İddianame: Devlet ve Hükümet Farkı Üzerine

                                                                                                                      Bedri Baykam - secimler

                                                                                                                      Bedri Baykam

       Sn. Başsavcı Aykut Cengiz Engin’in “iddianame” hakkındaki basın açıklamasını dinledim. Neyin “suç”, neyin “demokrasi” olduğunu tamamen özel yorumlara bağlı olduğu görülen ülkemizde, ikinci bir emre kadar düşünmek yasaklanmadığına göre, beynimden geçenleri sizinle paylaşayım.

       Başsavcının haklı olarak “gizlilik” kapsamı çerçevesinde yalnız değindiği bilinen “iddialar” var. Bunlar arasında kullanılan ve “terör” tanımlaması kapsamına alınıp medyada yankılanan çeşitli deyimler var: “Azmettirmek”,  itibarını zedelemek”, “halkı silahlı isyana teşvik etmek”, “Devlet otoritesini zaafa uğratmak”, “Devlet itibarını zedelemek” …

       Şimdi, bu ülkenin değerli hukukçuları benden çok daha iyi bilirler. İddianameyi içeriğiyle beraber hiç birimiz okumadık. Ama “terör örgütü” üstünden “devlete karşı isyana teşvik” ve “itibar zedelemesi” konularını da, şu ayrımı net olarak yapmak gerekmez mi? Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve onun başında olan iktidar, aynı şeyler mi? Devlet, yapısı, felsefesi, itibarı üzerine kurulduğu zemin ile iktidardaki Parti ve onu temsil edenler her zaman aynı kefeye oturtulabilir mi?

       Beynimizi sansürsüz olarak açarsak şöyle bir durum çıkıyor ortaya: AKP kapatma davası ve Sn. Başsavcı Yalçınkaya’nın iddialarına bakarsak, AKP’nin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel niteliklerini yok edip, ülkeyi bir “şeriat devleti”ne geçirme peşinde olduğu suçlamasıyla karşı karşıya. Anayasa Mahkemesi’nin bu konuda ne karar alacağını beraber göreceğiz. Daha önce Erdoğan’ın da üyesi olduğu bazı partilerin, aynı “şeriatçılık” gerekçesiyle kapatıldığını hatırlarsak ve şayet aynı sonuç ortaya çıkarsa, o zaman nasıl bir durumla karşı karşıya kalacağız, ben bir vatandaş olarak merak ediyorum. Şöyle ki, şayet bu iktidarın, bu devletin temel niteliklerine, onları yok etmek üzere saldırdığı, Anayasa Mahkemesi’nce saptanırsa, o zaman bu hükümete karşı “darbe” girişiminde bulunmakla suçlanan insanlar, o eylem suçlamaları kapsamında, “devlete karşı terör örgütü kurmak”la suçlanabilecekler mi? Yani ortaya çıkacak tabloda, Anayasa Mahkemesi’ne göre “T.C. Devleti’nin temel niteliklerinin en önemlilerini yok etmek isteyen bir hükümet”e karşı gelerek, tam tersine o devleti yok edecek fiili darbeye karşı duruyor duruma gelmiş olmayacaklar mı? Yani teorik olarak, ortaya atfedilen suçlamalar tabii ki yine var olacak, ama bunlar kanıma göre o andaki hükümete karşı ele alınabilecek, devlete karşı değil. Çünkü adı geçen kişiler, Anayasa Mahkemesi’ne göre suç işleyen bir hükümete yönelik, benzer gerekçelerle yasadışı bir eylem yapmışlarsa, “silahlı kalkışmadan” suçlanabilecekler ama devlete karşı kanımca herhalde terör ve itibar zedelemesi yapıyor olamayacaklar. Çünkü aynı kişiler, bence bu mantıkla o devlete karşı, o iktidarın neden olduğu yıkımlardan onu korumak için, “terör örgütü” kuruyor olamazlar! Suçlarının niteliği, o olasılıkta aynı kalmaz, değişir mi? İşte bu teknik soru aklıma takıldı…

Okumaya devam et  AMERIKA’NIN DIS POLITIKASIYLA ILGILI BASIMDAN GECEN ILGINC BIR ANI

       Gelelim yine ortada gezdirilen suçlarla ilgili yorumlara: Dünkü Cumhuriyet’te İbrahim Yıldız’ın “Ümraniye Bombaları” ve “Cumhuriyet’e atılan bombalar” arasındaki seri numaraları ilişkisinin basın tarafından iddia edilenin aksine, doğru olmadığını ortaya koydu. Ben şahsen Cumhuriyet ve Danıştay saldırılarıyla, Ergenekon kapsamında ortaya atılan iddialar arasında nasıl bir ilişki olabileceğini hiçbir zaman anlayamadım. İddianamenin bu konularda neler söyleyeceğini ilgiyle bekliyorum. Yani Danıştay’ın tescilli katili “ben bu işi türban gerekçesiyle yaptım, nereden çıkarıyorsunuz bu iddiaları?” diye ifade verirken ve tüm neden-sonuç ilişkileri buna işaret ederken, acaba hangi veriler üzerine bu iddia ortaya atılabildi?

       Yine ortada gezdirilen ve son derece anti-demokratik gerekçelere işaret eden, başka veriler ise, AKP kapatma davası veya Ergenekon davası dışında tamamen demokratik bireysel haklar ve basın özgürlüğü çerçevesinde ele alınacak kavramlar: Medyada en çok dolaşan “suç” tanımlamalarından biri de “halkı sokağa dökmek” ! İyi de, bir hatırlatma yapalım: Bu söyledikleri zaten demokrasinin tanımı değil mi? İzni alınmış bir mitinge halkı çağırmanın neresi suç? Suçsa, o mitinge niye izin verdin?  Yoksa iktidara karşı mitinglerin yasak olduğu kapalı anti-demokrat bir rejime mi geçtik? Ya da uygulamak istenen terör tanımlamalarına bakarsak “devlet otoritesini zaafa uğratmak”, “isyana teşvik etmek”, “devlet itibarını zedelemek” gibi tamamen muğlak kavramlara bakıp, her eleştirel makalenin veya telefon konuşmasının (!) bu yönde değerlendirilebileceği bir ortam, açık-demokratik bir rejim olabilir mi? O zaman çıkar dersiniz ki, “demokratik haklar askıya alınmıştır, hükümeti eleştiremezsiniz, bu halkı isyana teşvik ve darbeciliğe girer”, biz de başımızın çaresine nasıl bakacağımızı düşünürüz. Ama Türkiye’de artık, parlamentodan yargıya, basından kitle örgütlerine kadar, herkes demokratik ve özgür bir toplum olup olmadığımız konusunda, lafı gevelemeden düşüncesini ortaya koymalı ve ortamımız bu gülünç çelişkileri yaşamamalıdır.

Okumaya devam et  PKK TERORU ARTIYOR

Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir