KIBRIS: İNGİLİZ GLADYOSUNUN TÜRKİYEDEKİ ADAMLARI

FEHMİ KORU'YA İKİNCİ YANIT - fft99 mf2219178

FEHMİ KORU’YA İKİNCİ YANIT

Soner Yalçın, İngiliz diplomasisinin ve İngiliz istihbaratı MI6’nın
6-7 Eylül  1955 olaylarının perde arkasındaki rolünü konu alan nitelikli bir yazı kaleme aldı.
Yeni Şafak’ın çift kimlikli yazarı Fehmi Koru, yazıda ayrıntılarıyla anlatılan İngilizlerin bu kanlı komplosunu görmezden gelip, kafa karışıklığı yaratmaya çalıştı / çalışıyor.
Soner Yalçın gerekli cevabı kendisine verdi, burada tekrar hatırlatmaya gerek yok ama Koru bugünkü yazısında işi bulandırmaya devam ediyor.
Okuduğunu anlamamak bu olsa gerek; 11 kaynak gösterilen yazıyı iki kaynağa indirgemiş Koru. Ne diyor Koru: “İki kitap ismi veriyor:
Brendan O’Malley ve Ian Kreig’in ‘The Cyprus Conspiracy’ ile Makarios Druşotis’in ‘Karanlık Yön EOKA’ adlı kitapları…” Ve ekliyor; olayla ilgili en etraflı kitabın yazarı Dilek Güven’in tespitleridir, diye.

Koru’nun bugünkü yazısına bakınca, ‘ben mi yanlış okudum’ diye Soner Yalçın’ın cevabına tekrar göz attım. Hayır, bende bir yanlışlık yoktu.
Söz konusu cevapta; zaten Soner Yalçın da Dilek Güven’in kitabını kaynak olarak kullandığını, yazmış.
Koru, madem özellikle James Bond’un İstanbul’da bulunmasının kaynağını merak ediyor; ilgili 11 kaynak arasında K Dergisi’ne bakabilir. (13 Temmuz 2007, sayfa 2-7)

Dedik ya; mesele kaynak göstermek, “ben yazdım, sen yazdın” tartışması değil. Zaten Koru bir sayfalık yazının minik bir bölümünden yola çıkarak polemik yaratmak istiyor.
Soner Yalçın’ın yazısını okuyanlar anlamıştır; James Bond aslında İngiliz Gladio’sunun simgesi olarak yazılmaktadır. Fehmi Koru bunu bilmesine rağmen neden konuyu başka kulvarlara taşımak istemektedir?
Meselesi nedir?
Koru, İngilizlerin rolünü gölgelemek mi istemektedir?
Peki, Koru bunu neden yapsın?
Çıkar yakında…

Diğer yanda…
Soner Yalçın içeriği saptırılmak istenen yazısında MI6’nın rolü üzerine vurgu yapıyor.
MI6 ajanları denince akla dünya üzerinde gelen kurumlardan biri neresidir biliyor musunuz:
Londra yakınlarında bulunan Exeter Üniversitesi.
İngiliz istihbarat servisi mensuplarının ana ocağı gibidir burası.
Yani MI6 ajanlarının büyük çoğunluğu bu okulda öğrenim görüyor.
Bu üniversite sadece İngiltere için değil özellikle Ortadoğu ülkelerine de ajan yetiştirmekle ünlüdür.

Ayrıca…
Buradan mezun olanların özellikle İslam ülkelerinde önemli mevkilerde (siyasi, ekonomik ve üniversite kadrolarında) yönetici olarak görev yaptığı biliniyor.
Üniversite o kadar iyi eğitim veriyor ki okulun kıyısından köşesinden geçenler bile ülkelerinde önemli mevkilere geliveriyor!
Örneğin:
Exeter Üniversitesi’nin enstitülerinden birinin adı; Arap ve İslami Araştırmalar Enstitüsü. Burada  bölgenin tarihi, kültürü ve dilleri öğretildiği için, bölge konusunda uzman olmak isteyenler MI6 ajanları mutlaka buradan geçiriliyor.
Enstitü’nün başında; Prof. Dr. Tim Niblock bulunuyor. Bu isim tanıdık; dönemin (2005) Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’e Exeter Üniversitesi fahri doktora unvanını veren kişi.
Sabahaddin Zaim ve Nevzat Yalçıntaş ve Milli Kültür Vakfı’nın bursu ile İngiltere’ye giden Abdullah Gül’ün Exeter Üniversitesi’yle öğrencilik ilişkisi 1970’lerin sonlarına dayanıyor.
Gül’ün 1976-1978 yılları arasında Exeter Üniversitesi’nden öğrenci arkadaşı kimdi biliyor musunuz: Fehmi Koru.
Koru ve Gül o yıllarda Müslüman Öğrenciler Birliği yurdunda kalıyordu.

Türk öğrencilerin bu üniversiteye gitmesi için destek verenlerden biri olan AKP eski milletvekili Nevzat Yalçıntaş; 14 Mayıs 2002 Salı günü TBMM Genel Kurulu’nda nasıl bir anısını anlatıyordu Exeter ile ilgili:

“Seneler önce, İngiliz Dışişleri Bakanlığı, Avrupa’da, her ülkeden birkaç kişiyi -herhalde bizi de alakalı gördü- Londra’ya ve güneye Exeter Şatosuna davet etti, bir beyin fırtınasına. Parlamentoda parlamento reformuyla vazifelendirilmiş İşçi Partisi üyelerinden Crossman geldi, dedi ki: “Biz -çok kısa geçiyorum- endüstriyi, demokrasiyi hallettik; fakat, karşımızdaki problem, medyanın demokrasiyi tahrip edecek çapta girişimlerde bulunması; bunu halletmeye çalışıyoruz.” Nerede; İngiltere’de; yani, demokrasinin beşiği bir yerde.”

Tutanak için tıklayınız

Refah Partisi’nden Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanlığı yapan Şükrü Karatepe’den, Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz’a; İslam Konferansı Örgütü Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğu’a kadar birçok isim burada eğitim gördü.

Evet, ne ilginç değil mi?…
Bir yandan; Kıbrıs sorunu konusunda İngiliz Gladio’sunun ayak oyunlarını; 6-7 eylül 1955 olaylarının perde arkasında yaşananları tek tek ortaya döken bir makale, diğer yanda Fehmi Koru’nun anlamsız bir polemiği.
İnsan sormadan edemiyor:
Bulanıklık neden yapılmak istenmektedir?
Bu durum “İngiliz sempatisiyle” açıklanabilir mi?
Ah Exeter Üniversitesi ah!
Nasıl öğrenciler yetiştiriyorsunuz böyle!

Barış Pehlivan
Odatv.com

Soner Yalçın’ın Fehmi Koru’ya yanıtı için:

Soner Yalçın

Güz Sancısı’nın başrolünde James Bond olmalıydı

Vizyondaki bir film nedeniyle yakın tarihimizin karanlık ve utanç

verici olayını anımsadık: 6-7 Eylül 1955. Olayın vahametini

bilmeyenimiz yok. Nasıl olduğunu da biliyoruz. Peki, olayların

üzerindeki James Bond gölgesini görebiliyor muyuz? Bir gerçeği kabul

edelim; sürekli “sonuç”a bakarak olayları değerlendiriyoruz. “Sonuç”u

ortaya çıkaran “nedenler” üzerinde pek durmuyoruz. Gelin, sonucu belli

bu acı olayın nedenleri üzerinde durmaya çalışalım; yani meseleye bir

de başka perspektiften bakalım.

İNGİLTERE, II. Dünya Savaşı’nın galip ülkelerinden biriydi. Ancak

savaştan zayıf çıktı. Sömürgeleri üzerindeki nüfuzunu koruyabildi

fakat bağımsızlık hareketleriyle başı dertteydi. ABD’nin de

zorlamasıyla sömürgelerinden kısmi olarak çekilme kararı aldı.

Bunlardan biri de Kıbrıs’tı.

Kıbrıs, Ortadoğu petrol kaynaklarının ve petrol taşımacılığının kavşağındaydı.

İngiltere, petrolünün 2/3’ünü buradan sağlıyordu. Kendisi için

yaşamsal önemdeki enerji kaynağına ve sömürgelerine bu derece yakın

bir bölgeyi terk etmek istemiyordu. Avrupa, Ortadoğu ve Kuzey

Afrika’ya yakın bu stratejik adada, İngiltere’nin önemli kara, deniz

ve hava üsleri de vardı.

Komünist isyanı

Kıbrıs’ta da güçlü bir komünist hareket vardı. İngiliz sömürgeciliğine

karşı mücadele veriyorlardı. Örneğin; 1931’deki komünist ayaklanmayı

İngilizler güçlükle bastırmıştı. Ancak artık İngilizler güçsüzdü.

Avrupa ve Balkanlar’da güç kazanan Sovyetler Birliği, Yunanistan ve

Kıbrıs’taki komünistlerin arkasındaydı.

Komünistler, Kıbrıs’ta 1941 yılında legal “Çalışan Halkın Yenileşme

Partisi”ni (AKEL) kurdular. İngiltere, partiyi komünistlerin kurduğunu

biliyordu ama savaş yıllarında ortak düşmanları vardı: Naziler!

Savaş sonrası ittifak dağıldı.

Yunanlı komünistler (ELAS) ve Kıbrıslı komünistler (AKEL),

İngiltere’yi adada istemiyordu. İngiltere, AKEL’in Yunanistan’daki

ELAS gibi silahlı mücadele başlatacağından çekiniyordu.

Üstelik AKEL güçlüydü. Son yerel seçimin tek galibiydi.

İngilizler bu siyasal gücü bölmek istiyordu.

İngiliz oyunu

İngiltere, Kıbrıs’tan kısmi bir çekilmeyi diplomasi kurnazlığıyla

yapacaktı: Diğer sömürgelerinde yaptığı gibi askeri üslerini

koruyabilmeli; ada üzerindeki siyasi, iktisadi hegemonyasını

sürdürebilmeli ve Kıbrıs yönetiminin merkezi yine Londra olmalıydı.

Yunanistan ve Türkiye’nin kabul etmediği bu planı İngilizler nasıl

hayata geçirecekti? Böl ve yönet siyasetiyle!

Kimleri bölecekti?

Öncelikle Rumları; komünist ve milliyetçi olarak bölecekti. Kıbrıs’ta

komünistler güçlüydü, bu nedenle hemen güçsüz sağcılar

kuvvetlendirilecekti.

İngilizler, ardından Rumlar ile Türkleri birbirine düşman edecekti.

Amaç belliydi; Kıbrıs’ı o kadar parçalara bölecekti ki, adadaki hiçbir

taraf, artık İngiliz egemenliğini tehdit edecek güçte olamayacaktı.

Şimdi gelelim konunun Türkiye aşamasına…

Yunanlılara düşman oluverdik

Kıbrıs meselesi Türkiye’nin ne zaman gündemine geldi?

Hatay’ı biliyoruz. Musul’u biliyoruz. Peki Kıbrıs’ı?

Hamaseti bırakıp gerçekle yüzleşmemiz gerekiyor.

İngilizlerin çekilme kararına kadar Türkiye’nin Kıbrıs diye bir meselesi yoktu.

Yunanlılar için de İstanbullu Rumlar sorunu yoktu.

O yıllar Türkiye-Yunanistan ilişkileri çok iyiydi.

Öyle ki: 1934 yılında Venizelos, Nobel Barış Ödülü’ne Atatürk’ü aday gösterdi.

Türk-Yunan dostluğu “İkamet, Ticaret ve Seyrisefain Antlaşması”yla

pekişti; bu antlaşma sonucu on binlerce Yunan vatandaşı Türkiye’ye

yerleşip ticaret yapmaya başladı.

Türkiye ve Yunanistan 1951’de NATO’ya el ele tutuşarak girdi. 1952’de

Balkan Paktı’nın oluşturulması, iki ülke arasındaki askeri işbirliğini

güçlendirdi.

1952’de Cumhurbaşkanı Celal Bayar Yunanistan’ı; Kral Pavlos ise

Türkiye’yi ziyaret etti. Gümülcine’de Celal Bayar Lisesi açıldı.

Bir ayrıntı daha eklemeliyim:

1953 yılına kadar ne Osmanlı’da, ne de Cumhuriyet döneminde

İstanbul’un fethi törenleri hiç yapılmadı.

Ne olduysa 1953’te oldu. Demokrat Parti Hükümeti’ne baskılar başladı.

DP fetih törenlerini yine de mütevazı törenle geçiştirmek istedi.

Bunun üzerine İstanbul’da olaylar çıktı; mağazasına Türk bayrağı

asmayanların vitrinleri kırıldı.

Yani 1953 dönemeçti…

Yunan düşmanlığı ve Kıbrıs meselesi Türkiye’nin gündemine birden

giriverdi. Hızla milliyetçi dernekler kuruldu. Basında kışkırtıcı

haberler yer aldı.

Kıbrıs meselesinin neden abartıldığını anlamadığını ifade eden ve

“Türkiye ile Yunanistan arasında Kıbrıs diye bir mesele yoktur” diyen

Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü’nün önce yetkileri tırpanlandı; Kıbrıs

meselesi dışişlerinden alınıp Devlet Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’ya

verildi. Bir süre sonra da Köprülü bakanlıktan alındı, Zorlu Dışişleri

Bakanı yapıldı.

Kıbrıs’ın Türkiye için öncelikli mesele olarak görülmesinde

İngiltere’nin parmağı var mıydı?

Bilinen İngilizlerin, Türkiye’nin Kıbrıs ile yakından ilgilenmesini istediğiydi.

Peki niye?

Yanıtını bulmak için Yunanistan’ın Kıbrıs politikasını bilmemiz gerekiyor.

Pasif Türkiye

Yunanistan, iç savaşı bitirip istikrarlı siyasal düzene kavuşunca,

İngiltere’den Kıbrıs’ı kendilerine devretmesini istedi. Aksi takdirde

meseleyi BM’ye götürecekti.

Yaptı da; kendi kaderini tayin hakkı talebiyle sorunu 1953’te BM’ye

taşıdı. Mesele artık uluslararası boyut kazandı.

Kıbrıs’ın çözümü İngiltere’nin inisiyatifinden çıkıyordu.

İngiltere öncelikle sömürgecilik suçlamalarını zayıflatmak ve sorunu

başka bir yöne çekmek için Türkiye’ye ihtiyaç duydu.

İlk hedef, “Türkiye’yi kendi pasifliğinden uyandırmaktı”.

Türkiye’nin gündemine Kıbrıs meselesinin birdenbire girmesinin bu

“uyandırma servisiyle” ilgisi var mıydı?

Sonuçta:

Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs’ta çıkan olaylar, İngilizlerin işine

yaradı. “Ben olmazsam bu iki ülke birbirini boğazlar ve komünistler

iki ülkeyi de, Kıbrıs’ı da ele geçirir” korkusunu yaydı. En geçerli

yol, adada statükonun devam etmesiydi!

İngilizlerin bu kurnaz ve kanlı politikaları sonucu, Yunanistan

BM’deki en güçlü destekçisi ABD’yi bile kaybetti. 23 Eylül 1955’te

ABD, Kıbrıs sorununun BM Genel Kurulu’na getirilmesine karşı çıktı.

Bu arada yeni kurulan İsrail de kendisine sadece 70 mil uzaklıktaki

Kıbrıs’taki statükonun korunmasından yana çıktı.

Tüm bu süreç sonunda ne oldu biliyor musunuz:

Sömürgeci İngiltere, masaya her iki tarafı barıştırmak isteyen bir

hakem rolüyle oturuverdi!

Türkiye’de kimse yaşanan bu kanlı süreçte “James Bond’un rolünü”

sorgulamadı bile…

Ve James Bond İstanbul’da

İNGİLİZ gizli servis ajanı “James Bond” adlı karakteri ortaya çıkaran

yazar Ian Fleming idi.

Popüler edebiyatın tanınmış ismi Ian Fleming, aynı zamanda İngiliz

istihbarat örgütü MI6 ajanıydı. Üst düzey görevlere kadar yükseldi.

Aynı zamanda gazetecilik de yapıyordu!

Ian Fleming, nam-ı diğer James Bond, 6-7 Eylül gecesi neredeydi

biliyor musunuz: Büyük olayların yaşandığı Beyoğlu İstiklal

Caddesi’nde!

Bu gerçek ortaya çıkınca, “İstanbul’a Interpol toplantısına katılmak

için geldiğini” söyledi. Toplantıya İngiltere Denizaşırı İstihbarat

Teşkilatı adına katılmıştı. “Denizaşırı” istihbarat alanının Kıbrıs’ı

da kapsadığını yazmama gerek yok sanıyorum.

Devam edelim: Interpol toplantısı için İstanbul’a gelen Fleming

toplantıya hiç katılmadı. Açıklaması şöyleydi: “15 dakika katıldım,

sıkıldım; seccade almak için dışarı çıktığımda olaylar meydana geldi!”

6-7 Eylül olaylarının hemen ertesi günü İngiliz Sunday Times

Gazetesi’nde “İstanbul’da büyük ayaklanma” başlığıyla manşet haber

çıktı. Haber tümüyle görgü tanıklığına dayanıyor ve olaylar neredeyse

naklen anlatılıyordu.

Haberde imza yoktu.

Haberin üslubu “Gazeteci” Ian Fleming’e benziyordu!

Ve iddiaya göre Fleming İstanbul’a, Atatürk’ün evinin bombalandığı

Selanik üzerinden gelmişti.

Ian Fleming’in olaylarda ne derece rolü var bilinmiyor.

Bilinen; 6-7 Eylül olaylarının ardından İngiliz Dışişleri Bakanlığı,

haber dairesine şu talimatı verdi: “Basında İstanbul’daki 6 Eylül

olaylarında İngiliz mallarının tahrip edilmesi ve İngilizlerin

yaralanmasıyla ilgili haberler özellikle vurgulanmalıdır.”

Bu talimat bile gerçek kışkırtıcıların kimler olduğunu göstermiyor mu?

Peki, Türkiye’de 6-7 Eylül olaylarının sorumlusu olarak kimler apar

topar cezaevine tıkıldı: Aziz Nesin gibi “Komünist Fişli” 45 aydın!

Yani dün de bugün de oyun hep aynı:

Alavere dalavere, muhalif aydınlar cezaevine…

İngiliz Gladio’su işbaşında!

TARİH, 16 Aralık 1954.

Atina’daki Apoyevmatini Gazetesi, “Artık Kıbrıslıların silahlı

mücadeleyi düşünmeleri gerekiyor” diye yazdı.

Kıbrıslı komünistler, “Silahlı mücadele emperyalistlerin

provokasyonudur” diyerek karşı çıktı.

Ve tarih, 1 Nisan 1955.

Rumların faşist örgütü EOKA, bir bildiri yayınlayarak silahlı

eylemlere başvuracağını duyurdu.

1955 yılı, Kıbrıs’taki İngilizler için de dönemeç oldu.

İngiliz gizli servisinin Flatcher Flitch gibi ajanları, 1955’ten

itibaren Kıbrıs’a gelmeye başladı.

Keza aynı yıl, Kıbrıs’taki İngiliz Hükümeti Valiliği’ne imparatorluk

genelkurmay eski başkanı Mareşal Sir John Harding atandı. Harding

“demir yumruklu asker” olarak biliniyordu.

İngilizler kanlı bir oyunu sahneye koymak için uzmanlarını adaya

getirmeye başladı.

Keza:

1955’te İngiltere Sömürgeler Bakanlığı Özel Temsilcisi Philips Tay,

polis istihbarat birimi “Special Branch”ı kurmak için adaya geldi.

Aynı yıl Sömürge Hükümeti Polis Mekanize Birliği kuruldu. 1955’teki

mevcudu 165 kişiydi. Bir yıl sonra sayı 600 kişiye çıkarıldı ve

polislerin hepsi Kıbrıs Türkü’ydü. 1958’de sayı 1770’e yükseldi ve

bunun 1700’ü Kıbrıs Türkü’ydü!

Bu tablo gösteriyor ki; İngilizler Rumların ENOSİS mücadelesine karşı,

Kıbrıslı Türkleri destekleyecekti.

Dolayısıyla EOKA’nın hedefinde kim vardı dersiniz: Kıbrıslı Türk polisler!

Zaten, Türk polisler Abdullah Ali Rıza ve Nihat Paşa’nın

katledilmeleri, Kıbrıslı Rumlar ile Kıbrıslı Türkleri birbirinden

kopardı.

Peki, İngilizler EOKA’nın terör eylemlerinden habersiz miydi?

Olur mu öyle şey? EOKA’nın lideri Albay Georgios Grivas’ın şoförü

Pashalis Papadopulos bile İngiliz ajanıydı!

Kıbrıs’ta terör İngiliz siyasetinin aracıydı.

Halkları birbirine düşürmüşlerdi. Ama bu yeterli değildi. Dünya

kamuoyunun ilgisini çekecek büyük provokasyonlar lazımdı.

Dönemin İngiltere Başbakanı Anthony Eden anılarında, dünya kamuoyunun,

Türk ve Yunanlıların uzlaşmaz iki taraf olduğunun bilinmesini çok

istediklerini yazdı.

İngiliz diplomatlarının, “Ankara’da birkaç ayaklanma çıksa bizim

işimize gelir” dediklerini Kıbrıs konusunda araştırmalar yapan yazar

Robert Holland açığa çıkardı.

Bitmedi.

Üzerindeki gizlilik kararı kalkan 19 Ağustos 1954 tarihli İngiliz

belgesinde, Atina İngiltere Büyükelçisi, Londra’ya bakın nasıl bir

rapor gönderdi:

“Yunan-Türk dostluğunun kırılgan olduğu çok açık, çok küçük bir şok

bile yetebilir. Atatürk’ün Selanik’te doğduğu evin duvarına tebeşirle

slogan yazmak gibi önemsiz bir olay bile bir kargaşanın çıkmasına

yeter.”

6-7 Eylül olaylarının, Selanik’te Atatürk’ün evine “sözde” bomba

atılmasıyla başladığını biliyorsunuz değil mi?

Yani plan hazırdı.

Zamanı bekleniyordu.

İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ı Londra’da üçlü konferansa davet

etti. Konferansın konusu, “Özgür dünyanın komünizm tehlikesini önleme

çabaları açısından Kıbrıs sorunun çözümü”ydü.

Toplantı 29 Temmuz 1955’te gerçekleşecekti ancak nedense bir ay

sonraya ertelendi.

Bu sırada Türkiye’deki bazı gazetelerde, Rumların Türklere karşı

katliam hazırlığında olduğuna dair haberler çıkmaya başladı. Benzer

haberler Yunanistan’da da çıktı. Tesadüf müydü?

Bu arada İngilizler, Türklerle Yunanlıların bir uzlaşmaya

varabileceğinden endişelendi. Çünkü Yunan Dışişleri Bakanı

Stefanopulos, Londra’daki Türk Büyükelçisi Suat Hayri Ürgüplü’ye, o

güne kadar hep karşı oldukları Kıbrıs’taki Türk azınlığın hakları

konusunda uzlaşmaya hazır olduklarını söyledi. Bu Türkiye’nin de

isteğiydi. İngiltere kendisinin dahil edilmediği çözümden rahatsız

oldu. İngiltere Dışişleri Bakanı MacMillan hemen Dışişleri Bakanı

Fatin Rüştü Zorlu’yla buluştu ve “Türkler görüşlerini konferansın

başında ne kadar sert koyarsa, kendileri için de, bizim için de o

kadar iyi olur” mesajını verdi.

Ve Zorlu, Türkiye’nin görüşünü alışık olunmayan bir sertlikle ortaya

koydu. Yunan delegasyonu şoke oldu. Zorlu aynı kararlılığı Türkiye’nin

de göstermesini istediği şifreli telgrafı Ankara’ya çekti.

Ve sonrası malum…

Bugün 6-7 Eylül olaylarına sadece “tek pencereden” bakmayı sürdürüyoruz.

Oysa 10 Eylül 1955 günü Atina radyosu şöyle yorum yaptı:

“Yunan-Türk dostluğunu zedeleyen İstanbul ve İzmir’deki olaylar,

düşündüğümüz gibi, İngiliz diplomasi planlarının ani biçimde patlak

vermesinin ürünü değildir; bizzat İngiliz diplomasisinin planladığı ve

başarmaya çalıştığı bir provokasyondur.”

Yunan basını Atina’daki bombalama eylemini İngiliz ajanlarının

yaptığını yazdı hep.

Sahi o günlerde James Bond’un İstanbul’da işi neydi?

hürriyet


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir