Özür dilemek devletin işiymiş!

Suyaziyi okuyun ve nasil his somurusuyle bizi kemirdiklerini gorun. - halil berktay

From: Tulin Mangir [mailto:[email protected]]
Sent: Thursday, December 11, 2008 6:30 AM
To: TurkishForum News Server
Subject: Re: Turkish Forum Grassroots Information – Haber Bülteni

Suyaziyi okuyun ve nasil his somurusuyle bizi kemirdiklerini gorun.

Bugun de 300 Ermeni ailesi Gul’e mektup yazip ozur dileyince uzerimizden

yuk kalkacagini soylemisler.

Bizi hem icerden hem disaridan vurmak icin tum teskilat devrede.

——————————————

Ermeniler`den özür dilemek, aydınlardan önce devletin işiymiş! İstanbul Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Kentel, bir grup `aydın!`ın başlattığı `Ermenilerden Özür Diliyorum` kampanyasına tam destek veriyor.

İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. DR. Ferhat Kentel Vatan Gazetesi`nden Mine Şenocaklıya röportaj verdi. Bir grup aydının başlattığı `Ermeniler`den Özür Diliyorum` kampanyasına Ferhat Kentel de bir imza atacak. Ancak o `özrün` aydınlardan önce devletin görevi olduğu görüşünde. Kentel, özürden çok acıyı paylaşmaktan yana ve Hrant Dink`in cenazesinde 200 bin kişinin `Hepimiz Ermeniyiz` diyerek bu mesajı verdiğini düşünüyor…

Bir grup aydın 1915`teki Ermeni tehciriyle ilgili imza kampanyası başlattı. Kampanyanın adı `Özür diliyorum`. Siz de imzalayacak mısınız?

Bu metin tamamen benim ruh halime uyuyor. İmzalamayı düşünüyorum.

Ama özür dilemekte çok emin değilim. Ben vurguyu, `acıyı çok fazla

hissediyorum` cümlesine yapmak istiyorum. Yani o acıyı paylaşmak

istiyorum.

1915`le ilgili insanların kafasında bir sürü soru işareti var. Önce tüm çıplaklığıyla olanı biteni ortaya sermek gerekmiyor mu?

Hayır. Diyelim ki iki halk da birbirini kesti biçti. Kaldı ki 1915`te Ermenilerin bir kısmı tehcir edildi, 1917`de de Ermenilerin yaptığı katliamlar var. Sayıyı tam olarak bilmiyorum ama bu ülkede 1 milyon Ermeni vardı. Bugün kala kala 60 bin Ermeni kaldı. Artık onlar yoklar. Biz Türkler varız. Kürtler de var. Demek ki biz kendi hayatlarımızı sürdürüyoruz. Bize bir şey olmadı. Ama Ermeniler kendi topraklarından koptular. Dünyanın uçlarına bucaklarına gidip diaspora halinde yaşamaya başladılar. Hatta yaslarını bile doğru düzgün yaşayamadan hayatlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Bu inanılmaz bir acı o insanlar için… Ben bunları yapmış insanlar adına özür diliyorum. O yüzden, evet Ermeniler ne yapmış olurlarsa olsunlar, ben kendi payıma söylemem gerekeni söylerim. Onlar derlerse derler, demezlerse demezler. Ben birisinin hakkını, o da benim hakkımı bir gün savunsun diye pazarlık üzerinden savunmam. Tarih bir sürü şeyi anlatabilir. Bir sürü belgeden, sözlü tarihten, yorumlardan farklı anlatılar kurabilirsiniz. Tarihe her şeyi söyletebilirsiniz.

Dolayısıyla orada `soykırım mı, değil mi?` diye bir ispat söz konusu değil aslında. Ben soykırım kelimesiyle uğraşmıyorum. O kadar insan niye öldü, bunu soruyorum.

BU ÜLKEDE 1 MİLYON ERMENİ VARDI KALA KALA 60 BİN KALDI

Bütün bu olanların savaş sırasında olduğunu da dikkate almak

gerekiyor ama değil mi?

Tabii… Prof. Halil Berktay`ın tezidir bu. Bir şey yapılmıştır. İster adına soykırım deyin, ister başka bir şey. 1 milyon insan yok edildi, tehcir edildi, öldürüldü, çöllere yollandı, bu bir gerçek. Bir de bunun öncesinde, bunu hazırlayan Osmanlı`nın çöküşündeki ruh hali ve Ermeni çetecilerin yaptıkları var. Korunma paranoyası ve varolma sendromu içinde yaşayan Osmanlı`nın ruh hali… Ama zaten soykırımı kabul ettik ya da etmedik demekle de iş bitmiyor. Bana göre Hrant Dink`in cenazesinde 200 bin insanın yürüyüp `Hepimiz Ermeniyiz` demesi çok daha kıymetli bir şeydir. `Biz bu acıyı paylaşıyoruz` demek kadar kıymetli bir şey yoktur. Çeteciler falan deniyor ama Trakya bölgesindeki Ermeniler niye sürüldü? Çeteciler erkek, peki çoluk çocuğun, kadınların ne işi vardı sürülenler arasında? Olay orada kilitleniyor. Ermeniler temizleniyor yani… Ama soykırım kelimesi devletlerarası, uluslararası, benim çok daha politika içinde gördüğüm, asla insani duyguları kaale almayan bir terim. Bu terimin gerçekliği çok basite indirgediğini, sadece devletin yapmış olduğu bir operasyona indirgediğini düşünüyorum.

HRANT DİNK`İN ÖLÜMÜNÜN ARDINDAN

`Tetiği ben çekmişim gibi utanıyorum` diye yazmıştım. Bir kesimden

işitmediğim küfür kalmadı. Ama aynı şekilde tanıdığım bir nine

vardı, annesi, babası, kardeşleri gözünün önünde Ermeni çeteciler

tarafından kesilmişti…

Tabii ki bunları da konuşmak gerekiyor. Bugün yaşamakta olan insanların konuşabilmelerini, kendilerini anlatabilmelerini sağlamamız gerekiyor. Ama en azından Ermenilerin de kafalarının, gözlerinin kırılmayacağını, öldürülmeyeceklerini bilmeleri lazım ki konuşsunlar. Ben onun için şunu yapabilirim, onların bir şey yapmalarını beklemeden… Çünkü görüyorum, bu memleket kazan ben kepçe sürekli dolaştım, insanların anlattıklarını dinledim, bu acının ne olduğunu biliyorum. (Ferhat Kentel, Gevorg Poghosyan ile `Ermenistan ve Türkiye Vatandaşları` adlı bir kitap yazdı. Ayrıca, Meltem Ahıska ve Fırat Genç`le birlikte yazdığı bir kitap daha var: `Milletin bölünmez bütünlüğü: Demokratikleşme sürecinde parçalayan milliyetçilikler.) O zaman şunu söyleyebilmeliyim, sorumluluk taşıyan, birtakım bilgilere ulaşmış bir insan olarak, bir şekilde bu acıyı paylaşıyorum. Ama ben devlet değilim. Geleneği takip eden devlet olmadığım için bu özür işi sanki benim işim değilmiş gibi

geliyor. Ama ben bu metni imzalayacağım. Bir defa, bu memlekette yaşayan ve yaşamış olan insanları ciddiye aldığımı, onlara çok önem verdiğimi, benim onlarla birlikte anlamlı olduğumu yeniden düşünebilmek için, en azından bunu yeniden teyit edebilmek için, o yok olmuş ya da azalmış insanlara bir saygı imaresi olarak…

Üstelik bu sadece onlar için yaptığım bir şey değil, ben kendimi, ruhumu kurtarıyorum aslında. Bencilce, kendi çıkarlarıyla inşaa olmuş bir insan pozisyonu beni tatmin etmiyor. Türkiye`de 60 bin Ermeni kaldı diyoruz ama onların dışında da dünya kadar Ermeni yaşıyor. Kabaca bilinen Ermeni cemaati dışında bir sürü Ermeni var Türkiye`de. Ermeni olduklarını gizleyerek ya da din değiştirerek katliamdan kurtulmuş binlerce insan var. O zaman şöyle diyebiliriz benim Türklüğümün içinde de Ermenilik var. Benim Ermenilerle barışmam, Ermenilerin acılarını paylaşmam kendimi de iyileştirmeme neden olacak aslında. O kadar çok travma yaşadık ki bu memlekette çünkü. Belki de önemli olan yüzleşmedir. Ancak şöyle diyebilirim, yüzleşemediğimiz için aslında, ben bu yüzleşmede yeterince pay

sahibi olmadığım için özür dilerim. Çünkü devletin özrünün ötesinde benim özür diliyor olmam kendimi kurtarmak için. Kendimle, kendi içimdeki o sorumlulukla barışabilmem için…

SOL KENDİSİYLE YÜZLEŞEMEDİ BİZ TERTEMİZİZ DİYOR

Yüzleşemediğimiz başka hangi olaylar var?

Çok! İstiklal Mahkemeleri var, Kıbrıs meselesi var, Kürt meselesi var, Varlık Vergileri var, Maraş olayları var, Sivas katliamı var… Devlet olarak yüzleşmemiz gereken çok olay var. Bir de toplumsal hareketler, gruplar olarak yüzleşmemiz gereken şeyler var. Benim gençliğimde içinde aktif olarak bulunmuş olduğum sol henüz bir yüzleşme yapmadı mesela. Her yüzleşme yapma denemesinde birilerinin `Asla, biz tertemizdik` dediği bir sol var önümüzde. O dönem gayet otoriter bir solculuk vardı. Öyle hapishane hikâyeleri duyardık ki… Hâlâ da duyuyoruz. `Nasıl olabilir?` diye soruyorum kendime. İşkenceden cinayet işlemeye kadar… Çok yakından bildiğim bir

hikâye var. 17 yaşında, gencecik bir kızı önce hain ilan edip öldürüyor ve havalandırma boşluğuna atıyorsunuz. Sonra da bir nevi zafer kazanmış gibi eğlence düzenliyorsunuz. Bunlar hâlâ konuşulmadı.

ASKERLERİN ONA YAPTIĞINI ŞİMDİ KÜRTLERE YAPIYOR

Nasıl ki, generaller Abdullah Gül`ün elini sıkmadılar ya da sıksalar da başka tarafa baktılar, davetlere gitmediler. Ya da eşleriyle çağırmadılar Gül`ü ve Erdoğan`ı… Bu aşağılayıcı, üstten bakan bir dildi. En sıradan vatandaşa bile yapılmayacak bir şeyi vatandaşın seçmiş olduğu, `Beni temsilen orada duruyor` dediği insana karşı yaptılar. İnanılmaz seçkinci, merkezci, narsist bir dizi tezahürattı Erdoğan`a ve Gül`e uygulanan politikalar. Ama şimdi Erdoğan da aynı şeyi yapıyor. Kürt milletvekillerinin elini sıkmamasına, DTP`nin adını ağzına almamasına, `Kürt meselesi` deyip 3-4 sene sonra unutmuş olmasına baktığınız zaman adeta efendisini taklit eden bir dile benziyor. Tam olarak ona yapılan şeyi o da başkasına yapıyor. Çok klasik `Stockholm Sendromu` var ortada. Celladına aşık olmak gibi… Bunun anlamı, üstün olana benzeyerek aslında iktidar sahibi olmak. Sıradan sosyolojik bir vaka. Şeyhinize, babanıza falan benzemeye çalışırsınız. Babanız sizi dövüyorsa, siz de çocuğunuzu döversiniz. Şart değil ama böyle bir model var. Erkek modeli bizi döven babadır örneğin. Devlet modeli de bizi döven devlettir. Dolayısıyla `Ben de devlet olacaksam, döven devlet olurum` gibi çok sıradan, çok basit sosyopsikolojik birtakım süreçlerin içinde olduğunu düşünüyorum Erdoğan`ın…

ERDOĞAN, ECEVİT GİBİ MÜTEVAZI YAŞASAYDI DAHA FAZLA OY ALIRDI

Erdoğan ve ailesinin bu kadar zenginleşmesini halk nasıl yorumluyor

sizce?

Toplum değişiyor, toplumsal hareket değişiyor. Artık 80`lerdeki İslami hareketten bahsetmiyoruz. O hareketin içinden gelenler farklı yerlere girdiler, farklı dilleri benimsediler. Tek bir dil yok. İçiçe geçmiş dünya kadar dil var. Bir tür yeni muhafazakâr dil var. Bu dil kapitalizmin diliyle içiçe geçmiş durumda. İşte Erdoğan`ı, çocuklarını ve eşini görüyoruz. Ben de gazete haberlerinden yola çıkarak konuşuyorum, onların ne kadarı doğrudur, ne kadarı yakıştırmadır bilmiyorum, ama belli ki, orada sosyoekonomik statü

olarak Erdoğan`ın ciddi bir yükselişi söz konusu. Eğer böyle bir muhafazakâr Erdoğan, Ecevit`in yaratmış olduğu imaj gibi bir imaja sahip olsaydı, yani halkla ekonomik olarak daha özdeşleşmiş bir pozisyonda olsaydı daha fazla oy kazanırdı. Çünkü neoliberal politikalar altında dünya kadar insan aşağıya düşüyor.

Siz bugün için konuşuyorsunuz değil mi?

Evet.

Yani daha önceki seçimlerde böyle olmazdı?

Hayır. Çünkü o zaman halk da yükseliyordu. Türkiye`de artık ciddi bir muhafazakâr burjuvazi var. İstanbul sermayesi dışında bir Anadolu sermayesi var. O hareket içinde, yani AKP`nin tabanı içinde, bir taraftan sermayesi olan ama bir taraftan da habire zenginleşmeye çalışanlar var. Tabii bir de zenginleşemeyen insanlar var. O zenginleşemeyen insanlar her zaman başka partiye kayma potansiyeli taşıyor.

Okumaya devam et  Gül’ün Erivan’a davet edilmesi neden bir ‘fırsat’ değildir?

Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir