Cumhurbaşkanı’nın Ermenistan-Türkiye Maçına Gitmesi

İlk topçularımız, ilk futbol takımlarımız, ilk musabaka statülerimiz, liglerimiz... Artık tarih kitaplarında yerlerini almış duruyorlar. - ermeni cete

Futbolun beşiği malum İngiltere derler.
Türkiye’ye gelmesi çok çok sonralarıdır.

İlk topçularımız, ilk futbol takımlarımız, ilk musabaka statülerimiz, liglerimiz… Artık tarih kitaplarında yerlerini almış duruyorlar.

Futbolun Türkiye’deki tarihine girmeyeceğim.

Eski futbolcularla yeni futbolcuları, veya eski spor yorumcuları ile yeni spor yorumcularını karşılaştırmak istiyorum.

Kaidelerin istisnaları olur. Tabii ki genelleme yapmak iyi bir şey değildir. İstisnaları muaf tutmakla beraber konunun anlaşılması için tarihsel anlatı ile genelleme yöntemine başvurmak gerekiyor. Bunları bir tarafa birakacak olursak, genel anlamda toplumda kimler topçu olur diye bakmak lazım geliyor.

Bu işin kaidesi, kuralı şudur: Topçu okumaz, okuyandan topçu olmaz…

Eskiden okuyamayanlar bir iş tutmak zorunda kalırlardı. Çırak, kalfa, usta olur, başarabilirse ve cesareti varsa kendi işyerini açar, küçük veya büyük esnaf olurdu. Biraz daha gayret ederse işadamı, fabrikatör…
Hem okuyamayan ve hem de iş güç sahibi olamayan, bir düzen tutturamayanlar da vardı tabii ki. Genellikle de bunlar daha çocukluk zamanlarındaki haşariliklerinden dolayı (aile, çevre, eğitim gibi faktörler dahil) mahalle aralarında top oynarlardı. En hafifinden futbolcu olurlardı.

İlk mektep tahsili yok, lise yok, üniversite zaten memlekette yok…

Bunların yeraldığı futbol takımlarının da sayıları azdı. Hem futbol oynayan avarelerin sayıları, hem de bunların birlikte top oynadıkları takımların sayıları sınırlıydı. Çoğu zaman lig bile teşekkül edemezdi. Öyle yedekli 23 kişi, sonra paf takımı olmadığı gibi uzun zamanlar birinci lig, ikinci lig filan da yoktu.

Okumayınca ne düşünebilir, ne yazabilir. Zaten birazcık düşünmeye başlasa ani karar veremez ve sahada muvaffak da olamaz. Onun için topçunun okumamışı makbuldür bile denebilir. Bu bir görüştür tabii ki… İşin özünde ise bir kusur da değildir. Topçunun okuması şart mıdır diye sorulursa cevap olumsuz olacaktır. O kadar da mühim değil. Bizi burası ilgilendirmiyor. Topçunun topu bıraktıktan sonraki hayatına dikkat çekmek istiyorum ben. Futbolu bıraktıktan veya başarabilmişse jubile yaptıktan sonra neler yapabilir? Ya antrenörlük, ya yorumculuk ya da spor yazarlığı… Veya sermayesi kendinden işletmesi ortağından küçük işletme açabilir… Bizi bunlardan ilgilendiren yorumculuk ve spor yazarlığı olan bahistir.

Seneler geçtikten sonra Türkiye’de okul sayısı arttı.

Mahallede herkes en azından ilk mektebe gitmeye başladı, zorlayanlar ortaokula, biraz daha iyileri liseye başladılar…  Bu arada futbol da oynadılar… Eskiden olduğu gibi..

Ama çoğu liseyi bitiremedi, liseden terk halde futbol hayatlarını sürdürdüler.

Belki daha önceden yüksek tahsil okuyanları da olmuştur ama Türkiye ilk defa fotbolcu ve yüksek tahsil kelimelerini Beşiktaşlı Metin’le birlikte duymuştur. Yaklaşık 90 senedir Türkiye’de futbol oynanmıştır. Ancak ondan sonra Metin Tekin hem top oynamıştır ve hem de üniversite tahsilini bitirmiştir. (Simgesel ve populer olduğu için bu örneği verdim, mutlaka tek tük üniversiteli topçular daha önceki yıllarda da görülmüş olabilir. Mesele bunları saymak değil..)

Eski zaman topçularının bazı büyük büyük avantajları vardı.

Sayıları azdı. Kıymetli idiler.

Bir başka avantajları daha vardı. Maçların, o da büyük maçların sadece TRT radyosundan anlatılıyor olması. Spiker iyi anlatıyorsa iyi oynuyordunuz, kötü anlatıyorsa kötü günündeydiniz. Oynanan futbolu kimse görmez, bilmez duymazdı. Sahada neler oynanıyor, nasıl oynanıyor, hatta kazanan nasıl kazanıyor, kimse bilmezdi, radyo spikerinin yansıttığı kadarını duyardınız, duyardık.

Televizyon da yoktu. Öyle bir pozisyonu kırk defa tekrardan izlemekten bahsetmeyeceğim. Topçular kendilerini hayatları boyunca hiç seyredememişlerdi ki… Hep iyi oynuyorlar diye bildiler, o zamanki topçuların yaşayanlarına sorun halen de öyle biliyorlar…

Gazeteler yaygın değildi. Her maça muhabir yollamak, onu baskıya yetiştirip bütün Anadolu’ya servis etmek… Bu bir futbolcu için büyük bir transfer gibiydi, büyük bir gazetenin spor sayfasında yeralmak… Yer almadıysa varlığından kimsenin haberi olmazdı…

Ve en büyük avantajları spor yorumcuları yoktu. Televizyonlarda yorum yapan eski futbolcular yoktu. Çünkü bunlar ilk futbolculardı. İlerde kendileri yorumcu olacaklardı, ama kendilerini yorumlayanlar yoktu…

Bunlar eski topçular için büyük avantajlardı. Bu artı durumlar onları hep büyük futbolcu yaptı, sonraki kuşaklara öyle miras kaldı… Çünkü ne fotoğrafları vardı, ne görüntüleri, ne de -bir iki tane büyük takımdakiler hariç- haklarında iyi kötü şeklinde yorumlar yapılıyordu… Hepsi iyi topçulardı.

Kazara milli maç olur da rakip takımdan beş on tane gol yerlerse, yenildik ama ezilmedik derlerdi. Ne mücadele ettik ama?

O başarıları hiç bir şekilde belgelenemeyen, yani aslında başarıları kuşkulu olan eski topçular, ilkokul tahsili bile olmayan ilk futbolcular, ilerleyen yaşlarında antrenör oldular. Kimlere ilkokula gidenlere…

İlkokula gidenler de futbolu bıraktılar, ortaokula giden topçuların bulunduğu takımlarda hocalık yaptılar. Fakat halen daha liglerimiz yoktur, televizyon yoktur, sadece TRT radyosu ve bir iki gazete vardır… Eski karadüzen devam etmektedir.

Bu nesil de aktif futbol hayatını bıraktı ve liseye başlayıp liseyi terk edenlere hocalık etmeye başladılar.

Bu arada TRT televizyon yayınına başladı. Artık bazı maçlar naklen verilir oldu. Bazı maçların da özetleri haber bültenlerinde gösterilmeye başladı. Tek tük de olsa takımların hocalarına ve kaptanlarına mikrofon uzatılmaya başlandı..

İlkokul mezunu hocalar ile orta okula veya liseye giden futbolcular “fikirlerini” anlatmaya başladılar, tarihi an budur.

Spor adamları halkın karşısına çıkmıştır.

Artık konuştukları ile kişiliklerini yansıtıyorlar, deşifre ediyorlardı, bilgilerini, birikimlerini…

Haklarında ne kadar yazılıp çizilse de maçlarından küçük küçük enstanteneler televizyonda veriliyor ve kaç kuruşluk topçu olduklarını bütün herkes az da olsa öğreniyordu…

Liseye giden topçular devri başladı…

Televizyonlar çoğaldı.

Liglerin sayısı arttı. Uluslararası müsabakalara yoğun olarak katılmaya başladık..

Dünya arenasında kendi futbolumuzu göstermeye başlama şansını yakaladık.

Kendimizle yüzleşecektik. Bir kısım medyanın topçusu muyduk, yoksa hakikaten iyi sporcu muyduk?

Anlatılanlar, yazılanlar ne kadar doğru idi?

Belki de şapkanın düşecek, kelin görüneceği zaman gelmişti…

Eski topçular mı yeni topçular mı daha kalite idi?

Bu çok önemli bir ayırım noktasıdır?

İkinci Dünya Savaşı’nı girmediğimiz halde, savaşa girmişten beter şekilde Türk halkına kıtlık ve sefalet çektiren, bunu da, şükredin ki, yaşıyorsunuz diye savunanların başarıları(!) ortaya çıkıyordu.

Ya eski düzene devam, kapalı devre yayın yapılacak, kendi kendimize çalıp oynayacaktık…

Ya da yabancı futbolcu oynatıp vatan haini olacaktık. Sonra yabancı futbolcuları Türk vatandaşı yapıp milli ihanet içinde olacaktık. Ülkenin namusunu ayaklar altına alacaktık. Dünya ve Avrupa şampiyonalarında büyük başarılar sağlayacaktık fakat ulusal benliğimizden yoksun kalacaktık!!!

Memleket seksen sente muhtaçtı. Ama dış borcumuz da yoktu. Ne muhasebe ama! Züğürtler ne anlar varlık muhasebesinden?! Olsun, bizim yorumcuların bir bildiği vardır.

Veyahut da eski hikayeleri karga masalları gibi bir tarafa atacak, onları bizlere anlatanların maskeleri düşecekti…

Dünyanın en pahalı otoban ihalesini Karadeniz’de yapıp yol götürdük diyeceklerdi.

Yine dünyanın en pahalı doğalgaz alım ihalesini, taahhüd edilen süre dolmadan anlaşma değiştirilemez şartıyla imzalayıp Türkiye’yi kar ettirdiklerini anlatacaklardı. Hatta buna ihtiyaç duyulduğunu futbol komuoyuna inandırmak için bir hafta boyunca yurtta elektrik kesintisi uygulayacaklardı…

Günümüzde futbolcularımız hem futbol oynuyorlar, hem lisede hatta üniversitede okuyorlar… Hemde her ikisinde de gayet iyiler.. Hatta bunların hocaları nesil olarak eski lise okuyan topçulardan… Öyle ilk mektep görmeyen veya ilk mektebi okuma yazmayı belledikten sonra terkedenlerden değil yani… Hem topçular açısından hem de antrenörler açısından iyi bir seviye.. Türkiye’de futbol yaklaşık 100 seneye mal olsa da iyi bir seviyeye gelmiş durumda…

Ancak iki büyük sıkıntımız var. Bu başarı grafiğini ve manzarasını gölgeleyen…

Spor yazarları ve spor yorumcuları maalesef topçular gibi değiller…

Bu güzel gelişmeleri anlatacak, anlayacak, yorumlayacak adamlar yok… Olanlar da bunları anlamayan, kendi zamanlarında böyle bir şeyleri hayal bile edemeyen tahsilsiz spor yorumcuları…

Onlar tahsil yönünden tam bir fiyaskodurlar. Tabii ki bu onların suçu değildir. O zamanlar öyleydi… Hepsi de öyle değildir, aralarında bir kaç tane iyi vardır. O bir kaç iyi ve tahsilli olmazsaydı, Türk futbolu kör topal da olsa günümüze kadar gelmezdi…

Bu spor yorumcularının ve yazarlarının tahsilleri olmadığı için ne okuduklarını anlarlar, ne de bildikleri bir şey vardır. Bildikleri olsa da tahsilleri olmadığı için anlatacak kabiliyetleri yoktur. Eğitimsiz insan ne anlar, ne anlatabilir… O sadece duvara yazı yazar, havaya slogan atar. Bağırır çağırır. Ancak duvar yazılarıyla memleket idare edilmez, bunu bile bilmez…

İkini büyük sıkıntımız ise, bu eski futbolcu artığı yorumcuların tartışılmaz eski büyük futbolcu oluşlarıdır.

Çünkü onların, yani günümüzün spor yorumcularının, -oynadıkları zamanlarda- kendilerini topçu yapan çevrelerin gazetelerinde yazılanlar ile radyo spikerinin anlattığından başka hiç bir şahitleri yoktur. Ne başkaları ile kıyaslandılar, ne de onlardan başka topçuları millet gördü…

Bu spor duayenlerinin(!) mutlak kabul ve üstat, hatta otoriter kabul edilmelerinin tek sebebi kendi zamanlarındaki karanlıktır. Keşke, bilim ilerlese de, geçmiş yıllara ait görüntüleri uzaydan derlemek mümkün olsaydı da, onların bir kaç maç videosunu izlesek de…

Matbaanın Osmanlı’ya geç gelişini dillerine dolayan bu tahsilsiz ve yorum kabiliyeti olmayan eski spor yorumcuları, kablolu telefon denen nesnenin neden 1983’lere kadar Türkiye’ye getirilmediğini, özel TV kanallarını bir tarafa bırakın renkli televizyonun neredeyse dünyada en son bize geldiği komedisini nasıl izah ediyorlar, bir bilsem…

Bu tahsilsiz ve maalesef tarihi belgesizlikten zorunlu spor yorumcularının günümüz üniversiteli futbolcularının top oyunları hakkında ne kadar sağlıklı konuştuklarını varın siz anlayın… Bu yorumcuların kafalarındaki eksik bilgiler, hatta bilgisizliklerinden dolayı uydurdukları saçma sapan futbol hikayelerini spor kaideleri diye ortaya atmaları ve o köhne tarza, günümüz topçularını uymaya zorlamaları ne kadar doğrudur?

Artık üç beş vakte kalmaz, liseli hatta üniversiteli spor yorumcularının ve hatta antrenörlerinin sayısı artacak ve günümüzde oynanan Türk futbolu ile futbolcularımız ve takımlarımız gerçek değerlerinde ele alınacak ve daha büyük başarılar elde edeceğiz..

Bu yeni ve “tahsilli” spor camiasının temsilcileri geçmişe saygısızlık yapmayacaklar… Fakat eskilerin de canlarını sıkmalarına, kendi zamanlarındaki toprak sahada oynadıkları kemikkıran futbolumsu koşuşturmalarının tecrübelerini bilim diye dayatmalarına da müsaade etmeyecektir.

Bu eski ve yaşlı “tahsilsiz” spor yazarları ile yorumcuları, eğitimsizlikten ve mahrumiyetten dolayı günümüz modern spor hayatına göre çok dar ve eksik hatta yanlış bilgilere sahiptir.  Ama bunlara fizik kaideleri gibi sarılırlar. Ne yanlış veya eksik olduklarını anlayacak kapasiteleri vardır, ne de çıkınlarındaki evvel zaman spor hayatına dair olan hatırasal hususları aktaracak tahsilleri…

Milli Futbol takımına Türk vatandaşlığına kabul edilen topçuları almak, hatta emperyalist ABD’den fizik ve kondisyon güçlendirmesi yapacak spor tıbbının otoritelerini getirmek gibi konuları, toprak sahada ve Kırkpınar pehlivanlı cüsseleriyle mücadele veren eski topçu artığı spor yorumcuları ile antrenörlerine kabul ettirmek imkansızdır…

Ermenistan’la niye maç oynadık?

Sırp futbolcuları niye transfer ediyoruz?

Tür futbolcular neden Yunanistan’da top oynuyorlar?

Yabancı topçular takımlarımıza nasıl kaptan olurlar?

Kalemizi yabancılara nasıl emanet edebiliriz, kazara beşlik yerlerse namusumuz elden gider…

Anadolu kaplanları nasıl ticaret yapabiliyorlar?

Tuskon nasıl oluyor da Afrika’da ve diğer kıtalarda milyarlarca dolarlık ticaret bağlantıları yapıyor?

Nasıl oluyor da yurtdışından bir zamanlar profesör ithal ederken, şimdilerde yurtdışında üniversite, lise hatta ilkokul yapıyorlar?

Nasıl oluyor da Amerika’da Türk günü düzenliyorlar ve stantların başında “başartülü kadınlar” duruyor?

Nasıl oluyorda rektörler namaz kılıyorlar? Topçunun dua edeni olur mu? Hiç abdestli gezen futbolcu olur mu?

Bunları anlamazlar. Onlar sadece kendilerini anlatırlar…

Uzayıp giden hikayeler anlatırlar, kendi zamanlarında yoktu ya, hep öyle sanırlar…

Yoksa bu sayılan futboldaki yenilikleri anladıklarından kabul ettiklerinden değil, bütün sesli, yazılı ve görsel basın bas bas bağırdığından kabul eder gibi görünüyorlar, o kadar da değiller yani…

Anlamadıkları sadece bunlar değildir tabii ki… Başarılarımızı ve şampiyonlarımızı da hazmedemiyorlar. Eskilerin bir türlü akıl ve havsalalarının almadığı şeyler şunlardır:

Türk milli takımı dünya üçüncülüğü ile Avrupa üçüncülüğünü almıştır.

Takımlarımız uluslararası turnuvalarda şampiyonluklar elde etmişler, uluslararası şampionluk turnuvalarında birinciliğe oynamaktadırlar…

Özellikle Balkanlarda, Kafkaslarda, Avrupa’da, Ortadoğu’da yapılan turnuvalarda büyük başarılar elde etmektedir. Kafkas işbirliği paktı gibi yeni oyun sistemleri geliştiriyoruz.

Bütün televizyon kameralarının önünde ve dünya ile aynı anda herkesin huzurunda…

Ulusal ve uluslararası bütün kanallarda milli takımımızın mücadelesi anlatılmaktadır, örnek görüntüler verilmektedir.

Gerek milli takımımız ve gerekse ulusal takımlarımız topçu sıkıntısı çekmemektedir. Artık kendi sporcuları arasından da dünya çapında futbolcular çıkarmakta, hatta yurt dışına antrenör bile göndermektedir…

Üretimde başarılı olduğu gibi bunun değerlendirilmesinde, hatta ihraç edilmesinde de büyük başarılar gösteriyor.

Hatta takım başına düşen “gayri safi topçu” sayısında tarih boyunca görülmeyen artışlar olmuştur.

Bütün ürünlerinde Türk Malı etiketini kullanmaktadır ve Türk ismi bir marka olmuştur.

Hatta, kendi adını verdiği Turkuaz rengini ürünlerine renk olarak ilave edip dünyada bir ilki başarmıştır…

Takımın başındaki “imparator”u tanımayan yoktur.

Bunları bir türlü anlayamıyorlar…

Bize düşen, milli takımımıza başarılar dilerken, evvel zamandan kalma antika topçularımıza, bunların arasından çıkan spor yorumcularımıza, yorumlarına nefesleri olduğu müddetçe devam etmelerini tavsiye etmektir. Konuşmaktan zarar gelmez. Onlar artık bir daha asla kupa kaldıramayacaklardır. Peki ne yapacaklar? Bunca tecrübe ve yaşayan tarih heba mı olsun? Hayır…

Yayıncılık sektörünün ilginç buluşları vardır. Eski zaman futbol hikaye ve masallarının anlatılacağı “telefonla sesli futbol tarihi” servislerinde iş bulabilirler…

Veya eski topçularımızı onurlandırmak için takımlarımızın Avrupa’daki kura çekimlerine gönderebiliriz. Bu kadarını yapabilirler..

Bizim futbolumuz, futbolcularımız ve antrenörümüz, artık bu eski spor yorumcularının bildiklerinden değildir…

Türkiye Cumhuriyeti’nin özellikle 1938’den sonraki tarihi de bizim futbol tarihimiz gibidir.

Dış ve iç politikalarımız ile ekonomik, sosyal, kültürel alanlardaki müsabakalarımız bizlere nasıl anlatıldı? Milli takımımızın İngiltere ile İstanbul’da yaptığı ve yenildiği maçtan sonra yapılan yorumlar gibi, 8 gol yedik ama ezilmeden dik bir şekilde mücadelemizi yaptık, şeklinde anlatılmıştır.

Büyük ve başarılı kulüplerimizin şirketleştirilmesi, kamu şirketlerinin özelleştirilmesi, Coca Cola’nın başına bir Türk’ün getirilmesi yabancı şirketlerin Türkiye’de yatırım yapmaları, bunları yorumlayamayazlar, bu eski spor yorumcuları.

Ümit Ozat’ın Alman takımlarından FC. Köln’ün kaptanı olması kadar tabii olan, Brezilyalı Aleks’in Fenerbahçe’nin kaptanı oluşudur.

Aynı tabiilik Başbakanın Suriye ziyaretinde de vardır, Fenerbahçe eşliğinde yaptığı…

Aynı tabiilik Cumhurbaşkanı’nın Ermenistan ziyaretinde de vardır.

Artık bırakın futbolumuzu oynayalım, bırakın şampiyon olalım…


Muhammet Safi


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir