KIBRIS PAZARI YAZILARI (KÖFTECİ MEHMET)

KIBRIS PAZARI YAZILARI (KÖFTECİ MEHMET) - imagesCA5DH6X3

KIBRIS PAZARI YAZILARI (KÖFTECİ MEHMET) - imagesCA5DH6X3

KIBRIS PAZARI YAZILARI (KÖFTECİ MEHMET)

HÜSEYİN MÜMTAZ

Far ışıkları kalın, kesme taş duvarları aydınlattı. Hırpanî ve yorgun bir iç avluya girdik. Aklımdan Venedik, Ceneviz, Osmanlı geçti ama karar veremedim binanın kimlerin eseri olduğu konusunda. Zaten fazla düşünmeye de pek vakit yoktu.

Zifirî karanlıkta arabamıza güçlükle yer bulabildik. Her yer burunlu, rengârenk Bedford köy otobüsleri ile doluydu, hani şu Pakistan veya Hindistan belgesellerinden gördüğümüz…

Kıbrıs’a yağmur, çoğu zaman sanıldığının aksine Türkiye’den değil, ya Lâzkiye-Lübnan’dan gelir yahut belki Afrika’dan. Türkiye bulutları geldikleri hızla Beşparmak Dağları’na çarpar, Akatu, Karmi, Girne, Lâpta’yı bardaktan boşanırcasına sular, yıkar ve tükenirler. Bir türlü Beşparmak’ları geçip uzanamazlar Lefkoşa’ya doğru. Ondan sonra gelsin Mesarya ovasının uzun, kurak yaz günleri.

Susuzluktan kurbağalar gibi dönüp dolandığımız öyle uzun bir yazın ardından oldukça serin, nemli ve yağmurlu bir Lefkoşa gecesiydi.

O göz gözü görmez Venedik gecesinde tarih öncesi çağların herhangi birinden kalma palmiyeler alabildiğine kocamandılar.

Kocaman palmiyeler pek sınır tanımazlar. Herkese, her şeye yüksekten bakar ve Ermu sokağının bir yanından ötekine sessiz sedâsız selâm gönderirler. Ermu sokağının bir yanında Türk, öbür yanında Yunan bayrakları dalgalanır ama bu palmiyeler nedense hep birbirine benzerler sokağın hangi tarafında olurlarsa olsunlar..

Lokmacı Barikatı’ndan Arasta’ya doğru yürürken soldaki dükkânların arkasında Büyük Han kalır. Büyük Han’ın bir köşesinde ise sırtını asırlık duvarlara dayamış salaş, küçük bir gecekondu dükkâncık bulunur, Köfteci Mehmet’in dükkânı.. Zaten Yenicami’de Saffet Anibal, Mücahitler Sitesi’nin karşısında Sağır, bir de Kumsal’da Enişte; Türk Lefkoşa’nın Mehmet Köfteci ile beraber, egzotik damak tadıdırlar ve her biri de haklarında sayfalarca yazılacak kadar kerâmet sahibidirler.

İşte öyle nemli, soğuk bir kış gecesi Büyük Han’ın böğründe ölgün ışıkları zor seçilen buğulu camların arkasına saklanmış dükkâna attık kendimizi.

Okumaya devam et  KIBRIS PAZARI YAZILARI (BİR İNCE SEVDA YÜREĞİMDE)

Köftesi Mehmet’in dükkânında sadece köfte bulunur. Köfteye köfte deyince de kızar.. Ona göre yaptığı, “et kıyması”dır. Mehmet her gün belli sayıda köfte yapar. Sabah 10’a kadar siparişlerinizi vermeniz icap eder. Yoksa öğlen iş çıkışında gidip bir köfte yiyeyim derseniz, aç kalırsınız. Öğleden sonra 2 sıralarında da malzemesi ve işi biter Mehmet’in.

Akşamları ise o salaş, süflî, ilkel dükkân hatırlı(!) müşteriler için kapatılır(!).

Biz gittiğimizde, önce gelenler tahta, muşamba kaplı büyük masanın etrafına oturmuş, faslı girizgâhta idiler. Eski ve kirli masa usuleten ve lütfen silinmişti. Köşede, ocağa açılan pencereden Mehmet’in başı göründü, usuleten ve lütfen üstelik olanca nemrutluğu ile “hoş geldiniz” diye mırıldandı…

Beş, altı kişilik ekibimiz dükkâna(!) zor sığdı. Masanın başköşesine tüp gaz sobası yerleştirildi. Gene de sobaya en yakın iki kişinin, sobaya en yakın tarafları ısınıyordu.

Mehmet de yalnız köfte bulunur dedik. Meraklıları tarafından hemen, “O halde o saatte, orada ne aradığımız” sorulacak. Âdettir. Mecliste bulunan herkes Mehmet’e büyük bir torba ile gelir. Torba ve çantalardan, ağzının tadını bilen beyler tarafından, beyinin ağzının tadını bilen hanımlara yaptırılmış mezeler çıkarılır, meyveler ve içkiler çıkarılır.

Mezeler arasında mutlaka hayâl bir elde yapılmış “humus” da bulunur. “Karşı”dan gelen Anglia, Türkiye’den gelen rakı, Mehmet’in lütfen verdiği bir porsiyon köfteye eşlik eder. Aslında köfte, mezeler ve meyvenin içkiye eşlik etmesi usuldendir ama Mehmet köfteyi dirhemle verdiği için çok gözdedir. Ve tabiî uvertürler, süper stara refakat ederler.

Humus ortaya konmuştur ama gizli bir hazla, kıskanç bir mülkiyet duygusunu karıştırıp, yalnız, sâkin, kimse yokmuş gibi yenmek istenir.

1975’in bir “Barış harekâtı” ertesi gecesidir. Rum’lar, Ermu sokağı, Makarios ve öbür tarafta kalan Baf, Leymosun, İskele çok yakındırlar. 50 metre ötedeki Lokmacı Barikatı’nda nöbet tutan mücahidin adım sesleri işitilir.

Okumaya devam et  DİYARBAKIR-GAZZE-LEFKOŞA ÜÇGENİNDE “İNCE” POLİTİKA

Ve içilir…

Daha Aydoğan, Dağaşan ve Yayla’dan Türk’ler gelmemişlerdir. Sohbet hüzün kokar, hasret kokar, belki bir daha orada bırakılan evlere hiç gidilemeyeceği gelir akıllara…

İçilir…

Kıbrıs’ın her köyünde, her evinde, her gece ve her masada âdet olduğu üzere politika konuşulur. Denktaş, Marakios, Ecevit, Erbakan konuşulur. Çantalardan ekstra şişeler çıkarılır. “Meclis”in adı, “Senato”dur. Öğleden sonra telefonlarla randevu saati kararlaştırılmıştır. Katılanlar fikstir, standart üstüdür. Hem standart üstü olduğu ve hem de seviyeli politikalar üretildiği için mensuplarınca senato denmesi uygun görülmüştür. Yeni bir üye, ancak eski bir üyenin kefaleti ile tanıştırılabilir. İki – üç akşam denendikten sonra, çoğunluğun tasvibi ile kabul edilir.

Vakit ilerlemiş, torba ve çantalardaki içkiler ve en mühimi Mehmet’in köfteleri nihayet bulmuştur. Gece fazla uzatılmaz. Evdeki hanımlardan değil ama Mehmet’in uykulu gözlerinden korkulur.

En yaşlı üye, toplantının bittiğini söyler.

Bir kitabevi sahibi, Bayrak radyosunun bir programcısı, iki bürokrat, bir dışişleri bakanı (ve tabiî ancak Kıbrıs’ta rastlanabilecek bir demokratlık örneği olarak şoförü…), ve bir antikacı ile bir gazeteciden ibaret senato, bir dahaki toplantıya kadar dağılır.

Büyük Han, şimdiye kadar kim bilir ne politik tartışmalar dinlemiştir..

Çıkanlar, burunlu Bedford köy otobüslerine göz kırpar, bıyık altından gülüşürler.

Lefkoşa gecelerinde zırzıroların ötmesine daha çok vardır. (1975 KIYI)

 

 


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir