdiğini  de sorgulamakta,  soykırımın inkarı ile  bundan  zarar görenlerin ayrımcılığa maruz kalmadığını, ancak bu eylemi yapanların aklanmak istediğini belirtmektedir.

[37] Ermeni Yazar Vahan DADRİAN’ın soykırımı tezini savunan üç ciltlik kitabı, Türk yazarlardan  Taner AKÇAM’ın kitapları ve makaleleri  ve daha pek  çok aynı paraleldeki   yapıt Türkiye’deki kitapçılarda  sertbestçe satılmaktadır. Ermeni soykırımı tezini savunan   çok sayıda makale  de  gazete ve dergilerde yayımlanmıştır; yayımlanmaya devam etmektedir.  Örnek olarak Radikal Gazetesinin   Taner Akçam’ın  çok sayıda  makalesini yayımladığını  belirtebiliriz.   Prof. Halil BERKTAY da benzer görüşlerini  kamu oyuna yansıtmıştır :  “Tehcirin  sorumluları  Talat, Enver ve Cemal paşalardır ” in Safa KAPLAN: “90 yılında Ermeni Trajedisi. 1915’te ne oldu?  Sh.57-66

[38] Örneğin  ünlü soykırımı  uzmanı W.  SCHABAS,   Ankara Barosunun 03-07 Ocak 2006 tarihleri arasında düzenlediği toplantıya katılmış ve  1915 olaylarını soykırımı olarak nitelediğini açıkça beyan etmiştir.  Ankara Barosu Hukuk Kurultayı . ” Crimes Against Humanity and Genocide”  Cilt  I  Sh  472-481. .

[39]”8……La condemnation du recourant tend ainsi a proteger la dignité humaine des members de la communauté arménienne, qui se reconnaissent dans la memoire du genocide de 1915…..”

[40] Swissinfo :  6  Ekim  2006 : ”        Christoph Blocher ırkçılık karşıtlığı normunu tadil etmek istiyor.    Blocher  vazgeçmiyor. Yasa çelişkilerle doludur. Blolcehr düşünce özgürlüğü ile ırkçılıkla mücadele yasası arasında temel çelişki bulunduğunu belirtiyor. “


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir