ZOR ZAMAN

ABD kapitalizmi, Aralık 1991'de SSCB'nin dağılmasını sevinçle karşıladı. 
Hiçbir kapitalistin bu sonucu öngörmemiş olması, onun kaçınılmazlığını ilan etmelerini engellemedi.
20. yüzyılı kendi ortak kibirlerine uygun biçimde yorumlayan teoriler uydurdular.
Yanaşma akademisyenleriyle birlikte kapitalist egemenlerin kendi kendilerini kandıran budalalıkları, en mükemmel ifadesini Francis Fukuyama'nın "Tarihin Sonu" tezinde buldu...
 
*
Fukuyama, tarihin sonsuz kapitalist gidişatında Ekim Devrimi'nin tesadüfî bir sapma olduğunu iddia etti.
Ona göre insanlık, kapitalist ekonomi ve burjuva demokrasisi biçiminde, gelişmesinin en yüksek ve nihaî aşamasına ulaşmıştı.
SSCB'nin dağılmasından sonra dünya ekonomisinin yeniden sosyalist örgütlenmesi şöyle dursun, kapitalizme bir alternatif olabileceği düşüncesi bile söz konusu olamazdı...
Hele özgürlük ve demokrasi kuramlarına sahip olmayan İslamın alternatif bir yönetim şekli olması düşünülemezdi bile. 
İslam ne modernitenin bazı önemli değerlerini sağlayabilecek araçlara sahipti ne de liberal demokrasi ve kapitalizmle tanımlanan moderniteyle bağdaşabilirdi.
"Özgürlüğün geliştirilmesini için en elverişli sosyal ve siyasi sistem liberal demokrasidir ve ideolojier arasındaki mücadele de liberalizmin zaferiyle sonuçlanmıştır" diyordu...
 
*
Fukuyama'nın Tarihin Sonu'nu ilan etmesinden bu yana 25 yıl geçti.
Kapitalizm, dünyayı dilediğince yağmalamasına izin verilmesi durumunda neler yapabileceğini gösterme fırsatı elde etti.
Dünya nüfusunun çok küçük bir kesimi aşırı zenginleşti: Toplumsal eşitsizlik ve kitlesel yoksulluk her yanı sardı: Milyonlarca cana mal olan saldırı savaşları bitmek bilmiyor: Devletler baskı aygıtlarını durmaksızın güçlendiriyor: Demokratik yönetim biçimleri yıkılıyor: Cinayet ve işkence emperyalist dış politikanın temel araçları olarak kurumsallaşmıştır...
 
*
SSCB'nin çökmesinden kısa süre sonra tüm dünyanın köklü bir ekonomik, siyasi ve toplumsal kriz dönemine girmiş olduğunu inkâr etmek mümkün değildir.
Bir zaman önce ABD'yi burjuva demokrasisini ideali olarak yücelten Fukuyama, şimdi ABD'yi başarısız devlet olarak ilan ediyor.
"Amerikan siyasi sistemi çürümüştür. İyi örgütlenmiş seçkinler kendi çıkarlarını korumak için işlevsiz bir yönetim sisteminde veto gücüne dayanarak yönetiyorlar"diyor...
 
*
Halbuki ABD, SSCB'nin dağılmasından en fazla kendisinin yararlanacağının hayalindeydi.
Başkan I.Bush, ABD'nin tartışmasız egemen olacağı yeni dünya düzeninin doğuşunu ilan etmişti. ABD, rakipsiz askeri gücüyle tek kutuplu  dünyayı kendi çıkarları doğrultusunda yeniden yapılandıracaktı.
Yalnızca yeni bir Amerikan yüzyılı değil, Amerikan yüzyıllarının hayali besleniyordu...
 
*
Bugün bir III. Dünya Savaşı olasılığı sürekli tartışılıyor.
Dünyada çok sayıda bölgesel gerilim, büyük nükleer silahlı güçlerin giderek doğrudan ve açık çatışmasına doğru gelişiyor.
Kimin kiminle savaşacağını kesin olarak hiç kimse söyleyemiyor.
 
*
ABD önce Çin'e mi saldıracak; yoksa o çatışmanın, Rusya ile kozların paylaşılmasından sonraya mı ertelenmesi gerekiyor?
Jeopolitik ve ekonomik rekabetten kaynaklanan sürtüşme II. Dünya Savaşı sonrasının en sıkı müttefikleri arasındaki ittifakı bile aşındırıyor...
 
*
Fukuyama'nın, özgürlük ve demokrasi kuramlarına sahip olmadığı gerekçesiyle alternatif yönetim şekli olarak düşünmediği İslamcılık ise küresel İslam ümmeti yönetimi oluşturma yolunda  muazzam direnç gösteriyor...
 
*
Dış politikaları bağımsızlık, işgal durumunda Arap direnişlerinin desteklenmesi ve Filistin'in temel mesele olarak kabul edilmesi ilkesine dayanan Arap İslam ülkelerinin bu politikalarından vazgeçirmek üzere savaşa zorlanmasında;
ABD ve NATO'nun finanse ettiği, silahlandırdığı, eğittiği ve operasyonlara görevlendirdiği IŞİD, El Nusra gibi radikal örgütler ve gelecekteki çekirdek kadrolarının vekil güç olarak kullanıldığı Libya savaşından başlayarak Mısır, Yemen, Irak ve Suriye Vekâlet Savaşları'na,
İslamcı ve yeni Osmanlıcı Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan, Türkiye'yi de ortak etmişti.
 
*
Giderek vekil güçler kontrolden çıktı, "İslami Cihad" bütün dünyayı tehdit eder konuma geldi...
İslamcılık ideolojisi ve radikal terör örgütlerinin tasfiye edilmesi bütün dünyanın en önemli konusu haline oldu. 
O yüzden Mısır'da Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi ve Müslüman Kardeşler örgütünün Hürriyet ve Adalet Partisi iktidardan indirildiler.
O yüzden Türkiye'de kısa bir süre önce "Geniş kitleleri etkileyebilen cemaatin partilere siyasetleri bazında destek vermesi ve gerekirse bunu geri çekmesi toplumsal sigorta mekanizması gibi düşünülmelidir" iddiasında olan Fethullah Gülen ve cemaati tasfiye ediliyor...
 
*
Geriye İslamcılık İdeolojisi siyasi ayağının tasfiyesi kalmıştır.
Bu noktada NATO üyesi Türkiye; Suudi Arabistan'ın müttefiki: 2012'de Prens Bender bin Sultan'ın hastalığı:  Muhammed Mursi'nin devrilmesi: 2013-14 arasında Katar ve Suudi Arabistan arasında yaşanan ihtilaftan sonra "uluslararası cihatçılığın" patronudur.
 
*
Nitekim ABD; İslamcı Cihad İdeolojisinin tasfiye edilmesi yolunda, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı 2013'ten itibaren güven ortağı olarak kabul etmiyor.
Türkiye Kasım 2015'te, bir uçağını düşürerek Rusya'ya saldırmış ve Moskova ile diplomatik ilişkilerinin kesilmesine yol açmıştır.
Şimdi Erdoğan, Suriye'de yüz binlerce kişinin ölümüne mal olan savaşın herkes tarafından kabul edilen başarısızlığı karşısında müzakere başlatıyor ve işin içinden olabilecek en kârlı biçimde sıyrılmanın niyetini ortaya koyuyor.
Bu amaçla Moskova ile kopma noktasına gelen ilişkileri üstünkörü onarmış ve Washington'a karşı mesafeli davranıyor...
 
*
Bir taraftan da aslında İslamcı Ümmeti'nin Batı'ya karşı birlik, dirlik ve azmini parlatmak üzere,
Türkiye'de,"Egemenlik, kayıtsız ve koşulsuz ulusundur;kişiye devredilmez" ilkesini ayaklar altına alıyor.
"Türkiye'de Başkan, Ümmete Başkan" olmak için demokratik rejimin en önemli özelliği olan kuvvetler ayrılığını yok ederek parlamenter demokratik sistemi ortadan kaldırmayı test ediyor...
 
*
ABD Kapitalizminin SSCB'nin dağılmasına yönelik coşkulu tepkisi, tarihsel durumun feci şekilde yanlış okunmasını ifade ediyordu.
Bu yanlış hesap, birbiri ardına felaketlere yol açan Amerikan askeri operasyonlarının tüm dünyada tırmanmasına zemin oluşturdu.
11 Eylül 2001'den 15 yıl sonra, ABD'nin Suriye'deki rejim değişikliği operasyonunun bozguna uğramasıyla sonuçlanan düzmece terörle mücadelesi, Ortadoğu'yu kaosa sürüklemiştir...
 
*
Bugün bu kaosta; ABD'de gelen Trump yönetiminin amacı ve kadrosunun oligarşinin bir başkaldırısı karakterine mi sahip olacağı,
Yoksa krizlerin çözülmesi için hırsların değil ortak amaçların esas alınması ve iç savaşlara artık siyasal bir çözüm getirilmesi düşüncesini mi başarmaya çalışacağı şu dakikada bilinmiyor...
 
*
İkinci yoldan gidilirse; İtalyan Başbakanı Aldo Moro örneğinin bir kez daha yaşanacağını düşünmenin de bir mahzuru olmayacaktır.
26 Mart 1978'de Roma'nın en ünlü caddelerinden Fani'de, aniden, karşılıklı sokak arasından maskeli ve eli silahlı adamlar fırladı. 
Bir resmi otomobilin arkasındaki 2 eskort aracını çapraz ateşe aldılar.
Sonra hızla resmi otomobilde arka koltukta oturan dehşetten donakalmış, İtalya'nın eski başbakanı merkez sağ parti Hristiyan demokrat parti lideri Aldo Moro'ya yöneldiler ve onu ölümüne kaçırdılar.
Kızıl Tugaylar, CIA'nın kurduğu komünizm karşıtı aşırı sağcı bir örgüttü.
Moro, İtalyan komünist partiyle yakınlaşmış ve bu yakınlaşma NATO içindeki gladioyu harekete geçirmişti...
 
* En sonunda, insanın ayrılmaz parçası olan her şeyin alış-veriş ve pazarlık konusu olduğu zaman gelip çatmıştır.
Şimdi maddî  ya da manevî her şey, gerçek değerinin saptanması için pazara getiriliyor, evrensel ölçekli bir alış veriş döneminden geçiliyor.
Bu dönemin Deccal ve Yedüc-Mecüc taifeleri ortadadır ama daha çok mehdilere ihtiyaç bulunuyor...  
 
11.1.2017 - 161107120239 01 trump parry super 169
ABD kapitalizmi, Aralık 1991’de SSCB’nin dağılmasını sevinçle karşıladı. 
Hiçbir kapitalistin bu sonucu öngörmemiş olması, onun kaçınılmazlığını ilan etmelerini engellemedi.
20. yüzyılı kendi ortak kibirlerine uygun biçimde yorumlayan teoriler uydurdular.
Yanaşma akademisyenleriyle birlikte kapitalist egemenlerin kendi kendilerini kandıran budalalıkları, en mükemmel ifadesini Francis Fukuyama’nın “Tarihin Sonu” tezinde buldu…
 
*
Fukuyama, tarihin sonsuz kapitalist gidişatında Ekim Devrimi’nin tesadüfî bir sapma olduğunu iddia etti.
Ona göre insanlık, kapitalist ekonomi ve burjuva demokrasisi biçiminde, gelişmesinin en yüksek ve nihaî aşamasına ulaşmıştı.
SSCB’nin dağılmasından sonra dünya ekonomisinin yeniden sosyalist örgütlenmesi şöyle dursun, kapitalizme bir alternatif olabileceği düşüncesi bile söz konusu olamazdı…
Hele özgürlük ve demokrasi kuramlarına sahip olmayan İslamın alternatif bir yönetim şekli olması düşünülemezdi bile. 
İslam ne modernitenin bazı önemli değerlerini sağlayabilecek araçlara sahipti ne de liberal demokrasi ve kapitalizmle tanımlanan moderniteyle bağdaşabilirdi.
“Özgürlüğün geliştirilmesini için en elverişli sosyal ve siyasi sistem liberal demokrasidir ve ideolojier arasındaki mücadele de liberalizmin zaferiyle sonuçlanmıştır” diyordu…
 
*
Fukuyama’nın Tarihin Sonu’nu ilan etmesinden bu yana 25 yıl geçti.
Kapitalizm, dünyayı dilediğince yağmalamasına izin verilmesi durumunda neler yapabileceğini gösterme fırsatı elde etti.
Dünya nüfusunun çok küçük bir kesimi aşırı zenginleşti: Toplumsal eşitsizlik ve kitlesel yoksulluk her yanı sardı: Milyonlarca cana mal olan saldırı savaşları bitmek bilmiyor: Devletler baskı aygıtlarını durmaksızın güçlendiriyor: Demokratik yönetim biçimleri yıkılıyor: Cinayet ve işkence emperyalist dış politikanın temel araçları olarak kurumsallaşmıştır…
 
*
SSCB’nin çökmesinden kısa süre sonra tüm dünyanın köklü bir ekonomik, siyasi ve toplumsal kriz dönemine girmiş olduğunu inkâr etmek mümkün değildir.
Bir zaman önce ABD’yi burjuva demokrasisini ideali olarak yücelten Fukuyama, şimdi ABD’yi başarısız devlet olarak ilan ediyor.
“Amerikan siyasi sistemi çürümüştür. İyi örgütlenmiş seçkinler kendi çıkarlarını korumak için işlevsiz bir yönetim sisteminde veto gücüne dayanarak yönetiyorlar”diyor…
 
*
Halbuki ABD, SSCB’nin dağılmasından en fazla kendisinin yararlanacağının hayalindeydi.
Başkan I.Bush, ABD’nin tartışmasız egemen olacağı yeni dünya düzeninin doğuşunu ilan etmişti. ABD, rakipsiz askeri gücüyle tek kutuplu  dünyayı kendi çıkarları doğrultusunda yeniden yapılandıracaktı.
Yalnızca yeni bir Amerikan yüzyılı değil, Amerikan yüzyıllarının hayali besleniyordu…
 
*
Bugün bir III. Dünya Savaşı olasılığı sürekli tartışılıyor.
Dünyada çok sayıda bölgesel gerilim, büyük nükleer silahlı güçlerin giderek doğrudan ve açık çatışmasına doğru gelişiyor.
Kimin kiminle savaşacağını kesin olarak hiç kimse söyleyemiyor.
 
*
ABD önce Çin’e mi saldıracak; yoksa o çatışmanın, Rusya ile kozların paylaşılmasından sonraya mı ertelenmesi gerekiyor?
Jeopolitik ve ekonomik rekabetten kaynaklanan sürtüşme II. Dünya Savaşı sonrasının en sıkı müttefikleri arasındaki ittifakı bile aşındırıyor…
 
*
Fukuyama’nın, özgürlük ve demokrasi kuramlarına sahip olmadığı gerekçesiyle alternatif yönetim şekli olarak düşünmediği İslamcılık ise küresel İslam ümmeti yönetimi oluşturma yolunda  muazzam direnç gösteriyor…
 
*
Dış politikaları bağımsızlık, işgal durumunda Arap direnişlerinin desteklenmesi ve Filistin’in temel mesele olarak kabul edilmesi ilkesine dayanan Arap İslam ülkelerinin bu politikalarından vazgeçirmek üzere savaşa zorlanmasında;
ABD ve NATO’nun finanse ettiği, silahlandırdığı, eğittiği ve operasyonlara görevlendirdiği IŞİD, El Nusra gibi radikal örgütler ve gelecekteki çekirdek kadrolarının vekil güç olarak kullanıldığı Libya savaşından başlayarak Mısır, Yemen, Irak ve Suriye Vekâlet Savaşları’na,
İslamcı ve yeni Osmanlıcı Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan, Türkiye’yi de ortak etmişti.
 
*
Giderek vekil güçler kontrolden çıktı, “İslami Cihad” bütün dünyayı tehdit eder konuma geldi…
İslamcılık ideolojisi ve radikal terör örgütlerinin tasfiye edilmesi bütün dünyanın en önemli konusu haline oldu. 
O yüzden Mısır’da Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi ve Müslüman Kardeşler örgütünün Hürriyet ve Adalet Partisi iktidardan indirildiler.
O yüzden Türkiye’de kısa bir süre önce “Geniş kitleleri etkileyebilen cemaatin partilere siyasetleri bazında destek vermesi ve gerekirse bunu geri çekmesi toplumsal sigorta mekanizması gibi düşünülmelidir” iddiasında olan Fethullah Gülen ve cemaati tasfiye ediliyor…
 
*
Geriye İslamcılık İdeolojisi siyasi ayağının tasfiyesi kalmıştır.
Bu noktada NATO üyesi Türkiye; Suudi Arabistan’ın müttefiki: 2012’de Prens Bender bin Sultan’ın hastalığı:  Muhammed Mursi’nin devrilmesi: 2013-14 arasında Katar ve Suudi Arabistan arasında yaşanan ihtilaftan sonra “uluslararası cihatçılığın” patronudur.
 
*
Nitekim ABD; İslamcı Cihad İdeolojisinin tasfiye edilmesi yolunda, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı 2013’ten itibaren güven ortağı olarak kabul etmiyor.
Türkiye Kasım 2015’te, bir uçağını düşürerek Rusya’ya saldırmış ve Moskova ile diplomatik ilişkilerinin kesilmesine yol açmıştır.
Şimdi Erdoğan, Suriye’de yüz binlerce kişinin ölümüne mal olan savaşın herkes tarafından kabul edilen başarısızlığı karşısında müzakere başlatıyor ve işin içinden olabilecek en kârlı biçimde sıyrılmanın niyetini ortaya koyuyor.
Bu amaçla Moskova ile kopma noktasına gelen ilişkileri üstünkörü onarmış ve Washington’a karşı mesafeli davranıyor…
 
*
Bir taraftan da aslında İslamcı Ümmeti’nin Batı’ya karşı birlik, dirlik ve azmini parlatmak üzere,
Türkiye’de,”Egemenlik, kayıtsız ve koşulsuz ulusundur;kişiye devredilmez” ilkesini ayaklar altına alıyor.
“Türkiye’de Başkan, Ümmete Başkan” olmak için demokratik rejimin en önemli özelliği olan kuvvetler ayrılığını yok ederek parlamenter demokratik sistemi ortadan kaldırmayı test ediyor…
 
*
ABD Kapitalizminin SSCB’nin dağılmasına yönelik coşkulu tepkisi, tarihsel durumun feci şekilde yanlış okunmasını ifade ediyordu.
Bu yanlış hesap, birbiri ardına felaketlere yol açan Amerikan askeri operasyonlarının tüm dünyada tırmanmasına zemin oluşturdu.
11 Eylül 2001’den 15 yıl sonra, ABD’nin Suriye’deki rejim değişikliği operasyonunun bozguna uğramasıyla sonuçlanan düzmece terörle mücadelesi, Ortadoğu’yu kaosa sürüklemiştir…
 
*
Bugün bu kaosta; ABD’de gelen Trump yönetiminin amacı ve kadrosunun oligarşinin bir başkaldırısı karakterine mi sahip olacağı,
Yoksa krizlerin çözülmesi için hırsların değil ortak amaçların esas alınması ve iç savaşlara artık siyasal bir çözüm getirilmesi düşüncesini mi başarmaya çalışacağı şu dakikada bilinmiyor…
 
*
İkinci yoldan gidilirse; İtalyan Başbakanı Aldo Moro örneğinin bir kez daha yaşanacağını düşünmenin de bir mahzuru olmayacaktır.
26 Mart 1978’de Roma’nın en ünlü caddelerinden Fani’de, aniden, karşılıklı sokak arasından maskeli ve eli silahlı adamlar fırladı. 
Bir resmi otomobilin arkasındaki 2 eskort aracını çapraz ateşe aldılar.
Sonra hızla resmi otomobilde arka koltukta oturan dehşetten donakalmış, İtalya’nın eski başbakanı merkez sağ parti Hristiyan demokrat parti lideri Aldo Moro’ya yöneldiler ve onu ölümüne kaçırdılar.
Kızıl Tugaylar, CIA’nın kurduğu komünizm karşıtı aşırı sağcı bir örgüttü.
Moro, İtalyan komünist partiyle yakınlaşmış ve bu yakınlaşma NATO içindeki gladioyu harekete geçirmişti…
 
*
En sonunda, insanın ayrılmaz parçası olan her şeyin alış-veriş ve pazarlık konusu olduğu zaman gelip çatmıştır.
Şimdi maddî  ya da manevî her şey, gerçek değerinin saptanması için pazara getiriliyor, evrensel ölçekli bir alış veriş döneminden geçiliyor.
Bu dönemin Deccal ve Yedüc-Mecüc taifeleri ortadadır ama daha çok mehdilere ihtiyaç bulunuyor…
 
 
11.1.2017