YİNE, YENİ, YENİDEN KIBRIS

YİNE, YENİ, YENİDEN KIBRIS - akdag dan kuzey kibris aciklamasi soz konusu degi 3123662

 

YİNE, YENİ, YENİDEN KIBRIS - akdag dan kuzey kibris aciklamasi soz konusu degi 3123662

YİNE, YENİ, YENİDEN KIBRIS

HÜSEYİN MÜMTAZ

BM gözetimindeki görüşmeler bilmem kaçıncı kere başarısızlıkla sonuçlandı ama bu sefer ilk defa Türk tarafında alternatif çıkış modelleri, yüksek sesle tartışılmaya başlandı.
Önce Akıncı İstanbul’da; “Türkiye’nin 82. vilayeti olmak da istemeyiz. Bunu samimi olarak söylüyorum, halkımız bu tercihte değil. Türkiye’nin de 82. vilayete ihtiyacı yok” dedi.
Arkadan Ertuğruloğlu 9 şiddetinde deprem ve tsunami yaratan önerisini, dünyanın gözü önünde Newyork’da sundu; “Artık uluslararası tanınma için çalışmaya başlamanın zamanı geldi. Bugüne kadar bundan imtina ettik. Ancak artık KKTC’ye uluslararası tanıma için uğraşabiliriz. Önümüzdeki ikinci bir seçenek ise özerk bir Cumhuriyet. Fransa- Monako ya da İngiltere-Cebelitarık modeli gibi bir yapı. Yani dışişleri ve savunma alanlarındaki yetkilerimizi Türkiye’ye devredip gerisini kendi içimizde yönettiğimiz bir cumhuriyet. Henüz hangi yolu seçeceğimize karar vermedik. Ankara ile birlikte oturup karar vereceğiz” dedi.
Üçüncü açıklama, Ertuğruloğlu’nun çıkışıyla ilgili olarak ve “bir soru üzerine” “yeni” Kıbrıs Bakanı Akdağ’dan geldi; “ ‘Böyle bir şey olabilir’ diye bir beyan. Bir fikir olarak açıklandı. Bu fikir ve benzeri fikirler çerçevesinde Türkiye ile KKTC oturacak, bir siyasi çözüme artık karar verecek” dedi.
Bu açıklamanın altında imzası olan muhabir ise bir algılama harikası yaratarak “tecüme”yi; “KKTC’nin Türkiye’ye ‘bağlanma’ isteği masada” diye yaptı.
Akdağ’ın söylediklerini sonuna kadar okuyorsunuz, “bağlanma” ile ilgili tek kelâm yok.
Kafalar karışık…
Sırayla gidelim.
Akıncı’nın “82’inci Vilayet” çıkışından sonra yaklaşımını doğru bularak şöyle yazmıştık;
“Sarı/Sarhoş Selim zamanında, şimdiki Kıbrıs Türklerinin ataları olan ve Yavuz Selim’den beri Osmanlı ile pek anlaşamayan Alevi/Bektaşi Yörük ve Türkmen’leri; padişahın mecburî göç/mecburî iskân fermanı ve “geri dönenin boynu vurula” talimatıyla Ada’ya süren biz değil miydik?
1877/78’de gene kendilerine hiç bir şey sormadan Padişahımız efendimiz azametli, fehametli Sultan Abdülhamit Han Hazretleri İngiliz’e satmamış mıydı? (‘Kiraladı’ diyenlere inanmayın).
1923 Lozan’da, kendilerine sormadan tümden vaz geçmedik mi?
446 yıl sonra şimdi değişen nedir de vaz geçip geri istiyoruz?
1571’de sürülenler mi değişti, sürenler mi?”

ŞU “KIBRISLILAR”


Gerçekten ne değişmişti?
450 yıllık ayrılık, “sürenleri” mi değiştirip “sürülenlere” yakınlaştırmıştı; yoksa pişman olmuştu “sürenler” de geç kalmış bir özürü mü dile getiriyorlardı?
Yoksa “sürülenler” geçen 450 yıl içinde fikir, düşünce ve sosyal yaklaşımları/tepkilerinden geri adım mı atmışlardı?
40 yıllık meslek hayatımızda “vatanın” ve “mücavir alanının” çeşitli bölgelerinde aynı şevkle görev yaptık. Elbette her yer “vatan”dı ama Babaeski ile Ardahan yahut Burhaniye ile Beşikdüzü, Erfelek ile Mut “birbirinin kopyası” değillerdi; doğal olarak hepsi binlerce yıllık tarihin imbiğinden geçmiş sosyal ve meteorolojik farklı özellikler taşıyorlardı.
Çıldır’da 9 ay kıştı, Kıbrıs’ta 11 ay yaz.
Ardahan’da kış iftarı 16’da idi, Edirne’de yaz iftarı 21..
Erzurum’da Haziran geceleri kazak giyer içeri kaçarken; Malkara, Sinop’ta gece yarısı 1’de çay bahçelerinde boş yer yoktu, masaların dörtte üçünde sadece genç kızlar ikili-üçlü gruplar halinde oturuyorlardı.
Peki, bu her yeri farklı olan “bütün”den, kendi isteği dışında 450 yıl ayrı bırak(tır)ılmış Kıbrıs’ın “farklılığı” neden garip/acayip karşılanıyor?
(Burada bir parantez açalım mı?
Tesadüfün garip cilvesi aynı günlerde Londra’da “Kıbrıs Türkleri”nin “Birleşik Krallık’ta 100’üncü Yılı” kutlandı.
5 Kasım 1914, Birleşik Krallık’ın Bakanlar Kurulu kararı ile Osmanlıya savaş ve Kıbrıs’ı ilhak tarihidir. İngiltere bu kararı; Türkiye’nin kabul etmediği Sevr’in 115,116 ve 117’inci maddelerine bağlıyor. Ama 1923 Lozan’da madde 20 ve 21 ile bu ilhak tanınıyor.
27 Kasım 1917 de Britanya Krallık Emri ile de Kıbrıs Türkleri istedikleri yere; Türkiye, Avustralya yahut İngiltere’ye kitlesel olarak göç edebileceklerdi.
Böylelikle önce Antalya ve Mersin’e (1571’de geldikleri yer) sonra da İngiltere’ye yerleştiler.
Bu gün Toroslar’da 60 bin, İngiltere’de 300.000; 1917 göçmeni olduğu varsayılıyor)
*****
Sonra Ertuğruloğlu topa girdi.
Bütün kalbimle alkışlıyorum.
“Dışişleri ve savunma alanlarındaki yetkilerimizi Türkiye’ye devredip gerisini kendi içimizde yönettiğimiz bir cumhuriyet” dedi.
74’den beri zaten öyle değil mi?
Nesini acayip karşılıyorsunuz?
“İçerisini kendimiz yönettiğimiz bir cumhuriyet” saptaması da, 82’inci Vilayet olunmasını istemediğini göstermiyor mu?
İçeride “asimile” olmadan 450 yıllık kendi farklılıklarımızı/alışkanlıklarımızı/sosyal yapımızı yaşayalım; ama dışarıda Türkiye’ye “entegre” olalım, beraber hareket edelim.
Örnek; Monaco ve Cebelitarık…
Kim, neden itiraz ediyor?
Helen Cumhuriyeti’ne mi, Rum Cumhuriyeti’ne mi entegre olalım? Rumlar asimile mi etsin bizi?
Başka ne etsin?
Ertuğruloğlu’nun bu son derece akılcı önerisi kimin, neden acayibine gidiyor?
Kim lâfı nasıl/neresinden alıyor/anlıyor da “KKTC’nin Türkiye’ye ‘bağlanma’ isteği masada” diye saçma bir manşet atıyor?
Ertuğruloğlu’nun önerisi; 43 yıldır bitmek tükenmek bilmeyen ve artık iflâs eden görüşmelerden sonra dile getirilen en akılcı öneridir.
Ve bir (artı bir) ihtimal daha var;
İlki, Ertuğruloğlu’nun doğal olarak devamlı dirsek temasında olduğu Türkiye’nin yüksek yüksek tepelerinden esen rüzgârlardan etkilenen bulut formasyonlarını doğru okumadan bunu dillendirmiş olamayacağı;
Diğeri ise yine Ertuğruloğlu’nun, 2020 Cumhurbaşkanlığı seçimine göz kırptığı…
Ama, Demirel mi demişti; “Siyasette 24 saat çok uzun bir süredir” diye?
Ne olursa olsun Ertuğruloğlu taşı gediğine koymuş, şimdiye kadar dile getirilen en doğru/akılcı çözümü önermiştir.
Destekliyorum. 10 Ekim 2017


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir