Ermeniler Neden Yas Tutamıyor?

Malum olduğu üzere Ermeniler’in, özellikle de diaspora Ermenileri’nin en büyük ‘takıntısı’ Türkler’dir. Türkler’in kendilerinden nefret ettiğini, onları bir ırk olarak yeryüzünden silmek için her türlü girişimde bulunduklarını, hatta 1915 yılında bunu topyekün bir soykırıma dönüştürdüklerini savunurlar. Kimi Ermeniler 1915 tehciri sonucunda 1 milyon, kimisi ise 2-2,5 milyon Ermeni’nin katledildiğini söyler. O dönemde Osmanlı topraklarındaki Ermeni sayısını dahi aşan bu ‘fantezi rakamlar’ bir yana bırakılacak olur ise, zaten tek başına soykırım ithamı dahi utanç vericidir. Soykırım amacıyla bir tek kişiyi dahi öldürmüş olsanız ‘yeryüzünde işlenebilecek en büyük insanlık suçu’nu işlemişsiniz demektir. Çünkü soykırım yalnızca ırkından veya bir gruba mensup olmasından dolayı, o kişinin şahsi özelliklerine, hata ve sevaplarına bakmaksızın yok edilmesini gerektirir. Söz konusu kişi kundakta bebek de olsa, 90’ında ihtiyar da olsa öldürülmelidir. Kısacası soykırım işlemiş bir millet bu ayıbı sonsuza dek beraberinde taşır, başı yerden kalkmaz. - ermeni isyanlari

Ermeniler Neden Yas Tutamıyor?

Dr. Sedat Laçiner

Malum olduğu üzere Ermeniler’in, özellikle de diaspora Ermenileri’nin en büyük ‘takıntısı’ Türkler’dir. Türkler’in kendilerinden nefret ettiğini, onları bir ırk olarak yeryüzünden silmek için her türlü girişimde bulunduklarını, hatta 1915 yılında bunu topyekün bir soykırıma dönüştürdüklerini savunurlar. Kimi Ermeniler 1915 tehciri sonucunda 1 milyon, kimisi ise 2-2,5 milyon Ermeni’nin katledildiğini söyler. O dönemde Osmanlı topraklarındaki Ermeni sayısını dahi aşan bu ‘fantezi rakamlar’ bir yana bırakılacak olur ise, zaten tek başına soykırım ithamı dahi utanç vericidir. Soykırım amacıyla bir tek kişiyi dahi öldürmüş olsanız ‘yeryüzünde işlenebilecek en büyük insanlık suçu’nu işlemişsiniz demektir. Çünkü soykırım yalnızca ırkından veya bir gruba mensup olmasından dolayı, o kişinin şahsi özelliklerine, hata ve sevaplarına bakmaksızın yok edilmesini gerektirir. Söz konusu kişi kundakta bebek de olsa, 90’ında ihtiyar da olsa öldürülmelidir. Kısacası soykırım işlemiş bir millet bu ayıbı sonsuza dek beraberinde taşır, başı yerden kalkmaz.

İşte Ermeniler’in Türkler’i suçladığı soykırım böyle bir şeydir.

Ermeni araştırmacıların bir diğer iddiası da şudur: “Ermeniler asıl öldürülen atalarına değil, öldürmenin Türkler tarafından tanınmamasına içerlemektedirler. Bugünkü genç nesillerde dahi görülen derin yara ‘inkar’dan gelmektedir. Türkler yaptıklarını tanımış, kabul etmiş olsalar Ermeni ruhlarındaki yaralar daha kolay kapanacaktır”.

Ermeni bir araştırmacı bu durumu şöyle özetliyordu: “Düşünün bir adam bir kadını dövmüş ve sonra da tecavüz etmiş. Olayın ardından tecavüz eden sürekli bağırıyor, ‘ben tecavüz etmedim, o etti’ diyor. Bizim Türkler’le durumumuz da böyledir.”

Son yıllarda bazı Türk araştırmacılar da Ermeniler’e bu konuda hak vermeye başladılar. Örneğin Agos gazetesinde bir demeci yayınlanan tarihçi Müge Göcek şunları söylüyordu:

Konuştuğum Ermeniler, geçmişte yaşanan bu korkunç olaydan o denli yara almışlardı ki doğru düzgün yas bile tutamıyorlardı çünkü yaşadıkları kabul görmemişti. Yaşanan ne olursa olsun eğer birine bir şey olduğu kabul edilmezse ve bu yaşanan çok travmatik bir deneyimse, bu, travmayı daha da artırır ve duygusal olarak onları çarpar.[1]

Ermeniler’in akademik anlamda en güçlü olduğu Michigan Üniversitesi’nde çalışan Sayın Göcek’in Amerikalı Ermeni tarihçilerden ne kadar etkilendiği ortada. Göcek’e göre Ermeniler büyük bir katliam yaşadılar ve bunun yasını bile tutamıyorlar. Çünkü Türkler, yani bizler bunu kabul etmiyoruz. Eğer ‘Ermeniler’i soykırıma tabii tuttuğumuzu, çoluk çocuk demeden yeryüzünden silmeye çalıştığımız kabul ediversek onların da yaraları kapanacak, yas tutabilecekler.’

Her şeyden önce Sayın Göcek’in konuştuğu Ermeniler 1915 olaylarını yaşamış değiller. Hatta bir çoğu o dönemde yaşamış dahi değil… Bugün Türkiye’ye en sert şekilde saldıran Ermeniler de bırakın 1915 olaylarını yaşamayı, bir kez olsun Türkiye’yi görmüş dahi değiller. İçlerinde bir tek Türkler karşılaşmamış olan, Türkleri bir tür ‘canavar yaratık’ sananlar dahi var. Geçtiğimiz yıllarda bir hocamız California’da tüm hayatını bir Türk’le karşılaşıp, onun yüzüne tükürmeye adamış bir Ermeni’den bahsetmişti. İlginçtir 1915 olaylarını yaşamış Ermeniler Türklerden en az nefret eden Ermeni grubunu oluşturur. Bir çoğu bir Türk gibi yaşamış ve çoğu Türkler ile birlikte hayatlarını sona erdirmişlerdir. 1915 tehcirinin yaşandığı aynı günlerde Çanakkale Savaşı esnasında İngiliz gemilerine top gülleri gönderenler arasında Ermeni tabyaları da vardır. Yine bugün en az radikal olan, en kolay anlaşılabilir grup Türkiye’de yaşayan Ermenilerdir. Dahası Ermenistan Ermenileri diaspora Ermenileri ile kıyaslandığında Türklere karşı çok daha ılımlı durabilmektedirler.

Ne yazık ki sorun sadece Türkler’in Ermeni ithamlarını kabul etmesiyle çözülecek kadar basit değildir… Ve ne yazık ki sorunun kaynağında 1915 olayları da yoktur… Ermeniler’in yas tutamamalarının Türkler’in onların iddialarını kabul etmesi ile ilgisi ise neredeyse ‘sıfırdır’… Çünkü yeryüzünde hiçbir ulus geçmişin yasını bir başka ulusun tanımasına göre tutmaz. Daha doğrusu günümüz milliyetçiliğinde neredeyse hiçbir ulus bir diğerinin yasına gerekli saygıyı göstermez… Her ulus kendisine yapılanların yasını tutar, kendisinin yaptıklarını ya unutur, ya da fazlaca üzerinde durmaz… Örneğin Yunanlılar en çok Türklerce öldürüldüğüne inandıkları ataları için sıkça yas tutarlar… Kurtuluş mücadelelerini, ayaklanmalarda ölen Yunanlıları ve Kıbrıs çatışmalarındaki kayıplarını, Türkleri adeta lanetleyerek anarlar. Fakat bu yas onların ulusal grurlarından bir şey de eksiltmez. Kurban edilmişlik, sürekli bir mağdur olmuşluk (victimization) hissine kapılmazlar. Çünkü kendilerinin hep kaybeden, Türklerinse hep kazanan olduğunu kabul etmeleri halinde Yunan milliyetçiliği bundan büyük yaralar alır. Bu durum hemen her ulus için geçerlidir. İngilizler her yıl Çanakkale ve diğer savaşlardaki kayıpları için ağlarlar. Hiç kimse ‘Çanakkale’de ne işimiz vardı?’ diye sormaz. Konuştuğunuz bir İngiliz size “Türkleri hiç sevmiyorum, çünkü çok İngiliz askeri öldürdünüz” diyebilir. Nitekim bu satırların yazarı bu tür ifadeleri birkaç kez duymuştur. Fakat bir İngiliz bunu mümkün olduğunca kendi ulusal büyüklüğünü kanıtlamada kullanır ve yas tutmak için de ne Türk’e, ne de başka bir ulusa ihtiyaç duyar. Japonlar, Çinliler, Amerikalılar, Sırplar, Almanlar, Yahudiler, Filistinliler, Bosnalılar, Arnavutlar, Ruslar, İspanyollar… İçlerinde soykırım yapmış olanları da, soykırıma uğramış olanlar da vardır. Hatta hemen hepsi toplu kırım yapmış ve toplum kırımla karşılaşmışlardır. Hepsinin yasını tuttuğu olaylar vardır. Fakat bu, hiçbir zaman karşı tarafın kabulüne bağlı olmamıştır.

Bu bilgiler ışığında denebilir ki Ermeniler’in sorunu Türklerle veya başka bir milletle değil, kendileriyledir. Onlar kendi içlerinde ürettikleri ve adına “1915” veya “Türk” dedikleri bir canavarla savaşmaktadırlar. Ne yazık ki bu canavarı yenebilme ihtimalleri çok azdır. Hayallerle savaşmak gerçek bir düşmanla savaşmaktan çok daha zordur. Ve Türkiye tüm iddialarını kabul etse dahi, Ermenilerin sorunu çözülmez, diaspora Ermeni gençliğinin ruhundaki derin yaralar kapanmaz… Aksine yaralara tuz basılmış olur, acıdan zevk alanların sayısı artar…

Yaralı Milliyetçilik

Bu ‘hastalıklı’ ruh halinin ilk nedeni yaralı Ermeni milliyetçiliğidir. Tarih boyunca diğer etnik gruplara karşı ciddi bir siyasi başarı kazanamayan ve düne kadar gerçek anlamda bağımsız bir devlet kuramamış olan Ermeniler, Rumların aksine eski yöneticilerine karşı tatmin üstünlük sağlayamamışlardır. Eğer 1. Dünya Savaşı’ndan sonra Türkleri yenebilmiş olsalardı ve kendi devletlerini küçük de olsa kurabilmiş olsa idiler Ermeni milliyetçiliği bu halde olmazdı. Çünkü devleti olan milliyetçilikler daha realist ve pragmatik olurlar. Tüm olumsuzluklarına rağmen devletli milliyetçilikler daha sağlıklı ve kendi içinde daha yapıcıdırlar. Devlet milliyetçiliği dışa karşı husumet duygularını kamçılasa da özgüvenleri vardır. İşte Ermeni milliyetçiliğinin en önemli sorunu budur: Hep yenildiğini, hep ezildiğini düşünmektedir. Türkler gibi ‘baş edilemez’ bir düşman ile karşı karşıyadırlar ve diğer güçlerden yardım istemektedirler. Zaman zaman Hristiyan dayanışmasından medet ummaktadırlar, zaman zaman ideolojik dayanışma beklemektedirler. Bazen ellerini Tanrı’ya açmaktadırlar, bazense insan hakları demektedirler.

Bu açıdan bakıldığında SSCB’nin çöküşünün ardından kurulan bağımsız Ermenistan büyük bir şanstır ve Türkiye’nin önemli Ermeni aydınlarından Hrant Dink’in de belirttiği üzere tüm dünya Ermenileri’nin en önemli amacı bu devleti yaşatmak olmalıdır. Çünkü bu devlet ne kadar sağlıklı bir zemine oturur ve başarılar elde edebilir ise Ermeni milliyetçiliğinin hastalıkları da o kadar hızlı iyileşecektir. Ruhlardaki yaralar o kadar hızlı kapanacaktır.

Zaman içinde Türkler Ermenilere, Ermeniler de Türklere geçmiş ile ilgili olarak hak verir mi, vermez mi, bu tartışılır. Fakat en acısı kendi yasını tutmak için başkasının onayına ihtiyaç duymaktır… Ermeniler bir an önce bu hastalıktan kurtulmalıdır.

Soykırım Endüstrisi

Soykırım ne kadar iğrenç ise ‘endüstrisi’ de o kadar iğrençtir. Bugün tıpkı Yahudilerde olduğu gibi bu endüstriden güç ve itibar kazananların sayısı az değildir ve bu durum Yahudiler arasında ciddi bir tartışma konusudur. Ancak Ermeniler arasında böyle bir tartışmaya rastlamak güçtür. Oysa ki bugün Türkler ve Ermeniler kucaklaşsa, ithamlar, tartışmalar rafa kalksa gücünü ve itibarını kaybedecek çok sayıda Ermeni kurumu ve kişisi vardır. Sanatında, işinde başarılı olamayan bir çok Ermeni geçmişte ‘soykırım’ iddialarına sığınmış, seyirciyi, ilgiyi ve sponsoru garantilemiştir. Bir çok kötü eser ve sergi sırf ‘1915’ mührünü taşıyor diye alkışlanmış veya izlenmiştir. Eğer ‘düşman Türk’ olmasa idi Ermeni diasporasında ayakta kalmayı başarabilen kaç kuruluş, okul, anaokulu, sinema veya kilise kalırdı acaba? Samimi olanları da var elbette, ancak çıkar öylesine büyük ki, artık samimiyetle art niyet iç içe geçmiş durumda.

En önemli çıkar ise var olmaktır. Diaspora Ermenileri arasında en önemli birleştirici güç Türk düşmanlığı olmuştur. Türk düşmanlığını aldığınızda Ermeniler’in İngiliz, Fransız, Amerikan vs. kültürleri karşısında asimilasyonları kaçınılmazdır. Bu nedenle ‘soykırım’ ithamları bir tür ulusal reflekstir, ayakta kalma çabasıdır. Bu nedenle 17 Aralık öncesinde Türkiye’nin tam üyeliğine Ermeniler’in destek vermesi gerektiğini savunan Mahçupyan ve Dink’in de içlerinde bulunduğu konferans heyeti ‘Ankara’ya bağlı olmakla’ suçlanabilmişlerdir.

***

Ermeniler’in içinde bulunduğu trajik duruma acımamak, onlar için üzülmemek mümkün değildir. Bunda şüphesiz Türkler’in de payı vardır. Fakat Türkler sorunun en önemli parçası değildir. En azından Türkler ne Ermenilere ne de başka bir millete karşı soykırım suçu işlemiş değillerdir. Ermeni kimliğinin içine düştüğü bu ‘hastalıklı’ durumdan kurtulması için yapabileceği çok şeyler olmakla birlikte, en önemli görev yine Ermenilere düşmektedir.



Konu İle İlgili Daha Fazla Bilgi İçin Ayrıca Bkz.: Sedat Laçiner, Türkler ve Ermeniler, Bir Uluslar arası İlişkiler Çalışması, (İstanbul: Kaknüs Yayınları, 2004).


[1] ‘İnkardan Hatırlamaya ve Saygı Duymaya Geçilebileceğini Ümid Ediyorum’, Agos, 18 Şubat 2005.


Copyright © 2005     Journal of Turkish Weekly
Okumaya devam et  Tek millet çok devletiz!

Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir