SEÇİM ERTESİ

 
Şu sırada Türkiye-İsrail ilişkilerini Filistin meselesi ve İran'ın Ortadoğu'da yükselme eğilimli etkisi belirliyor.
İsrail koalisyon hükümetini oluşturan ortakların aşırı sağ ve milliyetçi çizgisi, Filistin ile barış görüşmeleri, HAMAS'la diyalog, Batı Şeria'daki yerleşimler, İsrail'in Yahudi devleti niteliği gibi birçok konuda sert ve uzlaşmaz görüşler oluşturuyor.
Koalisyon hükümetinin bu yaklaşımda diretmesi ama Filistin Yönetimi lideri Mahmud Abbas'ın  uluslararası kamuoyunda meşruiyet alanını genişletmek için verdiği mücadele İsrail'in izole olması riskini doğuruyor.
Dünyada Filistin'i tanıyan ülke sayısı 135'e ulaşmıştır, giderek İsrail'e yönelik boykot, tecrit ve yaptırım hareketleri zemin kazanıyor.
 
*
Nitekim Başbakan Netanyahu seçimler öncesinde reddettiği iki devletli çözümü, seçim sonrasında kabul etmiştir.
Artık müzakerelerin yeniden canlandırılması, Batı Şeria'da İsrail'e bırakılacak yerleşim bölgelerinin sınırlarının belirlenmesine açık olduğunu gösterir açıklamalarda bulunuyor...
 
*
Bu kez Fransa, İsrail- Filistin arasındaki barış görüşmelerinin yeniden başlatılması arabuluculuğunu yükümlenmiştir.
Tarafların 1967 sınırları esas alınarak toprak takası yapabilmeleri, Kudüs'ün ortak başkent olarak tanınması ve İsrail'in Yahudi devleti olarak kabulü esaslarında görüşmelerin sonbaharda yeniden başlatılmasının diplomatik adımları atılıyor.
 
*
Bir taraftan da nükleer programına ilişkin elde edilen anlaşma ile İran'ın dünya politikasına dahil edilerek Ortadoğu'da istikrarın oluşması gibi fikirler gelişiyor.
Yaptırımların iptali halinde İran'ın kendi doğal kaynaklarını etkili olarak kullanacağı, ekonomik olarak ayağa kalkacağı ve bölgede etki gücünü arttırması bekleniyor.
 
*
Bu durumda ABD'nin Ortadoğu'da yaşanan gerilimi; bir tarafta Suudi Arabistan-Türkiye arasında oluşturulan ittifak, diğer tarafta İran ile sürdürülen müzakerelerde elde edilen gelişmeler sonrasında, Suudi  liderliğinde Sünni Blok ve İran liderliğinde Şii Blok arasında dağıtmanın yolunu oluşturmak en uygun yöntem olarak görülüyor.
 
*
Türkiye Sünni Blok'a destek veriyor ama İsrail ile birlikte İran'ın bölgede ve özellikle Suriye'de güçlenmesi olasılığından rahatsızdır.
Çünkü AKP iktidarı, Arap Baharı sonrasında Mısır'da güç kazanan M.Mursi ve Müslüman Kardeşler oluşumunun iktidarı ele geçirmesi benzeri bir gelişmeyi Suriye'de beklemiş, giderek Esad rejimi ile olan ilişkilerini liderler arasındaki kişisel ilişkilere endekslemiş, sonuçta  Türk dış politikasını  Suriye konusunda ciddi anlamda çıkmaza sürüklemekle eleştiriliyor.
İsrail ise Suriye'de Esad hükümetinden Lübnan Hizbullah'ı ve İran ile girdiği çok yönlü ittifak dolayısıyla rahatsızdır ve güçlü Esad'ı istemiyor.
 
*
O yüzden İsrail, bir süredir Arap Baharı karşıtı Ürdün, Mısır ve Suudi Arabistan gibi ülkelerle Suriye'de savaşan grupların birbirlerini yıpratmasından, dikkatin kendilerine yönelmemesinden memnundur. 
Böylece Suriye sınırında sakinlik ve Suriye'den Hizbullah'a silah gönderilmesinin önüne geçmeyi öngörüyor.
AKP iktidarı da Müslüman Kardeşlerin bir başka kolunun Şam'a egemen olmasını istemekle birlikte,şimdi Suriye'de savaşan grupların birbirlerini yıpratması halinin Esad rejimini ergeç düşüreceği umudunu besliyor.
 
*
Ama iki devlet de herşeyden önce  nükleer bir İran istemiyor,Türkiye İran'ı çevreleme açısından diplomatik kanalları sonuna kadar açma taraftarıdır.
İsrail ise İran'a güvenmediği için  bu kanallara tepkiyle yaklaşıyor ve ABD'nin İran ile yürüttüğü müzakereleri desteklemekten kaçınıyor.
O yüzden ABD'nin arka planda kalıp Türkiye ve Suudi ittifakı oluşturmasına ve nükleer müzakerelere eşlenik el altından yürüttüğü Ortadoğu'daki gücü,Sünni Blok ve Şii Blok arasında dağıtmanın  bir yolunu aramasına açık destek vermiyor.
 
*
Nitekim İran'ın nükleer müzakerelerinde, hali hazırda kalan anlaşmazlıkları gidererek nihai anlaşmayı 20 Haziran'da tamamlamak üzere  çalışmalar devam ediyor.
İran'ın söylemine göre ABD, İran'ın asla nükleer silah yapmak gibi bir isteği söz konusu olmamasına rağmen müzakereleri uydurma ve zaruri olmayan nedenlere bağladığı için işin içinden çıkamaz durumdadır. 
Doğrusu bu eleştirilerin nükleer müzakerelere eşlenik el altından yürütülen Ortadoğu'daki gücün Sünni ve Şii Blok'a dağıtılması halinde ilgili kimi sorunların, zaman zaman hem ABD hem İran için aşırı, varılan anlaşmanın çerçevesinin dışında yer alan talepler olarak kabul edilmesinden kaynaklanıyor. 
 
*
Zaten ABD'nin, muhtemel nükleer anlaşmanın Ortadoğu'da nükleer silah rekabetini tetikleme riski taşıdığını ileri sürerek, uluslararası denetçilerle İran'ın askeri tesislerini denetleme isteği,
İran'ın yaptırımların derhal kaldırılması talepleri de,işte nihai anlaşmanın yapılmasında bekleyen açık sorunlardır.
 
*
Yine de önünde-sonunda  müzakerelerin başarıyla sonuçlanacağı ve hem ABD, hem İran'ın sonuçtan memnuniyet duyacağı ve başta İsrail-Filistin arasında çevre ülkeleri de kapsar bir barış planının yürütülmesinin kolaylaşacağı,
Sonra İran'ın ve İsrail'in  bölgeyi ateşe sürükleyecek bir politika yürütmekten alıkonulacağı gibi bir umud yeşeriyor.
 
*
Bu gelişmelere 7 Haziran seçimleriyle birlikte Türkiye'de hükümetin yeni bir iç ve dış politikaya yönelmesi, iç politikada siyasi partiler arasında ve dış politikada İsrail, Mısır ve Suriye ile ilişkilerinin normalleşmesi ile Ortadoğu'da rahatlamaya yönelik bir politikanın sürdürüleceği umudunu,
İran'da Cumhurbaşkanı H.Ruhani'nin, müzakerelerin başarılı olması halinde  ekonomi konusundaki vaatlerini gerçekleştirebileceği ve radikal muhafazakarlar ile dini lider Hamaney'i dengeleyebileceği umudunu siz ekleyiniz.
 
*
Bu umudlar oluşşa da yine geriye bugün açıklıkla görülmeyen iki sorun kalmaktadır.
Birincisi; İsrail'in ve Güney Kıbrıs Yönetiminin Doğu Akdeniz'de bulduğu hidrokarbon kaynaklarının, 
İran ve Kuzey Irak Kürt Yönetiminin hidrokarbon kaynaklarının Avrupa'ya hangi güzergahtan  ileteceği sorunu,
İkincisi; bölgede ekonomik çıkarları bulunan Rusya ve Çin'in nasıl bir politika izleyeceği sorunu...
 
6.6.2015 - sandik secim
 
Şu sırada Türkiye-İsrail ilişkilerini Filistin meselesi ve İran’ın Ortadoğu’da yükselme eğilimli etkisi belirliyor.
İsrail koalisyon hükümetini oluşturan ortakların aşırı sağ ve milliyetçi çizgisi, Filistin ile barış görüşmeleri, HAMAS’la diyalog, Batı Şeria’daki yerleşimler, İsrail’in Yahudi devleti niteliği gibi birçok konuda sert ve uzlaşmaz görüşler oluşturuyor.
Koalisyon hükümetinin bu yaklaşımda diretmesi ama Filistin Yönetimi lideri Mahmud Abbas’ın  uluslararası kamuoyunda meşruiyet alanını genişletmek için verdiği mücadele İsrail’in izole olması riskini doğuruyor.
Dünyada Filistin’i tanıyan ülke sayısı 135’e ulaşmıştır, giderek İsrail’e yönelik boykot, tecrit ve yaptırım hareketleri zemin kazanıyor.
 
*
Nitekim Başbakan Netanyahu seçimler öncesinde reddettiği iki devletli çözümü, seçim sonrasında kabul etmiştir.
Artık müzakerelerin yeniden canlandırılması, Batı Şeria’da İsrail’e bırakılacak yerleşim bölgelerinin sınırlarının belirlenmesine açık olduğunu gösterir açıklamalarda bulunuyor…
 
*
Bu kez Fransa, İsrail- Filistin arasındaki barış görüşmelerinin yeniden başlatılması arabuluculuğunu yükümlenmiştir.
Tarafların 1967 sınırları esas alınarak toprak takası yapabilmeleri, Kudüs’ün ortak başkent olarak tanınması ve İsrail’in Yahudi devleti olarak kabulü esaslarında görüşmelerin sonbaharda yeniden başlatılmasının diplomatik adımları atılıyor.
 
*
Bir taraftan da nükleer programına ilişkin elde edilen anlaşma ile İran’ın dünya politikasına dahil edilerek Ortadoğu’da istikrarın oluşması gibi fikirler gelişiyor.
Yaptırımların iptali halinde İran’ın kendi doğal kaynaklarını etkili olarak kullanacağı, ekonomik olarak ayağa kalkacağı ve bölgede etki gücünü arttırması bekleniyor.
 
*
Bu durumda ABD’nin Ortadoğu’da yaşanan gerilimi; bir tarafta Suudi Arabistan-Türkiye arasında oluşturulan ittifak, diğer tarafta İran ile sürdürülen müzakerelerde elde edilen gelişmeler sonrasında, Suudi  liderliğinde Sünni Blok ve İran liderliğinde Şii Blok arasında dağıtmanın yolunu oluşturmak en uygun yöntem olarak görülüyor.
 
*
Türkiye Sünni Blok’a destek veriyor ama İsrail ile birlikte İran’ın bölgede ve özellikle Suriye’de güçlenmesi olasılığından rahatsızdır.
Çünkü AKP iktidarı, Arap Baharı sonrasında Mısır’da güç kazanan M.Mursi ve Müslüman Kardeşler oluşumunun iktidarı ele geçirmesi benzeri bir gelişmeyi Suriye’de beklemiş, giderek Esad rejimi ile olan ilişkilerini liderler arasındaki kişisel ilişkilere endekslemiş, sonuçta  Türk dış politikasını  Suriye konusunda ciddi anlamda çıkmaza sürüklemekle eleştiriliyor.
İsrail ise Suriye’de Esad hükümetinden Lübnan Hizbullah’ı ve İran ile girdiği çok yönlü ittifak dolayısıyla rahatsızdır ve güçlü Esad’ı istemiyor.
 
*
O yüzden İsrail, bir süredir Arap Baharı karşıtı Ürdün, Mısır ve Suudi Arabistan gibi ülkelerle Suriye’de savaşan grupların birbirlerini yıpratmasından, dikkatin kendilerine yönelmemesinden memnundur. 
Böylece Suriye sınırında sakinlik ve Suriye’den Hizbullah’a silah gönderilmesinin önüne geçmeyi öngörüyor.
AKP iktidarı da Müslüman Kardeşlerin bir başka kolunun Şam’a egemen olmasını istemekle birlikte,şimdi Suriye’de savaşan grupların birbirlerini yıpratması halinin Esad rejimini ergeç düşüreceği umudunu besliyor.
 
*
Ama iki devlet de herşeyden önce  nükleer bir İran istemiyor,Türkiye İran’ı çevreleme açısından diplomatik kanalları sonuna kadar açma taraftarıdır.
İsrail ise İran’a güvenmediği için  bu kanallara tepkiyle yaklaşıyor ve ABD’nin İran ile yürüttüğü müzakereleri desteklemekten kaçınıyor.
O yüzden ABD’nin arka planda kalıp Türkiye ve Suudi ittifakı oluşturmasına ve nükleer müzakerelere eşlenik el altından yürüttüğü Ortadoğu’daki gücü,Sünni Blok ve Şii Blok arasında dağıtmanın  bir yolunu aramasına açık destek vermiyor.
 
*
Nitekim İran’ın nükleer müzakerelerinde, hali hazırda kalan anlaşmazlıkları gidererek nihai anlaşmayı 20 Haziran’da tamamlamak üzere  çalışmalar devam ediyor.
İran’ın söylemine göre ABD, İran’ın asla nükleer silah yapmak gibi bir isteği söz konusu olmamasına rağmen müzakereleri uydurma ve zaruri olmayan nedenlere bağladığı için işin içinden çıkamaz durumdadır. 
Doğrusu bu eleştirilerin nükleer müzakerelere eşlenik el altından yürütülen Ortadoğu’daki gücün Sünni ve Şii Blok’a dağıtılması halinde ilgili kimi sorunların, zaman zaman hem ABD hem İran için aşırı, varılan anlaşmanın çerçevesinin dışında yer alan talepler olarak kabul edilmesinden kaynaklanıyor. 
 
*
Zaten ABD’nin, muhtemel nükleer anlaşmanın Ortadoğu’da nükleer silah rekabetini tetikleme riski taşıdığını ileri sürerek, uluslararası denetçilerle İran’ın askeri tesislerini denetleme isteği,
İran’ın yaptırımların derhal kaldırılması talepleri de,işte nihai anlaşmanın yapılmasında bekleyen açık sorunlardır.
 
*
Yine de önünde-sonunda  müzakerelerin başarıyla sonuçlanacağı ve hem ABD, hem İran’ın sonuçtan memnuniyet duyacağı ve başta İsrail-Filistin arasında çevre ülkeleri de kapsar bir barış planının yürütülmesinin kolaylaşacağı,
Sonra İran’ın ve İsrail’in  bölgeyi ateşe sürükleyecek bir politika yürütmekten alıkonulacağı gibi bir umud yeşeriyor.
 
*
Bu gelişmelere 7 Haziran seçimleriyle birlikte Türkiye’de hükümetin yeni bir iç ve dış politikaya yönelmesi, iç politikada siyasi partiler arasında ve dış politikada İsrail, Mısır ve Suriye ile ilişkilerinin normalleşmesi ile Ortadoğu’da rahatlamaya yönelik bir politikanın sürdürüleceği umudunu,
İran’da Cumhurbaşkanı H.Ruhani’nin, müzakerelerin başarılı olması halinde  ekonomi konusundaki vaatlerini gerçekleştirebileceği ve radikal muhafazakarlar ile dini lider Hamaney’i dengeleyebileceği umudunu siz ekleyiniz.
 
*
Bu umudlar oluşşa da yine geriye bugün açıklıkla görülmeyen iki sorun kalmaktadır.
Birincisi; İsrail’in ve Güney Kıbrıs Yönetiminin Doğu Akdeniz’de bulduğu hidrokarbon kaynaklarının, 
İran ve Kuzey Irak Kürt Yönetiminin hidrokarbon kaynaklarının Avrupa’ya hangi güzergahtan  ileteceği sorunu,
İkincisi; bölgede ekonomik çıkarları bulunan Rusya ve Çin’in nasıl bir politika izleyeceği sorunu…
 
6.6.2015

Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir