özür : ‘İÇİMİZDEN VURULMUŞ GİBİYİZ’

<!-- /* Font Definitions */ @font-face {font-family:Calibri; panose-1:0 0 0 0 0 0 0 0 0 0; mso-font-alt:"Times New Roman"; mso-font-charset:0; mso-generic-font-family:roman; mso-font-format:other; mso-font-pitch:auto; mso-font-signature:0 0 0 0 0 0;} /* Style Definitions */ p.MsoNormal, li.MsoNormal, div.MsoNormal {mso-style-parent:""; margin-top:0in; margin-right:0in; margin-bottom:10.0pt; margin-left:0in; line-height:115%; mso-pagination:widow-orphan; font-size:11.0pt; font-family:Calibri; mso-fareast-font-family:Calibri; mso-bidi-font-family:"Times New Roman"; mso-ansi-language:TR;} @page Section1 {size:595.3pt 841.9pt; margin:70.85pt 70.85pt 70.85pt 70.85pt; mso-header-margin:35.4pt; mso-footer-margin:35.4pt; mso-paper-source:0;} div.Section1 {page:Section1;} --> - ozur kampanya ermenileri mest etti o

<!– /* Font Definitions */ @font-face {font-family:Calibri; panose-1:0 0 0 0 0 0 0 0 0 0; mso-font-alt:”Times New Roman”; mso-font-charset:0; mso-generic-font-family:roman; mso-font-format:other; mso-font-pitch:auto; mso-font-signature:0 0 0 0 0 0;} /* Style Definitions */ p.MsoNormal, li.MsoNormal, div.MsoNormal {mso-style-parent:””; margin-top:0in; margin-right:0in; margin-bottom:10.0pt; margin-left:0in; line-height:115%; mso-pagination:widow-orphan; font-size:11.0pt; font-family:Calibri; mso-fareast-font-family:Calibri; mso-bidi-font-family:”Times New Roman”; mso-ansi-language:TR;} @page Section1 {size:595.3pt 841.9pt; margin:70.85pt 70.85pt 70.85pt 70.85pt; mso-header-margin:35.4pt; mso-footer-margin:35.4pt; mso-paper-source:0;} div.Section1 {page:Section1;} –>

Maltepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Bölüm Başkanı Ve Turkish Forum danisma kurulu uyesi Sayin Yrd. Doç. Dr. Çekiç:

Çekiç, Ermenilere ilişkin özür dileme kampanyasının son derece tehlikeli olduğunu, bu tarz eylemcilerin hep kendi içimizden çıktığını, Ermenilerden ise hiç böyle bir yaklaşım görmediğimizi ve asla göremeyeceğimizi söylerken, “Bu kampanya 80 senedir Ermenilerin yapamadığını yapacak ve yurt dışında bu konuda sürpriz gelişmelere yol açacaktır. Bu, içerden vurulmamızın yeni bir örneğidir. Önümüzdeki 24 Nisan son derecede zor günlere gebedir.” dedi

Söyleşi ve Fotoğraflar: Seçil HACIİSLAMOĞLU

Son zamanlarda bir grup aydının Ermeni meselesine ilişkin olarak yapmış oldukları özür dileme kampanyasıyla karşı karşıyayız. Bunu planlayanlar ya da uygulayıcılar olayın insani boyutundan yola çıktıklarını söylüyorlar ve diyorlar ki; ‘1915’te Osmanlı Ermenilerinin maruz kaldığı Büyük Felâket’e duyarsız kalınmasını, bunun inkâr edilmesini vicdanım kabul etmiyor. Bu adaletsizliği reddediyor, kendi payıma Ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını paylaşıyor, onlardan özür diliyorum.’

Konu genel hatlarıyla böyle. Biz de konuyu “Uluslararası Terörizm ve Ermeni Terörü” çalışmasıyla, 1983 Şevket Bilgin ödülünü kazanan tarihçi ve aynı zamanda Maltepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Bölüm Başkanı Yrd. Doç. Dr. Orhan Çekiç ile konuştuk. Söyleşinin ayrıntıları aşağıdadır…

Günaydın Marmara: Bu kampanyayı nasıl değerlendiriyorsunuz hocam?

Orhan Çekiç: Bir grup aydınımız kendilerince 1915’li yıllarda Osmanlı Devleti’nin kendi yurttaşlarına yani Ermenilere karşı insanlık dışı bir suç işlediğini, bunu inkâr etmenin adaletle bağdaşmadığını, bu trajedinin ıstırabını halen yüreklerinde yaşadıklarını, bu duygularını da bir imza kampanyasıyla ortaya döktüklerini ifade ediyorlar ama, gerçek acaba bu mu? Konuya serinkanlılıkla ve daha yakından bakmalıyız.

Bu aydınlar diyorlar ki : “Devlet Ermeni Meselesi’nde nasıl bir politika izliyorsa izlesin, bu bizi bağlamıyor. Biz devlet değiliz, biz bireyiz, bu ülkenin aydınlarıyız. Bizim vicdanımız sızlıyor. Biz hiç değilse vicdanımızın gereğini yapmak için kendi adımıza Ermenilerden özür diliyoruz. Bunu yaparken de “soykırımı” falan kabul ediyor da değiliz. Biz “soy kırım” demiyoruz, “Büyük Trajedi” diyoruz. Ve bu kampanyqyı başlatmayı bir vicdan meselesi sayıyoruz.”

Ne kadar da masum bir yaklaşım, değil mi ?

Kendi toplumuna bu kadar açık seçik yalan söyleyen bir aydınlar topluluğuna bu olaya kadar hiç rastlanmamıştı, nihayet bu da oldu.

Neresi yalan? Söyleyelim.

Ermeniler 1915 yılı olaylarına zaten “Büyük Trajedi” derler. Birleşmiş Milletlerin 1948’de çıkardığı “soykırım yasası” sonrası Ermeniler de o tarihten itibaren “soykırım” terimini kullanmaya başladılar. 1915 olaylarının adı Ermeniler arasında Büyük Trajedi”dir. .

Bizim kadrolu aydınlarımız, Türk halkının soykırım konusundaki hassasiyetini bildikleri için, “…biz kampanyamızda soykırım ifadesini kullanmıyoruz ki, bir trajedi yaşanmıştır, bundan bahsediyoruz…” demek istiyorlar ama diğer taraftan da diasporaya dönüp “büyük trajediyi” yani “soykırımı” Türkiye’ye kabul ettirdik demeye getiriyorlar . Böylece kendi toplumlarını aldatmaktan çekinmiyorlar.

Şimdi şu imza kampanyasına daha yakından bakalım. Özellikle zamanlamasına dikkat edelim.

Yıllardır bu ülkede, tam da “Truva Atı” gibi faaliyette bulunan bu “aydın tayfasının” bugüne kadarki eylemlerine bakın, durumun ne vahim noktalara ulaştığını görürsünüz.

Nerede Türkiye’ye ilişkin bir tez vardır, bu kadro tam kadro anti tezin savunucusu konumundadır:

Kıbrıs Meselesi’nde böyledir, Kürt meselesinde böyledir, PKK meselesinde böyledir, Ermeni meselesinde böyledir, laiklik meselesinde böyledir, Kemalizm meselesinde böyledir, Anayasa meselesinde böyledir, demokratikleşme, insan hakları meselelerinde böyledir.

Bütün bu konularda bu kadro, tam kadro caddelerdedir, meydanlardadır, mahkeme koridorlarındadır…

Bunlara göre Türkiye kurulduğundan beri komşularıyla iyi ilişkiler kuramamış, sürekli sorun yaşayan bir ülkedir. Bu kadar sorunu olduğuna göre dönüp kendine bir bakmalıdır. Özeti, neredeyse bu kadro, Türk olduğundan bile utanır durumdadır. İşte şimdi de Ermeni meselesi yüzünden, tarifsiz bir utanç içindedirler. Kampanyanın doğuş nedeni budur.

Her şeyin en doğrusunu bildiklerini sandıkları için, ülkeye de, ulusa da tepeden bakmaları, onun değerleri konusunda özen göstermemeleri bir bakıma doğaldır.

Bunların elinde Atatürk bile “Mustafa” oluverir.

İYİ KOMŞU DEĞİLİZ!

Türkiye bu aydınların gözünde, tüm komşularıyla sorunlar yaşayan bir ülkedir.

Üşenmezler, ilkokul öğrencisi gibi bir çırpıda sayıverirler:

Yunanistan, Bulgaristan, Suriye, Irak, İran, Ermenistan Rusya.

Sonra da hükmü yapıştırırlar: “Hepsiyle sorunlarımız var!”

Oysa şu Kıbrıs’ı Yunanistan’a veriversek, Yunanistan’la nasıl da dost oluruz! Hiçbir sorunumuz kalmaz. İyi komşu dediğin de böyle olur.

Ege’de 10 mil dayatmasını kabul etsek, ne “fır hattı”, ne “it dalaşı”. Bizden iyi komşu olmaz.

Bulgaristan Müslümanlara baskı yapıyormuş. Naim Süleymanoğlu’nun bile adını değiştirmeye kalkmışlar. Sesimizi çıkarmasak bir Bulgaristan sorunumuz olmaz.

Hatay’ı Suriye’ye veriversek, güneyde de bir sorun kalmaz.

Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti mi kuruluyor? Nasıl olsa hepsi akrabamız değil mi?. Güneydoğu’dan uygun bir miktar toprağı veriver de rahat rahat otursunlar. O zaman senden iyisi, senden demokratı yok.

İran şeriatı mı Türkiye’ye ihraç etmeye çalışıyor? Ne mahzuru var? Elhamdülillah hepimiz Müslüman değil miyiz?

Ermeniler anayasalarına mı yazmışlar? Sivas, Erzurum, Van, Bitlis ,Elazığ, Diyarbakır’ı mı istiyorlar? Diretmesek, verip kurtulsak bizden iyi komşu yok.

PKK, Kürtlere özgürlük diye mi dayatıyor? Hiç üzmeye, üzülmeye değer mi? Yap gereken anayasal değişiklikleri, nasıl olsa alıştık, bir eksik, bir fazla ne fark eder? Tüm illeri eyalet yap, isteyen eyalete de otonomi tanı. Bak anında Kürt meselesi nasıl da çözülüyor!… Sen de vatanında huzur içinde yaşa!.. Tabii bu takdirde ortada bir vatan kalırsa!.

Yok, eğer bütün bunlara karşı gelir ülkenin çıkarlarını savunursan, bizim kadrolu aydınlara göre ya zalim ya geçimsiz ülkesindir.

‘BUNLAR BORDROLU KADROLU AYDIN’

Peki, durup dururken bu kampanya nereden çıktı? Gelin, zamanlamasına bir bakalım:

Bilindiği gibi son günlerde Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkiler bir yumuşama evresine girmişti. Cumhurbaşkanı Sayın Gül’ün başlattığı “futbol diplomasisi” gelecek günler konusunda oldukça iyimser olunabilineceğinin işaretlerini veriyordu. Kaldı ki, Ermenistan halkı, Türk düşmanı bir politika süren Robert Koçaryan yönetimini son seçimde devirmiş, yeni yönetim aklın gereğini yaparak bu yumuşamaya uygun vasatı hazırlamıştı.

Bu tutum kimin işine gelmez? Diasporanın.

Neden? Çünkü Diaspora “gerginlik” politikasından her yıl milyarlarca dolar rant sağlamaktadır. Bunu kaçırmak ister mi? İşlerin düzeleceğini fark eder etmez, Ermeni Diasporası Türkiye’deki uzantılarına uzandı. Sonuç ortada. Ülke baştan aşağı gerildi ve bu konuya tepkisini koydu. Durumu fark eden Türkiye Ermeni Patrikhanesi bile bu kampanya karşısında hoşnutsuzluğunu belirterek , “…tarihte olanı tarihe bırakalım; bu konuda her iki taraf da hatalar yaptı, yalnız bir taraf değil; Türkiye’deki Ermeniler bugün son derecede mutlu bir yaşam sürüyorlar; geçmişi kazıyarak gereksiz tedirginliklere yol açmayalım” dedi.

Daha ne desin?

Bu kampanyayı başlatanlar, bu tavrın Türk halkını gereceğini, bu gerginliğin de henüz yeni yeni oluşmaya başlayan ilişkilere zarar verebileceğini bilmiyorlar mıydı?

Okumaya devam et  Ermeni açılımı Karabağ’a takıldı

Bilmez olurlar mı? Zaten hedefleri bu. Yeniden gerginlik ortamını yaratmak.

Peki kampanya nasıl gidiyor? Tam bir fiyasko. Bu ülkede toplam 70.000 dolayında Ermeni yurttaşımız yaşıyor. Onlar bile bu kampanyaya anlaşılan destek vermiyorlar ki, katılım belli bir sığlıkta tıkandı kaldı.

G.M.: Zamanlaması için ne diyebiliriz?

O.Ç: Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak için mükemmel bir zamanlama.

Gerçekten de iki hafta kadar sonra Obama Başkanlık görevine başlıyor. Obama seçim kampanyası boyunca açıkça Ermenilere, “…başkan seçilecek olursa soykırım yasa tasarısına destek vereceğine söz vermiş, finansal destek” istemişti. Ermeni Lobisi de seçimlerde Obama’yı destekleme kararı almıştı ve seçim kampanyasına da milyonlarca dolar bağış yapmıştı. Şimdi sıra Obama’daydı ve 24 Nisan yakındı. Tam da bu sıralarda Türkiye- Ermenistan ilişkilerinin düzelmesi olur muydu?

Diaspora düğmeye bastı.

Bir sabah uyandık ki, ne görelim? Bazı aydınlarımızın vicdanları sızlıyor!…

Peki, bu imza kampanyanın 24 Nisan’da ABD Kongre ve Senatosu’ndaki tartışmalara katkısı ne olur? Hiç kuşkusuz çok büyük olur. Bugüne kadar zaten kıl payı kurtarıyorduk. Ama bu kez çok zor. Bush’u bile arar oluruz. Bir taraftan Başkan Obama meydanlarda verdiği sözü tutmak zorunda kalacak. Diğer taraftan diaspora “Bakın, nihayet çözülme başladı. Merhametli, vicdanlı Türk aydınları, Türk hükümetlerinin sürekli reddettiği bir gerçeği kabul ettiler. Aynı gerçeği ABD’de kabul etmelidir…”diyecek ve bastıracak, Filistin meselesindeki İsrail karşıtıymış gibi görünen tavrımız nedeniyle ABD’deki Musevi Lobisi bize her yıl verdiği desteği bu kez vermeyip Ermeni Lobisiyle birleşecek ve büyük ihtimalle bu kez bu karar çıkacak.

‘ANAYASAL HEDEFLERİ

TOPRAKLARIMIZA KONMAK’

Şunu çok merak ediyorum: Bu vicdan sahibi “imzacılar”, Türkiye’nin bir soykırım suçu işlemiş olduğuna ilişkin bir mahkeme kararının çıkması halinde, Ermenistan’ın toprak ve tazminat talebinde bulunacağını biliyorlar mı, bilmiyorlar mı?

Bence, bunu bilecek kadar okur/yazarlıkları var.

Peki, Ermenilerin hangi toprakları istediklerini biliyorlar mı?

Bilmiyorlarsa da bugünkü Ermenistan Cumhuriyeti Anayasası’nın 13.ncü maddesini okuyup öğrensinler. Bu iller Sivas, Erzurum, Van, Bitlis, Elazığ ve Diyarbakır illerimizdir. Ermenistan’a göre bu topraklar “Batı Ermenistan” topraklarıdır ve bir gün bu toprakları Ermenistan’a katmak Ermenistan’ın anayasal hedefidir.

İşte bizim kadrolu imzacılar, “bu değirmene su taşımaktadırlar”.

G.M: Yani bu durumda Ermenistan’ın toprak talebinde bulunabileceğini mi söylüyorsunuz?

O.Ç: Hiç şüpheniz olmasın .1991 Ermenistan Bağımsızlık Bildirgesi’nin 11. ve Ermenistan anayasasının 13. maddesini okuyun..Görürsünüz ki Sivas, Erzurum, Van, Bitlis, Elazığ, Diyarbakır vilayetlerini istiyorlar.. Ve bu toprakların mutlak suretle birer Ermeni toprağı olarak anavatan dedikleri Ermenistan’a katılacağını, bunu yapmak için de ellerinden geleni yapacaklarını belirtiyorlar. Ve bunu anayasalarında belirtiyorlar. Benim topraklarıma Batı Ermenistan diyorlar. Ve Batı Ermenistan topraklarını (yani benim Doğu Anadolu’m onların batısı) kendi anavatanlarına katmayı anayasal hedef olarak gösteriyorlar ve bu benim sözüm ona aydınlarım ‘Evet, biz bu işi yaptık, tazminat falan biz anlamayız. Ne gerekirse o yapılır. O bizim işimiz değil” demeye getiriyorlar ama,bunun yaptırımı bu.Özür dilemenin arkasından Türkiye aleyhine başlatılacak bir kampanya başımıza çok işler açabilir. Acaba o zaman da bu imzacıların vicdanı sızlar mı, bilmiyorum. Özür dilemenin sonu budur! Zaten bölgenin en büyük ve güçlü devleti olarak ayağımızın sürçmesini isteyen pek çok devlet var. İmzacılara göre bunlar benim komşularım ama geçinemeyen benim. İyi de bu komşu artık nasıl bir komşuysa her seferinde gözü benim toprağımda! Yunan Ege’den adalardan yola çıkarak, 10 mil, 100 mil gibi hülyalar peşinde koşup, karasuları bahaneleriyle nerdeyse beni kendi limanlarımda denize giremez hale getirmeye çalışıyor, ben itiraz ediyorum, bu beylere göre ben komşumla iyi geçinemiyorum! Dolayısıyla içinde bulunduğumuz tekne dibinden oyulmuş vaziyette. Aydınların topladığı bu imza kampanyasının sonucu budur.”

‘AMERİKAN SENATOSU NE DİYECEK?’

G.M: Sizce ABD Senatosu nasıl bir tavır alabilir?

O.Ç: ABD Senatosu , 90 senedir “Türkiye bir soykırım suçu işlemiştir.” demedi. Ama bugün bölgedeki konjonktür çok değişti. Ona paralel olarak da politikalar değişti, hatta rejimler değişti, hızla haritalar değişti ve değişiyor. Böyle bir konumdayken ve bölge bir ateş çemberi içindeyken, Türkiye ile Ermenistan arasında müzakerelerin tam da başlama evresinde, elimizdeki kartları zayıflatmaya yönelik böyle bir hareketi “birkaç aydının vicdan meselesine” indirgemek büyük saflık olur . Olay çok daha hesaplı kitaplı bir olaydır..

Evet 90 senedir Amerikan Senatosu hiçbir zaman Türkler soykırım yapmıştır demedi ama, şartlar gerektirirse 90 sene demez, 91. sene der. Buna çanak tutmanın alemi var mı ? Bu konuda daima yıllardır bizi destekleyen Senatörlerin ellerini zayıflatmanın alemi var mı? “Bak, gerçek şimdi çözülmeye başladı. Gerçeği bilen Türk aydınları Türkiye’de özür dileme kampanyası başlattı. Onların bile kabul ettiği bir durumu Amerikan Senatosu da kabul etmelidir” denirse, -ki denecek- buna nasıl yanıt veririz? Bu içimizden vurulmak değil de nedir?. 24 Nisan’da olacakları şimdiden söylüyorum.

‘BU BİR TRAJEDİ, SOYKIRIM DEĞİL’

G.M: Bu iddialar olayların cereyan ettiği günlerde de gündeme gelmemiş miydi? O zaman nasıl bir sonuç alınmıştı?

O.Ç: Bu olayların olduğu yıllarda Türkleri bütün dünya suçlandırdı. Bunun başında olayın asıl elebaşısı İngiltere gelir. Önce ülke baştan aşağı işgale uğradı. İşgalcilerden olan İngiltere İngiliz Harp Divanı’nı kurdu ve Doğu Anadolu’da görev yapmış ne kadar kaymakam, vali, mutasarrıf, komutan,devlet memuru varsa hepsini tutuklayıp Malta’ya sürdü, bunların aleyhine tahkikat yaptı. Sonunda da Türklerin “tehcir” kararının bir soykırım olamayacağına, hatta o koşullarda yapılanların bir suç bile teşkil edemeyeceğine karar vererek tüm Malta sürgünü tutukluları serbest bıraktı. Bu bizim imzacılar,asıl bu harp divanının yargıçlarından özür dilemeliler.

Peki bizim bu kadrolular, İngiliz Harp Divanı’nın bu kararından haberdar değiller mi? Elbette haberdarlar. Peki öyleyse, bir taraftan İngiliz Yargıçlar,”Türklerin yaptığı suç sayılmaz” anlamına gelen bir karar verirken, “bizim imzacılar nasıl oluyor da “…hayır, bizim yaptığımız suçtur,bizim yaptığımız vahşettir, bunu inkâr adalet değildir” şeklinde bir hükme varıyorlar?

Çünkü İngiliz Savcı ve Yargıçlar “kadrolu” değil ama, bizim imzacılar “kadrolu”. İngilizler bu tahkikatı 1921’de yaptı. Yani ben Sakarya’da savaşırken, yani İngiltere benim karşımda düşmanken, İngiltere halen Türkiye’yi işgal altında tutuyorken yargılamayı yaptılar. Bütün arşivler ellerlindeydi, bütün tanıklar da sanıklar da ortadaydı, köyler kan içinde ortadaydı, kimin kime ne yaptığını göstermek üzere, kanıtlar da ortadaydı, kan da ortadaydı, dolayısıyla araştırma ve soruşturma yapmak çok kolaydı. Bu ülke ve bu millet üç buçuk yıl işgal altında kaldı. İngiliz Harp Divanı, normal bir mahkeme de değildi. Bunun temyizi yoktu, itiraz hakkın olamazdı. Bütün sanıklar yıllarca Malta’da tutuldu. Daha hâkim huzuruna çıkarılıp ‘Sen ne yaptın’ denmeden alıkondular. Aleyhlerine belge ve bilgi arandı, kaynak arandı, tanık arandı. Tanıklar Ermenilerdi. Ermeniler ortada, yakıldığı iddia edilen Ermeni ve Türk köyleri ortada, Türk mezarları ortada, Rum-Ermeni mezarları ortada, o yüzden kıyaslamalar çok kolaydı. İngilizler bunların hepsini yaptılar. Sonuçta bir tek kişiyi bir tek gün için mahkûm edemediler. Bu da İngiliz adaletidir. Asıl bu imzacıların onlardan özür dilemesi gerekmez mi?. Sonra 1923’te Lozan’a geldik. Aynı iddialar oraya da geldi. Bu iddialar orada da çürütüldü. Bütün katılımcı devletler, yani gerçek elebeşıları Türkün hakkını verdiler, Lozan’ın sınırlarını çizdiler. Buradan Ermeni’ye bir karış toprak vermedik, onlar da ses çıkaramadılar.. O günkü Batılılar bile bizim yanımızda yer aldı. Dünyanın hiçbir mahkemesi bu konuda bizi mahkûm etmedi. Ama Amerika’nın 40’a yakın eyaleti bizi bu konuda mahkûm ediyor. Her yıl birer eyalet eklenerek bugünlere geldik. Ama eyalet meclislerinin aldığı bu olumsuz kararlara karşın ABD’yi temsil eden senato bu konuda onlar gibi düşünmüyor. Bugüne kadar ‘Evet, bir trajedi olmuştur ama Türkleri bu konuda soykırımla suçlayamayız’ diyorlar. Bugüne kadar hiçbir Amerikan başkanı, Türkler soykırım yaptı diyemedi, diyemez. O zaman bu imzacıların o başkanlardan da özür dilemesi gerekmektedir. Biz kendi vatandaşımızı boğazlamadık. Boğazlamış olsaydık İngiliz mahkemeleri bizi suçlu bulurdu. Zamanında cezalandırırdı ve gerekeni de yapardı. Lozan’da da bu sonuca varamazdık, tepemize binerlerdi, sınırı istedikleri gibi ölçer biçerlerdi ve orada çok rahat bir Ermenistan kurarlardı. Yapmadılar çünkü hukuk denilen bir şey vardı. Ne yazık ki imzacılar arasında hukukçular da var ama bizim hukukçular ne hikmetse hep Ermenilerin hukukunu savunmaktan yana.

Okumaya devam et  SÖZDE ERMENİ SOYKIRIM TASARISI TURKCE METNİ

‘AİHM’E NEDEN BAŞVURMUYORLAR?’

G.M: Hocam, Ermenistan Neden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gitmiyor?

O.Ç.: Giderse kaybedeceğini biliyor. Sonuç 1921 İngiliz Harp Divanı kararlarından farklı olmaz ki? Bu mahkeme devletler arasında diplomatik olarak çözülemeyen ihtilafları karara bağlar. 2. Dünya Savaşı sonunda bilindiği gibi Birleşmiş Milletler kuruldu. BM bu gibi hallere bakması için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ni, Yüksek Adalet Divanı’nı kurdu. Ermenistan buraya giderse kaybedeceğini biliyor, kaybederse de bu şovu, bu ajitasyonu yapamayacak, bunu ranta dönüştürüp buradan gelecek olan milyarlarca doları kaybedecek. Büyük rant getiren, sanayiye dönüşen (eğlence, turizm, kitap, tiyatro, film) ürünler, bunların ortaya çıkması için harcanan milyon dolarlar, bir ürün ortaya çıkınca da gelen milyarlarca dolarlar… Bu çark öyle bir çark ki 80 yıldır dönüyor. Yara hep kanamalı ki o yara kanadıkça yeni yazarlar türeyip, yeni yeni öyküler uydurup, yeni romanlar yazmalı, bunu yazanlara yüz binlerce dolarlar aktarılmalı, olmadı ulusal uluslararası ödüllerin verilmesi için o paralar kullanılmalı, kampanyalar açılmalı, Nobeller dağıtılmalı (Orhan Pamuk olayı bunun bire bir örneğidir) ve bunun karşılığı on katı olarak geri dönmeli. Bu yaranın sürekli kanıyor durumda olmasından inanılmaz paralar kazanılıyor, o yüzden bu yara kapanmasın istiyorlar.

‘DEVLET KENDİ MEMURUNU ASTI’

G.M.: Olayların olduğu yıllarda Osmanlı Devleti’nin tepkisi ve tavrı ne olmuştu?

O.Ç: Devlet, bu sürgün olayı esnasında suistimal yapan memurunu astı. Yüzlerce görevliyi hapis veya sürgünle cezalandırdı. Bu göçün en güvenli şekilde geçmesi için her tedbiri aldı. Buna rağmen iklim koşulları, savaş halinin olumsuzlukları pek çok insanın ölümüne yol açtı. Ama bunda kastı olanlar şiddetle cezalandırıldılar. Çünkü olayın özüne bakarsanız, Türk halkı, Ermeni halkıyla çok uzun yıllardan beri dostça yaşamayı becermiş, ortak bir kültürü paylaşmış. Bu gerçek, günümüzde de aynen gerçekliğini korur. Hepimizin Ermeni dostları vardır. Hep de olacaktır. O yüzden, temeline bakarsak, Ermeni halkının Türklerle bir sorunu yoktur. Bu iki halk birbirine çok yakındır. Onları uzaklaştırmaya çalışanlar çirkin politikacılar ve diasporadır.

Aslında Ermenistan’daki Ermeniler de Türklere yakındırlar. O kadar yakındırlar ki, ülkelerinden kaçıp Karadeniz’de çalışıyorlar, evlerde hizmetçilik yapmaya razı oluyorlar. Bugün Karadeniz’de 40 bin evde 40 bin Ermeninin çalıştığını polis de, biz de biliyoruz. Hangi evde kaçak işçi çalıştığını biliyoruz. Niye kulağından tutup atmıyoruz? İçimizde düşmanlık yok da ondan. Hatta devlet bunları görmezden geliyor. Bunların kayıtları Ermeni Patrikliğine ine göre 70 bin kişidir. Peki, bu 70 bin Ermeni neden Karadeniz’de hizmetçilik yapıyor da, mesela Rusya’ya gitmiyor? Çünkü toplumdan bir şikâyetleri yok. Elbette Ermenistan Ermenisinin yaşam koşulları Türkiye Ermenisininkinden çokaşağıda. Bunu herkes biliyor. O yüzden Türkiye’deki Ermeni durumundan son derece mutludur ve bu olaylardan da tedirgindir. Bunu da yapmaya hakkımız yoktur. Bu aydın geçinen kesim güya Ermenilerin haklarını savunuyor ama Türk Ermeni’si onlar gibi düşünmüyor. Daha geçenlerde Ermeni Patrikhanesi’nin bu konuda yaptığı açıklama imzacıların bir tokat gibi suratlarına patlamış olmalı. Patrikhane, “…geçmişte olanlar bırakın tarihte kalsın, bu iş karşılıklı oldu, iki tarafın da büyük hataları oldu, bugün Türkiye’de Ermeniler son derece mutlu bir hayat sürüyor, mühim olan bundan sonra geleceğe bakmaktır” diyor. Geçtiğimiz aylarda Amerika’da Ermeni Diasporası tarafından bu Patrik konuşturulmadı. Davet edilmişti ama Diaspora baskı yaptı ve konuşturulmadı. Çünkü konuşabilseydi ne konuşacağını diaspora tahmin ediyordu.

Bugün ülkemizdeki hangi Ermeni yurttaşımızdan biri durumundan şikâyetçidir? Hiçbiri. Dünyanın hangi ülkesindeki azınlık mensupları, Türkiye’deki azınlıkların yaşadığı bir hayatı sürmektedir? Hiçbiri. Buna rağmen ve de zorla ve baskıyla soykırım suçu işlediğimizi ille de kabul etmemizi istiyorlar. Bunun için 40’tan fazla diplomatımızı öldürdüler. Ama Türk devleti haklı olarak geri adım atmadı. Şimdiyse en olmadık bir zamanda benim aydınım ‘Biz bu suçu işledik’ diyor, buna karşılık da İngiliz mahkemeleri ‘Hayır, Türklerin bu konuda yaptığı bir meşru müdafaadır’ diyor. “Türkler Ermenileri göç ettirmek maksadıyla bu uygulamayı başlattı, onları göç ettirmeye çalıştı, bu göçün en uygun koşullarda olması için devlet elinden geleni yaptı, bütün devlet arşivi bunu gösteriyor, uygulamalar bunu gösteriyor” diyor. Bizimkiler ise “hayır, yolda göç esnasında öldürmek için biz bunu yaptık” diyor..

Oysa Osmanlı Devleti kendi kurduğu Harp Divanında da kendi yurttaşlarını yargılıyor ve suçluları cezalandırıyor. Bunu yapan devlet, memuruna dönüp “Ermenileri sürer gibi yapın, yolda da öldürün” diyor da sonra da,”neden bunları öldürdün”diye mi yapıyor bu yargılamayı? Böyle mantıksızlık olur mu?

‘MASALARDAN KAÇIYORLAR’

G.M: Her iki tarafın bilim adamları bir araya gelip, bu meseleyi çözemezler mi Hocam? Neden bu yola gidilmiyor?

O.Ç: Çözerler ama Ermeniler buna yanaşmaz. Söyleyebilecekleri fazla bir şey yoktur. Bir ezberi tekrarlayıp dururlar. Bir de bizi içimizdekilerle vurmaya çalışırlar. Bu tarih boyunca da böyle olmuştur.

Kurtuluş Savaşı’nda da biz bu aydınlardan çok çektik. Gazeteci ve akademisyenlerin çoğu padişahçıydı. İstanbul basınının yüzde 90’ı Kurtuluş Savaşı’na karşıydı. Biz o zaman da satılmıştık, bu şimdi de hiç değişmedi.

Ermeni Meselesi’nde Türkiye Ermenistan’a hep şunu söylüyor: “Bir sorununuz varsa Adalet Divanı’na gidin “. Gitmiyorlar.

Öte yandan, “…gelin bilimsel olarak konuyu tartışalım “ diyoruz. Hiç bir bilimsel toplantıya gelmiyorlar. Kaçıncı defadır masalardan kaçıyorlar. Çünkü söyleyecekleri bir şeyleri yok… Her defasında “…Türkiye önce soykırımı kabul etsin, o taktirde görüşmeyi kabul ederiz”diyorlar. Ben, neden bir soykırım yapmış olamayacağımı kanıtlamak üzere masaya oturmak istiyorum, muhatabım “soykırımı önce kabul et, sonra tartışalım” diyor. Böyle bir mantık olur mu?

Bugünkü Ermenistan’daki herhangi bir Ermeni aydın ‘Türklerle gelin masaya oturalım’ deme imkânına sahip değil. Ermeni toplumundan böyle bir aydın çıkmaz, çıkamaz, çünkü çıkarmazlar. Bir Ermeni tarihçi bile bugün arşivlerine inip de çalışma yapamaz. Arşivler kapalı. Dolayısıyla bu konu herkese kapalı. Sadece şantajla, terörle, baskıyla ve zorla bu suçu Türk Milleti’nin boynuna bir yafta gibi asmak istiyorlar.

‘AVRUPA BİRLİĞİ’Nİ DAVA ETTİLER’

Ermeni Devleti, Yüksek Adalet Divanı’na gitmedi ama bir Ermeni Derneği 2005 yılında bu hatayı yaptı. Bizim 90 senedir beklediğimiz şey oldu. Marsilya’da bir Ermeni Derneği mahkemeye gitti. Kimi dava etti Türkiye’yi mi? Hayır, Avrupa Birliği’ni dava etti. Neden? Çünkü AB, Türkiye ile müzakerelerde bulunuyor.

Dernek dâvâ açarken dedi ki: “Avrupa parlamentosunun 1987’de aldığı bir karar var; “Türkler soykırım suçunu kabul etmedikleri takdirde AB’ye giremez.” Peki, AB neden Türklerle müzakereler sürdürüyor, uyum yasaları çıkartmalarını istiyor? Türkler soykırımı reddettiklerine göre, bütün istenenleri yerine getirseler bile AB Türkiye’yi üye yapacak mı? Yapabilir mi? “Şu Avrupa Birliğine haddini bildir” dercesine dâvâyı açtı.

Okumaya devam et  SARKOZY’NİN RAKİBİ VİLLİERS: “TÜRKİYE SOYKIRIMI TANISA BİLE AB’YE GİREMEZ”

AİHM’in kararı:

1- Avrupa Parlamentosu’nun aldığı karar bizi bağlamaz,

2- Hiçbir parlamentonun aldığı karar bizi bağlamaz,

3- Çünkü parlamentolar siyasi organlardır, siyasi karar alırlar,

4- Oysa bir fiilin soykırım olup olmadığı hukukun vereceği bir karardır, siyasetin vereceği bir karar değildir. Bu konuda ancak, mahkemeler yetkilidir, parlamentolar değil.

5- Hiçbir parlamento hiçbir milletin tarihini yazmak yetkisine sahip değildir,

6- Dernek olarak ileri sürdüğünüz kanıtların da hiçbir önemi yoktur. Hukuken geçerli kanıtlar değildirler.

7- 1915’ten bugüne kadar Türklerin yaptığı bu eylemlerin soykırım olduğunu kanıtlar hiçbir mahkeme kararı yoktur,

“…Bu nedenle davanın reddine, 30 bin euro tazminatın ve mahkeme masraflarının Marsilya Ermeni Derneği tarafından ödenmesine, “… karar verildi.

Nasıl? Bu karar karşısında imzacıların yüreği bir daha sızladı mı acaba?

‘EMPERYALİZME UŞAKLIK ETTİLER’

Elbette büyük bir trajedi yaşandı. Bundan bir ders çıkarmak lâzım. Demek ki emperyalizm ya da adı ne olursa olsun başkalarına uşaklık yapmayacaksın. Ermeniler yaptılar, aldandılar, aldatıldılar, kandırıldılar, Türklere karşı kullanıldılar. Dünya kadar kan döküldü. Karşıdan kan döktüler, kendileri kaybetti ama Türkiye de 1. Dünya Savaşı’nda var olma savaşı veriyordu. 1915’e kadar sabretti. Bu olayların evveliyatı 1915’te başlamadı ki. Bu olaylar 1878’den beri var. 1915’e gelene kadar 35 sene Ermeniler, batıya uşaklık ederek, Doğu Anadolu’da yakmadıkları yer bırakmadılar. 35 ilimizi yaktılar. Kürt asıllı Osmanlı yurttaşlarının canına kıydılar. 3 milyon dolayında Müslüman kayıp verdik, bunların yüzde 99’u Kürtlerdir. Ermeni, Kürtleri tam 35 sene katletti. Onları topraklarından çıkartmaya çalıştı. Kürt nüfusun batıya doğru göç etmesini sağlayıp, o köyleri boşaltmasını sağlamaya çalıştı. Hangi köylerdi bunlar; Sivas, Erzurum, Van, Bitlis, Elazığ, Diyarbakır ve bu illerin köyleri. Bu köylerde o gün de bugün de çoğunlukla Kürt asıllı vatandaşlarımız yaşıyor. İki toplum arasında kıyım başladıysa, kimin kimi öldürdüğü bellidir. Çünkü köyleri bellidir. Ermeniler ve Kürtler, ikisi de Osmanlı’nın yurttaşı. Bu iki kardeş birbirine giriyor, haksız olan kim? Haksız olan Ermeniler. ‘Sen gideceksin bu topraktan’ diyorlar. Amerikan kaynaklarına göre bölgede kayıp müslüman nüfus sayısı 3 milyonun üzerindedir. Bu olaylarda binlerce Ermeni, milyonlarca da Müslüman ölmüştür. Sonunda kazanan kim? Böyle bir çılgınlığın kazananı olur mu?

“ÖLDÜRECEKSEK NEDEN SÜRDÜK?”

Ermenistan’ın ilk Başbakanı Ovanes Kaçaznuni’nin Taşnak Partisi’nin Genel Kurulunda yaptığı konuşma, bu maceranın bir kazananı olamayacağını çok net açıklamaktadır.

1918 yılında kurulan Ermenistan Cumhuriyeti’nin ilk Başbakanı Ovanes Kaçaznuni parti kongresinde aynen şunları söylemiştir: ‘Kabul etmeliyiz ki yanlışı biz yaptık. Bu Taşnak Partisi kapatılmalıdır. İşlevi bitmiştir. Artık yapabileceği hiçbir şey yoktur. Şimdi siz bana vatan haini diyeceksiniz. Ama gerçeği söylüyorum ve siz de bu gerçeği biliyorsunuz. Biz tarih boyu bağımsız bir devlet kuramadık, dolayısıyla devlet nasıl olur bunu bilemedik. Dışarıdan aldığımız teşvikle, silahla, cephaneyle ne kadar çok Türk, Müslüman öldürürsek, onları o topraklardan kaçıracağımızı sandık ve fena halde yanıldık. Demek ki sadece terör yaparak devlet kurulmuyormuş. Bunu geç anladık.’

Ve işte bir Ermeni başbakanının söyledikleri! Biz tehciri dışarıdan gelen Ermenicilerin zoruyla Mehmetçiği sırtından vuran sivil halka yaptık. Bu sivil ve radikal halk Ortodoks olan Ermenilerdi, onları sürdük. Protestan ve Katolik olan Ermenilere hiç dokunmadık.

Biz bu sürgün olayını Doğu Anadolu’dan başlattık. Çünkü Kafkas cephesinde savaşıyorduk, ordumuzun geri altlarını vurmuşlardı, çok riskli bir hale düşmüştük. Zaten Sarıkamış’ta 100 binlerce vatan evladını kaybetmiştik. Aynı günlerde Çanakkale’de 250 bin kaybımız vardı. Bu şartlarda dövüşürken bu sürgün olayı oldu. Bunu yapmak zorundaydık.

Biz bu kararı gizli almadık, bütün dünyaya duyurduk. O nedenle Amerikalı misyonerler “göç esnasında biz de bulunalım “diye başvurdular. Bütün göç esnasında Amerikalı misyonerler de birlikte göç ettiler. Göçü gözlediler. Raporlara bakabiliriz. Gerçekçi gözle yazılan tüm veriler bizi doğruluyor. Asıl isyancıların Ermeni çeteler olduğunu onlar da belirtmiştir. Misyonerlerin katılımını kabul ederek, “gelin bakın, Ermenileri nasıl kesiyoruz” mu demek istedik? Saklayacağımız bir şeyi yapacak olsak, kafilelerin içine misyonerlerin girmesini kabul eder miyiz?Kaldı ki, bunları öldürecek idiysek neden sürdük ki? Bulundukları yerde öldüremez miydik?

Ve o günlerde Amerika’nın Osmanlı Devleti’ndeki Büyükelçisi Morgentau hükümete başvurup ‘ Halep’e gelmiş olan 500 bin Ermeni’yi ABD’ye götüreceğim, izin verir misiniz? Diyor, Talat Paşa “derhal götürün” diyor. Bu da Amerikan arşivlerine giriyor. Sonra Senato bu projeyi reddediyor. Hükümet bu soyu kırmaya karar verse, götürülmesine izin verir mi?

Biz kendi toprağımız üzerindeki Ermenilerin hepsini de sürmedik. Önce Doğu’dakiler gidecek dedik, bunun üzerine Batıdakiler isyan edince, kim isyan ettiyse onu diğer Anadolu şehirlerine gönderdik. İç Anadolu’da bir kişinin de burnu kanamadı. Trabzon’dakileri Ankara’ya, İzmit’tekileri Konya’ya gönderdik, herkesi Halep’e, Suriye’ye göndermedik.. Doğu Anadolu’dakileri Suriye’ye gönderdik. Çünkü o dönemde bir tek Suriye’de savaş yoktu. Biz onları güvenli topraklara taşıdık. Böylelikle kendi vatandaşımızın ve kendi askerimizin de güvenliğini sağlamış olduk.

Bu göç bir sene devam etti. Sonra da 1918 yılında “geri dön kanunu” çıktı. Hükümet bu defa gönderdiklerine, “şimdi istediğin yere dönebilirsin “dedi. Çünkü tehlike geçmişti. Savaş hali bitmişti. Ve hatta Kars’tan gelen dilerse İstanbul’a yerleşebilecekti. İstedikleri yerlere yerleştiler. Bu nasıl bir soykırım anlayışıdır ki bir taraftan yol boyunca gereken tedbirleri almaya çalışıyorsun, yollara hastaneler, yetimhaneler kuruyorsun, bir taraftan bunlara yolluk ödüyorsun, gittiği yere yerleştiriyorsun, toprak veriyorsun, ev veriyorsun, bu adam çiftçi idiyse gittiği yerde tohumluk veriyorsun, insancıl yaklaşıyorsun… Buna soykırım denebilir mi? Siz hiç “yolluk ödenen” soykırım mağduru gördünüz mü, duydunuz mu?

Dünya bunu bir türlü diyemediği için, işte bu defa diyebilsinler diye dışarıya adeta bir koz verir gibi benim aydınım beni içerden vuruyor. Amerika şimdi demeye başlayacak ki, ‘Bakın çözülme başladı, Türk aydınları bile kabul ediyorlar ki bu soykırım suçudur.’ Bu aydınlar neden bir imza kampanyası toplayıp da Ermenistan’ı dünyaya şikâyet etmeyi düşünmüyorlar, protesto etmiyorlar? Neden bu Türk aydınları Ermenistan’daki Ermeni aydınlarla bir işbirliğine girelim de her iki tarafın yöneticilerini masaya oturtalım demiyorlar? Çünkü Ermenistan’da Ermenilerin aleyhine böyle bir şeye imza atacak bir tek kişi bulamazlar. TruvaAtı gibi bu tarz aydınlar nedense hep kendi içimizden çıkıyor. Ermenilerden hiç böyle bir yaklaşım göremiyoruz ve göremeyeceğiz.

Bu imza kampanyası son derece tehlikelidir. 80 senedir Ermenilerin yapamadığına bir anda imkân sağlayacak, bizi içimizden vuracak bir kampanyadır. Bu yeniden Sevr’i hortlatacaktır.

Sevr’e göre Türkiye’nin çok temel üç sorunu vardı: Doğu’da bir Ermenistan kurulacaktı, Güney’de bir Kürdistan kurulacaktı ve Ege Bölgesi Yunanlılara verilecekti. Emperyalistler bunu Mustafa Kemal’e yaptıramadılar. Şimdi ise aynı çabaları yeniden sürdürüyorlar. Dikkat edin, bu üç konu son dönemlerde sürekli olarak Türkiye’nin gündemindedir.

Bizim Truva Atları da işte bu amaçların peşinde koşanların değirmenine su taşıyorlar. Bunda hiç kötü niyetleri yok canım…Bu yaptıklarını, daha çok demokrasi, daha çok insan hakları, daha çok erdem ve adalet adına yapıyorlar, zira ne yapsınlar, ellerinde değil ;

Vicdanları sızlıyor.

Bütün bunlar karşısında, ülkemin içine düşürüldüğü konumu görüyorum ve benim de “vicdanım sızlıyor”.

O kadar ki, geceleri uyku tutmuyor…


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir