Maksadını Aşan Yazılar veya Dinsizlik ve Eşkiyalık (Devletsizlik) Normalleştirilmek mi İsteniyor?

Mustafa Kemal Atatürk
,

Henüz Kurtuluş savaşı ertesi.
Yıl 1925

Taze Cumhuriyetimizin aydınları Kurtuluş savaşı (aslında Kurtuluş Savaşı yerine İstiklal Harbi demek daha uygundur) sonrasını nasıl anlatacaklarını etüt ediyorlar.
İlk yapılması gerekenlerden birisi bu mücadeleyi yazmaktı.

Birinci elden, ilk kaynaktan bu olayın anlatılması gerekiyordu.

İkincisi de bu mücadeleyi veren ruhu anlatmak. Bu çok önemliydi. Eğer bu ruhu anlatamazsanız bütün ruhsuzları o güzelim davaya ortak edersiniz.

Üçüncüsü de her kesimden insanın yeni devleti ve onun esaslarını en iyi şekilde anlatması lazımdı. Heykeltraşın heykelinde, ressamın resminde, şairin şiirinde, tarihçinin eserinde, sanatçının sesinde, bağlamanın telinde, sinemanın filminde… Her alanda bunun anlatılması gerekiyordu.
Bu yılda bütün aklı başında olan aydınlarımız bunları konuşuyordu. Cumhuriyeti ve onu kuranları, onu besleyenleri anlatmalıyız diyorlardı.

Peki öyle mi yapıldı?
Evet, bu dediklerim aynen yapıldı. Çok güzel şeyler yapıldı. Kitaplar yazıldı, ekonomik, sosyal, kültürel her alanda o kadar güzel adımlar atıldı ki, emsaline tarih bir daha şahitlik etmemiştir. Yeni devletin ekonomisinin büyüklük rakamlarıyla verilen büyümesi, 2400 kat ile ifade edilmekteydi. Herkesin atlayacağı bir ayrıntıyı da vereyim. Mesela bu dönemde ilk Türkçe Kuran Tefsiri yazıldı/yazdırıldı. O güne kadar olan bütün tefsirler tercüme veya şerh biçimindeydi. Fakat ilk Türkçe Tefsiri Elmalılı Hamdı Yazır’a yazdırmak bu düşüncenin eseridir.

Sonra ne oldu?
Bunların hepsi bir kenara atıldı, birilerinin kafalarına göre yenileri yazıldı, yapıldı.

Onun için Nutuk yerine Söylev dedik. Nutuk sadeleştirildi. Sağlığında Türk Dil Kurumunu kuracak kadar ileri görüşlü olan Atatürk’ün, kendi ifadelerinin, ağzından çıktığı gibi, hani Atatürk nasıl konuşurdu diye merak edildiğinde ilk bakılacak olan kendi sözleriyle ve kelimeleriyle kaleme alınan Nutuk, neden Şekspir tercümesi gibi sözüm ona sadeleştirildi?

Paraların üstüne başka resimler basıldı.
Sonraları bu adamlar köy enstitülerini kurdular.
Köy enstitülerinin fotoğraflarına bakan anlar ki, bunlar da koskocaman bir fiyaskodur. Köy enstitülerini sadece kitaplardan okuyanlar, benim gibi, onları bir şey zanneder. Fakat fotoğraflarına bakarsanız o resimden hiç bir şey çıkmadığını, yazılanların yalan dolan olduğunu anlarsınız…

Dünya tarihinde bir ilk olarak ilk defa kişiye özel koruma kanunu çıkarıldı. Türk milletine, kendi kahramanını zorla sevdirmek veya ona yapılacak saldırıları kanunla bertaraf etmek kara talihini yaşattılar. Kahramanlar kanunları çok iyi uyguladıkları için kahraman olmadılar. Hukuku çok iyi uyguladıklarından kahraman oldular. Kahramanlık kanuna sığar mı? Kahramanlığın kanunu var mı? Eğer bir kahramanı halk gözünde yıpratmak istiyorsanız, onu mevzuata, yasa maddelerine tıkar, hapsedersiniz olur biter. İşte ilk Mustafa filmi bu tarihlerde çekildi… Fakat televizyonlar olmadığı için kimse seyredemedi!!! Halen daha da insanlarımız bilmiyor, ne filmler döndüğünü!

Bu herifler, Kurtuluş savaşını da kendilerine uydurarak yazdılar.

Gerisini siz getirin.

Yani 1938′den sonra ne olduysa bu memlekette onu konuşmak lazım. 1935-1936′lara kadar olan ile bundan sonra olanlar aynı değil. Onun için belke Atatürk değil de Mustafa diye bir film çektiler! 1938 sonrası Atatürkçüleriyle 1939 öncesi Atatürkçüleri aynı Mustafa’yı sevmezler…

Dünyanın hiç bir ülkesinde tercümanlık, mütrecimlik, yani kitap çeviriciliğine akademik paye verilmez.
Türkiye’de ise sosyal bilimlerde Doçent oluncaya kadar bütün payeler eski kitapların çevirilerine verilir. Adlarına çeviri denmez. Ne denir? Metin İnceleme veya Transkripsiyon İndeks… Ama neticede çeviri. Daha avukat diliyle desek intihal, polis diliyle desek çalıntı mal. Osmanlıca yazılmış eseri al, çevir latin harflerine, buyurun doktora diplomanızı. Ne kadar utanç verici hale gelmiş bizim bilim dünyamız değil mi! İlim buysa, alimlerimiz bunlarsa, varın siz bilim eserlerinin nasıl olduğunu anlayın!!

Okumaya devam et  ATATÜRK’TEN BULGARİSTAN’A GÖZ DAĞI

Halkımız intihal demez, daha çok çalıntı mal kelimesini kullandığından biz de onu kullanalım.
Bu çalıntı mal ile zengin olan akademisyenlerimizin yazdıkları tarih, edebiyat, sosyoloji vb. bütün sosyal bilimlerin şu anda ne kadar vahim durumda olduklarını anlatmaya gerek kalıyor mu bilmem.

Kurtuluş savaşını kazananların kanlarıyla istihkak edip miras biraktıkları servete konan hayırsız mirasyedilerin, veya mal bulmuş mağribi gibi batan gemi enkazına hücum eden kendini bilmezlerin çıkardıkları seslere musiki, çizdikleri çizgilere edebiyat, anlattıkları hikayelere tarih, yaptıkları yorumlara sosyoloji diyorlarsa bana söyleyecek laf kalmaz.
Sütçü İmam veya Hasan Tahsin veya bir başkası… YUkardaki tarihçilerin, edebiyatçıların, sosyologların vb. kaleme aldığı kitaplarla anlatılan tarih bu kadar olur.

Bu sanal kahramanların muhakkak gerçekçi yönleri vardır.
Ancak gerçekçi olmayan ortak noktaları şudur:

Kurtuluş savaşını bunlar başlatmadılar.
Kendimizi kandırmayalım.

Nasıl yani, şimdi birisi ortaya çıkıp da dese ki şöyle böyle arkasından mı gideceğiz? Bu mudur Kurtuluş Savaşı Allah aşkına yahu! Sütçü İmam’a mı kaldık. Aman yarabbi! Bu pencereden bakıldığında ne vahim ve ürpertici durum var? Nasıl da aldanmışız yıllarca? Hem bilgi olarak hem de fikri olarak resme dinamitlenmiş hata sevap cetvellerimiz…

Atatürk’ün sır katibi, Fevzi Paşa’nın istihbarat subayı İnönü hükümetlerinde bakan olan Cevdet Kerim İncedayı’nın İstiklal Harbi  (Garp Cephesi) adıyla ve Kurtuluş savaşı ile ilgili 1925 yılında kaleme alınan ilk eser olan ve benim tarafımdan hazırlanarak Yapı Kredi yayınları tarafından basılan kitabı okumakta fayda var. Antep’te, Maraş’ta, Adana’da vb illerimizde düşmana ilk karşı koyan hangi birliktir, komutanı kimdir, nasıl olmuştur, bir okuyun bakalım neler göreceksiniz. Onbinlerce yıllık tarihi geçmişi olan milletimizin zaman zaman kurduğu o kadar çok devletten hiç birisi, ama hiç birisi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu anlatan kitaplardaki gibi kurulmamıştır. Türkler tarihte hiç kahramansız kalmamıştır. Hiç lider sıkıntısı çekmemiştir. Asla devletsiz olmamışladır. Kurtuluş savaşında da bu durum geçerlidir. Türk milleti bir kişinin kurtaracağı kadar muhtaç, yıkacağı kadar da zayıf olmamıştır. Onun için Kurtuluş savaşını çetecilerin, İpsiz Receplerin kontrolsuz, başı buyruk, düzensiz kalabalıkların mücüdelesi gibi basite almayalım.

Her hükümet iktidara gelince aradan biraz zaman geçer ve gerek taraftarları ve gerekse muhalifleri ağız birliği etmişcesine “başbakan memleketi satıyor, batırıyor, ülke elden gidiyor, kurtaralım memleketi” demeye başlarlar. Devleti kurtarmak için oluşumlar, hareketler oluşturulur anında ileriye bir iki isim çıkartılır, legal tarafı olmayan bu şahıs ve oluşumlardan medet ummaya hazır hale getirilmek istenir kamuoyu.

Bu söylemin ve yaklaşımın aidiyeti yoktur. Yani bunlar Menderes için de, Demirel için de Ecevit için de, Çiller, Yılmaz, Erbakan için de aynı şeyleri söylemişlerdir. Hatta Celal Bayar’ı bile bu gruba katmışlardır.

Meşru yönetimi kötüleme, illegaliteyi meşrulaştırma hastalığı her dönem olmuştur.

Bu hastalığa tutulanlar tarihimizi de kendi kafalarına göre yorumlamışlardır. Kuva-yı Milliye’yi düzenli ordunun üstünde tutmak alışkanlığı da bundandır. İpsiz Receb’i, Çerkez Ethem’i veya Topal Osman’ı da zirveye taşıyanlar aynı kişilerdir. Eşkiyadan padişah olmaz ama gel de sen bunu eşkiyaya anlat…

Türkiye Cumhuriyeti kurtuluş savaşını vermiş olay bitmiştir.

Artık her gün kurtulmamız gerekmememektedir.

Fatih İstanbul’u fethetti, Ayasofya cami oldu, ardından müze oldu. Osmanlı yıkıldı, Fatih Sultan Mehmet öldü, yeni bir devletimiz var artık…

Halen daha surlara bayrak diken Hasan’ın Ulubatlı olup olmaması meselesiyle meşguluz. İstanbul’un surları bile nerdeyse ortadan kalktı, ama geçmişe saplantı sorun olmaya devam ediyor. Bu saplantı üzerinden devrine özgü ihtiyaçlar günümüzde de geçerli olabilir düşüncesi dikte edilmek ve devletin yasama, yargı ve yürütme organları ve özellikle de hükümet, illegalitenin gerisinde değerlendiriliyor.

Okumaya devam et  Dünyanın ilk siyahi pilotu: Ahmet Ali

Onun için yinelemekte fayda var, hiç bir zaman Türk milleti bir kişinin batıracağı kadar aciz veya kurtaracağı kadar muhtaç değildir. Kimse kendini ve elalemi kardırmaya çalışmasın. Hükümetler gelir geçer devlet devam eder. Milletimiz halen mümtaz, seçkin ve de dünyada imparatorluk ruhuna sahip nadide durumdadır. Kendilerinde çingenlik ve marabalık hissedenlerin değerlendirmeleri bizi ilgilendirmez…

Türk milleti aynı zamanda da müslümandır. Türküm demeye utananlar olabilir, müslümanım demekten çekinenler de olabilir. Fakat Türkler genelde halıhazırda müslümandırlar. Müslüman olmayanlarına Çuvaş diyorlar, Yakut diyorlar, Macar diyorlar veya Bulgar diyorlar. Müslüman olanlarına ise ilk evvela Türk diyorlar, sonra Azeri, sonra Türkmen vb diyorlar.

Milliyet ve iman sorunu olanların kendi münafıklıklarını gizlemek uğruna dine ve millete bulaşmaları konusu bayatlamış bir yöntemdir. Açıkça dini ve milli bilgilerini söylemeleri onları daha da sempatik kılacaktır.

Kuru kuruya çingene kavgası yaparak, “benim evimde bu eşya var, seninkinde var mı” sırayla evdeki eski püskü eşyalarını bir bir kapı önüne koyarak muhatabını da bu davranışa tahrik eden kenar mahalle dilberi çingeneler gibi kavga ederek Kurtuluş savaşını ve onun arkasındaki gücü bildiğini sanmak veya bunları bilmeyenlere salya sümük hakaretler yağdırmak ne kadar içinize siniyor?

Allah ile sorunu olanların problemlerini duymak, yaşamak istemiyorum.
Her fırsatta büyük bir kin ve düşmanlıkla dini konulara saldıranları kınıyorom. Erkekçe deyin ki, bizim dinle imanla ilgilimiz yok. “Allah, bazı kimselerin inandıklarını varsaydıkları bir olgudur. Bizi ilgilendirmez” deyin.

Daha sevimli ve inandırıcı olursunuz.

Hüseyin Üzmez’in deyyusluğunu bile dine bağlayarak dine ve imana saldırmak hiç de hoş olmuyor.
Kara çarşaf üzerinden İslama saldırmak, onun yanında samimi dindarların örtünme ihtiyaçlarına hakaretler etmek tam bir edepsizliktir. Size ne? Adam kara çarşaf giyer ya da giymez. Derdi sizi mi gerdi Allah aşkına!

Hastalığın dinlisi dinsizi olmaz.

Adam çarşaf giyerek de salaklık yapabilir, giymeyerek de!
Sakallı adam da halt karıştırır sakalsız da..

Bunların yedikleri naneleri, mukaddes değerlerimize saldırı için bahane ve fırsat bilmek tek kelimeyle, Allah sorunu olan insanların hastalık belirtileridir. Varsa Allah ile bir sorununuz gidin halledin.

Sözün özü, Kurtuluş Savaşını merak etmekse maksat benim yayına hazırladığım ve Cevdet Kerim tarafından kaleme alınan Türk İstiklal Harbi (Garp Cehpesi) adlı eseri alıp okuyun. Yapı kredi yayınları arasından çıkmıştır.  Bütün haritalarıyla, bilgi notlarıyla, kriptolarıyla, istihbarat raporlarıyla belgeleriyle tam bir kaynak eser… Maksat Kurtuluş SAvaşı ise buyurun okuyun, maksat başka ise o zaman buralarda vakit kaybetmeyin.

Her fırsatta Sütçü İmam, Hasan Tahsin, Kara Fatma, İpsiz Recep deyip duruyoruz.

Ne yaptığımızın farkında mıyız?
Devletsizlik normalleştirmesi yapıyoruz.
Eşkiyaya prim sağlıyoruz. Günümüz eşkiyalarına siz de memleketi kurtaracak bir ipsiz recepsiniz diyoruz. Hani olurya, Allah göstermesin, devletin başına bir iş gelebiilir, siz kenarda bekleyin, ilerde size işimiz düşer, bak sizin atalarınız da eşkiyaydı, memleketi düşman işgalinden kurtardı, demeye getiriyoruz.

Kontrolsüz güç güç değildir. Anarşiyi doğrurur.
Anarşi devlet tanımaz.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda halkın fonksiyonunu anlatmak için fevri, birbirinden habersiz, kontrolsuz çıkışlara bel bağlamayalım. Koskocaman Kurtuluş savaşı’nı bir anda başlayan ve bir iki vatandaşın girişimine bağlı olarak anlatmayalım.

Bu masalları anlata anlata birileri çıkıyor Şah Baba adlı kitabı yazıyor.
Birileri Mustafa filmini çekiyor.
Birileri de Türklerin resmi ve milli tarihini yazdım sanarak Çılgın Türkleri yazıyor.
Bence bunlar Türk milletine ve Kurtuluş savaşını veren şehitlerimize hakarettir.
Daha adam gibi işlerle uğraşalım.
Türkler bir millettir. Hem de adam gibi bir millettir. Dünyada varlığını sürdüren imparator milletlerden sadece 5 tanesi var. Bunlar zaman zaman yayılmışlardır ve ihtişamlı günlerini geride bıraktıklarında bugün bulundukları asli coğrafyalarına gelip sıkışmışlardır. O imparator milletlerden sadece Türk milleti, gittiği coğrafyadan asli coğrafyasına dönmemiştir.

Okumaya devam et  ABD, Osmanlı’ya vergi ödemiş!

Siz bizim milletimizi anlamadan nasıl kurtuluş savaşı ile ilgili yazı yazabilirsiniz mütecim doktorlar!
Büyük bir olayı bu kadar basite indirgemek acaba kime hizmet etmektir.
Tarihi yanlışlıkların bini bir para memleketimizde.
Çanakkale’de 250 bin şehit, Yemen’de 3 milyon, Galiçya’da, Filistin’de, Sarıkamış’ta, Kutulammara’da, Filistin’de Cezayir’de milyonlarca şehit verdik.
Milyonlarca..

Enflasyon çıkalı paranın değeri pul olalı milyon lafı hiç büyük gelmiyor size değil mi? Nedir ki milyon! Ne alır ki pazardan? Bir milyon şehit nedir ki!!!

Beyler, zayiatıyla övünen tek millet biziz, uyanın artık!

kaldı ki Osmanlı arşivleri açıldığında öğrendik ki, 90 bin şehit verdiğimiz yalanmış, Sarıkamış’ka aslında 4 bin beşyüz şehidimiz varmış. Mücadelenin sayılara sığdırılıp anlatıldığı tek ülke de biziz. Yani bir an kendinizi İngilizlerin yerine koysanıza… “Türklerin kökünü kazıdık, atalarımız boşuna gidip çanakkalede ölmemişler, Türkler bir daha adam olmaz, iyi de etmişler” demezler mi? Bu nasıl bir politika ve akıl Allah aşkına? Bu beyinsizlik inanın tahsille kazanılmaz, kimi bulursanız bulun filim için bile senarize edilemez. Bu öngörülemez hadise ile milletimizi meşgul edenleri anlamak için şu ayrıntıdan bahsetmek yerinde olur:

İkinci Dünya Savaşı’na girmediğimiz halde bizleri savaşa girmekten bin beter hale düşürmeyi başaranları anladığımızda olay çözülür. Bunu nasıl becerdiler bilmiyorum! İkinci Dünya Savaşı’na girip yerle bir olan Almanya, Fransa, İngiltere, Rusya, Kore, Japonya, Macaristan, Polonya, Ukrayna, Yunanistan… şu anda bizden çok çok ileride… Bu ayrıntıyı anlamak, Alahla sorunu olan insanları tanımakta yeterli olacaktır.

Türk kurtuluş savaşını bize bu şekilde anlatanlar 1938 sonrasının adamlarıdır. Bunların filminin adıdır Mustafa. Ne filmler seyrettirdiler bize, bir bilseniz…
Türklüge hakaret penceresinden bakıldığında ise neler neler görürlür o da ayrı bir konu… Türk milleti biziz bilirdim ben. Meğerse Anadolu’da yaşayanlar başka millet, Türkler göğe çıktılar. Göremedim, nerde bu Türkler…!!! Salak dedik, yobaz dedik, aptal dedik, cahil dedik, mürteci dedik, softa dedik, gerici dedik, örümcek kafalı dedik… Allah Allah… Bu millet nasıl kurtuluş savaşını kazandı ki? Kurtuluş Savaşını kimler kazandı? O zaman bu örümcek kafalılar nerdeydi? Hazır kurtulmuş vatana nerden geldiler bunlar. Allah Allah…

Namütenahi vida gibi dönüp durduk bunca yıldır. Ne ileri ne geri. (Nutuk’a Söylev diyenlere göre namütenahi vida, sonsuz vida oluyor)
Tarih de yalan, hangi bahane ile olursa olsun dine ve mukaddesata dolayısıyla bunlara saygı duyup önemseyenlere yapılan saldırılar ve hakaretler de yalan…

Olan olmuştur. Dün geri gelmez.
Bari kendimizi germeyelim.
Bu yalan tufanına kendimizi kaptırmayalım
Başkalarının heveslerinin tatminine alet olmayalım.
Artık bu tür mesnetsiz ve mantıksız şeyler eskisi gibi yenmiyor, yutulmuyor..
işin tuhafı ters tepiyor.

Bunu görmeyecek kadar kör mü olduk! Hala ısrar ediyoruz.
Maksat din ve mukaddesata saldırı ise bunun yeri Müslüman mahallesi değildir.

Malumunuz burada hiç bir dinsel. etnik ve ideolojik reklam, propaganda ve saldırı mevzubahis değildir diye yazım kurallarımız da  vardır. Allahla sorunu olanlara bari bu kuralları hatırlatalım! Basın kanununa uysunlar bari!
Bu konular benim çok önemsediğim bir durumdur.
Umarım maksadımı aşmamışımdır…

Muhammet Safi
Basbakanlik Osmanli Arsivi Uzmani
[email protected]


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir