İŞGALİN BEŞİNCİ YILINDA IRAK’TA TEMEL GELİŞMELER

Irak’ta kaos ve istikrarsızlığa yol açan ABD işgali 5’inci yılını doldurdu. - referandum

Irak’ta kaos ve istikrarsızlığa yol açan ABD işgali 5’inci yılını doldurdu.

Mayıs’08,

Stratejik Analiz,

Dr. Serhat ERKMEN
ASAM Orta Doğu Danışmanı
[email protected]

Nisan 2008 günü Irak’ta işgalin başlamasının beşinci yılıydı. Bush yönetimine göre, Irak’taki diktatörlüğü sona erdirmeyi, Iraklıkları özgürleştirmeyi ve Orta Doğu’da çatışmaları, terörizmi ve radikal eğilimleri azaltmayı hedefleyen Irak Savaşı’nın büyük ölçüde hedeflerinden uzaklaştığı görülmektedir. Bugün, Irak denilince ilk akla gelen şiddet ve istikrarsızlıktır. İşgalin başlamasından bu yana 5 yıl geçmiş olmasına rağmen Irak’taki siyasi ortamın kalıcı bir istikrara ulaşmaktan uzak olduğu görülmektedir. Hatta etnik ve mezhepsel çatışmaların merkezi hâline gelmesi, bölgesel güçler arasındaki mücadelenin odağı olması, diğer ülkelere verdiği göçler nedeniyle bu ülkelerde yarattığı sosyoekonomik sorunlar ve parçalanması durumunda diğer ülkelerde yaratacağı olumsuz etkiler nedeniyle Irak birçok bölge ülkesi için bir tehdit odağı hâline gelmeye başlamıştır. Sadece Irak’ın iç politikasını ve devlet mekanizmasını değil aynı zamanda Orta Doğu’daki güç dengesini ve alt sistemi de değiştiren işgal, Irak’a hâlâ istikrar getirebilmiş değildir. İşte bu ortam içinde Irak’taki gelişmeler bölgedeki tüm ülkelerin ve Irak’taki en belirleyici güç olan ABD’nin ortak sorunu hâline gelmiştir. Çalışmamız, böyle bir atmosferde Irak’taki gelişmeleri anlayabilmek ve ülkenin yakın gelecekte karşılaşacağı iç sorunları değerlendirmek üzere hazırlanmıştır. Çalışmada Irak’taki tüm sorunların detaylı bir analizinden ziyade mevcut durumun genel bir görüntüsü verilerek, mesele farklı boyutlarıyla değerlendirilmeye ve Türkiye için izleme ölçütleri saptanmasına çalışılacaktır.

Son Dönemde Irak’ta Yaşanan Temel Gelişmeler

Güvenlik Boyutu

2007 yılı Irak’ta hem şiddet olayları hem de siyasi gelişmeler açısından kilit bir yıl olarak kabul ediliyordu. 2005’in ortalarından itibaren yükselen şiddet dalgasının 2006 yılında doruğa çıkması Iraklılar, ABD ve bölge ülkeleri açısından bir an önce çözüm üretilmesi gerekliliğini ortaya koyuyordu. 2007’nin başına gelindiğinde Irak’ı doğrudan ilgilendiren gelişmeler açısından şöyle bir tablo olduğu söylenebilir:
• Sünni-Şii Araplar arasında özellikle Bağdat ve Diyala çevresinde yoğunlaşan adı konulmamış bir iç savaş yaşanıyordu.
• Irak hükümetinin her an devrilebileceği, başbakan Nuri Maliki’nin yerine bir başka adayın bulunması gerekliliği konuşuluyordu.
• Bölge ülkeleri arasında (İran, Suudi Arabistan ve Mısır başta olmak üzere) Irak üzerinden yürütülen dolaylı savaş ve güç mücadelesi tüm hızıyla sürüyordu.
• ABD’de Cumhuriyetçi Parti ara seçimlerde ağır bir yenilgiye uğramıştı. Bunun en önemli nedenlerinden birisi olarak Irak görünüyordu.
• ABD’nin Irak’tan askerlerini bir an önce çekmesi gerektiği düşüncesi güçlenmişti. Ara seçimdeki yenilgi ve Irak’taki başarısızlık gibi nedenlerle ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld istifa etmişti.
• Bush Yönetimi’nin Irak ve Orta Doğu politikasını eleştiren, asker çekmeyi öneren ve Irak’taki iç siyasi yapıda ve güç dengesinde yeniden bir düzenleme olmasını savunan Irak Çalışma Grubu raporu yayınlanmıştı.

Bush yönetimine göre, Irak’taki diktatörlüğü sona erdirmeyi, Iraklıkları özgürleştirmeyi ve Orta Doğu’da çatışmaları, terörizmi ve radikal eğilimleri azaltmayı hedefleyen Irak Savaşı’nın büyük ölçüde hedeflerinden uzaklaştığı görülmektedir. Bugün, Irak denilince ilk akla gelen şiddet ve istikrarsızlıktır.

Fakat, bu ortamda Bush yönetimi beklentilerin tersine Irak’ta asker artırmayı içeren ve “hamle” (surge) adı verilen yeni planını ilan etti. Bu planın açıklanan temel hedefi, Iraklılar arasında siyasi uzlaşma ortamının oluşması için gerekli olan güvenliğin sağlanmasıydı. Hamle, Bush yönetiminin Irak’taki sorunların çözülmesine ilişkin genel yaklaşımını değiştirmediğini, ancak mevcut politika çerçevesinde başarılı olabilmek için taktik bir değişime gittiğini gösteriyordu. Bu değişim çerçevesinde ABD, Irak’taki mevcut birliklerine 30.000 asker daha ekledi. Böylece, daha çok bölgeyi kontrol altına almayı ve bunun sonucunda özellikle farklı Arap partileri arasındaki siyasal uzlaşmanın önünü açabileceğini umuyordu. Bu taktik değişim 2007’nin ortalarına kadar ciddi bir sonuç vermemesine rağmen, bu tarihten itibaren Irak’taki şiddet olaylarında göreli bir azalma meydana gelmeye başladı. Gerek sivillerin ölümüne neden olan gerek ABD ve Irak ordusuna yönelik gerçekleştirilen şiddet eylemleri 2005’teki seviyeye geriledi. Güvenlik durumundaki iyileşmenin en açıkça gözlemlenebildiği yer ise daha önce direnişin merkezi olan Anbar vilayeti (Felluce, Ramadi, Hit gibi yerleşimleri barındıran) oldu. Bu vilayette saldırılar 2007 yılına kıyasla yüzde 90 azaldı. Ayrıca, Irak’ın en sorunlu bölgelerinden birisi olan başkent Bağdat’taki saldırılarda yüzde 45 azalma meydana geldi. Ancak, güvenlik durumundaki iyileşmenin ülkenin tamamına yayıldığını söylemek doğru değildir. Musul, Diyala ve Basra’da çatışmalar ve genel güvenlik sorunu devam etmekte, hatta kötüleşmektedir. Anbar’dan çıkmak zorunda kalan bazı direnişçi gruplar ve Irak’taki El Kaidecilerin büyük bir kısmı faaliyetlerini Musul bölgesinde devam ettirmektedir. Buna ek olarak Musul bölgesinde Kürtler ile Araplar arasında çatışmalar yaşanmaktadır. Araplar, savaştan sonra Kürtlerin Musul’da elde ettikleri üstünlüğü onlardan geriye almaya çalışmakta, Kürtler için stratejik öneme haiz Sincar ve Telafer (tam anlamıyla bir Türkmen yerleşimi olmasına rağmen bulunduğu güzergâh Kürtler için önem taşımaktadır) gibi yerleşim birimleriyle Musul’un kuzeyindeki bazı alanlarda ciddi bir güç mücadelesi meydana gelmektedir. Irak ordusu ve ABD askerlerinin Musul’da yapmış olduğu büyük çaplı operasyonlar ise olayları sona erdirebilmiş ya da azaltabilmiş değildir. Keza, Irak’ta direnişin ve şiddet olaylarının başladığı andan itibaren ülkenin en karmaşık bölgesinden birisi olan Diyala’da da şiddet olaylarında
azalma son derece sınırlıdır. Basra’da ise güvenlik durumunun kötüleşmesinin asıl nedeni Şii gruplar arasındaki güç mücadelesidir. 2007 yılı boyunca Irak’ın güneyindeki farklı kentlerde Muktada Sadr’a bağlı Mehdi Ordusu ile Irak İslami Yüksek Konseyi’nin silahlı kanadı olan (büyük ölçüde Irak ordusuna veya polis teşkilatına katılmış olmalarına rağmen faaliyetlerini sürdürüyor) Bedr Tugayları arasında irili ufaklı çatışmalar çıkmıştır. Ancak, 25 Mart 2008’de Basra’da başlayan operasyonun da gösterdiği gibi Şiiler arasındaki güç mücadelesi şiddetlenmektedir. Bu durum, bugüne kadar çok büyük şiddet olaylarının yaşanmadığı bazı güney vilayetlerinin çatışma sahası hâline gelebileceğinin işaretlerini vermektedir. Özetle, ancak yukarıda belirtilen üç bölge istisna tutulduğunda 2008 Mart ayı dışında şiddet olaylarının azaldığı söylenebilir. Belli bölgelerde şiddetin azalmasının nedenleri şu başlıklar altında toplanabilir:

• ABD’nin direnişçi gruplarla ilişki biçimini değiştirmesi

Saldırılardaki azalmanın muhtemelen en önemli nedeni ABD’nin Irak’ta şiddete başvuran gruplarla ilişki biçimini değiştirmesi olmuştur. İşgalin başlamasından sonra ABD ve Irak hükümeti tarafından dışlanan eski Baasçılar ve/veya Sünni Arap aşiretler Irak’taki direnişin belkemiğini oluşturmuştu. Bunlara ek olarak, Sünni Arapların çoğunlukta olduğu bölgelere ve Bağdat’a yerleşen yabancı savaşçılar şiddet olaylarının büyük bir kısmının asıl sorumlusuydu. Başlangıçta, bu gruplar arasında bir işbirliği bulunmasına rağmen 2005 sonlarından itibaren El Kaideci grupların faaliyetlerinin Sünni Araplara zarar vermesi nedeniyle aralarında sorunlar çıkmaya başlamıştı. ABD de bunu değerlendirmek için aşiretlerle diğer örgütlerin arasındaki farklılıkları kullanmaya girişti. ABD, daha önce de bazı Sünni Arap aşiretlere yakınlaşmaya çalışmasına rağmen, bunu büyük ölçüde başaramamıştı. Ancak, 2007 yılında ABD’nin özellikle Anbar vilayetindeki Sünni Arap aşiretleriyle iyi ilişkiler kurması, bunları maaşa bağlaması, silahlandırması ve çıkarılacak yeni yasalar ve hükümete yapacağı telkinlerle Irak siyasal sistemine dâhil edeceği vaatleri Uyanış Konseyi ve Endişeli Yerel Vatandaşlar (EYV) (diğer adıyla Irak’ın Oğulları) gibi hükümet safında yer alan silahlı grupların ortaya çıkmasına neden oldu. Uyanış Konseyi’nin gücü ve etkinliği sayesinde ABD Anbar vilayetindeki eylemleri büyük ölçüde azalttı. ABD, Bağdat’ta da çoğu eski direnişçi Sünni Araplardan oluşan EYV’den yararlandı. Benzer bir biçimde, ABD, Sadr ile olan ilişkisini de gözden geçirme yolunu seçti. Sadr’ın ateşkes ilan etmesi olayların azalmasında büyük bir rol oynadı. Bu durum, ABD açısından bir fırsat olarak kabul edildi. Hatta Mart ayının başlarına kadar bazı Amerikalı askeri yetkililerinin açıklamalarında Sadr’ın ateşkes ilan etmesi ve bunu sürdürmesinin makul bir politik yola geçme isteğinin göstergesi olarak gösterilmişti.

Öte yandan, ABD, Sünni Araplara yaptığı gibi Şii Arap aşiretlerle de işbirliği yapmaya başladı. Bunun sonucunda batıdaki Uyanış Konseyi uygulamasının bir benzerini güneydeki aşiretler arasında da başlattı.

• ABD’nin Irak’ta asker artırmasının operasyonel etkileri:

ABD’nin Irak’ta asker artırma yoluna gitmesi başta Başkent Bağdat olmak üzere bazı bölgeleri ele geçirmesini kolaylaştırmıştır. 2006 yılının sonlarında ABDli komutanların en çok şikâyet ettiği konulardan birisi Amerikan ordusunun Irak’ta yeterince muharip birliğinin olmadığı ve bu nedenle kalıcı ve sürekli operasyonlar yapamıyor olmalarıydı. 2006 Aralık ayında Bağdat’taki güvenlik operasyonlarını gerçekleştirebilen muharip Amerikan birliğinin sayısı 13 alay düzeyindeyken, 30.000 ek muharip birliğin gelmesiyle bu rakamın 25 alay seviyesine çıktığı belirtilmektedir.

ABD’nin başta Bağdat olmak üzere askeri operasyonlarını artırdığı ve Sadrcıların eylemlerini durdurması ve Irak’ın Oğulları’nın da desteğiyle birçok bölgeyi kontrol altına aldığı gözlemlenmektedir.

• İran’ın yapıcı tavrının etkileri:

Irak’taki çatışmaların azalmasının nedenlerinden birisi de İran’ın daha yapıcı bir tavır göstermeye başlamasıdır. ABD ile İran arasındaki tansiyonun düşmesine paralel olarak Irak’taki pek çok farklı siyasi grup üzerinde etkisi olan İran’ın ABD’yle doğrudan ve dolaylı olarak yaptığı görüşmeler sonucunda kendisine yakın grupları frenlemesi çatışmaların azalmasında önemli bir rol oynamıştır.

• El Kaide’nin gücündeki göreli azalma:

Irak’ta faaliyet gösteren El Kaide örgütü, lideri Ebu Musab El Zarkavi öldürüldükten sonra bir bocalama devri geçirse de ayakta kalmayı başarabilmişti. Ancak, özellikle faaliyet gösterdikleri ve saklandıkları Sünni Arap bölgelerindeki aşiretlerin onları istememesi aralarında önemli sorunlara neden oldu. Bu sorunların nedenler şöyle sıralanabilir: Sünni Arapların siyasi bir çözüm yolu bulma ihtiyacı ve El Kaide faaliyetlerinin bunu tıkaması; El Kaideci bazı grupların bir sözde İslam devleti ilan etmeleri, kendi bölgelerinde kendi koydukları kuralları uygulamaları ve geleneksel liderliği dışlamaları ve eylemlerinin aşırı şiddet yüklü biçimlerinin Araplar arasında yarattığı rahatsızlıklar. Ancak, bu durum El Kaide’nin Irak’tan tam anlamıyla çıkarıldığı anlamına da gelmemektedir.

• Göç ve yer değiştirmelerin doğal sonucu:

Irak’ta savaşın başlamasından bu yana en az 2,4 milyon kişi ülke içinde, 2,5 milyon kişi ise Irak’tan başka bir ülkeye gitmek suretiyle yaşadıkları yeri terk
etti. Bu göçler çoğunlukla farklı etnik ve mezhep gruplarının bir arada yaşadığı bölgelerdeki kişilerin, güvenli yerlerde yaşayan akrabalarının ya da kendileriyle aynı etnik ve mezhepsel gruptan insanların yanına taşınması şeklinde oldu. Özellikle Sünni-Şii çatışmasının en yoğun olduğu dönemlerde meydana
gelen olaylar sonucunda her iki topluluk da kendi yaşadıkları alanları bırakıp etnik ve mezhepsel olarak daha homojen bölgelere taşınmayı tercih ettiler. Bu durum çatışma alanlarının sayısının da azalmasını beraberinde getirdi. Özetle, Irak’taki genel güvenlik durumu 2007 yılında yaşanan gelişmeler sonucunda bazı bölgelerde 2008 başı itibarıyla iyileşmiş gibi görünmektedir. En azından Sünni-Şii iç savaşının düzeyi düşmüş ve saldırılarda azalma meydana gelmiştir. Fakat bazı nedenlerle bu iyileşmenin geçici ve yapay bir görüntü olduğu söylenebilir: Nitekim Mart 2008’in sonlarından itibaren güvenlik durumunun yeniden bozulduğu bu eğilimin Nisan ayında da sürdüğü görülmektedir. İyileşmenin geçici ve yapay olduğunu düşündürten nedenler şöyle sıralanabilir:

• Sünni ve Şii Araplar arasındaki çatışmaların azalmasının ne kadar süreceği belli değildir. Çatışmanın merkezinin Bağdat olması bu şehirdeki mezhepsel kompozisyonun değişmesine ve bu nedenle çatışan taraflar arasındaki irtibatın kısmen azalmasına neden olmuştur. Ancak, Bağdat, Diyala, Hille ve Basra gibi şehirlerde hâlâ birlikte yaşayan önemli bir Sünni-Şii kitlesi bulunmaktadır. Ayrıca, ABD ile işbirliği yapan Sünni aşiretler şu anda ABD ve Irak hükümetinden beklentileri olduğu için saldırılarını durdurmalarına rağmen hükümetten beklediklerini bulamamaları veya siyasal sistemde istediklerini elde edememeleri halinde, yeniden eski duruma dönme potansiyelini taşımaktadırlar. Sünni ve Şii Araplar arasında Irak’taki çatışmayı ortaya çıkaran asıl sorun iktidarı ele geçirmektir. Çatışmanın asıl unsuru olan bu dinamik ortadan kalkmamıştır. Öte yandan, Uyanış Konseyi gibi oluşumlar iki tarafı keskin bir ABD’nin Irak’ı işgali, bölge ülkeleri üzerinde derin etkiler yarattı.

25 Mart 2008’de Basra’da başlayan operasyonun da gösterdiği gibi Şiiler arasındaki güç mücadelesi şiddetlenmektedir. Bu durum, bugüne kadar çok büyük şiddet olaylarının yaşanmadığı bazı güney vilayetlerinin çatışma sahası hâline gelebileceğinin işaretlerini vermektedir.

ABD’nin silahlandırarak ve maaşa bağlayarak sisteme entegre etmeye çalıştığı bu grupların nihayetinde Irak hükümetinde ve devletin önemli kurumlarında önemli roller üstlenmek gibi bir amacı bulunmaktadır. Çünkü bu tür yapıların çok uzun süreden beri kendilerini korumak için izlediği yolların başında “devlet” ile iyi ilişkiler kurmak ve bunun sağladığı “nimetler”den yararlanmak gelmektedir. Bu durum sadece Baas döneminde değil, Irak devletinin kuruluşundan hatta Osmanlı İmparatorluğu’ndan önceki döneme kadar dayanmaktadır. Bu nedenle bugün El Kaide’nin Anbar ve civarında etkisizleştirilmesini sağlayan bu oluşumların sistemden, çoğunluğunu Şii Arapların ve Kürtlerin oluşturduğu hükümet tarafından dışlanması çatışmaların yeniden başlamasına neden olabilir. Dahası, bu sefer Amerikan silahlarıyla donanmış olan Sünni Arap aşiretlerini kontrol etmek geçmiştekinden çok daha zor olacaktır.

• ABD’nin güvenliği sağlamak için yerel gruplarla işbirliği yapması bazı iyileşmeler yaşanmasına neden olmuş olabilir. Ancak, bu sürecin ne kadar sürdürülebileceği ciddi bir sorundur. ABD sadece Sünni Araplarla değil diğer yerel güçlerle de işbirliği yapmaktadır. Güneydeki bazı Şii aşiretlerinin de benzer biçimde silahlandırıldığı görülmektedir. Bu durum yerel bazı bölgelerde ilerleme sağlamasına neden olurken genel olarak sorunların çözülmesine değil ötelenmesine neden olmaktadır. Güvenlik durumundaki göreli iyileşmeye ulusal çapta bir siyasi uzlaşının eşlik etmemesi, siyaseten birbirinden kopuk güvenli bölgelerin oluşmasına ve bunların yerel gruplar için kurtarılmış bölgelere dönüşmesine neden olabilir. Bu durum, pek çok yerel önder tarafından bir fırsat olarak da görülebilir. Yani, ülke çapında genel bir siyasi uzlaşının sağlanmasından ziyade hükümetle farklı düzeyde çıkar pazarlığına girişecek yeni güç odakları ortaya çıkabilir. Bu durum, Irak’ta zaten son derece yavaş ve güç işleyen ulusal uzlaşma sürecinin işlevini yitirmesine neden olabilir. Aslında, Irak’taki sorunları güçlü bir merkezi otorite oluşturamaması nedeniyle yerelden ulusala (diğer bir tabirle aşağıdan yukarı/bottom up) çözme yaklaşımı, ABD’nin Irak’ın siyasetinin ademi merkezileştiğini kabul ettiğini; kendi bölgelerini kontrol eden ve ABD’yle işbirliği yapan gruplarla birlikte hareket ederek istikrarı sağlamaya çalıştığını göstermektedir. Bu sürecin doğal sonucu ise Irak’ta merkez kaç eğilimlerin artması ve ülkenin siyasi bütünlüğünün sağlanmasının iyice güçleşmesidir.
 
– ABD’nin taktik değişikliğiyle birlikte 2007 tarihinden itibaren Irak’taki şiddet olaylarında göreli bir azalma meydana gelmeye başladı. Gerek sivillerin ölümüne neden olan gerek ABD ve Irak ordusuna yönelik gerçekleştirilen şiddet eylemleri 2005’teki seviyeye geriledi.

• Irak’ta merkezî hükümetin güçlü ve kendi sorunlarını çözebilecek bir güvenlik gücü kurulmadığı gözlemlenmektedir. Basra’daki son olaylar sırasında çok sayıda askerin emirleri dinlememesi ve Irak ordusunun uzun bir hazırlık evresine rağmen Basra’da hedeflediği başarıya ulaşamaması bunu bir kez daha ortaya koymuştur. Ayrıca, asker ve polis gücü mensuplarının birtakım gruplara ve değerlere sadakat duymaya devam etmesi, güvenlik kurumlarını ulusal kurumlar olmaktan çıkarmaktadır. Bu nedenle, Irak ordusunun gerek teknik kapasitesinin yetersizliği gerek ulusal bir güç haline gelememesi, güvenlik operasyonlarının sürmesini Amerikan ordusunun varlığına bağımlı hale getirmektedir. Yani, Amerikan askeri desteği olmadan Irak hükümetinin askerî gücü, diğer gruplar üzerinde caydırıcı bir etki yaratmayacaktır. Bu durum, ABD’nin asker seviyesini azaltmasına engel olmaktadır. Ancak, öte yandan gerek Amerikan kamuoyu, gerek Iraklılar gerek bölge ülkeleri artık işgal sürecinin sona ermesini istemektedir. Bu durum, pek çok aktörün, Amerikan askeri varlığının sona ermesi isteği ile bu isteğin pratik sonuçları arasında kalmasına neden olmaktadır. Görülen o ki; daha önce pek çok benzer örnekte de kanıtlandığı gibi askeri güç barış yapılması için uygun koşulları hazırlayabilmekte ama barışın yapılmasını ya da korunmasını sağlayamamaktadır. Bu nedenle, Irak’ın kalıcı bir istikrara kavuşabilmesi için siyasi alanda genel bir uzlaşıya gitmesi şart görünmektedir.

Siyasi Boyut

Irak’ta işgalden sonra Şii Araplar, Kürtler ve ABD’nin desteklediği dışarıda örgütlenmiş muhaliflere dayalı bir siyasal yapı gelişmiştir. Bir süre sonra dışarıda örgütlenen grupların büyük bir kısmı gücünü yitirmiştir. Sünni Arapların büyük bir kısmının 2005’teki genel ve yerel seçimleri boykot etmesi, bu grubu yerel yönetimlerde ve merkezi hükümette etkisiz kılmıştır. Bazı Sünni Arap oluşumları meclise girse de, bunların Sünni Arapların ne kadarını temsil ettiği tartışmalıdır. Sünni Araplar arasındaki siyasal parçalanmışlık Uyanış Konseyi ve Irak’ın Oğulları’nın da devreye girmesiyle bugün de devam etmekte, hatta derinleşmektedir. Diğer yandan, 2005’te birleşik bir tavır takınarak seçimlere ortak listeyle giren Şii partiler arasındaki siyasal ayrışma büyümektedir. Özellikle güney vilayetlerinde bu ayrılık büyük boyutlara ulaşmıştır. Belki de Dava Partisi ve Irak Devrim Yüksek Konseyi için öncelikli tehdit Sünni Araplardan değil, Muktada Sadr’dan gelmeye başlamıştır. Ülkenin en sakin bölgeleri arasında bilinen Amara, Zikar ve Basra gibi şehirlerde Şii gruplar arasındaki güç mücadelesi sokak çatışmalarına dönüşmüştür. Buna karşılık Iraklı Kürt gruplar aralarındaki sorunlara rağmen ittifaklarını sürdürmektedirler. Irak’ta istikrarın sağlanması için ana unsur olarak görülen siyasal uzlaşma, Sünni Arapların sisteme daha fazla entegre edilmesine ve Şii Araplar ile Kürtlerin elinde toplanan yerel ve merkezi güçlerin yeniden dağıtımına dayanmaktadır. Bu durum, dört alanda siyasal çatışma yaratmaktadır:

• Sünni Araplarla Şii Araplar arasında: Baasçıların sisteme dönüşü, Sünni Arapların mecliste hakça temsil edilmesi, ordu ve polis teşkilatları başta olmak üzere kamu kurum ve kuruluşlarına Sünni Arapların katılımının sağlanması, bakanlıkların yeniden dağıtımı.

• Sünni Araplarla Kürtler arasında: Musul’da iktidarın Kürtlerden alınması, Kerkük’ün Kürt yönetimine dâhil edilmesi, Kerkük’te Saddam döneminde yerleştirilen Arapların şehirden çıkarılmasının engellenmesi ve olası bir federal yapıda bölgedeki petrolün kontrolü.

• Şii Araplar ile Kürtler arasında: Merkezi hükümet ile bölgesel hükümet arasındaki ilişkilerin sınırlarının çizilmesi, peşmergelerin statüsü, petrol yasasının çıkarılması, Kürtler ile bazı Sünni Araplar arasında Şiilerin aşırı güçlenmesine karşı yapılan ittifak.

• Sünni Araplar, Kürtler ve Şii Arapların her birinin kendi aralarında: Sünni Araplar arasında kimin gerçek temsilci olduğu, Şii Araplar arasında Sadr, Fazilet ve Devrim Yüksek Konseyi’nin güney vilayetlerindeki güç mücadelesi ve Kürtler arasında başbakanlık ve bölgesel yönetimin işleyişi konusundaki sorunlar. Aslında yukarıda adı geçen gruplar arasındaki çatışmalar hükümetin içinde de cereyan etmektedir. Çünkü bu grupların büyük bir kısmı Irak hükümetinin birer üyesidir. Kendisini oluşturan gruplar arasında dahi temel çelişkileri barındıran Irak hükümetinin zayıf ve bölünmüş bir konumda olduğu söylenebilir. Ayrıca, ne hükümeti oluşturan partilerin ne de siyasi liderlerin birbirlerine güven duymadıkları görülmektedir. Sünni Arapların ve Sadrcıların çekilmesiyle hükümette oluşan boşluk hâlâ doldurulmuş değildir. Bunun da ötesinde ülkedeki siyasi gelişmeleri tıkayan beş temel uzlaşmazlık olduğu söylenebilir: Federal yönetim ile bölgeler arasındaki ilişkilerin belirlenmesi, petrol gelirlerinin paylaşımı, siyasal alandan dışlanmışların yeniden kazanılmasının sağlanması, milislerin silahsızlanması ve dağıtılması, Kerkük’ün durumu.

– ABD ve Irak hükümeti tarafından dışlanan Sünni Arap aşiretler Irak’taki direnişin belkemiğini oluşturdu.

Bu sorunlar çerçevesinde en önemli konuları ele alması gereken Anayasa Tadilat Komitesi aylardır çalışamamaktadır. Öte yandan, siyasi uzlaşı sağlanabilmesi için önemli konu başlıklarından olan Baas’tan Arındırma Yasası’nda düzeltme yapılması, yerel seçimlerin yapılması ve vilayetlerin yetkilerinin belirlenmesi ve eski direnişçiler için af yasası gibi konularda ilerleme sağlanmıştır. Ancak, Baas’tan arındırma ve vilayetlerin yetkilerine ilişkin yasaların başarılı olup olmayacağı bu yasaların uygulanmasına bağlıdır. Asıl siyasi meselelerde ise ne bir iyileşme ne de uzlaşma sinyali görünmektedir.

Yani Irak rejiminin niteliği, merkezle bölgeler arasındaki ilişkiler, petrol gelirlerinin paylaşımındaki ölçütlerin belirlenmesi, milislerin dağıtılması ve silahsızlandırılması gibi konularda uzlaşma sağlayıcı bir ilerleme sağlanamamıştır. Hatta, Maliki hükümeti ile Kuzey Irak’taki bölgesel hükümet arasında varılan anlaşma bu konuyu daha da zora sokacak gibi görünmektedir. Henüz meclis tarafından onaylanmamış olan peşmergelerin varlığını sürdürmesini ve petrol yasasının hazırlanan ilk taslağının kabul edilmesini içeren anlaşma diğer gruplarda rahatsızlık yaratmaktadır. Çünkü, hükümetin içindeki iki grup kendi aralarında petrol ve milisler konusunda anlaşmaya varırken Sadrcılara milisleri dağıtması konusunda baskı yapmakta, Sünni Arap milislerin ise sisteme entegre olmasına direnmektedir. Bu durum kısa ve orta vadede çatışmaların artmasına neden olabilir.

Irak’ın son beş yıllık iç politik hayatı, kalıcı bir istikrar sağlayabilmek için önce askeri sonra siyasi çözüm, ya da önce bir sorunun sonra diğer sorunun çözülmesi yaklaşımının işe yaramadığını göstermektedir. Yukarıda aktarılan sorunlar çoğu örnekte iç içe geçmiş durumdadır. Yani aynı güvenlik sorununun  çözümünde olduğu gibi adım adım ilerlemenin işe yaramadığı Iraklı gruplar arasında genel bir anlayış birliği ve siyasal uzlaşma yaratılmadan ilerleme sağlanamayacağı görülmektedir. Bu nedenle, çoğu kez anlaşma havası doğsa da bunun bir yanılsama olduğu yani aslında grupların siyasi konularda uzlaşmadığı sadece ABD ile iyi geçinmek adına bazı sorunları ötelediği görülmektedir. Bu çerçevede Irak’ın iç politikasını etkileyecek dört siyasi sorunun kısa vadede ön plana çıkması beklenmelidir: Kerkük, petrol yasası, anayasa tadilat komisyonunun faaliyetleri ve yerel seçimler. Bilindiği gibi, Irak Anayasası’nın Kerkük’ü de ilgilendiren 140. maddesindeki hükümlerin uygulanması altı ay için teknik nedenlerle ertelenmişti. Bu ertelemenin süresi mayıs ayında dolacaktır. Ancak, ertelemeye neden olan teknik nedenlerin hiçbirisi giderilmiş değildir. Ayrıca BM’nin de devreye girmesiyle Iraklı Kürtlerin 140. maddenin uygulanması konusundaki ısrarlarına rağmen sahada meydana gelen gelişmeler Kerkük’te ibrenin bir referandumdan ziyade bir siyasi anlaşmaya varılmasına doğru döndüğünü göstermektedir. Ancak, KDP ve KYB’nin bu konuda net ve kesin bir tavır geliştirmesi Kerkük’teki iddialarından vazgeçmesi kısa vadede pek olası görünmemektedir. Bu durum, Kerkük’te Türkmenler ve Araplar ile Kürtler arasındaki anlaşmazlıkların yakın dönemde artmasına neden olabilecektir. Benzer bir biçimde kısa vadede sorun yaratacak hususlardan bir diğeri de petrol yasasıdır. Bu, 4 yasadan oluşan bir pakettir. Paketin en önemli yasası bir çerçeve yasadır. Ancak, Irak petrol yasası içinde en çok ön plana çıkan husus, bölgesel hükümetlerin merkezi hükümetin onayını almaksızın petrol anlaşmaları imzalamalarının önüne geçilmesidir. Irak anayasasında, bölgesel hükümetler ile merkezî hükümet arasındaki yetkileri düzenleyen kısımdaki boşluklardan yararlanmak isteyen Kuzey Irak’taki yönetim ile Irak merkezî hükümeti arasındaki bu sorun çözülmüş değildir. Hatta Irak merkezî hükümeti kendi onayı olmaksızın bölgesel hükümetlerle ilişkiye giren şirketleri ve onların ülkelerini cezalandırma yoluna gideceğini ilan etmiştir. Bununla birlikte, merkezi hükümetin başbakanı Maliki ile Kürt bölgesinin başbakanı Neçirvan Barzani arasında varıldığı söylenen uzlaşma petrol konusunda sadece hükümetteki Şii Arapları ve Kürtleri tatmin edecek bir sonuç da üretebilir. Petrol yasasının ikinci kısmı ise gelirlerin paylaşılmasına ilişkindir. Şu ana kadar bir yasa çıkarılmadığı için her vilayete eşit pay verilmektedir. Ancak, bu olgunun önümüzdeki yıl yeniden gözden geçirilmesi yeni sorunlar yaratabilecektir. Üçüncü önemli siyasi tartışma, anayasadaki bazı maddelerin değiştirilmesiyle ilgilidir. Anayasada değişiklik yapılması için komiteler oluşturulmuş olmasına rağmen bu komitelerin tam anlamıyla işlediği söylenemez. Özellikle, bölgesel hükümetler ve merkezî hükümet arasındaki ilişkilerin belirlenmesi ve Irak’ta federalizmin sınırlarının çizilmesi ve tanımının yapılması için yürütülen faaliyetlerde ilerleme sağlanamaması ülkedeki siyasi açmazın devamına neden olmaktadır. Dördüncü sorun ise yerel seçimler çerçevesinde ortaya çıkacak olan yerel yetki devridir. ABD’nin büyük ölçüde sistemden dışlanmış Sünni Arapların kendi bölgelerinde kontrolü eline almaları için gerçekleştirmek istediği yerel seçimlerin etkileri güneye de erişecektir. Şu anda birçok bölgeyi kontrol altında tutan Irak İslami Yüksek Konseyi’nin Sadr hareketinden çekindiği bilinmektedir. Gerçek anlamda bir seçim meydana gelebilirse bunun sonucunda Sadr’ın başarı olasılığı yüksektir. Bu durum ise Şiiler arasındaki güç mücadelesinin yeniden şiddetlenmesine ve güneyde yeni çatışma sahalarının ortaya çıkmasına neden olabilecektir.

Irak’taki Gelişmelerin Bölgesel Yansımaları ve Türkiye İçin İzleme Kriterleri

Irak işgalden sonra Türkiye için en önemli güvenlik sorunu yaratan ülke hâline gelmiştir. Özellikle, PKK terör örgütünün Kuzey Irak’ta daha rahat üslenmesi, hareket sahası bulması ve Irak’taki sorumlu makamların PKK’ya karşı tedbir almaması/alamaması güvenlik tehdidini artırmaktadır. Ayrıca, Irak’ın toprak bütünlüğünün tehlikeye düşmesi ve ülkenin parçalanma riskinin artması Türkiye’nin uzun süredir inşa ettiği denge politikasına zarar vermektedir. Irak’ın parçalanması Türkiye ve bölge açısından mülteci krizi yaratması, terör örgütlerine üslenme olanağı sağlaması, bölge ülkelerinin dâhil olabileceği bir savaşa neden olabilecek etnik ve mezhepsel savaşa yol açması, küresel enerji fiyatlarında yaratabileceği büyük dalgalanmalar nedeniyle önemlidir. Bu nedenle çalışmamızın sonunda, olası gelişmelerin değerlendirilmesinde istifade edilebilecek denetim kriterleri oluşturmanın yararlı olacağı düşülmüştür. Buradaki maddelerin bir kısmı zaten Türkiye’deki Irak tartışmalarının merkezini oluşturmaktadır. Ancak, özellikle bölgesel dinamikler ve Irak iç politikasının genellikle ihmal edildiği söylenebilir.

1. ABD’nin Irak’tan çekilmesi tartışması:

Hâlihazırda ABD’nin önünde 3 ana yol görünmektedir:

a) Mevcut politikanın devamı. b) Azaltılmış ve koşullu destek. c) Hiçbir koşula bağlı olmadan yakın zamanda tamamen asker çekilmesi. Her bir olasılığın Türkiye için farklı emareleri olabilir. Özellikle, üçüncü olasılık kısa vadede Irak’ta büyük bir kaosun doğmasına giden kestirme yol gibi görünmektedir. Ancak, diğer seçeneklerin gerçekleşmesi hâlinde de Irak’ta durumun iyileşeceğinin garantisi yoktur.

2. ABD ile Iraklı Kürtler arasındaki ilişkiler:

ABD’nin Iraklı Kürtlere verdiği destek devam etmektedir. Ancak, bu desteğin 2003-2006 yılları arasındaki döneme benzediğini söylemek zordur. Kürtlerin yönetimdeki rolü, petrol yasasına bakışları ve Kerkük konusundaki tutumları ABD’den tam olarak destek görmemektedir. ABD’nin özellikle Kerkük konusundaki ve 2009 seçilecek yeni Irak cumhurbaşkanının kim olacağına ilişkin yaklaşımı önemli görünmektedir.

3. Iraklı siyasi grupların Kerkük konusundaki yönelimleri ve çözüm önerileri, bunların birbiriyle örtüşen ve çelişen yanları ve Türkiye’nin pozisyonlarına uygunluğu. Irak’taki sorunlu bölgeler için BM’nin atadığı özel temsilci çalışmalarını sürdürmektedir. Temsilcinin çalışmasını Temmuz ayında bir rapora dönüştürmesi ve Kerkük’teki soruna bu çerçevede bir çözüm bulunması ileri sürülebilir.

4. Bölgesel girişimlerin doğası ve etkinliği:

Türkiye’nin en çok üzerinde durduğu çözüm biçimi olmasına rağmen bölge ülkelerinin Irak konusundaki yaklaşımı birbirlerininkinden ve Türkiye’ninkinden farklıdır. Irak konusunda diplomatik çözüm arayışları kendi başına bir anlam ifade etmemektedir. Irak’a komşu ülkeler toplantılarının sonuçları sınırlı olmuştur. Bunun en önemli nedeni, Arap ülkelerinin çoğunun Irak’taki iç gelişmeleri kendileri ile İran arasındaki bir güç mücadelesinin yansıması olarak görmesi ve Irak hükümetine İran’la ilişkileri nedeniyle soğuk yaklaşmasıdır.

5. Irak hükümeti, meclisi veya Iraklı siyasi partiler arasındaki ilişkiler: Bu sorun, muhtemelen Irak’ın geleceğini belirleyecek olan temel faktördür. Bu nedenle, Türkiye’nin bu gruplar arasındaki ilişkilerin siyasal uzlaşma zemininde sağlanması için özel bir önem göstermesi yararlı olabilir. Bu çerçevede yakın dönemde dikkat edilmesi gereken konular şunlardır:

• Irak hükümeti, kritik konularda meclisi, hükümeti ve komisyonları işletebiliyor mu? Siyasal sorunlar çözüme bağlanabilecek mi?

• Yerel seçimler istikrarı artıracak mı yoksa yerel çatışmaları körükleyecek mi?

• Kürtler ile Şii Araplar arasında Kerkük, milisler ve petrolün geleceğine ilişkin varılan uzlaşma Irak’ta parçalanmayı hızlandıracak bir sürece dönüşebilir mi? Yoksa, tersi mi geçerlidir?

• Şii Araplar arasındaki güç mücadelesi (Muktada Sadr ile hükümette olanlar arasında) güneyde yeni bir istikrarsızlığı körükleyebilir mi? Bunun Irak’ın toprak bütünlüğü ve siyasi birliğine etkisi ne olabilir?

• ABD’nin silahlandırdığı Sünni Araplar, yeniden çatışma çıkaracak bir aktöre dönüşebilir mi?

• Türkiye, Irak’ta iç güvenliği sağlayacak olan teşkilatlara ne gibi bir katkıda bulunulabilir? Bu katkı, Irak ordusunun ulusal çapta yeniden örgütlenmesinde ne ölçüde rol oynayabilir?

• Irak’ta iç çatışmaların yeniden tırmanması olasılığı nedir? Bu faktör Irak’ta parçalanmayı yeniden körükleyebilir mi? 2006’daki parçalanma senaryosunun güçlü olduğu dönemden ne kadar uzaklaştık, nasıl ve hangi koşullarda geri dönülebilir? Çatışmaların yeniden artması Irak’ın parçalanmasını çabuklaştırır mı?

• ABD ile İran arasındaki ilişkilerdeki genel eğilim nedir? ABD’nin İran’a saldırı olasılığının sürmesi Irak’taki gelişmeleri ne kadar etkilemektedir?

• Türkmenler için yeniden yapılanması ihtiyacı var mıdır, Irak siyasetinde önemli bir aktör hâline gelebilmeleri için nasıl bir dönüşüm sağlanmalıdır?

BM’nin de devreye girmesiyle Iraklı Kürtlerin 140. maddenin uygulanması konusundaki ısrarlarına rağmen sahada meydana gelen gelişmeler Kerkük’te ibrenin bir referandumdan ziyade bir siyasi anlaşmaya varılmasına doğru döndüğünü göstermektedir.
 

Örneğin, 2005 yılı sonunda yapılan seçimlerde Sünni Arapların yaşadığı birçok bölgede, seçime katılanlara yönelik saldırılara karşı güvenliği sağlamayı yine yerel Sünni Arap örgütleri taahhüt etmişti.

Bu iki grup genellikle bir arada anılmasına rağmen aslında birbirine paralel iki farklı uygulamanın birer parçasıdırlar. Uyanış Konseyi başta Anbar olmak üzere büyük bir çoğunluğu önde gelen Sünni Arap aşiretleri ile ABD arasındaki anlaşmanın bir ürünüyken, Endişeli Yerel Vatandaşlar adı verilen organizasyon daha çok başta Bağdat olmak üzere şehirlerdeki direniş komitelerinden oluşmaktadır. İki grup arasında işgale karşı direniş noktasında bir ortaklık bulunmasına rağmen ideoloji, örgütlenme, liderlik ve siyasi vizyon olarak bir birliktelik bulunmamaktadır.

DoD News Briefing with Lt. Gen. Odierno from the Pentagon Briefing Room, 4 Mart 2008, Raymond T Odierno,
The Surge in Iraq: One Year Later, 3 Mart 2008,
The Iraqi Displacement Crisis , 3 Mart 2008,


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir