Basında Türk Tarih Kurumu

  - ermeni isyanlari

 

Taraf Gazetesinin 25.05.2008 tarihli nüshasında ‘Taşnak Arşivini Bırak Osmanlı Arşivine Bak’ başlıklı yazısına cevap.

 

Kaynak : Taraf, Günlük Ulusal Gazete, 15.06.2008

 

Osmanlı arşivleri neden ‘yarı açık’

Ayşe Hür’ün Tarih Defteri, Yusuf Halaçoğlu ve Taner Akçam’ın Osmanlı arşivlerine ilişkin tartışmasına evsahipliği yapıyor

HALAÇOĞLU: ARŞİVLER AÇIK Ayşe Hür’ün 25 mayıs tarihinde gazetemizde yer alan “Taşnak arşivini bırak Osmanlı arşivine bak” yazısına Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Halaçoğlu’ndan yanıt geldi. Halaçoğlu arşivlerin tümüyle açık olduğu iddiasında.

AKÇAM: YALAN SÖYLÜYORLAR

Halaçoğlu yanıtında Hür’ün yazısında ismi geçen tarihçi Taner Akçam’ı mevcut belgeleri tahrif etmekle suçluyor. Akçam’a göre ise Halaçoğlu yalan söylüyor, olmayan belgeleri var gibi gösteriyor, var olanları yok sayıyor.

TEŞEKKÜR

Aşağıda Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Halaçoğlu’nun 25 Mayıs 2008’de bu sayfada yayınlanan ‘Taşnak arşivini bırak, Osmanlı arşivine bak’ başlıklı yazıma gönderdiği cevap mektubu var. Sayın Halaçoğlu, mektubu 29 mayısta gönderdiği halde, ancak bugün yayınlamamın nedeni, konunun taraflarından biri olan Taner Akçam’ın henüz kitabıyla ilgili bu tartışmadan haberdar olmamasıydı. Sayın Halaçoğlu’ndan, halen ABD’de yaşayan Taner Akçam’ı bilgilendirmek ve cevap yazmasına fırsat vermek için bir hafta izin istedim. Sayın Halaçoğlu büyük bir nezaketle bu izni verdi. Böylece, Taner Akçam, bir başka şehre taşınmakla uğraştığı sıkışık zamanında, Sayın Halaçoğlu’nun eleştirilerine cevap verdi. Bu cevabı karşı sayfada okuyabilirsiniz. Her iki yazara da, bana karşı anlayışlı tutumlarından dolayı çok teşekkür ederim.

AÇIKLAMA

Sayın Halaçoğlu, sanki ben ‘Taşnak arşivleri açık’ demişim, sanki ben Taşnak arşivlerinin kapalı olmasını onaylıyormuşum gibi imalı sözler sarf etmiş. Yine yazısının önemli bir bölümü, benim hiç değinmediğim ‘Ermenilerin başlarına geleni hak edip etmedikleri’ ve uğradıkları muamelenin ‘soykırım olup olmadığı’ meselelerine ayrılırken, Andonyan belgeleri hariç, Osmanlı ve Türk arşivleri ile ilgili iddialarıma değinmemiş. Bunlara rağmen, mektubun tamamını yayınlıyorum. Yer olmadığı için şimdilik sadece bir sorusuna cevap vereceğim: Sayın Halaçoğlu’nun tavrında ‘yakışıksız’ bulduğum, sanki kendi arşivlerimizde hiç sorun yokmuş gibi dikkatleri karşı tarafın arşivlerine yöneltme çabası idi. Üstelik o sansasyonel teklifi kime ve ne zaman yaptığına dair kuşkular vardı. Şimdi sözü Sayın Halaçoğlu’na bırakıyorum.

Yusuf Halaçoğlu cevap veriyor

Taraf Gazetesinin 25.05.2008 tarihli nüshasında “Taşnak Arşivini Bırak Osmanlı Arşivine Bak” başlıklı yazısında doğrudan tarafıma yöneltilen sorulara, iddialara ve suçlamalara karşı bu yazıyı yolluyorum. Aynı sahifede ve aynı puntolarla yayımlanmasını rica ederim. Prof. Dr.Yusuf Halaçoğlu TTK Başkanı

20 Mayıs 2008 tarihli Hürriyet Gazetesinin manşetinden verilen “20 Milyon $ verelim arşivleri açın” haberi üzerine değişik kesimlerden olumlu cevaplar aldım. 1915 olayları şayet doğru biçimde ortaya konmak isteniyorsa, en az Osmanlı arşivleri kadar Daşnak, Ermenistan ve Kudüs’teki diğer Ermeni arşivlerinin de incelenmesi ve açılması gerekir. Tabii ki bu konuda sadece bu arşivler değil, diğer üçüncü ülke arşivleri de önemlidir. Bugüne kadar sadece Osmanlı arşivlerinin açılması konusunda baskılar yapılmıştır. Peki Osmanlı’nın karşısında diğer taraf olan Ermenilere ait arşivlerin açılması neden dile getirilmemiştir. Halbuki bir tarih araştırmasında olayın tüm yanlarıyla objektif olarak ortaya konulabilmesi için her türlü belgenin görülmesi ve değerlendirilmesi gerekir. Bu aşamada Sayın Hür, benim Daşnak Arşivleri’nde ne bulacağımı soruyor. Siz Osmanlı Arşivleri’nde ne bulacağınızı umuyorsanız ben de aynı şekilde önemli bilgilere ulaşacağımı umut ediyorum ve de bununla ilgili olarak Rus Arşivleri’nde mevcut Daşnak belgeleri bana daha da güç veriyor. Öte yandan Ayşe hanım “teklifimin yakışıksızlığımdan söz ediyor. Neden yakışıksız olduğunu anlamakta zorluk çektim. Arşivin tasnifi için maddi yardımda bulunmak ne anlama gelir? Sanırım, bu arşivlerin açılmasının kendileri açısından hoş bulunmamasının sebepleri vardır. Bunu bilemem fakat, şayet Ermeni meslektaşlarımızla ve Ermenilerle diyalog kuracaksak, hiç çekinilmeden bütün arşivlerin açılması ve her ülkeden araştırıcıların araştırma yapmalarına izin verilmesi ve tarihle herkesin korkmadan yüzleşmesi gerekir. Diğer taraftan Diaspora tarafından Boston’daki Daşnak arşivlerinin açık olduğu “tekzibi’ne rağmen, başta Ara Sarafyan olmak üzere pek çok kişi arşivin sadece belli kişilere açık olduğunu belirtiyorlar.

Ayrıca danışmanlığını Kurumumuzdan Prof. Dr. Kemal Çiçek’in yaptığı ve TRT tarafından 2003’de çekilen bir belgeselde, bizzat Armenian National Comittee’den Dikran M. KHAUGIAN şu beyanatı vermiştir:

“Taşnaksutyun arşivleri açılmak üzere hazırlanıyor. Taşnaksutyun arşivleri açma sürecinde. Şimdiye kadar faydalanma imkânları kısıtlıydı, izinle giriliyordu. Mesele şu ki bu belgeler çok değerli, çok eski belgeler. Korumak için atılması gereken bazı adımlar var, açılmadan önce hiçbir zarar gelmemesini sağlamak lazım. Yani arşivler kısa bir süre sonra açılacak….”.

 Aynı röportajda Sayın KHALIGIAN arşiv tasnifi için büyük maddi kaynağa ihtiyaç olduğunu da belirtmiştir. Görüldüğü gibi, sadece Ermenilerin ve onlara destek veren birkaç kişi haricinde kimsenin araştırma yapmadığı görülmektedir. Beş araştırıcının araştırma yapması arşivin açık olduğunu ortaya koymaz. Öte yandan açık olmak demek bütün belgeleri görmek anlamına gelir. Halbuki sadece dört ciltlik yayın yapıldığı belirtilmektedir ki bunlar bilim alemine sunulmadığı gibi, seçme belgeler olup olmadığı da bilinmemektedir. Buna rağmen Ayşe Hanım Osmanlı arşivlerinin kapalı olduğu veya ayıklandığı iddiasında bulunup Taner Akçam’ı hararetle savunurken, aynı zamanda, Osmanlı Arşivlerindeki belgelerden de faydalandığını itiraf etmek durumunda kalıyor.

Osmanlı Arşivleri’nin ayıklandığı iddiaları bugün komik ve gülünç bir durum yaratıyor. Zira İstanbul’un işgali döneminde, İngilizler acaba neden böyle bir iddia ortaya atmamıştır. Üstelik Malta sürgünlerini yargılamak için delil ararken bu konu dikkatlerini çekmemiş midir? Yoksa bu tür bilgiler bir tahmin midir? O tarihteki gazetelerin değişik ülkelerden maddi destek aldıklarını göz önüne alırsak, başka nedenleri de göz ardı etmememiz gerekir. Öte yandan, ayıklama yapılıp yapılmadığını anlamak için, herşeyden önce Osmanlı yazışma dilini ve bürokrasisini iyi bilmek ve bunun için de Osmanlı Arşivleri’nde uzun süreli çalışmalar yapmak lazımdır. Bu şekilde uzun süreli çalışanlar, merkezden gönderilen yazıların bir çok yere gönderildiğini ve merkezdekiler yok edilse bile taşradakilerin imha edilemeyeceğini bilirler. Nitekim bu konuda Sayın Prof. Dr. Selim Deringil Osmanlı Arşivleri’nde ayıklama yapılamayacağını Hürriyet Gazetesi’nin 25 Nisan 2005 tarihli sayısında Sayın Safa Kaplanla yaptığı söyleşide ifade etmiştir. Aynı ifade Sayın Prof.Dr. Şükrü Hanioğlu’nca da dile getirilmiştir.

Öte yandan ATASE Arşivi’nde araştırma yapmanın neredeyse imkânsız olduğunu söylemek de önyargının bir sonucudur. Bunun için başvuruda bulunmasını öneririm. Sayın Hür Taner Akçam’ın “Ermeni Meselesi Hallolunmuştur” adlı kitabına atıfta bulunarak, Osmanlı Arşivleri’nde ayıklandıktan sonra bile, kalan belglerin soykırımı ortaya koyabileceğini iddia etmektedir. Ancak adı geçen kitapta kullanılan belgelerin, orjinalleriyle karşılaştırılması halinde , Sayın Akçam’ın iddialarının ne denli gerçekçi olmadığı görülür. Bu hususta vereceğim iki örnek belgelerin nasıl tahrif edildiğini ortaya koymaktadır. Birincisi, Akçam’ın “Ermeni Meselesi Hallolunmuştur” adlı kitaba ismini veren DH. ŞFR.nr. 55/290’da kayıtlı bulunan telgraftır. Sayın Akçam bu telgrafta: “Vilâyât-ı Şarkiyeye aid Ermeni Meselesi Hallolunmuştur” cümlesini, sadece “Ermeni Meselesi Hallolunmuştur” şeklinde vererek, okuyucuyu bütün Ermenilerin katledildiğine şartlandırılmaya çalışmaktadır (s. 182) Buradaki Vilâyât-ı Şarkiyeye (Doğu Vilâyetleri) kelimesi neden atılmıştır. Aslında cevabı gayet kolaydır. Bu şekilde bütün ülkede Ermenilerin topyekün saldırıya uğradıklarıve bunun bir “soykırım” olduğu ispat edilmek istenmektedir. Nitekim belgede, bundan sonra gelen can alıcı cümleler hiç kullanılmamış ve belgenin asıl yazılma sebebi kitapta yer bulmamıştır. Gerçekten de belgeyi ilim adamı ciddiyetiyle okuduğunuzda, Ermenilerin Ankara civarında tecavüze uğradıkları ve hatta sevke memur olanların jandarma ve ahalisinin “hiss-i hayvanîleri” ni tatmin için ırza saldırdıkları ve hırsızlık yaptıklarının haber alındığı ve bundan Nezaretçe büyük üzüntü duyulduğunun ifade edildiğini görürüz. Yani Ermenilerin katledilmemeleri bir yana, tecavüze uğramalarından bile ne kadar üzüntü duyulduğu aktarılmaktadır ve bunun için tedbirler alınması için emirler verilmiştir. Nitekim daha sonra, bu olaylara karışanlardan 146 kişi divan-ı harbe verilmiştir.

İkinci örnek ise s. 185’te Diyarbakır ve Dr. Reşid konusunun anlatıldığı, Talat Paşa tarafından Diyarbakır vilayetine gönderilen 29 Haziran 1331 (12 Temmuz 1915) tarihli şifre telgrafla ilgili anlatımdır. (DH., ŞFR. NR. 54/406). Burada da Sayın Akçam belgede can alıcı kısımları atlamıştır. Belgeyi “Son zamanlarda vilayet dahilindeki Ermeniler ile bilâ-tefrik-i mezhep Hıristiyanlar hakkında katliamlar tertip olunduğu… Diyarbekir’den  sevk olunan eşhas vasıtasıyla Mardin’de murahhas ile Ermenilerden ve diğer hıristiyan ahaliden yediyüz kişinin geceleri şehirden harice çıkarılarak koyun gibi boğazlattırıldığı…”  şeklinde vererek, Diarbakır’dan gönderilen şahısların Ermenileri katlettiği anlamını çıkarmıştır. “Ermeni Tehciri ve Gerçekler” kitabımda da kullandığım ve kitabın arkasına fotokopisini koyduğum bu belgede “tertip olunduğu… Diyarbekir’den sevk olunan” cümlesinin noktalı olarak bırakılan kısmına “ez-cümle ahiren” [bu cümleye bağlı olarak sonradan] kelimeleri girecektir. Bu iki kelime konulunca anlam tamamen değişmektedir. Şöyle ki: “Son zamanlarda vilayet dahilindeki Ermeniler ile Bilâ-tefrik-i mezhep Hıristiyanlar hakkında katliamlar tertip olunduğu, ez-cümle ahiren Diyarbekir’den sevk olunan eşhas vasıtasıyla, Mardin’de marhasa…” biçiminde olan cümlede, olaylardan sonra katliam haberinin doğru olup olmadığını tahkik için Diyarbakır’dan şahıslar gönderildiği ifade edilmektedir.  Ayrıca Sayın Akçam “… Madin’de murahhas (devlet görevlisi) şeklinde yanlış bir okuyuş ve ifade yazarak da işin içine devlet görevlilerini sokmak istemektedir”. Kelimenin aslı “Mardin’de Marhasa ve Ermenilerden ve diğer Hıristiyanlar’dan…” olacaktır. Marhasa Ermeni din adamına verilen isimdir; murahhas ise aza veya üye demektir (burada murahhasla ilgili bir konu yok). Yani Diyarbakır’dan gönderilen kimseler Mardin’de Ermeni din adamları ve Ermeni halk ile diğer Hıristiyandan işi tahkik etmişlerdir. Kitapla ilgili geniş bir tenkid Kurumumuzca hazırlanmaktadır.

Öte yandan çok güvenilir buldukları Andonya belgeleri ile ilgili olarak, Şinasi Orel-Süreyya Yüce tarafından, Ermenilerce Talat Paşa’ya atfedilen Telgrafların gerçek yüzü (Ankara, 1976) adı altında yayınlanan kitap, bu belgelerin sahteliğini ortaya koymuştur. Andonyan ailesi 1923 yılında ABD’ye göç etmiştir. Göç belgesi ektedir (EK-I).  Bu zatın ortaya attığı ve Talat Paşa’ya ait olduğunu söylediği telgraflardan da iki örnek ekte sunulmaktadır ve Osmanlı telgraflarıyla hiç alakası olmadığı gibi yanlışlarla dolu sonradan yazılma oldukları basit bir göz tarafından bile tespit edilebilecek mahiyettedir (EK. II) .

Diğer taraftan, “Ermeni Tehciri ve Gerçekler” kitabımda yer alan ve Taner Akçam’ın tenkid ettiği hususlardan, burada bir iki sorusuna kısaca cevap vereceğim. Herşeyden önce tarafımdan Taner Akçama cevabım bir kitapla olmuştur. Şayet Ayşe Hanım “Sürgünden Soykırıma Ermeni İddiaları”kitabımı (Babıali Kültür Yayımcılık, İstanbul, 5. Baskı, şubat 2008. İlk baskısı şubat 2006) okuyacak olursa Akçam’ın sorularına belgeleriyle cevap verildiğini göreceklerdir. Nitekim kitapta 1915’de Ermenilerin Suriye’ye nakli sırasında, Ermeni kafilelerine saldıran, insanları öldüren, mallarını gasbeden veya kafileden kadınları kaçıranlar, bizzat Talat Paşa’nın imzasıyla Divan-ı Harbe verilmiştir. Mahkemenin 1916 yılının 19 şubat, 12 mart ve 22 mayısta verdiği kararlarında 67 kişi idama, 68 kişi Kürek ve Kalabend cezasına ve 524 kişi de 2-5 yıl arasında hapis cezasına çaptırmıştır. İdam cezaları infaz edilmiştir; bunlarla ilgili bilgi ve belgeler kitapta yer almaktadır. Ayrıca eserde hangi şehirden kaç kişinin mahkemeye sevkedildiği de liste halinde verilmiştir. Bunları teyiden Divan-ı Harb mahkeme kararından bir sahife de ekte sunulmaktadır (Bkz. Ek. III). Bu belgede, öldürmek bir yana Ermenilerin mallarını gasptan idam hükmü verildiği görülmektedir. Sanıyorum bu belgeler, “Akçam soruyor Halaçoğlu susuyor’a iyi bir cevaptır. Aslında biz cevabımızı çoktan vermiştik ama, sanırım kitabımı okumaya firsat bulamamışlardır. Nitekim Emlaki Metruke ile ilgili olarak da Eskişehir’den yollanan 200.000 kuruştan ayrı olarak yine emval-i metrukeden 600 bin kuruş daha yollandığı bu kitabımızda yer almaktadır. Savaş halinde olan bir devletin, vatandaşlarının ölmemesi için yaptığı bir. uygulama olarak nitelendirmek yerine, Ermeni mallarının devlet tarafından kullanıldığı gibi basit bir düşünce içine girenlerin, aynı dönemde Ermenilerin sevk ve iskanı için devlet bütçesinden 68 milyon kuruş Dahiliye Nezaretine ek ödenek verildiği ve gönderildiğini, aynı şekilde Sıhhiye Nezaretine de 13.467.400 kuruş tahsis edildiği ve yollandığını görmezden gelmeleri iyi değerlendirilmelidir. Aynı tarihte vilayetlere gönderilen nakit ise 3.166.900 kuruştur. İşte bunun 800 bin kuruşu emlak-i metruke mallarındandır. Bu meblağ kimler için yollanmıştır? Bunu o sırada ABD’nin Halep konsolosu J. B. Jackson’ın büyükelçileri Henry Morgenthau’a yolladığı 8 Şubat 1916 tarihli raporunda yer alan 500 bin Ermeni göçmenin Haleb’e geldiği ve 486 bin kişiye yardım edildiği ifadesi cevaplamaktadır (Belgenin fotokopisi kitapta yer almaktadır). Jackson bunların hangi şehir ve köylere yerleştirildiğini de bu yazısında belirtmiştir. Ayrıca yabancı yardım kuruluşlarının bizzat Talat Paşa’nın imzasıyla muhtaç Ermenilere yardım etmesi izni verildiği de bu kitapta belge numaralarıyla yer almaktadır. Öte yandan Osmanlı Devleti’nin Ermeni göçmenlerden büyüklere 3 kuruş, çocuklara 60 para gündelik tahsis edildiğini de, sırf soykırım olduğunu ispat etmek için gözardı etmektedirler. Bu tahsisatın, Konya’daki Amerikan hastahanesi doktorlarından Dr. W. M. Post tarafından da büyükelçi Morgenthau’a yollanan yazısında, büyüklere 1 kuruş ve küçüklere 20 para olarak yer verildiğini görüyoruz.

Bu arada başta Sayın Hür olmak üzere bu tür iddiada bulunanlar, “soykırım” suçunun ne anlama geldiğini herhalde iyi biliyor olmaları gerekir. Yani Ermeni mallarına el konulması veya sürgün edilmenin “soykırım” olarak adlandırılamayacağı, Osmanlı Arşivinin ayıklandığını ileri sürerek, bu iddialarının ispat edilemeyeceğini, hatta hatta Ermenilerin hayatlarını kaybetmiş olmalarının da “soykırım” olarak adlandırılmayacağım biliyor olmaları gerekir. Nitekim savaş sonrasında 1.200.000 Ermeni’nin (farklı kimlik altında bulunanlar hariç) yaşadığına ait Cenevre’deki Milletler Cemiyeti Arşivi’nde yer alan belgeler ile yine Ermeni Milli Delegasyonu Başkanı Boghos Nubar Paşa’nın Fransa Dışişleri Bakanına yazdığı mektupta, İtilaf Devletleri yanında savaşan taraf oldukları ve ne kadar Osmanlı Ermenisi askerin Fransız, İngiliz ve Rus ordusunda görev yaptığı ve hayatını kaybettiğini bildiren raporları göz ardı mı edilecektir? Fransız ve Rus arşivlerinde de yer alan, o tarihteki Ermeni isyanları nasıl açıklanacaktır. Ve maalesef “biz resmi tarihçilerin” ayırt etmeksizin Türk uyruklu veya olmayan tüm bilim adamlarına tartışma veya birlikte araştırma yapma konusundaki çağrımıza, “gayrı resmi tarihçiler” olarak neden olumlu bir yanıt vermedikleri iyi değerlendirilmelidir. Tabii en önemlisi de, bizim aşağıdaki sorularımızı cevaplandırmalarıdır:

1- Ermeniler I. Dünya savaşı öncesi ve sırasında isyan ettiler mi?

2- Ermeniler Batılılarla askeri ve idari anlamda işbirliği yaptılar mı?

3- Osmanlılara karşı Rusya, İngiltere ve Fransa orduları içinde savaştılar mı?

4- Nazarbekov ve Andranik 1914 ve 1915’teki faaliyetlerini biliyor musunuz?

5- “Tehcir”e kadar olan dönemde, yani 27 Mayıs 1915’e kadar, Ermeni komitelerince ne kadar sivil Müslüman öldürüldü?

6- Van’ın Ruslara teslimini kim yaptı? Ve Van şehrini kim yaktı ve yıktı?

7- Savaş sonrasında ne kadar Ermeni hayatta kaldı?

8- Osmanlı Devleti dört cephede savaşırken, yani Kasım 1914 ile Mayıs 1915 arasında Anadolu’da kaç Ermeni isyanı oldu?

9- Hangi ülkelerden Ermeni Komitelerine silah aktarıldı?

10- Fransa için ölen Ermeniler hakkında bilginiz var mı?

11- Osmanlı yönetiminin ve halkının, Ermenilere karşı özel bir kin duymaları için hangi sebepler sayılabilir? (29 Mayıs 2008)

***

TANER AKÇAM’IN YUSUF HALAÇOĞLU’NA CEVABI

Öncelikle,’ Ermeni Meselesi Hallolunmuştur’ Osmanlı Belgelerine Göre Savaş Yıllarında Ermenilere Yönelik Politikalar (İletişim Yayınları, Ocak 2008) adlı kitabımdan, Osmanlı Arşivleri ile ilgili yazdıklarımın geniş bir özetini yaptığı için Ayşe Hür’e teşekkür ederim. Ayşe Hür ayrıca, sayın Halaçoğlu hakkında kitapta yer alan bazı eleştirileri de, “Akçam soruyor, Halaçoğlu susuyor” başlığı ile sütunlarına taşıdı. Halaçoğlu’nun yazdığı cevap ile uğraşmadan önce, ayrıntılarda boğulmamak için konunun ne olduğunu kısaca hatırlatmak istiyorum:

1397 ÇARPITMASI

1915 tehcirinin, Ermenilerin imhası amacına yönelik olmadığını savunanların en sık başvurdukları argümanlardan birisi, Ermenilere kötü muamelede bulunan, konvoylara saldıran veya cinayet işleyen devlet görevlileri hakkında soruşturma açıldığıdır. Bu iddiaya göre, tehcir sırasında bazı memurların suistimalleri olmuştur ama özel soruşturma kurulu oluşturularak suçlu bulunanlar örfi idare mahkemelerine sevkedilmiş, 1397 kişi hakkında soruşturma açılmış ve bunların büyük bir kısmı, idam da dahil olmak üzere, çeşitli cezalara çarptırılmıştır. Ben kitabımda, Osmanlı belgelerine dayanarak bu iddianın doğru olmadığını göstermiş bulunuyorum. Osmanlı Arşivi’nde, tehcir edilen Ermenilere karşı cinayet vb. biçiminde suç işleyen devlet görevlileri aleyhine açılmış soruşturmalara ait belgelere rastlamak mümkün değildir. Çünkü İttihatçıların böyle bir politikası yoktu. Aksine, yine Osmanlı belgelerine dayanarak gösterdiğim gibi, eğer katillerden tesadüfen yakalananlar varsa onların tahliye edilmesi yoluna gidilmiştir. Ayrıca gene tek tek örneklerini de verdiğim gibi, İttihat ve Terakki Partisi, ileride başına sorun yaratacağını tahmin ettiği sınırlı sayıda bazı Teşkilat-ı Mahsusa üyelerini, çeşitli bahanelerle ortadan kaldırma yoluna gitmiştir.

İNSANA DEĞİL, MALA ÖZEN

Osmanlı belgelerinin bize gösterdiği bir başka gerçek, hükümetin, insan olarak Ermenilere göstermediği hassasiyeti, onların geride bıraktıkları mallarına karşı göstermiş olduğudur. Ermeni mallarına kendisi el koymak isteyen Osmanlı Hükümeti, malların yağma edilmesini engellemek için ciddi çaba harcamıştır. Kurulduğu iddia edilen komisyonlar, açıldığı iddia edilen soruşturmalar ve davalar malları zimmetine geçiren ve yağma eden kişilere ilişkindir. Ermenilere karşı suç işleyen, cinayet işleyen, katliamları düzenleyenlere yönelik herhangi bir soruşturma açılmamıştır. Yusuf Halaçoğlu’nun Ermeni Tehciri ve Gerçekler (1914-1918), (Ankara: Türk Tarih Kurumu, 2001) adlı kitabında söylediklerine bu yalan kampanyasına bir örnek teşkil ettiği için değinmiş ve kendisini Osmanlı belgelerini tahrif etmekle, içerdikleri bilgileri yanlış aktarmakla suçlamıştım. Bu eleştirilerime verdiği cevapta Halaçoğlu aslında benim haklı olduğumu tekrar etmektedir o kadar. Şöyle ki;

I) Yusuf Halaçoğlu söz konusu kitabının, “Ermeni Kafilelerine Yapılan Saldırılar ve Buna karşı Devletin Aldığı Tebdirler” bölümünde, “kafilelerin sevki sırasında ihmali ve yolsuzluğu görülen görevlileri tesbit etmek üzere tahkik heyetleri kurulmuş” olduğunu söyledikten sonra, bu komisyonun raporlarına dayanarak, kafilelere saldıran ve Ermenilere kötü muamele yapanlar hakkında da soruşturmalar açıldığını iddia etmiştir. Halaçoğlu’na göre, pek çok devlet görevlisi, “Divan-ı Harblerde yargılanarak ağır cezalara” çarptırılmışlardır. Halaçoğlu bu iddiasına kanıtı olarak da 12 belge numarası vermiştir. [Dahiliye Şifre Kalemi 54-A/236; 55-A/146; 55-A/157; 58/141; 58/278; 61/165; 57/105; 57/116; 57/143; 57/4.16; 59/196; 59/235]

GASP VE ZİMMET DAVALARI

Oysa Halaçoğlu yalan söylemekteydi, çünkü bu belgelerin hiçbirisi, Divan-ı Harplerde yargılamalar ve bunun sonucu ağır cezalara çarptırılmalar ile ilgili değildi. Kitabımda tek tek gösterdiğim gibi, söz konusu belgeler sadece Ermeni mallarının gasp edilmesi, zimmete mal ve para geçirme suçları ile ilgilidir. Talat Paşa bu belgelerde zimmet, rüşvet gibi konularda ya sadece “görüş bildirilmesini” [59/196] ya tahkikat yapılmasını [55-A/156] ya da ilgili kişinin görevden el çektirilmesini istemektedir. [57/413]. İki belgede zimmete mal geçirme ile ilgili Divan-ı Harp’te yargılanma için izin verilmesi ile ilgilidir, [57/416;61/165].

Bu belgelerin Divan-ı Harp’te yargılanma ve ağır cezalara çarptırılma örnekleri olarak sunmaktan çekinmeyen Halaçoğlu, yaptığı çarpıtmalarda bununla da yetinmemiş ve sürgün sırasındaki başarılı faaliyetleri nedeniyle övülen devlet memurları ile ilgili belgeleri bile “Divan-ı Harblerde yargılanma” ve “ağır ceza” almaya kanıt olarak sunmakta bir mahzur görmemiştir. Örneğin 58/141 nolu belgede (28 Kasım 1915 tarihli telgraf) Talat, Cemal Paşa’ya, her hangi bir kaymakamı görevden alma  yetkisine sahip olup olmadığını hatırlatmakta ve Cemal Paşa tarafından görevden alınmış bir kaymakamı överek yeniden göreve iade etmektedir. Kitabımda sordum, şimdi de soruyorum: bu belgeleri, Ermenilere karşı suç işleyen devlet memurlarının “idamda dahil değişik hapis cezalarına çarptırılmasının” örneği olarak sunmak bilim adına işlenmiş bir suç, bir ayıp değilmidir?

ŞAPKADAN ÇIKAN 13. BELGE

Şimdi, Yusuf Halaçoğlu’ndan beklenen nedir? Bu numarasını verdiğim belgelerden alıntılar yaparak, benim yalan söylediğimi göstermesi değil midir? Sayın Halaçoğlu’nun cevabı yazısında bakınız, sadece bir başka kitabına atıfta bulunuyor ve bu kitapta “Akçam’ın sorularına belgeleriyle cevap verildiğini” söylüyor”. Oysa (Sürgünden Soykırıma Ermeni İddiaları) ilgili kitaba baktığınızda göreceğiniz şu olacaktır: Kitabın “Tehcir Suçluları” (s. 91-96) bölümünde, benim eleştirdiğim 2001 yılına ait kitabındaki bilgiler aynen tekrar edilmekte ve ama daha önceki kitabında hiç alıntı yapılmayan 12 belgenin bazılarından sınırlı alıntılar yapılmaktadır, o kadar. Yani ortada yeni bir durum yok.

Benim eleştirim 12 belgenin hiç birisinde “Divan-ı Harbilerde yargılanma ve ağır cezalar alma” ile ilgili bilgi olmadığı idi. Sayın Halaçoğlu, “hayır, belgelerde Divan-ı Harbi örfilerde alınmış ağır cezalara ilişkin bilgi vardır”, diyemiyor. Bunun yerine şapkadan 13. bir belge çıkartıyor. Ama bu 13. belge  de (Divan-ı Harbi örfilerde yargılanma listesi) benim iddilarımı kanıtlıyor.

Görüleceği gibi, 12 Mart 1916 tarihli Suriye Divan-ı Harbi Örfisine ait olduğunu söylediği bu belgede, 16 yargılamaya ilişkin bilgi vardır. Bu 16 davadan Çerkez Ahmet [Halaçoğlu kitabında yanlışlıkla Ahmet oğlu Recep diye çevirmiş, doğrusu Recep oğlu Ahmet olacak] ve arkadaşınınki hariç, 14 dava Ermeni mallarını gasp etme ile ilgilidir. Bu davalardan 9’u ya reddedilmiş ya da beraatle sonuçlanmıştır. 5 gasp davasında ceza verilmiş fakat ceza tatbik edilmemiştir. (Belgenin Türkçesi için bakınız EK-I)

Sözü geçen Çerkez Ahmet ise, 17 Eylül 1915’te idam edilen bir Teşkilat-ı Mahsusa üyesidir. Talat Paşa idam kararı onaylarken, Cemal Paşaya bir telgraf gönderir ve “kendisinin imhası her halükârda gereklidir. Aksi takdirde, ileride çok zararlı olabilir” der. Bu ve bunun gibi imha edilen bazı Teşkilat-ı Mahsusa üyelerine ilişkin bilgi söz konusu kitabımın 247-252. sayfalarında mevcuttur.

YENİ BİR ŞEY SÖYLEMİYOR

Tekrar etmekte fayda var, tartışmanın özü şudur: Ermenilere kötü muamele yaptıkları için, öldürdükleri için, cinayetler işledikleri için, ölümlerine yol açtıkları için YANİ ERMENİ İNSANINA İNSAN OLARAK ZARAR VERDİKLERİ İÇİN sistematik soruşturma yapılmış davalar açılmış mıdır? HAYIR. Peki tesadüfen yakalanan bazı katiller merkezi emirle serbest bırakılmışlar mıdır? EVET. İttihat ve Terakki, cinayetler nedeniyle sistemli bir soruşturma açmamış ve ama yakalanan katilleri şerbet bıraktırmıştır. Peki Ermeni mallarını zimmete geçirdikleri için, mallara devletin yerine kendileri el koydukları için devlet memurları hakkında soruşturma açılmışmıdır? EVET. Peki bu soruşturmalar başarılı olmuşmudur ? HAYIR. Halaçoğlu’nun tek belgesinden bile bu durum bellidir. Mal mülk çalanın elinde kalmıştır. Aslında bunun için belgeye bile gerek yok. Anadoludaki hikayeleri dinleyin yeter.

II. Sayın Halaçoğlu’na ikinci eleştirim Ermeni Tehciri ve Gerçekler kitabında ileri sürdüğü bir başka tezin de yalan olduğudur. Şöyle diyor kitabında Halaçoğlu, “satılan malların bedelleri Emval-i Metruke komisyonları tarafından sahiplerine gönderilmiştir”. Nitekim iskan mahallerine varan muhacirler, kendilerine aktarılan bu paralarla işlerini kurmuşlar ve bölgeye uyum sağlamışlardır.(s. 69) Bu tezine kanıt olarak da kitabında ç ayrı belge numarası vermektedir [DH. ŞFR. 57/348;57/349;57/350]

Görüldüğü gibi ortada kocamn bir iddia ve üç belge numarası vardır. İddia, gittikleri yerlerde, geride bıraktıkları malların karşılığının Ermenilere verildiğidir. Bu iddia doğru değildir ve Sayın Halaçoğlu bilerek yalan söylemektedir. Osmanlı arşivinde, Ermenilere geride bıraktıkları mallarının karşılıklarının ilişkin belgeleri boşuna ararsınız, çünkü yoktur. Bunun için de bu tezi ileri sürenleryalan söylemekten çekinmezler. Yusuf Halaçoğlu, “satılan malların bedelleri…sahiplerine gönderilmiştir,” Ermeniler “kendilerine aktarılan bu paralarla işlerini kurmuşlardır” der ve buna üç belgeyi örnek verirken herhalde hiç kimsenin bu üç belgeyi alıp okuyacağını tahmin etmemiştir. Belgeler okununca görülecektir ki, söz konusu olan üç belgede sadece Eskişehirden ve de oda Ermenilere verilmek üzere değil, Ermenilerin sevkleri sırasındaki hükümet harcamalarını karşılamak için Halep valiliğine yollanmaktadır. Yani para valilik giderlerini karşılamak için kullanılacaktır.

NİYE BİNLERCE BELGE YOK?

Zaten normal olarak, Ermenilere gittikleri yerlerde mallarının karşılığı teslim edilmiştir gibi büyük bir iddianın kanıtı sadece üç tane belge ile sınırlı olmaz. Eğer Suriye ve Irak’a “yerleştirilen” Ermenilerinin mallarını karşılığı kendilerine verilmişse bu konuda yüzbinlerce belge olması gerekir. Ama böyle belgeleri aramak boşunadır, yoktur.

Aslında Ermenilere gittikleri yerlerde mallarının karşılığının verilmediğinin basit bir başka göstergesi daha vardır. Eğer Hükümet tarafından yapılan 11 Mart 1919 tarihli resmi açıklamayı esas alırsak, bu tarihe kadar 101,747 Ermeni geri dönmüş ve çoğu eski yerlerine yerleştirilmişlerdir [Memleket Gazetesi 12 Mart 1919]. Bu geri dönen ve yerleştirilen insanlardan hiç birisine, eski yerlerine yerleştirilirken, “kardeşim biz senin bu malının karşılığını gittiğin yere göndermiştik, şimdi senin bu malı geri alman için sana yaptığımız ödemeyi bize geri vermen gerekir” denmemiştir.

YARDIM YALANI

Cevap mektubunu okursanız göreceksiniz ki, sayın Halaçoğlu, tartışmanın konusunu değiştirmektedir. Ermenilere gittikleri yerlerde, geride bıraktıkları mallarının karşılıkları ödenmiş midir tartışmasını, ustaca, tehcir sırasında, yollarda Ermeni kafilelerine yardım yapılmış mıdır, tartışmasına çeviriyor. Ve bunu ispatlayacağını zannettiği, sürgün sırasında hükümetin harcamalarına ilişkin para transferlerinden söz eden bazı belgelerden alıntılar yapıyor. Sayın Halaçoğlu, hükümetin konvoylara yardımda bulunduğunu ispat etmek için açıkça belge çarpıtmaktan, tahrif etmekten çekinmemektedir. Örneğin, cevabi yazısında, sayın Halaçoğlu sürgün sırasında, yollarda Ermenilere düzenli tahsisat ödendiğini Konya’daki Amerikan hastahanesi doktorlarından Dr. W. M. Post’un raporuna dayanarak ispat etmeye çalışır. Ve buna göre, tahsisat, “büyüklere 1 kuruş ve küçüklere 20 para olarak” verilmekteymiş. Açık ki sayın Halaçoğlu söz – konusu belgeyi okumamış. Sürgünden Soykırıma Ermeni İddiaları adlı kitabında bu bilgiyi çalışma arkadaşı Kemal Çiçek’ten aldığını söylüyor. Kemal Çiçek belge tahrif etme ve çarpıtma uzmanıdır. Dr. W. M. Post’un ilgili raporunun bir kısmını Türk Tarih Kurumu’ndan yayınlanan Ermenilerin Zorunlu Göçü 1915-1917 adlı çalışmasında tahrif ederek yayınlamıştır. Meraklısı bu raporların tümünü, [Ara Sarafyan (ed.), United States Official Record on the Armenian Genocide 1915-1917, (Princeton, London: Gomidas Institute, 2004)] adlı eserin 245-257. sayfaları arasında okuyabilir. Post, “elbette hiç bir sağlık tebdiri yoktu” dediği ve günde 30-40 kişinin ölüsünün çıkartıldığı, kadın kaçırmanın, yağma, rüşvet ve gaspın kol gezdiği Konya kampını anlatmaktadır. Kemal Çiçek’de bu ifadeleri boşuna ararsınız, yoktur. “Yetişkinlere 1 kuruş çocuklara 20 para günlük harcirah” ise bir kaç günlük, sınırlı bir uygulamadır. Sayın Halaçoğlu, basit bir Ali-Cengiz oyunu ile bu cümleyi, hem tüm Ermeni konvoylarına, hem de tüm sürgün boyunca yapılan bir uygulama haline sokuvermiştir.

Sayın Halaçoğlu’nun belge tahrifatçılığında ve yalan bilgiler aktarmada sınır tanımıyor. Cevabi yazısında, yabancı yardım kuruluşlarının bizzat Talat Paşa’nın imzasıyla muhtaç Ermenilere yardım etmesi izni verildiği’ni de iddia ediyor. Okuyucuya kitabımın Yabancı Yardım Örgütlerinin tekliflerinin nasıl red edildiğine ilişkin 306-320 sayfalarına bakmasını salık veririm. Osmanlı belgeleri ile bile kolayca gösterilebilir ki, yabancıların yardım teklifleri sadece red edilmemiştir; yardım yapmak isteyenler ölümle tehdit edilmiş, tutuklanmış, hapse atılmışlardır.

İttihat Terakki’nin önde gelenleriyle bir grup asker, sivil yüksek görevli ve bazı yazarlar, 28 Mayıs 1919’dan itibaren savaş ve tehcir suçlarından dolayı sorgulanmak üzere Malta’ya götürülmüşlerdi. (fotoğraf: atlas dergisi)

“Fuzuli olan” ve “fuzuli olmayan” şiddet ayrımı

Sayın Halaçoğlu yazısında asılsız ve tuhaf bazı iddialarda da bulunmaktadır,

a) Sayın Halaçoğlu’na göre ben DH.ŞFR, 55/290 nolu telgraftaki, “Vilâyât-ı Şarkiyyeye aid Ermeni meselesi hallolunmuştur” cümlesini, sadece “Ermeni meselesi hallolunmuştur” şeklinde vererek, okuyucuyu bütün Ermenilerin katledildiğine şartlandırılmaya çalışmaktaymışım. Sayın Halaçoğlu, kitabımdan sayfa numarası vererek (s. 182) soruyor: Buradaki Vilâyât-ı Şarkiyye (Doğu Vilâyetleri) kelimesi neden atılmıştır? Ayrıca sayın Halaçoğlu, belgede, bundan sonra gelen can alıcı cümleleri hiç kullanmamış olduğumu yazıyor. Ne diyeyim? Açın 182. sayfaya bakın; tüm bir sayfa boyunca konulmadığı iddia edilen tüm kelime ve cümlelerin yer aldığı, tamamı aynen verilmiş bir belge göreceksiniz. Halaçoğlu’nun, görme ve okuma özürlüsü olduğunu bilmiyordum. Çok önemli bir belge olduğu için tümünü yayınladığım bu telgrafta, bizler için önemli olan nokta şudur: Bir ülkenin içişleri bakanı, “fuzuli olan” ve “fuzuli olmayan” şiddet ayırımı yapmaktadır ve “fuzuli olan” şiddete son verilmesini istemektedir. Ermenilere yönelik “fuzuli” olan ve “fuzuli olmayan” şiddet nedir sayın Halaçoğlu, ne dersiniz?

b) Sayın Halaçoğlu, DH, ŞFR. Nr.54/406 adlı belgeye ilişkin de benzeri şeyleri yapıyor ve bana Osmanlıca ders veriyor. Murahhasa kelimesini yanlış okuduğumu, aslında kelimenin marhasa olduğunu söyledikten sonra belge üzerinde derin analizlere giriyor. Birincisi, belgeyi ben çevirmedim. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü tarafından yayınlanan, Osmanlı Belgelerinde Ermeniler (19151920) kitabında belgenin hem Türkçe transkripsiyonu (s. 69) hem de Osmanlıca orijinali vardır (s. 361) Belgedeki murahhasa kelimesi yanlış okunmamıştır ve Ermeni piskoposu demektir. Ben, kelimeyi yazarken kelime sonundaki (a) harfini yanlışlıkla atlamışım ve Türkçeleştirirken murahhas kelimesinin karşılığı olan “devlet veya bir teşekkül, bir kurum adına selahiyetli olarak bir yere gönderilen kimse” ifadesini kısaltarak “devlet görevlisi” demişim. Benim bildiğim Marhasa diye bir kelime yoktur. Bu kelime düşmesinin belgenin içeriği ile fazla bir alakası yoktur ve bu belgeye ilişkin Halaçoğlu yorumu tamamiyle yanlıştır. Katliamları Diyarbakır’dan Dr. Reşit’in gönderdiği kişiler işlemişlerdir. Başka kaynaklardan da bunu bilmekteyiz. Bu belgede bizim için önemli olan, “Ermeniler hakkında ittihaz edilen tedabir-i inzibatiye ve siyasiyenin diğer Hıristiyanlara teşmili katiyyen gayr-i caiz olduğu” ifadesidir. Belgede özetle, “biz size sadece Ermenileri öldürün, tüm Hıristiyanları öldürün demedik”, denilmektedir. Mardin ve Diyarbakır katliamları için tahkikat yapıldığı sayın Yusuf Halaçoğlu’nun fantazisidir. Belge tamamiyle Almanların zorlaması ile yollanmıştır, hikâyesi kitabımda vardır ve herhangi bir soruşturma da yapılmamıştır aksine kitabımda da belgesini koyduğum gibi 28 Temmuz 1915’de Diyarbakır’da Ermenilerin yakalanmasındaki başarılarından dolayı polisler “terfi, mükafat-i nakti ve nişanla taltif edilmişlerdir, (s. 188) c) Yazısının sonunda sayın Halaçoğlu 11 adet soru sormakta ve soykırım konusunda bazı fikirler ileri sürmektedir. Gerek bu sorulardan gerek ileri sürdüğü fikirlerden anlaşılan sayın Halaçoğlu soykırım konusundaki temel bilgilerden bile habersizdir, bilgisizdir. Öğrenmesi gereken şeylerin başında şu vardır: kitlesel katliama uğramış bir grubun ne yapıp yapmadığının soykırım tartışması açısından hiç bir anlam ve önemi yoktur. Onun yazdıkları “Ermenilere yapılan soykırım mıdır, değil midir” sorusuna cevap teşkil etmez. Ancak, eğer soykırım yapılmış ise bunun niçin yapıldığının cevabı olabilir.

Sayın Halaçoğlu’nun anlayacağı dilden söyleyecek olursam, biz Hagop’a işkence yapılıp yapılmadığını tartışıyoruz; Halaçoğlu ise Hagop’un ne kadar katil, hırsız vb. biri olduğunu anlatmaktadır. Ayrıca Halaçoğlu’nun “Ermeniler” ifadesini kullanış tarzı bir bilim adamına yakışmamaktadır. Bu biraz PKK eylemlerini gerekçe gösterip, İstanbul ve İzmir’deki Kürtleri bundan sorumlu tutup tüm Kürtlerin cezalandırılması gerektiğini savunmaya benzer. Soykırım konusunda tartışmadan önce Türk Tarih Kurumu başkanı olacak kişinin bu konuya ilişkin temel bilgileri edinmesinde fayda vardır. Ve daha önemlisi şudur, artık, iç kamuoyuna propaganda yapmak esasına oturmuş, dışarda Türkiye’yi ve Türk tarihçisini son derece kötü duruma sokan bu ilkel ve yalana dayalı siyaset anlayışına bir son vermek gerekmektedir. Dürüst Türk tarihçileri, eğer uluslararası düzeyde itibar kazanmak istiyorlarsa, Türk Tarih Kurumunu, ‘Türk Tahrifat Kurumu’ haline sokan sayın Halaçoğlu ve ekibine karşı tavır almalıdırlar.:

Okumaya devam et  Amerikalı Türkler “SayTürk”

Ağustos 2008 CUMA Resmî GazeteSayı : 26954

GÖREVLENDİRME KARARI

Devlet Bakanlığından:

Karar Sayısı : 2008/10203

1 – Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumunda açık bulunan 1 inci derece kadrolu Türk Tarih Kurumu Başkanlığı görevini yürütmek üzere Prof. Dr. Ali BİRİNCİ’nin görevlendirilmesi, 4652 sayılı Kanunun 25 inci maddesi ile 2477 sayılı Kanunun 2 nci maddesi gereğince uygun görülmüştür.

2 – Bu Kararı Devlet Bakanı yürütür.

31/7/2008

Abdullah GÜL

CUMHURBAŞKANI

Kaynak : Resmi Gazete, 01.08.2008


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir