İTİRAF

İTİRAF
HÜSEYİN MÜMTAZ

“Trajedi’nin İflâsı” iyi bir şeydir de, “İflâsın Trajedisi”; üzerinde düşünülmesi, sorgulanması, araştırılıp nasıl öyle olduğunun iyice incelenmesi gereken bir olgudur.
Akıl Hocamız, Büyük Müttefikimiz, Stratejik Ortağımız, Küresel Güç Amerika “terör ve teröriste” nasıl bakıyor?
Bir süre önce beş yıldır esir olan Amerikan askeri Bowe Bergdahl karşılığında Guantanamo Üssü’nde tutulan beş üst düzey Taliban militanı serbest bırakılmıştı.
CBS’de olaya karşı hemen tavır alan eski Başkan adayı Senatör John McCain serbest bırakılanların “muhtemelen binlerce kişinin ölümünden sorumlu olduğunu” ve “yüksek güvenlik riski” oluşturduğunu, bu kişilerin yeniden savaşabileceklerini belirtmiş; CNN’e konuşan Temsilciler Meclisi İstihbarat Komisyonu Başkanı Mike Rogers ise “Washington böylece El Kaide’nin fidye tehditleri için fiyat belirledi” demişti.
Afganistan hükümeti de ABD ile Taliban arasındaki esir takasına tepki göstererek, savaş esirlerinin üçüncü bir ülkeye teslim edilmesinin uluslararası hukuka aykırı olduğunu vurgulamıştı.
Serbest bırakılan Taliban militanları halen Katar’da ve en az bir yıl ülkeden ayrılmaları yasak. Ancak gözlemcilere göre militanların yeniden Taliban’a katılmalarından korkuluyor.
Savunma Bakanı Chuck Hagel ise takasa yönelik eleştirileri reddederek ordunun Bergdahl’in hayatını kurtarmak için çabuk hareket etmek zorunda olduğunu belirtmiş ve “Biz teröristlerle müzakere yapmadık. Çavuş Bowe Bergdahl savaş esiriydi. Bu, esirlerinizi geri almanız için normal bir süreç” yorumu yapmıştı.
Biz de aynı açmazla karşı karşıyayız ve bütün emarelere göre “içeride” ve “dışarıda” teröristlerle müzakere/mücadele içindeyiz.
“İçeride” PKK, “dışarıda” ise IŞİD’in terör örgütü olduğu şüphesizdir.
Bence “mücadele” düşük yoğunluklu; “müzakere” ise hayli yüksek profilli seyrediyor.
Bu son derece açık ve net “durum tesbiti”nden sonra konuya girebiliriz..
Irak’da onca şey olurken, gelen haberler saat değil, neredeyse dakika başı değişirken, kısaca at izi kelimenin tam anlamıyla it izine karışmışken Dâvutoğlu, Musul’daki gelişmelere ilişkin 13 Haziran 2014 günü düzenlediği basın toplantısında ne diyor, biliyor musunuz?
“Her Iraklıyla gönül bağımız var. Bugünkü toplantıda aldığımız en önemli kararlardan biri Irak’la olan işbirliğimizin kesintisiz devam edeceğidir. Irak’ta kaos varmış gibi yansıtılıyor”.
Bırakın öngörüsüzlüğü, bir bakan; üstelik hem de Dışişleri Bakanı bu kadar büyük bir değerlendirme yanlışı içinde bulunabilir mi?
Türkmenler hariç, “her Iraklı” ile neden/nereden gönül bağımız oluyor? Peşmerge ile, Barzani ile, İŞID ile nasıl bir gönül bağı?
2014 Haziran Irak’ında kaos yoksa, nedir nasıl açıklanabilir durum? Kaos başka nasıl olur? Irak’ın hangi köşesinde kimin, hangi etnik grubun ve hangi mezhebin kaç saat süreyle hâkim olduğunu bilebiliyor mu acaba “Yeni Osmanlı”nın “Hariciye Nazırı”?
Dâvutoğlu’nun şu söyledikleri ise kelimenin tam manasıyla iflasın itirafıdır;
“Rehinelerin kurtarılması için operasyonu ben yönetiyorum. İstifam insanların sağ salim ülkeye getirilmesini sağlayacaksa, bir an bile düşünmem. Ama işin başındaki bir kişi bu durumda nasıl bırakıp gidebilir? Şu an sinirlerimize hâkim olmak ve son derece soğukkanlı davranmak zorundayız. Rehineleri kurtaralım, ondan sonra kim ne diyorsa konuşur, gereken yanıtını veririz. Bugün istifamı isteyenler, Şam’da, Bingazi’de, Beyrut’ta, Afganistan dağlarında insanlarımızı kurtardığımızda bir kere olsun olumlu şeyler yazıp söylediler mi? Hayır. İşin kuralı neyse onu yaptık. Elbette sağduyu sahibi eleştirileri anlayışla karşılıyoruz.”

Pes..
“Rehineler” sanki başka bir çağda, başka bir dünyada ve başka bir bakanın devr-i iktidarında rehine olmuşlardı da şimdi kendisi kurtarıyor..
“Şam’da, Bingazi’de, Beyrut’ta, Afganistan’da”ki yönetimlerle aramızda “sıfır sorun” var idiyse neden “insanlarımız” kurtarılmaya muhtaç ve mahkûm oldular?
“Şam’da, Bingazi’de, Beyrut’ta, Afganistan’da” bir zamanlar hakikaten sorun yoktu ama insanlarımız sizin zamanınızda “rehine” durumuna düştüklerine göre kurtarmayıp da ne yapacaktınız?
Nasıl bir bakış açısı, ne tür bir hayâl dünyasıdır?
Yorumu Cüneyt Ülsever yapıyor;
“Ahmet Davutoğlu’nu Dış İşleri Bakanlığında danışman iken tanıdım. Büyükelçilerin Ortadoğu konusunda basını bilgilendirdiği toplantılara geç gelir, o an konuşmakta olan Büyükelçi’nin ağzından lafı nezaketsizce kapar, saatlerce ama saatlerce konuşurdu. Anlattıklarından bir şey anlamazdım. Önceleri “dâhi”nin laflarını anlayamadığım için kendimde kabahat bulurken, sonradan çözdüm. Anlamsız konuşurdu. Daha doğrusu hayallerini gerçek zannederek konuşuyordu. Ayrıca çok uzun konuşuyordu. Zira kendisini bizlere ispat etme ihtiyacı içindeydi. ‘Bakın ne kadar bilgili bir adamım!’.”

16 Haziran 2014

57’İNCİ ALAY HER YERDE
HEPİMİZ 57’İNCİ ALAYIN NEFERİYİZ


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir