YAPTIRIMLAR VE TRUMP’IN DÜNYASI

D.Trump'ın, Asya-Pasifik bölgesinde H.Clinton'ın kurguladığı "Pivot to Asia" politikası doğrultusunda,
ABD'nin askeri varlığını daha da arttırmasıyla birlikte ekonomik yaptırımlar uygulayacağını duyurduğu Çin ile yollarını ayırması,
Rusya ile sınırlı bir mutabakat arayışı içerisine girmesi bekleniyor...
 
*
Nitekim 28 Ekim'de, BM Güvenlik Konseyi toplantısında, Birleşmiş Milletlerin Rusya ve Çin'in fiili olarak içinde yer aldığı Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) ile çalışması reddedilmiştir.
Karar ABD'nin dünyayı iki farklı alana bölmesi; iki ayrı yönetimin olduğu tek bir dünya anlamındadır.
Bir tarafta ABD'nin yönettiği tek kutuplu bir dünya, diğer tarafta baş eğmeyen Rusya ile Çin'in çevreleriyle kendi aralarında işbirliği yapan devletlerin dünyasıdır...
İki farklı dünya arasında çok az geçiş düşünülüyor;böylece küresel serbest ticarete, ekonomik küreselleşmeye "bir ara" verilmiş olunuyor....
 
*
Müteakiben 16 Kasım'da ABD Temsilciler Meclisi'nde, 1996'da ABD Başkanı Bill Clinton'ın uygulamaya koyduğu,2006'da uzatılan "İran Yaptırımlar Yasası"nın 10 yıl daha uzatılması kararı alınıyor.
2 Aralık'ta ise Cumhuriyetçi Parti grubu lideri M. McConnell'ın, İran'ın Ortadoğu'daki etkisini kırmak amacıyla yaptırım silahının korunması gerektiğini belirten konuşması ardından Temsilciler Meclisi'nin kararı bu defa Senato'da da kabul ediliyor.
Karar, İran'ın petrol ve enerji endüstrisine kısıtlamaları ve yaptırımları içeriyor...
 
*
Şah döneminde yıldızı parlayan, ekonomisiyle bölgenin modern ve lider ülkesi olarak görülen İran'ın petrol ve enerji üretim endüstrisi yatırım süreçlerine,
1996'da D'Amato Yasası'yla darbe vurulmuş,
1979'da ABD'nin ticarete ve finansal operasyonlara getirdiği kısıtlamalarla karşı karşıya kalınmıştır.
2006'da ise 4 ayrı kararla "Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması" na aykırı hareket ettiği gerekçesi ile kişiler ve kurumlar bazında bir takım yaptırımlara daha uğramıştır.
O zamandan beri İran'ın dünya kamuoyu nezdindeki imajı büyük zararlar almış, ekonomisi daralmış, halkı sıkıntılara düşmüştür...
 
*
Nihayet 2015'te İran ve BM Güvenlik Konseyi daimi üyeleri ve Almanya'nın sürdürdüğü Tahran'ın nükleer programına ilişkin müzakereler,
Ekonomiden siyasete bölgesel ve küresel etkileri olabilecek tarihi bir anlaşma ile sonuçlanmıştır.
Başkan Obama bunu ABD'nin diplomatik bir zaferi olarak selamlarken, İran Dışişleri Bakanı Zarif anlaşmayı "kazan-kazan" diye adlandırıyordu...
 
*
Anlaşma ile birlikte dünyaya "İran'ın dünya politikasına eklenmesi" ve "Ortadoğu'da istikrarın oluşması" gibi fikirler yayıldı...
İran nükleer enerjiyi kullanma hakkını kabul ettirmiş, nükleer silah elde etmeye çalışmadığını kanıtlamıştı.
Ağır yaptırımların iptali İran'ın kendi doğal kaynaklarını kullanmasına, ekonomik olarak ayağa kalkmasına ve Ortadoğu'da etki gücünü arttırmasına neden olacaktı... 
ABD ise İran'ın nükleer programını ertelemiş, sıkı bir denetim mekanizmasını kurma olanağını yakalamıştı.
 
* 
Ne ki, halâ İsrail, anlaşmayı "Dünya için tarihi bir hata" şeklinde değerlendiriyor.
İran ise hem 400 nükleer başlık ve bomba ile donatılmış İsrail'i bütün bölge ülkelerinin varlığını tehdit eden terörist bir ülke olarak tanımlarken,
Üstelik Suudi Arabistan'ı da bütün İslam ülkelerinde terörist grupları örgütleyip beslemekle suçluyor.
Bu yüzden anlaşma daha ilk andan beri İran ve ABD arasında ikili ilişkileri tesis eden bir adım olarak yorumlanamıştır. 
 
*
Nitekim herşey "Siyonizmin Gücü Kapitali; Kapital Küresel Kapitalizmi, ABD'nin İsrail'in Güvenliğine Yönelik Taahhüdü; Ortadoğu'yu Belirler" esası yönünde ilerliyor...
 
*
Bu sürede İsrail Başbakanı B.Netanyahu, Arap Dünyası ile geliştirdiği ve yürüttüğü ilişkilere dayandırdığı yeni bir strateji oluşturmuştur.
Yeni stratejiyi; "Suudi Arabistan, İsrail'in bir düşmandan ziyade müttefik olduğunu görmektedir.
Eskiden İsrail-Filistin meselesini çözersek daha geniş olan İsrail-Arap meselesinin de çözüleceğini düşünürdük.
Şimdi bunun tam tersinin geçerli olabileceğini düşünüyoruz. 
Yani şu anda Arap Dünyası ile vuku bulmakta olan ilişkileri geliştirmek aslında İsrail-Filistin meselesini çözmemize yardım edebilir.
Biz de tam olarak bu amaca yönelik çalışıyoruz "ifadesiyle tanımlıyor.
 
*
Bu çerçevede öncelikle İsrail'in yakın gelecekte HAMAS'la, sonra İran'la doğrudan bir savaş yaşayabileceği olasılığı dikkate alınırken,
İşte bu yüzden 16 Kasım'da, ABD Temsilciler Meclisi, İran aleyhindeki yaptırımları 10 yıl uzatmıştır.
Ardından İsrail ve Suudi Arabistan işbirliğinin ürünü olarak, Filistinlilerle kapsamlı bir barış anlaşması yapılabilmesi amaçlanmıştır.
 
*
Bu amaca yönelik, Mısır/ Şarm El Şeyh'de 26. Arap Birliği Zirvesi'nde bölgesel bir güvenlik tehdidi durumunda devreye girmek üzere,
İsrail'in kumandasında ve Arap Ligi himayesinde NATO uzantısı ortak bir Arap Savunma Ordusu,
Terörle mücadeleye yönelik Suudi Arabistan merkezli ve nüfusunun çoğunluğu Sünni Müslüman ülkeler arasında savunma paktı benzeri bir koalisyon oluşturulmuştur.
 
*
Bu koalisyon 1955' te Sovyetler Birliği'nin Ortadoğu'ya nüfuz etmesini önlemeye yönelik olarak NATO'nun bir uzantısı olarak kurulan "Bağdat Paktı"nın yeni bir açılımıdır.
Bu kez İran; hem SSCB'nin o dönemki rolünü üstlenmiş hem de Ortadoğu'da nüfuz ettiği alanlarda karşısında Sünni Arapların oluşturduğu NATO'nun uzantısı bir savunma örgütü bulacaktır... 
 
*
Şimdi İsrail'in çıkarlarına hizmet eden Sünni Arap ülkelerinin tutum ve politikalarında ortaklığın sağlanması,
Suudi Arabistan'ın, İran'ın Şii hilâliyle yayılma stratejisine karşı Şiiliğin bulunduğu her yerde etki alanını arttırması, Şiiliğin yayılmasına karşı kalkan oluşturmasının önünün açılması,
Ortadoğu'daki güç merkezi Suudi Arabistan ve İran arasında dağıtılırken, bölgede Sünni Arap ülkeleri ordusunun gerektiğinde doğrudan doğruya Şii İran ordusuyla karşı karşıya kalması öngörülüyor...
 
*
İran, ABD'yi Nükleer Anlaşma ile verdiği taahhütlere rağmen "Yaptırımlar Yasası"nın 10 yıl daha uzatmasıyla uluslararası ilişkileri ve hukukun temel ilkelerin ihlal etmekle suçluyor.
Ancak, ABD'nin baskılarına teslim olunmayacağını ve barışçıl nükleer programı tam olarak yeniden başlatıp sürdüreceğini vurguluyor.
Seçilmiş Başkan D.Trump'ın bu politikayı izlemesi halinde, Uluslararası Hukuk'un garantisinde yapılan Nükleer Anlaşma'nın tarafları olan Rusya, Çin ve Almanya'nın İran'ın yanında yer alacağını ihtar ediyor... 
 
*
Ama zaten dünya bu gelişmelerle eş zamanlı olarak;
Bir tarafta Irak, Suriye, Lübnan ve Filistin'de saldırılar organize edilerek "Gelişmiş Ortadoğu Projesi", 
Diğer yanda Ukrayna'dan başlamak üzere organize edilen kriz marifetiyle Rusya'nın Avrupa'dan ayrılması doğrultusunda,
Bir taraftan da varlıkları olmaksızın sosyal gelişme yönünde adım atılamayacağının farkında olan ülkelerin oluşturduğu BRICS ülkeleri, 
Orta Asya'da istikrarı sağlamak üzere kurulan Şangay İşbirliği Örgütü,
Eski Sovyetler Birliği devletlerinin ittifakından meydana gelen Kollektif Güvenlik Antlaşması Organizasyonu yönünde ayrışıyor.
 
*
Bugün Çin için İran'ın anlamı sadece "İpek Yolu" üzerindeki bir tarihsel durak olmasından ibaret değildir.
İran, Çin için Müslüman kimliğine karşın geri kalmış, şiddet yanlısı olarak algılanan Arap dünyasına nüfuz edebilmesini sağlayan bir doğal ortaktır.
Şanghay İşbirliği Örgütü'ne tam üye olmayı beklemektedir.
 
*
Bu noktada Türkiye ise Batılı çevrelerin radikal terör örgütlerinin siyasi ideolojileriyle mücadelesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı siyasi lider olarak addetmesi,
Bu çerçevede Erdoğan'ın ayağına basıldığı her an İslamcı İdeolojisi doğrultusunda ABD ve AB'ye karşı sonu gelmez tehditlerde bulunması,
Yabancı finans kuruluşlarından ardı ardına gelen ekonomik raporlarda Türkiye'nin krizde gösterilmesi,
Türkiye'nin de ekonomik küreselleşmeye verilen "ara"da ABD ve Batılı ekonomilerden soyutlanmakta ya da karantinaya alınmakta olduğunu gösteriyor.
Dini lider Fethullah Gülen'in tasfiye edilmesinde yaşanan zorlukların, şimdi siyasi lider Erdoğan'ın tasfiyesi sırasında daha da zor olacağı açıktır.
 
*
O yüzden Türkiye, ekonomik küreselleşmeye verilen "ara"da "iki arada bir derededir."
Asla "Asya Kutbunda" değil,
1- İsrail Askeri Doktrini gereğince,İsrail'in çevresinde güvenli bölge oluşturmanın,
En uzak mesafedeki füzelerin bertaraf edilmesinde düşman devletler sınırları ötesinde koruma daireleri oluşturmanın aidiyetindedir. 2- Bütçe Açığıyla Büyüme Modeli -Yüksek Enflasyon- Belirsiz bir vadede belki büyürsün sürecine girilmiş,
Her gün daralan pastadan Lâik Burjuvazi'nin mi yoksa İslamcı Burjuvazi'nin mi yemleneceği kavgasında iflaslar, icralar, yokoluşlar, sosyal sermayenin tükenişindedir...
  *
Nereden nereye?
 
5.12.2016 - trumpcharity
donald-trump
D.Trump’ın, Asya-Pasifik bölgesinde H.Clinton’ın kurguladığı “Pivot to Asia” politikası doğrultusunda,
ABD’nin askeri varlığını daha da arttırmasıyla birlikte ekonomik yaptırımlar uygulayacağını duyurduğu Çin ile yollarını ayırması,
Rusya ile sınırlı bir mutabakat arayışı içerisine girmesi bekleniyor…
 
*
Nitekim 28 Ekim’de, BM Güvenlik Konseyi toplantısında, Birleşmiş Milletlerin Rusya ve Çin’in fiili olarak içinde yer aldığı Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) ile çalışması reddedilmiştir.
Karar ABD’nin dünyayı iki farklı alana bölmesi; iki ayrı yönetimin olduğu tek bir dünya anlamındadır.
Bir tarafta ABD’nin yönettiği tek kutuplu bir dünya, diğer tarafta baş eğmeyen Rusya ile Çin’in çevreleriyle kendi aralarında işbirliği yapan devletlerin dünyasıdır…
İki farklı dünya arasında çok az geçiş düşünülüyor;böylece küresel serbest ticarete, ekonomik küreselleşmeye “bir ara” verilmiş olunuyor….
 
*
Müteakiben 16 Kasım’da ABD Temsilciler Meclisi’nde, 1996’da ABD Başkanı Bill Clinton’ın uygulamaya koyduğu,2006’da uzatılan “İran Yaptırımlar Yasası”nın 10 yıl daha uzatılması kararı alınıyor.
2 Aralık’ta ise Cumhuriyetçi Parti grubu lideri M. McConnell’ın, İran’ın Ortadoğu’daki etkisini kırmak amacıyla yaptırım silahının korunması gerektiğini belirten konuşması ardından Temsilciler Meclisi’nin kararı bu defa Senato’da da kabul ediliyor.
Karar, İran’ın petrol ve enerji endüstrisine kısıtlamaları ve yaptırımları içeriyor…
 
*
Şah döneminde yıldızı parlayan, ekonomisiyle bölgenin modern ve lider ülkesi olarak görülen İran’ın petrol ve enerji üretim endüstrisi yatırım süreçlerine,
1996’da D’Amato Yasası’yla darbe vurulmuş,
1979’da ABD’nin ticarete ve finansal operasyonlara getirdiği kısıtlamalarla karşı karşıya kalınmıştır.
2006’da ise 4 ayrı kararla “Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması” na aykırı hareket ettiği gerekçesi ile kişiler ve kurumlar bazında bir takım yaptırımlara daha uğramıştır.
O zamandan beri İran’ın dünya kamuoyu nezdindeki imajı büyük zararlar almış, ekonomisi daralmış, halkı sıkıntılara düşmüştür…
 
*
Nihayet 2015’te İran ve BM Güvenlik Konseyi daimi üyeleri ve Almanya’nın sürdürdüğü Tahran’ın nükleer programına ilişkin müzakereler,
Ekonomiden siyasete bölgesel ve küresel etkileri olabilecek tarihi bir anlaşma ile sonuçlanmıştır.
Başkan Obama bunu ABD’nin diplomatik bir zaferi olarak selamlarken, İran Dışişleri Bakanı Zarif anlaşmayı “kazan-kazan” diye adlandırıyordu…
 
*
Anlaşma ile birlikte dünyaya “İran’ın dünya politikasına eklenmesi” ve “Ortadoğu’da istikrarın oluşması” gibi fikirler yayıldı…
İran nükleer enerjiyi kullanma hakkını kabul ettirmiş, nükleer silah elde etmeye çalışmadığını kanıtlamıştı.
Ağır yaptırımların iptali İran’ın kendi doğal kaynaklarını kullanmasına, ekonomik olarak ayağa kalkmasına ve Ortadoğu’da etki gücünü arttırmasına neden olacaktı… 
ABD ise İran’ın nükleer programını ertelemiş, sıkı bir denetim mekanizmasını kurma olanağını yakalamıştı.
 
Ne ki, halâ İsrail, anlaşmayı “Dünya için tarihi bir hata” şeklinde değerlendiriyor.
İran ise hem 400 nükleer başlık ve bomba ile donatılmış İsrail’i bütün bölge ülkelerinin varlığını tehdit eden terörist bir ülke olarak tanımlarken,
Üstelik Suudi Arabistan’ı da bütün İslam ülkelerinde terörist grupları örgütleyip beslemekle suçluyor.
Bu yüzden anlaşma daha ilk andan beri İran ve ABD arasında ikili ilişkileri tesis eden bir adım olarak yorumlanamıştır. 
 
*
Nitekim herşey “Siyonizmin Gücü Kapitali; Kapital Küresel Kapitalizmi, ABD’nin İsrail’in Güvenliğine Yönelik Taahhüdü; Ortadoğu’yu Belirler” esası yönünde ilerliyor…
 
*
Bu sürede İsrail Başbakanı B.Netanyahu, Arap Dünyası ile geliştirdiği ve yürüttüğü ilişkilere dayandırdığı yeni bir strateji oluşturmuştur.
Yeni stratejiyi; “Suudi Arabistan, İsrail’in bir düşmandan ziyade müttefik olduğunu görmektedir.
Eskiden İsrail-Filistin meselesini çözersek daha geniş olan İsrail-Arap meselesinin de çözüleceğini düşünürdük.
Şimdi bunun tam tersinin geçerli olabileceğini düşünüyoruz. 
Yani şu anda Arap Dünyası ile vuku bulmakta olan ilişkileri geliştirmek aslında İsrail-Filistin meselesini çözmemize yardım edebilir.
Biz de tam olarak bu amaca yönelik çalışıyoruz “ifadesiyle tanımlıyor.
 
*
Bu çerçevede öncelikle İsrail’in yakın gelecekte HAMAS’la, sonra İran’la doğrudan bir savaş yaşayabileceği olasılığı dikkate alınırken,
İşte bu yüzden 16 Kasım’da, ABD Temsilciler Meclisi, İran aleyhindeki yaptırımları 10 yıl uzatmıştır.
Ardından İsrail ve Suudi Arabistan işbirliğinin ürünü olarak, Filistinlilerle kapsamlı bir barış anlaşması yapılabilmesi amaçlanmıştır.
 
*
Bu amaca yönelik, Mısır/ Şarm El Şeyh’de 26. Arap Birliği Zirvesi’nde bölgesel bir güvenlik tehdidi durumunda devreye girmek üzere,
İsrail’in kumandasında ve Arap Ligi himayesinde NATO uzantısı ortak bir Arap Savunma Ordusu,
Terörle mücadeleye yönelik Suudi Arabistan merkezli ve nüfusunun çoğunluğu Sünni Müslüman ülkeler arasında savunma paktı benzeri bir koalisyon oluşturulmuştur.
 
*
Bu koalisyon 1955′ te Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu’ya nüfuz etmesini önlemeye yönelik olarak NATO’nun bir uzantısı olarak kurulan “Bağdat Paktı”nın yeni bir açılımıdır.
Bu kez İran; hem SSCB’nin o dönemki rolünü üstlenmiş hem de Ortadoğu’da nüfuz ettiği alanlarda karşısında Sünni Arapların oluşturduğu NATO’nun uzantısı bir savunma örgütü bulacaktır… 
 
*
Şimdi İsrail’in çıkarlarına hizmet eden Sünni Arap ülkelerinin tutum ve politikalarında ortaklığın sağlanması,
Suudi Arabistan’ın, İran’ın Şii hilâliyle yayılma stratejisine karşı Şiiliğin bulunduğu her yerde etki alanını arttırması, Şiiliğin yayılmasına karşı kalkan oluşturmasının önünün açılması,
Ortadoğu’daki güç merkezi Suudi Arabistan ve İran arasında dağıtılırken, bölgede Sünni Arap ülkeleri ordusunun gerektiğinde doğrudan doğruya Şii İran ordusuyla karşı karşıya kalması öngörülüyor…
 
*
İran, ABD’yi Nükleer Anlaşma ile verdiği taahhütlere rağmen “Yaptırımlar Yasası”nın 10 yıl daha uzatmasıyla uluslararası ilişkileri ve hukukun temel ilkelerin ihlal etmekle suçluyor.
Ancak, ABD’nin baskılarına teslim olunmayacağını ve barışçıl nükleer programı tam olarak yeniden başlatıp sürdüreceğini vurguluyor.
Seçilmiş Başkan D.Trump’ın bu politikayı izlemesi halinde, Uluslararası Hukuk’un garantisinde yapılan Nükleer Anlaşma’nın tarafları olan Rusya, Çin ve Almanya’nın İran’ın yanında yer alacağını ihtar ediyor… 
 
*
Ama zaten dünya bu gelişmelerle eş zamanlı olarak;
Bir tarafta Irak, Suriye, Lübnan ve Filistin’de saldırılar organize edilerek “Gelişmiş Ortadoğu Projesi”, 
Diğer yanda Ukrayna’dan başlamak üzere organize edilen kriz marifetiyle Rusya’nın Avrupa’dan ayrılması doğrultusunda,
Bir taraftan da varlıkları olmaksızın sosyal gelişme yönünde adım atılamayacağının farkında olan ülkelerin oluşturduğu BRICS ülkeleri, 
Orta Asya’da istikrarı sağlamak üzere kurulan Şangay İşbirliği Örgütü,
Eski Sovyetler Birliği devletlerinin ittifakından meydana gelen Kollektif Güvenlik Antlaşması Organizasyonu yönünde ayrışıyor.
 
*
Bugün Çin için İran’ın anlamı sadece “İpek Yolu” üzerindeki bir tarihsel durak olmasından ibaret değildir.
İran, Çin için Müslüman kimliğine karşın geri kalmış, şiddet yanlısı olarak algılanan Arap dünyasına nüfuz edebilmesini sağlayan bir doğal ortaktır.
Şanghay İşbirliği Örgütü’ne tam üye olmayı beklemektedir.
 
*
Bu noktada Türkiye ise Batılı çevrelerin radikal terör örgütlerinin siyasi ideolojileriyle mücadelesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı siyasi lider olarak addetmesi,
Bu çerçevede Erdoğan’ın ayağına basıldığı her an İslamcı İdeolojisi doğrultusunda ABD ve AB’ye karşı sonu gelmez tehditlerde bulunması,
Yabancı finans kuruluşlarından ardı ardına gelen ekonomik raporlarda Türkiye’nin krizde gösterilmesi,
Türkiye’nin de ekonomik küreselleşmeye verilen “ara”da ABD ve Batılı ekonomilerden soyutlanmakta ya da karantinaya alınmakta olduğunu gösteriyor.
Dini lider Fethullah Gülen’in tasfiye edilmesinde yaşanan zorlukların, şimdi siyasi lider Erdoğan’ın tasfiyesi sırasında daha da zor olacağı açıktır.
 
*
O yüzden Türkiye, ekonomik küreselleşmeye verilen “ara”da “iki arada bir derededir.”
Asla “Asya Kutbunda” değil,
1- İsrail Askeri Doktrini gereğince,İsrail’in çevresinde güvenli bölge oluşturmanın,
En uzak mesafedeki füzelerin bertaraf edilmesinde düşman devletler sınırları ötesinde koruma daireleri oluşturmanın aidiyetindedir.
2- Bütçe Açığıyla Büyüme Modeli -Yüksek Enflasyon- Belirsiz bir vadede belki büyürsün sürecine girilmiş,
Her gün daralan pastadan Lâik Burjuvazi’nin mi yoksa İslamcı Burjuvazi’nin mi yemleneceği kavgasında iflaslar, icralar, yokoluşlar, sosyal sermayenin tükenişindedir…
 
*
Nereden nereye?
 
5.12.2016
Okumaya devam et  Mesele, El Ele tutmak veya El vermek değil azizim

Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir