CEZA HUKUKU VE SOYKIRIM İFTİRASI

Ceza Hukuku ve Soykırım İftirası - DSC 7710

Ceza Hukuku ve Soykırım İftirası - DSC 7710Ceza Hukuku ve Soykırım İftirası

Ceza Hukuku ve Uluslararası Hukuk Açısından Ermeni Soykırım İddiaları Çalıştayı, Marmara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde gerçekleşti. 24 Nisan Kararnamesi öncesinde ve sonrasında hemen her üniversitede soykırım iddialarıyla ilgili birden fazla bilimsel toplantılar düzenlendi. Birçok stratejik araştırma kurumunun da bu konuda faaliyetleri devam etmektedir. Bu alanda bilimsel faaliyetler, araştırmalar ve yayınlar elbette sürecektir. Memnuniyetle belirtmek gerekir ki araştırmalar ilerledikçe konunun Siyasi Tarih boyutu yanında Uluslararası Hukuk’un çeşitli alt dalları ve Uluslararası Siyaset yönüyle alakalı geniş bir uzman kadrosu yetişmiş durumda. Ermeni iddialarına karşı savunma amaçlı harekete geçen akademik ve araştırmacı camia, sadece Ermeni iddialarına cevap konusunda değil fakat ülkemizin yetersiz olduğu Uluslararası Hukuk, Soykırım Hukuku, İnsan Hakları Hukuku ve İnsancıl Hukuk gibi alanlarda yeni ufuklara yönelmektedir.

25-26 Mayıs tarihlerinde “Ceza Hukuku..” ile başlayan çalıştayın özelliği ise bugüne kadar yapılan tarihi ve hukuki yönleriyle “savunma” sınırlarını aşma istikametindeki çalışmalardır. Türkiye devleti ve halkına yönelik yarım asırdır uluslararası zeminlerde sürdürülen iftira kampanyalarına karşı, diplomasi, üniversite ve diğer araştırma kuruluşları savunma amaçlı olarak çalışmalar yürütmüş, iç ve dış odakları tarihi ve hukuki gerçekler üzerinden ikna etmeye çalışmıştır. Geçen süre zarfında başta soykırımcı diyaspora ve Ermenistan olmak üzere bu ikiliyi kendi çıkarları için kullanmaktan bıkmayan ve bunların etkisindeki bir takım ülkeler tarihi veya hukuki gerçekleri hiçbir şekilde kabul etmemişlerdir. Esasen bu kesim için gerçeğin ne olduğu değil de dinsel ve ırksal nefreti sürekli gündemde tutmak, bundan kendi çıkarları istikametinde nemalanmak önemlidir. Bununla beraber, tarihi veya ideolojik takıntıları bir tarafa bırakabilmeyi başarabilmiş nice ülkeler ve kurumlar, önlerine konulan belge ve bilgiler ışığında soykırım iddialarının ne derece büyük bir yalan olduğunu, hiç değilse ortak komisyonlarla sorunun çözülmesi gerektiği noktasına gelmişlerdir.

Çalıştaya katılan uzman akademisyen, araştırmacı ve diplomatlar savunma pozisyonuna takılıp kalmanın ötesinde neler yapılabileceği üzerinde durmuşlardır. Burada sözkonusu olan, Türkiye ve halkına sürekli hakaret eden ülke ve kuruluşlara karşı Uluslararası Hukuk çerçevesinde neler yapılabileceğidir. Her türlü gerçeği çarpıtarak kin, nefret ve düşmanlık politikaları uygulayanların evrensel ceza hukuku çerçevesinde bedel ödemelerinin yollarını tartışılmıştır. Çalıştay, salonları doldurmuş topluluğa hitap etmek yerine aynı masa etrafında toplanan uzmanların beyin cimnastiği ile soruna çözüm aramaları demektir. Burada da tebliğler sunulur, ancak tebliğlerle birlikte soru-cevap ve tartışma süreleri de en az sunuşlar kadar zaman alır.

Çalıştayda, soykırım iddialarını sürdüren ülkeler ile bu yönde karar alan parlamentoların iftira suçu işledikleri konusunda tereddüt ortaya çıkmıştır. Zira iftira belirli bir kişiye karşı suç isnat etmektir. Halbuki soykırım iddiaları çerçevesinde bir ülke ve halkı suçlanmakta olup tek tek kişiler için hukuk tekniği açısından böyle bir isnat bulunmamaktadır. Ancak birçok katılımcı yurt dışında iken “sizin dedeniz kaç Ermeni öldürdü?” benzeri sorularla karşılaştığını, bu tür iftiralar karşısında sıkıntılı anlar yaşadıklarını dile getirdiler. Bununla beraber, soykırımcı cephenin işledikleri suçun hakaret, düşmanlık, kin ve nefret söylemleri şeklinde tanımlandığını buna karşı fertler, kuruluşlar ve devletler olarak hukuk ve ceza davaları açabilecekleri sonucuna ulaşıldı.

Türkiye’nin resmi politikası olarak 93 Harbinden Kurtuluş Savaşı’na kadar milyonlarca Müslümanın işkence, soykırım, tecavüz ile yalın ayak baş açık binlerce kilometrelik yollarda helak edilmesini gündeme getirmemesi eleştirildi. Soykırım iddiacılarına karşı kendilerinin uyguladıkları gerçek soykırımın örneğin ders kitaplarında işlenmesinin “tencere dibin kara” kabilinden, “biz soykırım yaptık ama siz de yapmıştınız” anlamına yol açacağı görüşü dile getirildi. Bununla beraber gerek 1915 öncesi ve sonrası Ermeni çetelerin Müslüman Kürt ve Türklere, hatta çetelere destek vermeyen diğer Ermenilere ve Rumlara karşı uyguladıkları soykırımı tarihi gerçekler olarak araştırma, makale, film ve diğer her türlü iletişim araçlarıyla iç ve dış kamuoyuna duyurulmasının gereği üzerinde duruldu. Öte yandan örneğin Rusya veya Fransa’nın yakın dönemde işledikleri vahşetlerin ayrıntılı araştırmalar ve iletişim kanalları yoluyla daha fazla gündeme getirilmelidir.

Osmanlı savaş suçluları adıyla Malta’da toplanan ve her hangi bir delil bulunmadığı için dava açılmadan İngiliz Kraliyet Başsavcılığının talebiyle serbest bırakılan üst düzey görevlilerin durumu ile ilgili çarpıtmalara Uluç Gürkan açıklık getirdi. Buna göre Tehcir kapsamında o yıllarda bazı iddialar gündeme gelmiş, İstanbul İngiliz işgalinde iken önde gelen yöneticiler Malta’ya sürülmüştür. Burada yargılama olmamıştır, çünkü yargılama aşamasına geçmek için savcılık yeterli delil bulamamıştır. Bununla beraber yargılamanın ilk aşaması olan savcılık soruşturması safhasında tutukluların serbest bırakılmasına karar verilmiştir.

Parlamentolar siyasi organ olup aldıkları kararların bağlayıcı olmadığına dair Avrupa Birliği Adalet Divanı kararı, aynı zamanda Avrupa Parlamentosu’nun da bu yöndeki kararının hükümsüz olduğunu belirtmiştir. Bu tür kararlara karşı örneğin TBMM’nin tarihi gerçekleri öne sürerek kınama kararı alması sözkonusu olabilir. Bunun yanında aksine mahkeme kararlarına karşın hakaret, kin ve nefret söylemleri için uluslararası yargı yollarına başvurmak gerekmektedir. Bu yolda Perinçek-İsviçre davası ile önemli bir adım atılmıştır.


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir