Ne özrü; Aleviler aslında MHP’ye şükran borçludurlar!

Mustafa Kemal Atatürk

Son birkaç günde Türkiye, süper güçlerin ve Hıristiyan dünyasının adeta kuşatması altına girmiş bulunuyor. Doğu Bloku’nun çökmesiyle dünyanın tek süper gücü pozisyonuna yükselen ABD’nin iki numaralı ismi Joe Biden’in def’i haceti henüz kurumadan Katolik aleminin ruhani lideri ve Vatikan Devlet Başkanı Papa Francis geldi Türkiye’ye. Onun ayrılmasının üzerinden henüz 24 saat geçmeden bu kez, Sovyetler döneminden kalma gücünü hala büyük ölçüde koruyan Rusya’nın lideri Viladimir Putin koştu ülkemize.

Acaba neden? Bizi çok seviyor olmalarından mı dersiniz? Elbette hayır! Tamamen kendi menfaatleri için. Çünkü Türkiye, şu anda bu güçlerin tamamının ortak menfaatlerinin kesişme alanlarından birisi durumundadır. En başta ABD’nin uzun vadeli orta doğu planlarının göbek noktasında Türkiye oturmaktadır. Joe Biden’in gelişinin sebebi, bu plan doğrultusunda Türkiye’den azami derecede nasıl istifade edebiliriz sorusunun cevabını bulmak içindi.

Rusya Devlet Başkanı Viladimir Putin’in amacı da aşağı yukarı aynı. O da petrol gelirlerinin dibe vurmasından kaynaklanan ekonomik çöküntü riskine karşı çıkış yolu bulmak için Türkiye’de. Ukrayna krizi sebebiyle Batı’nın karşısında zor duruma düşen Rusya, belki de Türkiye üzerinden bir çıkış yolu bulabilir miyim sorusuna cevap aramak için Türkiye’de. Hem de 10 bakanıyla birlikte. Yanılmıyorsam tarihte ilk kez bir Rusya Devlet Başkanı, başbakanı dışında hemen bütün kabinesiyle birlikte Türkiye’ye geliyor! Bu demektir ki; Rusya’nın Türkiye’den ve Türkiye üzerinden çok sayıda beklentisi var. Hem de her alanda. Bunun için Viladimir Putin, Türkiye’ye satmış olduğu doğalgazın birim fiyatını 1 Ocak 2015’ten itibaren %6 oranında indirmeyi bile kabul etmiş bulunuyor!

Papa’nın Türkiye ziyaretinin sebebi ise zaten bellidir. O, tıpkı selefleri papalar gibi, orta doğudaki Hristiyanların menfaatlerini korumanın peşine düşmüş durumdadır. Esasen bu amacını gizlemiyor da papa. Fener Rum Patriği Bartholomeos’la yayınladıkları ortak bildiriden papanın bu amacını okumak pek ala mümkündür. İki baş papazın altına imza attıkları bildiride bulunan şu satırlar bu amacın en açık göstergesidir:

“Halkların kaderiyle ilgili sorumluluk taşıyan herkesi, acı çeken topluluklar için gayretlerini derinleştirmeye ve Hristiyanlar dahil bölgedeki toplulukların anavatanlarında kalmalarına yardım etmeye çağırıyoruz. Hristiyanların olmadığı bir Ortadoğu’ya razı olamayız… Pek çok biraderimiz ve hemşiremiz baskıya maruz kaldı ve evlerini terk etmeye zorlandı. İnsan hayatının değerinin de kaybolduğu görülüyor, insanlar artık önemsenmiyor ve başka çıkarlara feda edilebiliyor. Trajiktir ki bu birçokları da buna aldırmıyor. Ortadoğu’da acı çekenlerin ve Hristiyanların korkunç durumu sadece bizden sürekli dua beklemiyor, aynı zamanda uluslararası toplumdan da uygun bir cevap bekliyor”

Görüldüğü gibi; iki baş papazın altına imza attıkları bildiri, sadece bir dini metin değil, aynı zamanda dünya liderlerini bölgedeki Hristiyanların menfaatlerini korumaya (uygun cevap vermeye) çağıran siyasi bir metin özelliği de taşımaktadır. ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden ve Rusya Devlet Başkanı Viladimir Putin’in Türkiye ziyaretleri, belki de iki başpapazın yapmış oldukları yukarıdaki “Uygun cevap” çağrısına cevap niteliğindedir, kim bilir!

Özetle; Türkiye’nin coğrafyası, bütün dünyayı, dün olduğu gibi, bugün de kendisine mecbur ve mahkum bırakmaktadır. Sırf bu sebeple, ecdadımıza ne kadar teşekkür etsek azdır. Yani bize böyle güzel ve gücü kendisinde gizli bir ülke bıraktıkları için!

MHP Neden Özür Dilesin?

Gelin görün ki; biz şeytan taşlamaktan ibadet etmeye fırsat bulamıyoruz. Üstelik de kendi yarattığımız sanal şeytanları taşlıyoruz sürekli olarak. Oysa bilmiyoruz ki; şeytan taşlamak için attığımız taşlar, birbirimizi yaralamaktan öte hiç bir halta yaramıyor!

Söz gelimi MHP lideri Sayın Devlet Bahçeli’nin Tunceli ziyareti öncesi bir takım ne idüğü belirsiz adamların ortaya çıkıp, sözüm ona Aleviler adına atmış oldukları taşlar! Tam da bu kabil taşlardan, yani muhataplarını yaralamaktan başka hiçbir amaca hizmet etmeyen taşlardandır. Bu taşlardan birisini Hacı Bektaş-ı Veli Kültürünü Yayma ve Yardımlaşma Derneği Cemevi Başkanı Ali Ekber Yurt attı. Onun atmış olduğu taş şöyle:

“Biz dernek yöneticileri olarak şunu biliyoruz ki, bu ziyaret Sayın Bahçeli’nin içinden gelen ve samimi duygular ile Alevileri ve Tuncelilileri kucaklama ve onların sorunları ile ilgilenme Tunceliler ile hasbıhal olma yönünde bir ziyaret değildir. Dersim’in acı hakikatleri noktasındaki düşünceleri sebebi ile derneğimizde ve derneğimiz bünyesindeki cemevimizde ağırlamak düşüncesinde değiliz. Sayın Bahçeli, 1937- 1938 ile ilgili söylemiş olduğu sözlerinden ötürü özür dileyerek ancak bu mekanın kapısından içeri girebilecektir”

Tunceli İl Genel Meclisi Başkanı CHP’li Muzaffer Yerlikaya’nın atmış olduğu taş ise şöyledir:

“Dersim’in değerlerine bunca zaman laf eden bir insanın, ‘Bunları gidip Tunceli’de de açıklayacağım’ demesi provokasyona açık bir davettir. Devlet Bahçeli’yi bu tavrı ve kastını aşan sözlerinden dolayı şiddetle kınıyoruz. Kendisine tavsiyemiz Dersim’e gelmemesidir. Dersim hakkının göstereceği tepki ve çıkabilecek olayların sorumlusunun hükümet ve Devlet Bahçeli olacağını kamuoyuna duyuruyoruz”

Peki, Bahçeli Dersim’in hangi değerleri ile oynamış? Dersim’in hangi değeri Türkiye’nin diğer bölgelerinin değerlerinden farklıdır? Yoksa Muzaffer Yerlikaya, “Dersimin’in Değerleri” derken Terörist Başı Çakma Seyit Rıza’yı ve onun hempaları Ali Şir ve Baytar Nuri’yi mi kastediyor? Olabilir. Eğer gerçek böyle ise, lütfen biz almayalım bu değerleri Muzaffer Efendi!

Okumaya devam et  Atatürk’ten İsmet Paşa’ya…30.10.1923

Bana kalırsa; CHP eğer muhafazakar toplum kesimleriyle gerçekten yakınlaşmak ve onların oyunu almak istiyorsa; bu kabil adamları, yani Bahçeli’nin Tunceli ziyaretine en sert tepkiyi gösteren Muzaffer Yerlikaya, Hüseyin Aygün ve üç günlük seyisliğine bakmadan 40 günlük at boku karıştırmak suretiyle 1937-38 olayları için CHP adına binlerce kez özür dileyen Sezgin Tanrıkulu gibi siyasi zıpçıktıları bünyesinden temizlemek zorundadır.

Zira ben inanıyorum ki; eğer Alevi Cemaati’nin Tunceli’deki sözüm ona önderleri, bu kabil açıklamalar yapmamış olsaydı; MHP lideri Tunceli’de o kadar sert bir üslup kullanmayacaktı. Çünkü, Ali Ekber Yurt ve Muzaffer Yerlikaya, Aleviliklerini bir tarafa koyarak, sanki PKK terör örgütünün mensupları gibi tehdit vari açıklamalar yapmışlar, MHP liderine meydan okumuşlardır. Bu sebeple Devlet Bahçeli, ister istemez Tunceli’de Türk Milleti’nin ortak vicdanı ve Devletin resmi sesi olmuştur. Bu konuda Vekil Başvekil Davutoğlu’nun Bahçeli hakkında ileri geri etmiş olduğu lafların, daha doğrusu atmış olduğu taşların etkisi de tartışılmazdır. Bunu, Bahçeli’nin Tunceli konuşmasından okumak da pek ala mümkündür.

Öte yandan Devlet Bahçeli, 1937-38 kalkışması ve bu kalkışmanın önder kadrosu hakkında söyledikleri için neden özür dilesin kardeşim? Eşkıya başı olan Çakma Seyit Rıza’dan ve hempalarından özür dilenmesi demek, gelecekte bebek katili Apo’dan ve onun yardakçılarından da özür dilenmesinin yolunu açacaktır. Cemevi başkanı sıfatıyla bir anlamda din adamı olan Ali Ekber Yurt, işte bunu hesap edememektedir. Ya da hesap ediyor da maksatlı olarak Devlet Bahçeli’den özür dilemesini istemektedir.

Şurası da muhakkak ki; Devlet Bahçeli’nin Tunceli ziyaretinin zamanlaması yanlıştır. Daha önceki yazılarımızda da dile getirdik; keşke bu ziyaret Davutoğlu’nun anlamsız ve gereksiz çıkışları üzerine değil de daha önceden gerçekleştirilebilseydi. Yine daha önce dile getirdiğimiz gibi; Bahçeli’nin bu ziyaretinin, Davutoğlu’nun tahrikleri karşısında yapıldığı görüntüsünden kurtarılması için, Doğu ve Güneydoğu illerine yapılan bu tür ziyaretlerin ara verilmeden devam ettirilmesi büyük önem taşımaktadır. Hatta bana kalırsa; MHP yönetimi Tunceli’ye ikinci bir ziyaret daha yapmalı ve bu sefer mümkünse Tunceli Halkı’na mükellef bir ziyafet çekmelidir. Madem Tunceli Cemevi yöneticileri, MHP’lileri Cemevine sokmadılar, dükkanları kapatarak onları Tunceli’de aç açık bıraktılar, şu halde maddi imkanları yetersiz olduğu için yaptılar bütün bunları! O zaman bu ikram ve ziyafet işi, karşı tarafa, yani MHP yönetimine düşer. Bu sebeple MHP, en kısa zamanda Tunceli’de Alevi kardeşlerimizle bir yemekli toplantı daha düzenlemek ve masrafları üstlenmek zorundadır.

Bu bakımdan MHP Genel Başkan Yardımcısı Şefkat Çetin’in “Daha yakın bir zamanda cemevine ‘cümbüş evi’ deme terbiyesizliğini gösterenleri dahi ağırlayan bu zihniyetin, Alevi kardeşlerimizin ibadethanesinin kapılarını Türk milliyetçilerine kapatmasının arkasında Türklük alerjisi vardır. Horasan erenlerine, Orta Asya alperenlerine kadar uzanan Alevi Türkmenlerinin ibadethanesi olarak kabul ettiğimiz ve desteklediğimiz cemevlerinin kapısını yüzümüze kapatanların Alevi kardeşlerimiz olmadığının farkındayız. Hiçbir gerçek Alevi’nin cemevinin kapısını misafire kapatmayacağını, gelenler kendileriyle gönül birliği etmiş Ülkücüler değil, en büyük düşmanları olsa dahi o kapıdan geri çevrilmeyeceğini gayet iyi biliyoruz.” şeklindeki açıklamaları(1) doğru olmasına doğrudur da bu durum, inşallah MHP için mevziden geri çekilme anlamına gelmez.

Yani “Cemevini MHP’ye kapatanlar Alevi olamaz” sözünün doğruluğuna şahsen ben de inanıyorum. Ancak, bu böyledir diye, mevziden geri çekilmek MHP’ye yakışmaz. Tam tersine MHP yönetimi, olayın üstüne gitmeli ve cemevini MHP’ye kapatanların kimler olduğunu ve bunların iktidar partisi tarafından mı, yoksa PKK terör örgütü tarafından mı yönlendirildiğini mutlaka tespit ederek topluma açıklamak zorundadır. Aksi takdirde MHP ile Aleviler arasındaki yanlış anlaşılmalar daha da derinleşecektir…

Dersim Harekâtı ve CHP

Yazılı ve görsel medya, Dersim tartışmalarıyla yıkılıyor. Gelinen noktada Dersim hadiselerinin sorumluluğu Celal Bayar ve Fevzi Çakmak’ın üstüne yıkılmış gözüküyor. Eğer 1937-38 olayları bir suç ise (ki; bize göre ortada suç yoktur) bu suç, Atatürk’ün ve İsmet Paşa’nındır! Gelin görün ki; Atatürk ve İsmet Paşa hakkında laf söylemekten çekinenler, ihaleyi Celal Bayar’ın ve Fevzi Çakmak’ın üzerinde bırakmakta kararlı gözüküyorlar. Ancak ne var ki bunların hareket noktası belgeler değil, yaşları gereği akılları başlarından uçmuş ve temyiz güçlerini kaybetmiş insanların anlattıklarıdır. Bu kişilerden birisi de meşhur Diyap Ağa’nın torunu Perihan Kahraman’dır.

Okumaya devam et  Sakarya’da Komutan, Lozan’da Diplomat

Habere göre; TBMM Dersim Komisyonu’nun CHP’li üyesi Erdal Aksünger, Diyap Ağa’nın torunu 83 yaşındaki Perihan Kahraman’ı evinde ölüm yatağında ziyaret ediyor, yaşlı kadının “Kız çocuklarının kafalarını kazıttılar. Bu işin müsebbibi Celal Bayar ve Fevzi Çakmak’tır” sözlerini de alıp medyaya servis ediyor. Medya organları da muhtemelen temyiz kudretini bile yitirmiş bu yaşlı kadının sözlerini alıp gerçekmiş gibi kamuoyuna duyuruyor: “Diyap Ağa’nın torunu: Dersim’in nedeni Celal Bayar ve Fevzi Çakmak”(2). Vay anasını sayın seyirciler, ne büyük haber! Yani milletvekili sıfatı taşıyan bir adam sırf siyasi hesaplarla ve CHP’yi 1937-38 olaylarının dışına çıkarmak için utanmadan yalan söylüyor. Oysa belgeler Erdal Aksünger’i ve bilgi aldığı bunak kadını kesinlikle yalanlamaktadır!

Tekrar söylüyorum; 1937-38 olayları tam anlamıyla İngiltere ve Rusya ile irtibatlı bazı feodal beylerin giriştiği bir isyandır ve devlet, haklı olarak kudretini kullanmak suretiyle isyanı bastırmış ve isyancıları bertaraf etmiştir. Bu esnada suçluların yanında suçsuzlar da zarar görmüş müdür? Kuvvetle muhtemel görmüşlerdir. Özellikle, harekat sonrasında bölge halkından zorunlu göçe tabi tutulanlar arasında suçsuzlar olabildiği gibi, bombardıman sırasında zarar gören suçsuzlar da elbette vardır. Ancak o günkü olayların sorumlusu CHP’nin bugünkü yöneticilerinin, partilerini bu olayların dışında göstermek için canhıraş bir çabanın içine girmelerine hiç gerek yoktur. Zira 1938 harekatından Celal Bayar sorumlu tutulsa bile ortada yine CHP vardır. CHP Milletvekili olarak Başvekil Celal Bayar ve hükümeti, bu harekatı herhalde CHP kadrolarıyla sevk ve idare etmiş olmalıdır. Ancak gelin görün ki; milletin kahir ekseriyeti, bu konuda CHP’nin yanında yer almaktadır.

Harekat emrini kim verdi?

2012 yılının Mart ayı içerisinde Vatan gazetesinde Genel Kurmay arşivlerinden de istifade edilerek hazırlandığı söylenen bir yazı dizisinden istifade ile şimdi de kısaca Tunceli Olaylarını özetleyelim:

Genel Kurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak, 12 Mayıs 1937 tarihli bir yazıyla “Tunceli vilayetinde Devlet Kuvvetlerine karşı müçtmian ve müseliahan vukubulan isyan dolayısıyla harekatı askeriye başlamış olmakla ceza kanununun yedinci maddesine göre harekatın başlangıcından diğer bir emir verilinceye kadar harp hükümlerinin cari olacağının kıt’alara tebliğ edilmesini dilerim.” diyerek harekat emrini vermiştir.

İsyancıların ele başı Seyit Rıza 11 Eylül 1937’de ele geçirilmiştir.

12 Eylül 1937 günü Başvekil İsmet İnönü Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’e şu mesajı çekerek hükümetinin Dersim başarısı için Atatürk’ten açıkça tebrik beklediğini belirtmiştir: “Seyit Rıza’nın teslim olması Cumhuriyet ıslahatının yeni bir safhasıdır. İltifatınız bizim için çok kıymetli bir teşviktir”

Aynı gün Atatürk İnönü’yü şöyle tebrik etmiştir: “Teslim olması Cumhuriyet hükümetinin Dersim’deki yüksek şuurlu hareketinin neticesini gösteriyor”

İsmet İnönü 25 Ekim 1937 de Cumhurbaşkanı tarafından görevden alınarak yerine Celal Bayar Başvekil atanmıştır.

İsmet İnönü, Atatürk’ün ölümü üzerine 11 Kasım 1938’de TBMM tarafından cumhurbaşkanlığına seçilmiş, bunun yanı sıra “kayd-ı hayat” şartıyla CHP genel başkanlığına da getirilmiştir.

CHP’nin 26 Aralık 1938’de toplanan I. Olağanüstü Kurultayı’nda partinin “değişmez genel başkanı” seçildi ve kendine “Milli Şef” unvanı verilmiştir.
Genel Kurmay Başkanlığı, 09.06.1939 tarihinde “Tunceli Kanunu’nun yürürlük tarihinin 3 sene daha uzatılması konusunda” Başvekalete ve Dahiliye Vekâletine birer yazı yazmıştır(3).

Peki sadece yukarıdaki tarihleri dikkate alsak bile Mustafa Kemal Paşa’yı (ki; en azından 1937 tarihindeki birinci Dersim Harekatının), İsmet Paşa’yı ve CHP’yi Dersim olaylarının haricinde tutabilir miyiz? Harekât emrini Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak vermiş olabilir; peki Genelkurmay Başkanı’nın, cumhurbaşkanından, hükümetten ve CHP’nin yürütmüş olduğu siyasetten bağımsız olarak bağımsız hareket ettiğini düşünmek bilgice ahmaklık, siyaseten ikiyüzlülük değil de nedir? Acaba CHP’de siyaset yapan Hüseyin Aygün ve Muzaffer Yerlikaya bunları biliyorlar mı? Bu iki zat HDP’de siyaset yapsalar “haydi neyse” diyeceğiz, ancak hem CHP’de siyaset yapıp hem de CHP’nin geçmişini inkar etmek takiyyenin tam daniskasıdır ve siyasi veled-i zinalıktan başka bir şey değildir.

Vatan gazetesinin aynı haber yorumunda, Harekat Yarbaşkanı Tümgeneral imzasıyla Genelkurmay Başkanlığı Harp Tarihi Encümeni Başkanlığı’na yazılan 15.10.1940 tarihli bir belgeye de yer veriliyor ve belgede şunlar yazıyor: “Tunceli tedib ve tenkil harekatı esaslı bir şekilde 1937 ve 1938 senelerinde başlamıştır. 1937 harekatı, 12 Mayıs 1937’de başlayarak 1 Temmuz 1937 ayı sonunda bitmiştir. 1938 harekatı 8 Haziran 1938’de başlamış ve bu harekata 8 Ağustos 1938’den itibaren ordu manevrası halinde devam olunmuş ve manevraya 10 Eylül 1938’de nihayet verilmiştir. Tunceli tedib ve tenkil harekatı için; 25 Mart 1937 tarihli Hey’eti kararnamesiyle 4 bin ihtiyat eri celbedilerek birlikler takviye edilmiş, 25 mayıs 1937 tarih ve icra vekilleri heyeti kararnamesiyle bu harekattan (muharebe ve müsademeleri istilzam eden mahiyette ve hususi ehemmiyette olduğu) tasdik olunarak subay ve askeri memurlara bir nefer tayini zammı verilmiş ve nihayet 27 Mayıs 1937 tarihinde icra vekilleri heyeti kararnamesiyle, Tunceli harekatının 1776 sayılı kanunun ilgili maddesi mucibince (sefer mahiyetinde mühim harekat) olduğu kabul edilerek harekata iştirak eyleyen, kara ve hava birlikleriyle sabit ve seyyar jandarma eratına kuvvetli tayin verilmiştir.”(4).

Okumaya devam et  ATATÜRK’DEN ANILAR

Anlaşılacağı gibi; Tunceli tedib ve tenkil harekatı herhalde Cumhurbaşkanı Atatürk’ün ve Başvekil İsmet İnönü’nün bilgisi dahilinde dönemin Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’ın 12 Mayıs 1937 tarihli emriyle başlamış ve hükümetin 27 Mayıs 1937 tarihli kararnamesiyle hukuki zemine oturtulmuş, 1937-38 yıllarında yapılan bütün eylem ve işlemler bu kararnameye istinat ettirilmiştir. Bunun yanında Fevzi Çakmak’ın, harekat emrini verirken herhalde yürürlükte olan Cumhuriyet kanunlarının kendisine verdiği yetkileri dikkate aldığı unutulmamalıdır.

Dolayısıyla; Tunceli harekatının günahı da sevabı da ortaklaşa olarak İsmet İnönü ve Celal Bayar hükümetlerine aittir ve bu konuda eğer bir sorumluluk varsa adı geçenler bu sorumluluğun paydaşlarıdır. Bu konuda en az sorumluluk ise Atatürk’e aittir, çünkü Atatürk o tarihlerde ağır hastadır. Hele hele 1938 harekatı sırasında tam anlamıyla ölüm döşeğindedir!

Aslında Aleviler MHP’ye Şükran Borçludurlar!

Geçenlerde bir toplantıda Tunceli yöresinde görev yapan üst düzey bir bürokrattan duydum; Tunceli’de pek çok Alevinin evinde Mareşal Fevzi Çakmak’ın portresi asılıymış. Elazığ’da Alevilerin yoğun olarak yaşadığı bir mahallenin adı ise yine Fevzi Çakmak imiş. Sebebi ise Alevilerin, Tunceli Harekatı sırasında Fevzi Çakmak’ın Alevileri daha büyük bir katliamdan kurtarmasıymış. Yani Aleviler, Fevzi Çakmak’a duydukları minnet borcunu böyle ödüyorlarmış.

Fevzi Çakmak Genel Kurmay Başkanlığı’ndan emekli olduktan sonra 1946 yılında Demokrat Parti listelerinden bağımsız aday olarak seçimlere girmiş ve 5 Ağustos 1946’da İstanbul Milletvekili seçilmiştir. Demokrat Parti Genel Başkanı Celal Bayar’ın dönemin Cumhurbaşkanı’nın demokratik seçimlere izin vermesi üzerine söylediği “Devr-i Sabık yaratmayacağız” (yani iktidara geldikten sonra yapılan yanlışların ve yolsuzlukların hesabını sormayacağız) şeklinde laflar etmesi üzerine, DP’den istifa ederek 19 Temmuz 1948’de Osman Bölükbaşı ile birlikte Millet Partisi’nin kurucu üyeleri arasında yer almıştır(5).

Celal Bayar’ın, Çakmak’ın DP’den istifa etmesine yol açan “Devr-i Sabık yaratmayacağız” şeklindeki açıklamasının içinde “Tunceli tedib ve tenkil harekatı” da var mıydı bilinmez ama Fevzi Çakmak’ın kurucuları arasında bulunduğu Millet Partisi’nin kuruluş sebebi, pek çok kaynakta Demokrat Parti’nin, Cumhuriyet Halk Partisi’ne sert muhalefet yapmaması olarak gösterilmektedir.

Parti, kuruluşundan başlayarak iktidardaki Cumhuriyet Halk Partisi ile muhalefetteki Demokrat Parti’ye çok sert eleştiriler yöneltmiştir. CHP’nin din ve laiklik anlayışına şiddetle karşı çıkan parti, DP’nin bir muvazaa partisi olduğunu ileri sürmüş, 1953 yılında “Laiklik karşıtı olma” suçlamasıyla kapatılınca(6) Parti Genel Başkanı Osman Bölükbaşı, Şubat 1954’te bir grup eski Millet Partisi üyesi ile birlikte Cumhuriyetçi Millet Partisi’ni kurmuştur. 1958’de DP’ye karşı güç birliği oluşturmak amacıyla CMP’nin Türkiye Köylü Partisi ile birleşmesiyle kurulan Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi 1969 yılında Milliyetçi Hareket Partisi adını almıştır(7).

Buraya kadar verilen bilgilerden de anlaşılacağı üzere; MHP, Mareşal Fevzi Çakmak ve arkadaşlarının kurmuş olduğu Millet Partisi’nin atmış olduğu temel üzerinde yükselmiştir ve MHP’nin harcında Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele kahramanlarından Mareşal Mustafa Fevzi Çakmak’ın çalmış olduğu maya bulunmaktadır. Eğer Tunceli ve yöresindeki Alevilerin evlerinde Mareşal Fevzi Çakmak’ın portresinin asılı olduğu ve Elazığ’da Alevi vatandaşlarımızın oturduğu mahallenin adı Fevzi Çakmak ise (ki; öyle gözüküyor) ve bunun sebebinin Alevi yurttaşlarımızın Fevzi Çakmak’a duydukları saygı ve minnet borcu olduğu iddiası doğruysa Alevi vatandaşlarımız aynı saygıyı bugünkü Milliyetçi Hareket Partisi’ne de duymak zorundadırlar. Bundan daha da önemlisi bugünkü MHP, Genel Başkan Yardımcısı Şefkat Çetin’in sözlerinden de anlaşılacağı üzere; Alevilerin birincil talebi olan cemevlerine ibadethane statüsü verilmesine sıcak bakan bir partidir.

Devlet Bahçeli ve arkadaşları eğer Tunceli’de cemevini ziyaret edebilseydi belki de bu hususu bir kez de orada Alevi yurttaşlarımızın yüzüne direk söyleyeceklerdi. Esasen Devlet Bahçeli, geçen haftaki grup toplantısında Alevilerle ilgili önerilerini sıralarken “Cemevi gerçeği ön yargılarına katılmadan, cami-cemevi karşıtlığına dönüştürülmeden tam olarak kabul edilmelidir. Cemevlerine devlet yardım etmelidir.” diyerek bunun işaret fişeğini çoktan atmıştı. Kanaatimizce Aleviler, kendisini cemevine kabul etmeyerek buna da fırsat vermediler…
________________
1-http://www.haberhergun.com/politika/sefkat-cetinmisafire-cemevinin-kapisini-kapatanlar-alevi-olamaz-h20137.html,
2-http://t24.com.tr/haber/diyap-aganin-torunu-dersimin-nedeni-celal-bayar-ve-fevzi-cakmak,204545,
3- ,
4-Aynı yazı.
5-http://tr.wikipedia.org/wiki/Fevzi_%C3%87akmak,
6-http://tr.wikipedia.org/wiki/Millet_Partisi_(1948),
7-http://tr.wikipedia.org/wiki/Osman_B%C3%B6l%C3%BCkba%C5%9F%C4%B1


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir