Bizim Gazze’de Ne İşimiz Var?!

Şimdi soruyorum sizlere; konu İsrail’i terörist saldırılardan korumak olunca neden ilk önce Türkiye akla geliyor? Geçmişte Sırp saldırılarına karşı Bosna-Hersekli ve Kosovalı Müslümanları korumak amacıyla oluşturulan uluslar arası güce katılmak için adeta yalvaran Türkiye’nin talebini bir türlü kabul etmeyen (daha sonra da başka devletlerin denetimi altındaki bölgelerde küçük görevler veren) uluslar arası toplum, konu Afganistan ve İsrail olunca neden ilk önce Türkiye’nin kapısını çalmaktadır? Ya da yakın geçmişte Uluslar arası güç içinde Kuzey Irak ve Musul-Kerkük civarında sorumluluk üstlenmeyi talep eden Türkiye’ye, güneydeki Bakuba ve Fellûce ancak teklif edilirken, bugün neden hiç çekinmeden Filistin’de görev verilmek isteniliyor? - turkish army turk ordusu operasyon savas

Farkında mısınız, Sayın Başbakan son günlerde sürekli Osmanlı vurgusu yapmaya başladı. Bu durum, tarihimizi hatırlatarak her ne kadar gururumuzu okşuyor ise de, Başbakan’ın Osmanlı’nın hangi dönemini kastettiğini bilemediğimiz için yine de bu tavrına herhangi bir anlam veremiyoruz. İsrailli yetkililere seslenirken söylediği “Biz dedeleriniz kovulduğu zaman sizi bu topraklarda misafir eden Osmanlı’nın torunları olarak konuşuyoruz, sıradan bir ülkenin lideri olarak değil…”(1)şeklindeki sözlerini esas alırsak, Sayın Başbakan’ın II. Bayezit dönemini kastettiği sonucuna varırız ki; bu dönem, öyle ahım şahım ve örnek alınacak bir dönem değildir.
Bilindiği gibi İspanyol engizisyonlarından kaçan 500.000 civarındaki Yahudi, II. Bayezit tarafından Osmanlı ülkesine kabul edilmişler(1492) ve daha sonraki asırlarda Osmanlı toplumunun ayrılmaz birer parçası olmuşlardır. Sayın Başbakan, muhtemelen İsrailli yetkililere bunu hatırlatıyor. Bunun dışında Selefi Fatih Sultan Mehmet ve Halefi Yavuz Sultan Selim dönemlerini düşününce II. Bayezit döneminin çok da örnek alınacak bir yanı olmadığı ortaya çıkar. Ancak II. Bayezit’in farklı bir yanı daha vardı. O da, kendisinin gayet dindar olduğu, din adamlarına, ulemâya, tarikat şeyhlerine, tekkelere gereğinden fazla değer verdiğidir. Bu yüzden, kendisi Sofu Bayezit olarak da bilinmektedir. Umulur ki; Sayın Başbakan, II. Bayezit’in bu yönünü kendisine örnek almıyordur. Zira II. Bayezit’in bu durumu, oğlu I. Selim tarafından gerçekleştirilen askeri darbe ile tahttan indirilmesiyle sonuçlanmıştır…
Sayın Başbakan, geçen hafta gerçekleştirdiği Suudi Arabistan gezisi sırasında da yine Osmanlı vurgusu yapmıştır. Zira Başbakan Erdoğan, Suudi bir gazetecinin “Neden Türkiye, Ortadoğu’da bu sorunla bu kadar yakından ilgileniyor? Geçmişte uzak duruyordu, ilgilenmiyordu?” sorusuna karşılık da, Türkiye’nin geçmişte de Ortadoğu ile çok ilgili olduğunu vurgulamış ve Türkiye’nin, tarihten gelen bir misyonu olduğunu anımsatarak, “Biz (bölge ile) geçmişte de çok ilgiliydik. Tarihten gelen bir misyonumuz var. Tarihi şöyle bir incelersen ne kadar Ortadoğu ile iç içe olduğumuzu gayet iyi anlarsın” demiştir.
Sayın Başbakan’ın bu tavrı elbette hoşumuza gidiyor. Onun yerinde biz de olsak aşağı yukarı aynı şeyleri söylerdik. Ancak bu noktada dikkate almamız gereken önemli bir ayrıntı vardır. Türkiye Cumhuriyeti şu anda ne II. Bayezit ve Yavuz Sultan Selim tarafından yönetilen Osmanlı İmparatorluğudur, ne bugünkü dünya, 15 ve 16. yüzyılların dünyasıdır. Ve ne de Ortadoğu bölgesi, 15. ve 16. yüzyıllardaki kadar sahipsizdir. O dönemde, dünyanın tek süper gücü ve bu bölgenin tek sahibi biz idik. Bu sebeple de bu bölgede istediğimiz gibi at oynatıyorduk. Ancak şimdi öyle mi? Diğer faktörler bir yana, bugün komşularımız bile nitelik değiştirmiş durumdadır. Güneyimizde dünyanın tek süper gücü ABD, batımızda 1500’lü yıllarda uşaklığımızı yapanların bugün efendimiz durumuna gelen torunlarından müteşekkil AB ve kuzeyimizde modern çarlar tarafından yönetilen Rusya İmparatorluğu bulunuyor. Bu sebeple, Osmanlıdan örnek verirken, ya da Osmanlı’yı kendimize örnek alırken kılı kırk yarma zorunluluğumuz vardır.
Birkaç gündür Mehmetçiğin Gazze’ye gönderilebileceği ve Fransa Devlet Başkanı N. Sarkozy’nin bu konuda Türkiye’ye teklifte bulunduğu konusunda haberler duyuyor ve okuyoruz. Şahsen böyle bir şeyi aklımın ucundan bile geçiremem. Bence Türkiye’yi yönetenler de geçirmemelidir. Üstelik böyle bir şeyi Türk halkı da istemiyor. Çünkü sabah haberlerinde duyduğum kadarıyla, Türk halkının %70’i Mehmetçiğin Gazze’ye gitmesine karşı çıkıyor. Dolayısıyla Türkiye’nin çoğunluğu benim gibi düşünmekte ve “Mehmetçiğin Gazze’de ne işi var?” demektedir. Ancak iktidar cephesindeki ibre, sanki Mehmetçiğin Gazze’ye gönderilebileceği istikametindedir. Büyük bir ihtimalle de şu ya da bu ad altında (gözlemci veya komuta mevkiinde) Mehmetçik Gazze’ye gidecektir.
“Bunu neye dayanarak söylüyorsun?” derseniz, “Mehmetçiğin Lübnan’a gönderilmesi kararına dayanarak söylüyorum” derim. Zira ben ve benim gibi düşünen Türkiye’nin çoğunluğu Mehmetçiğin Lübnan’a gönderilmesine de karşı çıkmıştı ama değişen bir şey olmamıştı. Çünkü Türk halkının büyük çoğunluğunun karşı çıkmasına rağmen Mehmetçik, yine de Lübnan’da faaliyet gösteren Hizbullah’a karşı İsrail’i korumak amacıyla Lübnan’a gönderilmişti. Şimdi aynı şey Hamas’a karşı İsrail’i korumak amacıyla isteniyor Türkiye’den. Üstelik Filistin ve Gazze konusunda çok daha hassas ve duygusal olduğunu söyleyen bir Başbakanımız var bizim(2). Dolayısıyla; eğer Mehmetçik Gazze’ye gönderilecek olursa, İsrail kuzeyden ve güneyden gelecek terörist saldırılara karşı Türk askeri ve Türkiye tarafından koruma altına alınmış olacaktır. Bu takdirde “… Bugün şunu görebiliyoruz; artık İsrail Türkiye’de çok daha kuvvetlidir. İsrail de Türkiye de tek devlet. Bütün önemli konuları birbirleriyle görüşmeyi, konuşmayı taahhüt etmişlerdir. Bu ortaya çıkmıştır ve Türkiye’nin bu konuda yapabileceği hiçbir şey yoktur…”(3) şeklinde bir yaklaşım sergileyen Yalçın Küçük gibi adamlara fazla kızmamak gerekmez mi?

Şimdi soruyorum sizlere; konu İsrail’i terörist saldırılardan korumak olunca neden ilk önce Türkiye akla geliyor? Geçmişte Sırp saldırılarına karşı Bosna-Hersekli ve Kosovalı Müslümanları korumak amacıyla oluşturulan uluslar arası güce katılmak için adeta yalvaran Türkiye’nin talebini bir türlü kabul etmeyen (daha sonra da başka devletlerin denetimi altındaki bölgelerde küçük görevler veren) uluslar arası toplum, konu Afganistan ve İsrail olunca neden ilk önce Türkiye’nin kapısını çalmaktadır? Ya da yakın geçmişte Uluslar arası güç içinde Kuzey Irak ve Musul-Kerkük civarında sorumluluk üstlenmeyi talep eden Türkiye’ye, güneydeki Bakuba ve Fellûce ancak teklif edilirken, bugün neden hiç çekinmeden Filistin’de görev verilmek isteniliyor?

Oluşturulması düşünülen Gazze Barış Gücü’nün görevi, Hamas saldırılarına karşı İsrail’i korumak değilse, o zaman böyle bir gücün oluşturulmasına ne gerek var ve bizim böyle bir gücün içinde ne işimiz vardır? Maksat Gazzeli Müslümanlara yardım etmek ise, bunun için ille de orada uluslar arası güç bulundurmak mı gerekiyor? BM ve Uluslar arası toplum olarak ortaya çıkar İsrail’e “Halt etme Gazze’den çekil!”, Hamas’a da “Halt etme otur oturduğun yerde. Sağı solu taciz etme” der işi bitirirsiniz. Sonra da yine yapacağınız insani yardımları yaparsınız. Ancak asıl maksat Hizbullah ve Hamas saldırılarına karşı İsrail’i uluslar arası güvenlik kuşağı atlına almak olunca, tabii bizim de bu tür alicengiz oyunlarına alet olmamız kaçınılmaz oluyor.

Bu noktada sıradan bir vatandaş olarak şimdilik, “Gazze’ye gidecek Mehmetçiği iki ateş arasında kalmaktan Allah korusun” demekten başka elimizden bir şey gelmiyor. Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler…

8 Ocak 2009
Ömer Sağlam
—————-
1-http://www.cnnturk.com/2009/turkiye/01/06/israili.secim.hesabi.yapmakla.sucladi/507746.0/index.html internet adresinde bulunan “İsrail’i seçim hesabı yapmakla suçladı” başlıklı haber.
2- Aynı haber.
3- bkz. .


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir