SOYKIRIM SAVININ REDDİ DÜŞÜNCEYİ İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ CERCEVESİNE GİRER

AİHM’DE  GORULMESİ KARARLASTİRİLAN  DOGU PERİNCEK DAVASİ KONUSUNDA  HAZİRLADİGİM   VE BİR UNİVERSİTE TARAFİNDAN YAYİMLANACAK OLAN BİR KİTAPTA YER ALMASİ PLANLANAN    MAKALEYİ  EKTE BİLGİLERİNE SUNUYORUM - perincek isvicre
, ,
ISVICRE: ERMENİ SOYKIRIMI SAVININ REDDİ DÜŞÜNCEYİ İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ CERCEVESİNE GİRER

AİHM’DE  GORULMESİ KARARLASTİRİLAN  DOGU PERİNCEK DAVASİ KONUSUNDA  HAZİRLADİGİM   VE BİR UNİVERSİTE TARAFİNDAN YAYİMLANACAK OLAN BİR KİTAPTA YER ALMASİ PLANLANAN    MAKALEYİ  EKTE BİLGİLERİNE SUNUYORUM

MAKALENİN EKLERİNDE   MAHKEME KARARLARİNİN GENİS OZETLERİ VAR. TALEP EDEN OLURSA BUNLARİ  İSTEYENLERE  AYRİCA YOLLARİM

BU DAVA TURKİYE ACİSİNDAN  BUYUK ONEMİ HAİZDİR. … ACİLDİR

AİHM’DE GORULECEK DAVA AYRİCA  WİNTERTHUIR DAVASİNDA MAHKUM OLAN VATANDASLARİMİZ   AİHM’E BASVURACAKLAR İSE, ONLAR ACİSİNDAN DA  ONEMLİDİR.

WİNTERTHUR KARARİ BENDE VAR  TERCEMESİNİ DE  EKTE SUNMAKTAYİM

VATANDASLAR TEMYİZE GİTTİLER İSE   SONUCUNU VE   TEMİYİZİN YA DA BASVURDULAR İSE  FEDERAL MAHKEMENİN  KARAR METNİNİ  SAGLAYAMADİM

BERN BUYUKELCİLİGİMİZDEN İSTEDİM    EPEY ZAMAN GECTİ HENUZ YOLLAMADİLAR

İSVİCREDE BULUNAN  ARKADASLAR  BU MAKALEMİ  KONU İLE İLGİLENEN AVUKATA İLETEBİLİRLER Mİ?

AVUKATTAN  TEMYİZ   VE/VEYA FEDERAL MAHKEME KARARİNİ İSTEYEBİLİRLER Mİ ?

SAYGİLARLA

AİHM’DE  GORULMESİ KARARLASTİRİLAN  DOGU PERİNCEK DAVASİ KONUSUNDA  HAZİRLADİGİM   VE BİR UNİVERSİTE TARAFİNDAN YAYİMLANACAK OLAN BİR KİTAPTA YER ALMASİ PLANLANAN    MAKALEYİ  EKTE BİLGİLERİNE SUNUYORUM - PULAT TACAR2

Pulat Tacar[1] (01.12.2010 okuması)

ERMENİ SOYKIRIMI SAVININ REDDİ

DÜŞÜNCEYİ İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ CERCEVESİNE GİRER

1. Giriş

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi  (AİHM), Doğu Perinçek’i   Ermeni soykırımı savını yadsıyarak ırk ayrımcılığı yapma suçundan mahkûm eden İsviçre  Mahkemesinin kararının iptali için  açılan  davayı görüşmeyi kabul  etmiştir.   Bu düşünce özgürlüğünün ihlaline odaklanmış bir dava da olsa,   Ermeni soykırımı  savının reddinin  uluslararası hukuk önüne  taşınması  bakımından    önemli bir ilk olacaktır.

Bu makalede Osmanlı Devletinde vuku bulan elim 1915 olaylarının  hukuksal niteliğine, yani “o eylemler Osmanlı ceza yasasında öngörülen suçlardan biri  ya da bir kaçı  mı? Veya  insanlığa karşı suç mu ,  soykırımı mı ,  savaş suçu mu, karşılıklı katliam mı”  ?  tartışmasına girmeyeceğiz. Bunun, siyasal boyut kazanmış  olan,  tarihsel, hukuksal, vicdanî yanları bulunan, kısa vadede üzerinde uzlaşma  sağlanması  mümkün görülmeyen bir sorun olduğu kanısındayız.

Bu husustaki   değerlendirmeyi herkes  kendine göre yapacaktır.  Varılacak sonuç   düşünce özgürlüğü çerçevesine girer.   Bu bağlamda,  kendi görüşlerini  dogma haline getirenlerin,   inançlarını  değiştirmenin   çok  güç olduğunun bilincindeyiz.  O nedenle,  baskı yapılarak kişilerin fikirlerini   değiştirmeğe zorlanmalarını ya da  bireylerin görüşleri nedeni ile kınanmasını ve  görüşünü açıkladığı için mahkûm edilmesini onaylamıyoruz. Düşüncenin açıklanması,  ifade özgürlüğü çerçevesne girer ve insan hakkı olarak korunur. Bunun yanında,  Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin  (AİHS)  düşünceyi ifade özgürlüğüne bazı kısıtlamalar getirdiğini de biliyoruz. Görüşlerin hangi nedenle kısıtlanabileceğine aşağıda 2. maddede  değineceğiz.

Bu yazımızda  AİHM’nin   düşünceyi ifade özgürlüğüne ilişkin  davalarda  verdiği bazı kararları irdeleyeceğiz,  tarihsel araştırmaların  yasa ile engellenmemesi gerektiği yolunda  gittikçe güçlenen  akımdan söz edecegiz, soykırımı  savları konusunda  ulusal ve uluslararası mahkemelerin  içtihatlarını, bu arada İsviçre  yargısının   trajik 1915 olaylarının  soykırımı olduğu savını reddeden  Türk vatandaşları hakkında  aldığı  çelişkili kararları    ele alacağız   ve  Doğu Perinçek  davası AİHM’de görüşülürken, gerek  davayı açan tarafın, gerek dava hakkında görüş bildirmeğe davet  olunan Türkiye’nin   hangi  gerekçeleri  etkin biçimde kullanabileceği konusundaki görüşlerimizi açıklayacağız.

2.İnsan Hakkı olarak düşünceyi ifade özgürlüğü

Önce,  Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) 10 ve 17 maddelerini   referans olarak  kaydedelim:

“AİHS  Madde 10: İfade Özgürlüğü :

1.Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ve kamu otoritelerinin müdahelesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir almak ve vermek özgürlüğünü de içerir.Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir.

2. Kullanılması, kendi içinde  görev ve sorumluluk  yükleyen bu özgürlükler

– ancak demokratik bir toplumda  zorunlu tedbirler   olarak,

– ulusal güvenliğin çıkarları,

– ülkenin toprak bütünlüğünün korunması ,

– kamu düzeninin sağlanması ve suç işlemenin önlenmesi,

– sağlığın veya ahlakın korunması,

– başkalarının şöhret  ve haklarının  korunması,

– gizli  olarak  elde edilen bilginin açıklanmasını önlenmesi,

– veya yargı gücünün otoritesini ve tarafsızlığını korumak için

–ve ancak yasayla saptanacak bazı formalitelere,koşullara,sınırlamalara ve yaptırımlara tabi tutulabilir

Yukarıda da belirttiğimiz gibi   AİHS’nin  10. maddenin 2. fıkrası  ifade özgürlüğüne  sınırlamalar getirmiştir.

Bu konuda göz önünde tutulması gereken bir başka genel kısıtlama  AİHS  17 maddesinde kayıtlıdır:

“AİHS Madde 17: Hakların Kötüye Kullanılasının Yasaklaması

-Bu Sözleşme hükümlerinden hiç biri, bir devlete, topluluğa veya kişiye Sözleşmede tanınan hak ve özgürlüklerin yok  edilmesne

veya burada  öngörüldüğünden daha geniş ölçüde  sınırlamalara uğratılmasına yönelik bir etkinliğe girişme ya da  eylemde bulunma  hakkını  sağlar biçimde kullanılamaz”

3. Doğu Perinçek’in İsviçre yargısı tarafından mahkum  edilmesi ve davanın AİHM’ne taşınması

Doğu  Parinçek  İsviçre yargısı  tarafından   Ermeni soykırımını inkâr ettiği gerekçesi ile mahkûm edilmiştir. Doğu Perinçek’i mahkûm eden Lozan Kent (Bidayet) Mahkemesinin  verdiği kararın özeti ile  İsviçre Federal  Mahkemesinin   temyiz talebini reddeden  kararının  özeti   Ek I ve Ek II’de  sunulmuştur . Doğu Perinçek, İsviçre’deki iç hukuk  yollarını tüketerek   aleyhindeki   kararın iptali için  Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine  (AİHM)  başvurmuş, bu davayı  ele almayı kabul eden Mahkeme AİHS  gereğince, İsviçre Hükûmetinden savunma istemiştir.  Doğu Perinçek’in İsviçre Mahkemesi tarafından  mahkum  edilmesinden  sonra  üç Türk vatandaşının bir toplantıda  Doğu Perinçek’i   desteklemeleri ve  Ermeni soykırımını yadsımaları da  dava konusu yapılmış ve Winterthur Mahkemesi kendilerini ırk ayrımcılığı suçu işlemekten  mahkûm etmiştir. Wintethur Mahkemesinin kararı da düşünce özgürlüğünün  kısıtlanması açısından  önemli olduğundan,  özeti    Ek. VI    olarak yazımızın ekinde sunulmuştur.

4  Türkiye’nin davaya müdahelesi  ve  Ermenistan’ın görüş bildirmeğe  davet  edilmesi olasılığı

Basında  AİHM’nin  Türkiye’den  bu konuda görüş istediğini okuduk.  AİHS’nin  buna olanak tanıyan 36. maddesi  şöyledir :

“Madde 36  Üçüncü Tarafın Müdahelesi

1.Daire ve Büyük Daire önündeki tüm davalarda, vatandaşlarından birinin başvuran taraf olması halinde, Yüksek Sözleşmeci Taraf’ın yazılı görüş verme ve duruşmalarda  bulunma  hakkı vardır.

2. Mahkeme başkanı, adaletin doğru sağlanabilmesi amaciyla, yargılamada taraf olmayan herhangi bir Yüksek Sözleşmeci Taraf’ı yazılı görüş sunma veya duruşmalara katılmaya davet edebilir .

Türkiye kendisine yapılan tebligattan itibaren 12 hafta içinde yazili görüş bildirecek ya da duruşma yapılacaksa  sözlü görüş bildireceğini  duyuracaktır.

Bu  maddenin ikinci fıkrası gereğince  AİHM  ilgili dairesi başkanının Ermenistan Cumhuriyetini  görüş bildirmeğe davet etmesi için Mahkemeye  telkinlerde bulunulacağı tahmin olunabilir. Mahkeme  bunu kabul ederse, sorun  düşünceyi özgürlüğü çerçevesine  dışına taşacaktır. AİHM ilgili dairesi başkanının Ermenistan Cumhuriyetinden görüş istemesinin büyük bir olasılık olduğunu ileri süren uzmanlar var.

5.AİHM, bu davada  soykırımı  suçunun işlenip işlenmediğine  değil, düşünceyi ifade özgürlüğünün ihlaline odaklanacaktır

Düşüncesini açıklayan  kişi,  ulusal yargı tarafından mahkûm edilirse, tüm  iç hukuk yollarını tükettikten sonra  aleyhindeki ulusal mahkeme kararını AİHM’ ne taşıyabilir.  AİHM  bu dava da -inkâr edildiği ileri sürülen- “suçun” soykırımı olup olmadığını değil, Taraf Devletin düşünceyi  ifade özgürlüğü ile ilgili  AİHS 10. maddesini   ve  savunma hakkına dair 6. maddesini   ihlal edip etmediğini  inceleyecektir. Bu nedenle, AİHM nezdinde  açılacak davada ve  yapılacak savunmada, 1915 olaylarının tarihsel yönüne ve bunların soykırımı olup olmadığına değil,  İsviçre  Mahkemelerinin düşünceyi ifade özgürlüğünü zedeleyen kararına  yoğunlaşmak gerekir. Öğrendiğimize göre AİHM de bu hususa ağırlık verilmesini  taraflardan istemiştir. Ancak, bu davayı  1915 olaylarının  soykırımı olup olmadığı tartışmasının  dışında tutmak  ta   güçtür; bu veçhe,  dolaylı da olsa kamu oyunda  ön plana  çıkacaktır.

Dava, hem  savunma hakkının ihlali (AİHS Madde 6) hem de düçünceyi ifade özgürlüğüünün ihlali (AİHS Madde 10)  gerekçeleri ile açılmıştır. AİHM incelemesini yaparken   aşağıdaki konulara odaklanacaktır.

A.  Mahkeme özenle, makul biçimde ve iyi niyetle hareket  etmiş midir?

AİHM, dava  edilen  Devletin makamlarının -özellikle Mahkemelerinin- özenle, makul biçimde ve iyi niyetle  hareket   edip etmediklerini  inceleyecektir.

Bu bağlamda   İsviçre Mahkemelerinin kararlarında saptadığımız maddi  hataları, önyargılı tutumlarını ve   davanın özensiz görüldüğü, iyi niyet  eksikliği bulunduğu ya da savunma hakkının kısıtlanması sayılabilecek    davranışların varlığı yolundaki görüşümüzü   örneklerle   Ek.IV olarak   aktardık[2].

Bu bağlamda, örneğin, Doğu Perinçek’in hukuk doktoru olduğunu vurgulayan  mahkemenin,  davalının yazar ve tarihçi niteliklerini “sözde” (Fransızca  soi disant) sözcüğü ile küçümsemesi  yargıcın  Perinçek hakkında  önyargılı   olduğuna işaret etmektedir  kanısındayız.

Oysa, Perinçek’in “ hukukçu, tarihçi ve yazar ” niteliği, dava açısından  önemlidir. Zira İsviçre Ceza Yasasının  Perinçek tarafından ihlal edildiği iddia edilen  Madde 261. 4. fıkrasının “ciddi bilimsel araştırmaları engellememesi gerektiği” İsviçre Parlamentosu   bu maddeyi kabul ederken  öne sürülmüş bulunan önemli bir koşuldur[3].

Öte yandan, İsviçre Hükumeti Doğu Perinçek’e temyiz duruşmasına katılabilmesi için ülkeye giriş vizesi vermeyi reddederek,  AİHS’nin 6. maddesini zedelemiş sayılabilir. Gerçi, temyiz duruşmasına  Perinçek’in avukatı katılmıştır; ancak  sanığın  duruşmaya bizzat  katılma isteminin  vize  engeline  takılmasının savunma hakkının ihlâli sayılıp sayılmadığını AİHM kararı açıklanınca öğreneceğiz.

Mahkemenin, Doğu Perinçek tarafından kendisine sunulan   belgelerin “o ülkede var olan tarihsel kanıyı değiştiremeyeceği” gerekçesi ile  incelememesi  savunma hakkını kısıtlaması  ve ihlali  olarak değerlendirilebilir.  AİHM bu konuda   da  karar verecektir.

B. Özgürlüğün sınırlaması  bir yasa ile yapılmış mıdır? O yasal dayanağa ulaşılabilir  mi ? Yasanın sonuçları öngörülebilir  midir ?

AİHM  davalı  ülkede  düşünceyi ifade özgürlüğünü sınırlayan bir yasa olup olmadığına bakacak ve   düşünceyi ifade özgürlüğünü  ve  özellikle   Ermeni soykırımı  savının reddini  kısıtlayarak mahkûmiyet kararına yol açan     İsviçre  yasasının    ulaşılabilir (accessible)  ve sonuçlarının öngörünebilir (previsible, foreseeble) olup olmadığını   inceleyecektir.

İsviçre Ceza Yasasına  ulaşılabilir.  Ancak, bu yasanın dava konusu eylemle doğrudan değil, dolaylı ilişkisi vardır.. Zira, aşağıda da anlatılacağı giibi, yasanın  261 bis  maddesinin 4. fıkrası,  soykırımının veya insanlığa karşı suçun inkârından  genel olarak  söz eder. Yasa   Yahudi kırımı ya da  Ermeni soykırımı  terimlerini kullanmamıştır.  Yahudi kırımı (Holokost) Nürnberg Mahkemesi tarafından “insanlığa karşı suç” olduğu karara bağlanmış bir   eylemdir.

Bunun dışında,   İsviçre Federal Mahkemesinin, daha önce  Bern- Laupen davasında verilen, “soykırımını yadsıma  eylemini   aklayan”  kararını   onaylamış bulunması  Doğu Perinçek açısından   Yüksek Mahkemenin  önemli   bir içtihadıdır. Sanık,  aynı ülkede, kısa zaman aralığı içinde, aynı suçlama ile ilgili   bir davada   aklama, daha  sonra  aynı konuda mahkûmiyet kararı verilebileceğini; aynı    yasanın , aynı konuda  farklı sonuçlar  doğuracağını  öngöremezdi. Bu nedenle yasa  sonuçları  yönünden  öngörülebilir (previsible,foreseeble)  değildi.

Buna ek olarak  İsviçre Adalet Bakanının anılan yasa maddesini  İsviçre’de ve Türkiye ziyaretinde alenen eleştiren  beyanları  bulunmaktadır[4].

Nihayet, Doğu Perinçek,  aşağıda da ayrıntılı olarak  ele alınacağı gibi,  reddettiği Ermeni soykırımı savının “genel kabul görme” gibi  son derecede belirsiz bir kavrama dayanarak  dogmaya dönüştürüleceğini    öngöremezdi.

Kanımızca  İsviçre  Ceza Yasasının   261bis4 maddesinin sonuçları yönünden öngörülemez olması  dava açıdından önemlidir. AİHM, Lozan Mahkemesi ile   Federal Mahkemenin verdiği kararların, bir önceki  Bern-Laupen ve Federal Mahkeme içtihadı nedeniyle,  sonuçları itibarile öngörülemez olduğuna davanın başında  karar verirse,  sorunun esasına girmemeyi   yeğleyebilecektir.

C. Kısıtlama var mıdır ve izlenen yasal amaçla orantılı mıdır?

Düşünceyi ifade özgürlüğü kısıtlanmıştır. Bu tesbitten sonra, AİHM davalının (İsviçre),Sözleşmenin  10. maddesinin2.fıkrasının sağladığı    kısıtlayıcı  önlemlerin,  “izlenen  yasal amaçla orantılı  olup  olmadığına ”   ve  söz konusu önlemlerin alınması için ileri sürülen  gerekçelerin  “uygun ve yeterli” kabul edilip edilmediğini  ele alacaktır.

İzlenen  yasal amaç, ırk ayrımcılığının ve yabancı düşmanlığının engellenmesi ve  -işlenmiş ise- soykırımı suçunun inkârının cezalandırılmasıdır.

Ancak   soykırımı suçunun işlenip işlenmediğine, ancak,  1948 Soykırımı Sözleşmesinin 6 maddesinde belirtilen yetkili mahkemeler karar verebilir.  Suç sayılan eylemle ilişkisi  bulunmayan,   başka  bir  ülkenin kamu oyunun bir bölümü, ya da  o ülkede veya başka ülkelerdeki siyasetçi veya akademisyenlerin bir bölümü tarihte vuku bulmuş bir eylemin,  hukuksal bir terim olan soykırımı olduğuna  karar  veremez. Aslında, usulüne uygun bir dava görülmeden hiç bir eyleme  suç isnat edilmemesi gerekir.Bu nedenle, soykırımı suçu alanında yetkili mahkeme tarafından verilmiş geçerli bir karara  dayanmadan    düşünceyi ifade özgürlüğünün kısıtlanması,  izlenen  amaçla  orantılı sayılmamalıdır.

D. İfade özgürlüğünün  kısıtlanması  demokratik bir toplum için gerekli  midir?

AİHM, Perinçek’in ifade özgürlüğünün kısıtlanmasının  demokratik bir toplum için gerekli  olup olmadığını  değerlendirilecektir.

AİHM,   kararlarında   genel olarak   düşünceyi ifade özgürlüğünden yana  ağırlığını  koymuştur;  sadece  zararsız ve normal  görünen  görüşlerin değil, rahatsız edici ve şok yaratan görüşlerin de korunduğu kararlarında vurgulamış bulunması konumuz bakımından  önem taşımaktadır. ( Bakınız : AİHM ‘nin Chauvy ve diğerleri Fransa’ya karşı  Kararı : para 63 ila 70  ve Lehideux ve İsorni Kararı para. 50 ve 51, Ginisevski kararı para 40-45)[5]

E. Düşünceyi ifade ozgürlüğünün kısıtlanması için zaruri bir toplumsal gereksinme var mıdır? Varsa nedir? Verilen cezada orantılılık var mıdır?

AİHM  kararlarına göre, özgürlüğün kısıtlanabilmesi  için  “zaruri bir toplumsal  gereksinme”  (a pressing social need) bulunduğunun saptanması   gereklidir

Bu konuda  yargıçlara  oldukça geniş bir takdir hakkı tanındığını   söylemeliyiz.   İsviçreli yargıçların   verdikleri Perinçek’i  mahkûm  etme kararının ardında  yatan  da   bu   takdir hakkıdır.

Ancak, AİHM’nin bugüne kadar verdiği kararlara  bakıldığında,   devletin özgürlüğü kısıtlama konusundaki  takdir hakkının demokratik bir toplumun çıkarları için alınması gereken  zorunlu tedbirler niteliği  ile sınırlı  olduğuna   hükmedildiği görülür.

İsviçre mahkemesinin kararında Perinçek’in  mahkûmiyetinin  zaruri toplumsal  bir gereksinme olduğuna  dair işaret bulunmamaktadır.

Ayrıca, Ermeni soykırımı savı hakkında   İsviçre Hükûmetinin Mahkemeden farklı olan tutumunu  İsviçre Parlamentosunda dile  getirdiği ve Ermeni soykırımına ilişkin önergelere  karşı çıkarak, bunların oylanarak reddini istediği  bilinmektedir. Ancak,  ulusal mahkemenin görüşünün Hükûmetin tutumundan  farklı olması  da  mümkündür.

Fransa ve İsviçre mahkemeleri gibi  AİHM de pek çok kararında,  tarihsel araştırma yapmanın kendi görevi dahilinde bulunmadığını belirtmiştir. Ayrıca ,  “Tarihsel araştırma  sonucunda ulaşılmış bulunan belirli bir tutumun doğru olup olmadığının saptanması Mahkemeye ait bir görev değildir.” (AİHM: Lehideux ve Isorni/Fransa  davası 23.9.1998/VI ; Ginievski/Fransa davası , 64016/00, 31.1.2006 ; Chauvy/Fransa,64915/01, 29.06.2004)[6]

Nihayet, verilen hapis  cezası   düşünceyi ifade ile işlendiği ileri sürülen  suçla orantılı  değildir : AİHM kararlarında  cezanın  orantılı olup olmadığı önemli bir öğedir. Hapis cezası orantılılı  sayılmadığı için AİHM  ihlal  yapıldığı sonucuna  varabilecektir.

F)  Perinçek davasında, ifade özgürlüğü başkalarının  onurunun ve haklarının korunması amacı ile mi  kısıtlanmıştır?

AİHS 10/2 maddesi, başkalarının   şeref  ve haklarının  koruması  amacı ile ifade özgürlüğünün  kısıtlanmasının mümkün olduğuna değinmektedir. Ancak,  aşağıdaki örneklerde de görüleceği gibi bu kısıtlamanın  sınırları  vardır.

İsviçrenin   Lozan, Winterthur ve Federal Mahkemeleri  “Ermeni soykırımının inkârının  başkalarının (Ermenilerin)  hak ve onurunu zedeleyici olduğu” sonucuna varmış,   “soykırımını yadsımanın  Ermeni toplumuna  mensup şahıslara  karşı bir  saldırı olarak değerlendirilmesi gerektiği” görüşünü benimsemiş,  bunu da ırk ayrımclığı  suçu çerçevesine almıştır. Ancak,  İsviçre Mahkemesi Ermeni  soykırımı savını kabul etmeyen ve o   ülkede  yaşayan  sayıları 120.000’i  bulan Türk toplumunun  görüşlerini yok sayarak onların onurlarını zedelemiş ve  kanımızca   ayrımcılık yapmıştır.

Öte yandan, daha önce, İsviçre’nin Bern-Laupen mahkemesi ,  Ermeni soykırımını kabul etmediklerini belirten 14 Türk vatandaşına açılan davada  mahkûmiyet kararı vermemiş,  İsviçre Federal Mahkemesi de  Bern-Laupen Mahkemesinin beraat kararını  gerekçeli bir kararla onaylamıştı. Başka bir anlatımla  İsviçre Mahkemeleri  benzer konularda farklı kararlar vermişlerdir.

İki dava arasındaki fark, Bern-Laupen Mahkemesinin   davalıların   ırk ayrımclığı  kastının bulunmadığını saptaması, Lozan ve Winterthur davalarında   ise ırk ayrımcılığı kasdının bulunduğu  sonucuna varılmış olmasıdır.  Mahkemenin  kararında bu kastı  isbatlama  zorunluluğunun  bulunmadığını da  belirttiğini    hayretle okuduk

G.  AİHM kararlarında  ifade özgürlüğüne ilişkin  örnekler

a) AİHM  (Yahudi Kırımının)  Holokost’un inkârının  düşünce özgürlüğü çerçevesi dışına çıktığı  kanısını  çeşitli kararlarında belirtmiştir; AİHM   Holokost’un   varlığı açıkça saptanmış bir  tarihsel vakıa   olduğunu, bu nedenle  bunu inkar etmenin   AİHS ‘nin 10. maddesi tarafından korunmadığını,   AİHS  17., maddesi hükmünün bu konuda  geçerli olduğunu vurgulamıştır. (Bakınız  Chauvy/Fransa davası kararı paragraf 69 Lehideux ve İsorni/Fransa davası kararı  1998—VII, paragraf 47; Garaudy/Fransa davası kararı 65831/01- 24.06.2003)

AİHM  Perinçek’in   açıkladığı   görüşün anlatım özgürlüğünün  AİHS  Madde 10/ 2  tarafından  etkisiz  kılınıp kılınmadığı konusunda  bir kanaata ulaşmaya çalışacaktır [7].

Kanımızca, İsviçreli yargıçlar bu  konuda  bir uslup farkına düğümlenmişlerdir.    “1915 olaylarının soykırımı olduğunu ileri sürenler yalan söylemektedirler”  söylemi ile “Bizim yaptığımız  hukuksal ve tarihsel araştırmalar  o trajik olayların soykırımı sayılamayacağını kanıtlamaktadır” ifadesi arasındaki  fark   bazı  yargıçlar açısından önemli sayılmış olabilir. Benzer şekilde  İsviçre vatandaşı olmayan Doğu Perinçek’in İsviçre Ceza Yasasının  referandum ile  değiştirilmiş olan maddelerini düzeltmeğe yardımcı olacağı  söylemi  de   o ülkenin yargıçlarında   rahatsızlık doğurmuş olabilir.

Ancak, Holokost’u  inkâr etmenin cezalandırılmasının temel nedeni,  Holokost’un Nürnberg mahkemesi tarafından insanlığa  karşı suç olduğunun karara bağlanmış bulunmasıdır. Bu bağlamda  Holokost   AIHM kararlarında “açıkça isbatlanmış  tarihsel vakıa”  (clearly established historical fact) olarak tanmlanmıştır.

Perinçek davasında ise, Ermeni olaylarının soykırımı suçu olduğuna ilişkin yetkili mahkeme tarafından verilmiş  olan ve bunun  varlığı  açıkça isbatlamış tarihsel olgu olduğunu  beyan eden  bir  yargı kararı  yoktur.Ayrıca “açıkça isbatlanmış tarihsel vakıa” terimi    İsviçre Mahkemesinin Ermeni soykırımı savı hakkında kullandığı “genelde kabul gören  tarihsel gerçek” teriminden farklıdır. Bu hususa  aşağıda döneceğiz.

b) Yukarıda İsviçre Mahkemesinin kararının ardında bir  uslup  meselesi bulunabileceği olasılığıan   kısaca değindik. Ancak, AİHM’nin şok edici bile olsa  farklı görüşlerin  açıklanabileceğine karar vermiştir. Örneğin, 23 Eylül 1998  tarihli (1998-VII) Lehideux+Isorni/Fransa  kararı  Mareşal Petain Hükûmeti ile ilgiliydi.  Fransa’da, Petain Hukûmetini işbirlikçi olarak tanımlayan genel kanıya  karşın, dava edilen yazarlar Petain’i olumlu biçimde takdim etmişlerdi. AİHM bu  konudaki   kararın 55. paragrafında, “her ülkenin  kendi tarihini  açıkça ve duygusallığa düşmeden  tartışması gerektiğini”  vurgulamış,  bu davada  10. maddenin  sağladığı özgürlüğün kısıtlanmış bulunmasının  ölçüsüz olduğu sonucuna varmıştır

c)Ancak,  AİHM,   Fransa’da Nazi rejimi ile mücadele eden  direnişçilerin  hatıralarının ciddi tarihsel araştırmalara dayanmayan   bona fide saldırılara  karşı korunması gerektiği yolunda başka bir dengeleyici karar da vermiştir ( Chauvy/Fransa 64915/01-  29 Haziran 2004)

c) Bu alanda  biraz  daha ayrıntılı biçimde ele almamız  gereken AİHM  kararı   Ginievski/Fransa davası ile ilgilidir.  Çok özetle:

Paris’te ikamet eden Avusturya vatandaşı Paul Ginievski, yazdığı  bir makalede  Hristiyanlığın Museviliğe karşı tutumunu  eleştirmiş ve bunun  gaz odasına (Auschwitz’e) yollama sonucunu verdiğini ima etmiştir. Ginievski  Fransa Mahkemesi tarafından mahkum edilmiştir. Ginisevski sonunda AİHM başvurmuş, görülen dava sonucunda  AİHM  adı geçenin mahkumiyet kararının AİHM 10 maddesinin ihlali olduğuna hükmetmiştir.

Kararda önemli  saydığımız  ve  Doğu Perinçek davası için  emsal teşkil  edebilecek bazı hususlara aşağıda  değiniyoruz:

“  Mahkeme ifade özgürlüğünü  sınırlamanın Fransız yasası tarafından öngörüldüğünü (precribed by law) saptamıştır. ..Özgürlük sınırlamasının bir grubun  belirli bir dine mensup oldukları için lekelenmeye karşı korunması amacı ile yapıldığını ve   (AİHS.10/2 maddesinde  öngörülen)  başkalarının onurunun ve hakkının korunması çerçevesine girdiğinin düşünüldüğünü  belirtmiştir”

Bu koruma  demokratik bir toplumda gerekli miydi? AİHM pek çok kararında,  ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun en önemli temellerinden biri  olduğunu, ….bu özgürlüğün sadece olumlu olarak karşılanan ya da  zararsız   enformasyonu ya da fikirleri değil,  rahatsız edici ve  şok edici, rahatsız  edici (offend)  görüşleri de kapsadığını  belirtmiştir (Handyside/Birleşik Krallık Davası 7.12.1976-Series A No.24.Sh23-49) : “AİHS’nin  10/2 maddesinin de belirtildiği gibi, düşünceyi ifade özgürlüğü sadece haklar değil, görevler de yüklemektedir.  Bunlar arasında dinsel  alanda  kırıcı olmama görevi de bulunuyor……Sözleşmenin öngördüğü  özgürlüklerin ancak bir demokratik toplum için  gerekli olduğu  ölçüde   kısıtlanması konusunda Devlete bir değerlendirme marjı bırakılmıştır.Bu özellikle kişilerin ahlaki ve dini konulardaki samimi  inançlarının korunması konusunda  geçerlidir…..Bu davada,    kısıtlama için    “acil bir toplumsal gereksinme  olup olmadığına” ve bunun  “ulaşılmak istenen meşru amaç ile orantılı  olup olmadığına “ bakılması gerekir.”

“Bu davada davalı yazar (Hristiyan) doktrinin Yahudi düşmanlığı tohumları  taşıdığını ve bunun da  Holokost’u tetiklediğini  tartışmaya açmaktadır” AİHM ,  kararının son bölümünde  Ginievski’nin  makalesindeki  amacı irdelemiş ve  yapılan tartışmanın  bir demokratik toplum için gerekli olduğu sonucuna varmış, yazarın gazeteci ve tarihçi olarak görüşlerini açıkladığını, bir demokratik toplumda  insanlığa karşı suç gibi ağır cürümlerin  özgürce tartışılmasının önemli olduğunu,  tarihsel gerçeği aramanın  düşünceyi  ifade özgürlüğünün ayrılmaz bir parçası olduğunu”  “AİHM’nin tarihsel konularda  karar verici olmadığını  belirtmiştir”   “AİHM,  yayımlanan makalede varılan bazı sonuçların ve cümlelerin kırıcı,  rahatsız edici, hatta şok edici olduğunun yazar tarafından  da kabul edildiğini, ancak  bu görüşlerin  açıklanmasının   engellememesi gerektiği  sonucuna varmıştır.” (De Haes and Gijsels/Belçika davası 24.02.1997 tarihli karar rapor No.46)”

Bern -Laupen Mahkemesi kararında bulunmayan  “acil toplumsal gereksinmenin” birden bire  hangi vahiy ile  Lozan Mahkemesi kararına yansıtıldığını sormak, her sağduyulu kişinin ve tabii AİHM’nin görevi olmalıdır.

H.  “Açıkça isbatlanmış tarihsel olgu”   kavramı

İsviçre  Federal Mahkemesi kararının dayanağını “Ermeni soykırımının, hem İsviçre kamuoyunca, hem de ondan daha da genel kapsamda gerçek bir vakıa olarak tanınmakta olması” oluşturmaktadır. AİHM ise “varlığı   açıkça  isbatlanmış bir  tarihsel olgu” varsa,   bunun inkârının düşünceyi açıklama özgürlüğü çerçevesi dışına çıktığına hükmetmiştir.

Varlığı açıkça isbatlanmış  tarihsel vakıa” nedir?  Bunu toplumun çoğunluğu mu saptayacaktır? Yoksa  yetkili   yargı organının  kararı mı gereklidir?   Söz konusu edilen tarihsel vakıanın suç olup olmadığı ya da suç ise bunun hangi suça tekabül ettiği  konusunda  yetkili yargı bir karar vermemiş ise,  bir ülkedeki toplumun çoğunluğu  bunu “varlığı tartışılamayacak bir tarihsel gerçek”  sayıyor gerekçesi, mahkumiyet sebebi olur mu? İsviçre Mahkemesinin kararı  bu yönde olmuştur. Orta Çağ’da da durum böyleydi.

Lozan mahkemesi kararnda tarihsel olgu

Lozan Kent  Mahkemesi ile Federal Mahkemenin kararlarında  bu konuya yapılan atıflardan bir bölümü ek referans olarak aşağıda  sunulmuştur:

-“Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sırasında Ermeniler’in yaşadıklarının soykırım olup olmadığını mahkemenin karara bağlaması gerekmez”…. “Bu konu uzun süredir zaten soykırım olarak kabul edilmektedir”…“Bir soykırımının geniş  şekilde öyle tanınmış olması  gerekir ve yeterlidir ve  Mahkeme bu uluslararası tanımanın varlığını tesbitle  (prendre acte) görevlidir.”;   “İsviçre kamu oyuna göre, Ermeni soykırımının  kabul edilmiş   bir  tarihsel   vakıa olduğunun saptanması yargıca bunu kabul    imkanını sağlamaktadır.”

Federal Konseyin Ermeni soykırımını tanıma konusundaki   tutumunun  son derecede ihtiyatlı olması  bir şey değiştirmez.  Bir Hukûmetin uluslararası ilişkileri tehlikeye atmamak için  hassas konulara girmemeyi yeğlemesi  anlayışla karşılanabilir. Önemli olan,  bu olayın  doğurduğu uluslararası yankıdır “. Bünyesinde 50 ülke barındıran Avrupa  Konseyi de  Ermeni soykırımını tanımıştır[8]…..aziran 1987 tarihinErmeni soykırımının  kabul edilmiş bir tarihi vakıa olduğunu onaylamak lazımdır.”

“Bir uluslararası mahkeme veya bir başka uluslarüstü organ   örneğin uluslararası uzman niteliği taşıyan bir tarihçiler komisyonu) tarafından yargıcın istinad edeceği bir karar alınmasına gerek yoktur”.

İsviçre Federal Mahkemesi kararı:  “Mahkeme, Ermeni soykırımının, hem İsviçre kamuoyunca, hem de ondan daha da genel kapsamda gerçek bir vakıa olarak tanındığını müşahede etmiştir.” “Sorun, Osmanlı İmparatorluğu’na atfedilen katliamların ve tehcirlerin kamuoyu ve tarihçiler topluluğunun soykırımı  olarak  nitelendirmesine  ilişkin genel kanaat ilgilidir.”

“Bidayet Mahkemesi görevinin tarih yazmak değil, bu soykırımın biliniyor ve kabul ediliyor olup olmadığını araştırmak ve bu son olgusal nokta hakkında kanaatini oluşturmaktır.”   “Mahkemenin görevi siyaseten tanımaya istinad etmenin ötesinde,   fiiliyatta, toplum içinde, 1915 olaylarının soykırım olarak nitelendirilmesi hususunda geniş bir bilimsel mutabakata dayanan ve siyasi açıklamalarla kendisini ifade eden geniş bir uzlaşının varolduğunu tespit etmektedir.”

Winterthur Mahkemesi kararı :

Üç Türk vatandaşının mahkumiyeti ile sonuçlanan davada, Winterthur Mahkemesi Savcısı ve Yargıcı, yukarıda  belirtilen iki kararı  temel aldıklarını  vurgulamışlardır. Bu durumda  Lozan ve İsviçre Federal Mahkemesinin bu  konudaki kararları  içtihad sayılmış olmaktadır ve daha sonraki kararlar aynı gerekçeleri tekrarlamaktadır. Bu nedenle Winterthur Mahkenesinin iddianamesi  ve yargıcının kararının  konumuzu ilgilendiren ve İFM kararlarına da dayanan  yanlarını buraya kaydetmekte  yarar görüyoruz:

“Federal Mahkemeye göre,  yargıcın görevi, genel olarak ve özellikle tarihsel bağlamda    bir soykırımı  tartışmasının   yapılmamasını  sağlamaya  yetecek derecede  bir  konsensüsün var olup olmadığını tesbit etmektir.  (Kararın 4.3 maddesi) .”

“Zanlılar,  soykırımı konusunda kesin  kanıt bulunmadığı veya  pek çok devletin 1915 hadiselerini soykırımı olarak tanımadıkları yolunda karşı görüş ileri sürdükleri takdirde, bu   iddiaları dinlenmemelidir. Bu tesbitler  yüksek yargı kararı gereğince  anılan olayların soykırımı niteliği taşıdığı  yolunda çok   geniş bir mutabakat bulunduğu vakıasını  hiçbir şekilde zedelemez. ( İFM Kararının 4.4. maddesi) “ [9]

1915 yılında Osmanlı İmparatorluğunda Ermeni halkına yapılan saldırıların, İsviçre Ceza yasasının (İCY) 261m.4 ‘e göre  soykırımı   olduğu yargısal  açıdan kabul edilmiş bir veri sayılır. ister zanlılar  , ister İsviçre makamları ,  kendi   düşüncelerinden bağımsız olarak, söz konusu gelişmelerin, İCY  261bis.4 gereğince soykırımı çerçevesine girdiğini kabul etmek   zorundadırlar.”

İsviçre Mahkemesi  Ermeni soykırımınının  tarihsel gerçek   olduğunu  şu   sözlerle iddia ediyor.  bu ülkede kabul gören  tarih  bilimsel görüş birliğine rağmen ( entgegen des hierzulande aufgrund der anerkannten Geschichtswissenschaft herrschenden Konsenses)  ve  genel olarak kabul edilen anlayışa  karşın

( allgemein anerkannten    Verstaendnisses) inkâr etmiştir

“Tarihçiler arasında Ermenilere soykırımı suçu işlendiğinin tanınması hakkında  geniş bir  görüş birliği vardır. Bu  siyasal nitelikli  tanıma  da  çok sayıda ulusal ve uluslararası örgüt ve kurum tarafından  dile getirilmektedir. “

Mahkemeye gore:  “isbatlanması gereken husus, davalı tarafından inkâr edilen vaka konusunda  genel uzlaşma bulunup bulunmadığının  saptanmasıdır.”

I) Isviçre Mahkemesinin, Ermeni soykırımı savı konusunda consensus  bulunduğunu  ileri  sürerek farklı ve karşıt görşleri yok sayması  bilimsel  özgürlüğü   kısıtlama  anlamına gelir

İsviçreli yargıçların,  1915 döneminde Osmanlı Ermenilerinin diğer Osmanlı yurttaşları yanında yaşadıkları büyük trajedinin  soykırımı  olduğunun tartışılamayacak bir tarihi gerçek sayıldığı hakkında   İsviçre’de  ve uluslararası alanda  bir    konsensüs bulunduğunu belirttiklerini okuduk. Ancak, yargıçlar karşı görüşlerin varlığını da bildiklerinden,  ihtiyatı elden bırakmayarak, “konsensüsün ittifak anlamına gelmediğini karara yazmışlardır.   ( IFM Madde 4.4.)

Böylece, yargıçlar, sözde “konsensüse” (uzlaşma yoluyla mutabakat)  katılmayanların  görüş ve yayınlarını   kayda değmez  saymış oluyorlar.  İsviçreli yargıçların  yaklaşımının ardındaki neden, ırk ve din ayrımcılığı  yapmak bile  sayılabilir.

Mahkemenin değindiği “konsensüs” kavramı,  daha ziyade siyasal ağırlığı bulunan  bir terimdir.  Bir konuda  farklı veya karşı    görüş   sahibi olanlar,   görüş ve  iradelerini açıkça belirtmeye devam ederlerse,  konsensüsten söz  edilemez. Bunun yerine, “bir  grubun (belki çoğunluğun) belirli bir şekilde  düşündüğü, ancak farklı görüşler bulunduğu ve konunun tartışmalı olduğunun” söylenmesi daha dürüst bir anlatım olurdu.

Bilim dünyasında ise konsensüs kavramı kullanılmaz. Bilimsel sonuçlar değişime, ilerlemeye açıktır. Sadece  aksi kanıtlanıncaya kadar  geçerli olabilirler. Tarih bilimi de böyledir ve tarihsel değerlendirmeler,  çoğu kez bu değerlendirmeyi  yapanların çizdikleri çerçeveye göre    değişebilir.  Bilimsel konularda – tarih bilimi dahil-  karşı görüşler varsa  konunun tartışılmakta olduğu  söylenir ve dogma  oluşturularak başkalarına  dayatılmaz.

J) 1915 olaylarının soykırımı sayılamayacağı konusundaki karşı görüşler

İsviçre mahkemelerinin var olduğunu ileri sürdükleri oydaşmayı (konsensüsü) geçersiz kılan  farklı ve karşıt görüşlerin varlığını  dikkate almamaları  da  özensiz  ve taraflı  davranma sayılmalıdır

1915 olaylarının soykırımı sayılamayacağını sadece Doğu Perinçek değil, çok tanınmış ve uluslararası üne sahip  tarihçiler, yazarlar  ve   düşünürler de  belirtiyor.  Bunlardan bir kaç tanesini  adını  anmak gerekirse,   Bernard Lewis,  Stanford Shaw, David Fromkin, Justin Mc. Carthy, Guenther Lewy, Norman Stone,  Kamuran Gürün, Michael Gunther, Gilles Veinstein, Andrew Mango,  Stephane Yerasimos, Roderic Davidson,  Paul Dumont &François Georgeon  J.C. Hurwitz, William Botkay, Edward J. Erickson  ve Steven Katz, Alfred Moser, Georges de Maleville, Heath Lowry  ve  ABD’de gazeteye ilan vererek  karşı görüşlerini açıklayan 30 bilim adamı  sayılabilir. Bu listeye  daha yüzlerce isim   eklemek mümkündür[10]. Yukarıda anılanlar  trajik 1915 olaylarının soykırımı olarak nitelenemeyeceği  kanısındadırlar ve görüşlerinin nedenlerini   gerekçeleri ile açıklamışlardır. Bunlar,  böylece, İsviçreli  yargıçların var olduğunu ileri sürdüğü “İsviçre’de ve genelde kabul gören tarihsel olgu”  nitelemesine  katılmamış oluyorlar.

Öte yandan,  davalı  Doğu Perinçek, Lozan  Mahkemesine 90 kilo ağırlığında  karşı görüş içeren belge ve kitap sunmuştur. Bunlar  Mahkeme tarafından “ tarih yazma cezai otoriteye düşen bir görev değildir”[11] gerekçesiyle  incelemeye alınmamıştır.  İsviçre Federal Mahkemesi de   karşı görüşleri  incelemeyi  şu gerekçelerle reddetmiştir: “Bu konuda  Mahkemenin Doğu Perinçek’in talep etiği  ek incelemeyi yapmasına gerek yoktur.” “Kanton Mahkemesi keyfî davranmamıştır; Mahkeme yukarıda sözü edilen mutabakatın (İsviçre toplumundaki genel kanı) var olup olmadığını tesbitle yetinmek  durumundadır.”  Mahkemeye göre, “Doğu Perinçek (avukatı)  hem soykırımının varlığını tanımayan devletler olduğunu  ileri sürmüş, hem de  “şurada-burada”[12] bazı tarihçilerin soykırımı konusundaki görüş birliğini bozduğu görüşünü” savunmuştur.  Kanton Mahkemesine göre, “bu bir iddiadan öteye geçememiş, Perinçek mutabakatın bulunmadığını kanıtlayacak hiç bir sahih unsuru ortaya koyamamıştır”[13]Perinçek, 1915 olaylarının soykırımı olarak nitelendirilmesi konusunda  genel ve özellikle bilimsel bir mutabakat bulunduğu saptamasının keyfî olduğunu gösterememiştir”[14]

Nihayet İsviçre Federal Mahkemesine göre :“İsviçre Federal Konseyinin Ermeni soykırımını tanımayı resmi bir açlıklama ile müteaddit defalar reddetmiş bulunmasından … soykırımının

va rlığı  iddiasının keyfî olduğu  sonucu çıkarılamaz[15]

İsviçre Mahkemesi bu tutumu ile savunma hakkını  ciddi şekilde zedelemiş olmaktadır.

K)İsviçre Parlamentosunun iki kanadı  soykırımını kabul etmemiştir.

İsviçre Mahkemesi  kararında bu yasa koyucudan ve hükumetten  destek  bulamadığını  da  kabul ediyor. Zira,  İsviçre  Parlamentosunun her  iki kanadı,  1915 olaylarını soykırımı olarak niteleyen bir kararı onaylamamıştır.  İsviçre  Hükumeti de  Ermeni soykırımını kabul eden bir karar almamıştır.  Aksine, İsviçre  Hükumeti  sözcüsü, Ermeni soykırımının kabulünü Parlamentoya öneren iki teklifin reddini resmen Parlamentodan istemiş, yapılan oylamada  iki teklif te reddedilmiştir.

Ayrıca,  İsviçre Federal Mahkemesi kararının 3.4.2 maddesinin  ikinci paragrafında  İsviçre Ceza Yasasının  241bis, 4.fıkra  maddesinin   İsviçre Parlamentosunda ele alınması konusunda şunlar yazılıdır: “ Yasa metninin bazı unsurlarının parlamenterler tarafından uzun uzadıya tartışılmış olmasına karşın, bu bağlamda  1915 olaylarnın nitelenmesinin  hiç müzakere konusu olmadığını belirtmek gerekir.   241.bis. 4 fıkra ile ilgili  Almanca metin aşırı ölçüde sınırlayıcı bir yoruma imkan tanıdığı için, sonuç itibariyle, metnin Fransızca versiyonunun kabulünün gerekçesi olarak sadece iki konuşmacı tarafından öne sürülmüştür”. Mahkeme  bu hususu kabul etmiş, ancak kararında göz önünde tutmamıştır. Bu da mahkemenin özensiz ve yanlı tutumunun bir kanıtıdır.

İsviçre Mahkemesinin kararı yanıltıcıdır:  Mahkeme,   kararına  dayanak olarak pek çok ülke parlamentosunun  Avrupa Konseyinin ve Birleşmiş Milletler Teşkilatının  soykırımını tanıdığını ileri sürüyor.
Bazı ülke parlamentoları  Ermeni soykırımı konusunda  karar almıştır; ancak bu kararlar  siyasal niteliktedir. Aksi yönde görüş belirten siyasal organlar da var. Avrupa Konseyinin ve Birleşmiş Milletler teşkilatının  Ermeni soykırımını tanıdığı  savı   asılsızdır. Öte yandan,Avrupa Birliği Komisyonu sözcüsü de  bu alandaki  AB görüşünü  13 Ekim 2006 tarihinde  şöyle açıklamıştır :“olaylarla ilgili bazı temel  yönler, akademik  toplumun üyeleri arasında olduğu gibi uluslararası camia ve Türkiye arasında  halen tartışılmaktadır”  . Şu halde – İsviçre Mahkemesi kararının aksine- bu konuda  konsensüs bulunmadığı  AB tarafından  da  belirtilmiştir.  [16]”Benzer şekilde,  Birleşik   Krallık  Hükumeti de  bu konuda    soykırımı savını tanımama beyanını yapmıştır. İsrail devlet adamlar ının da aynıo yönde beyanları var.

L) Tarihsel olgular hakkında tarihçiler görüş bildirmeli. Hukuksal nitelemeyi ise yetkili mahkeme yapmalı

Türk Hükumeti  konunun tarihçiler arasında tartışma konusu olduğu hususunda ısrarcı olmuş ve  bu amaçla bir tarihçiler komisyonu  kurulmasını  önermiştir.

Ermenistan Cumhuriyeti ile Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanları arasında  2009 yılında Zürih’te imzalanan   Protokolde  şöyle denilmişti: “”İki halk arasında karşılıklı güven tesis edilmesi  amacı ile mevcut sorunların tanımlanmasına ve tavsiyelerde bulunulmasına yönelik olarak, tarihsel kaynak ve arşivlerin tarafsız, bilimsel incelenmesini de içerecek şekilde bir diyalogun uygulamaya konulması” için “Hükumetlerarası Komisyon ve  Alt Komisyonlar kurulması  kararlaştırılm ıştır

Bu protokol henüz  iki ülke Parlamentosu tarafından onaylanmadığından  yürürlüğe girmemiştir. Bununla birlikte,   bu konuda farklı ve karşıt  görüşlerin masaya yatırılacağı bir Komisyon kurulmasının   kabul edilmiş bulunması,   soykırımı  savları konusunda, karşıt ve farklı görüşlerin varlığının  bilfiil  kabul  edilmesi  anlamına gelir , bu durumda  da tartışılması dahi yapılamayacak bir  tarihsel gerçekten  söz  edilemez

Bu gerçekler ve gelişmelerin İsviçre mahkemesi tarafından göz önüne alınmamış olması   kararı ağır biçimde  zedelemektedir.

.6) İsviçre Ceza Yasasının 261.Ek   (bis)  maddesinin 4. fıkrası

Şimdiye  kadar   ele aldığımız örnek, İsviçre Ceza  Kanunu ile ilgili olduğundan , bu kanunun ilgili maddesini  incelemek  gerekir

Okumaya devam et  NEWYORK CiN PROTESTO MiTiNGi

A) İsviçre  Ceza yasasının   26 bis. Maddesi 4 fıkrası

1993 yılında halk oylaması ile kabul edilmiş  ve 31.1.1995 tarihinde yürürülüğe girmiştir.  Bu madde, beş fıkradan oluşur,. Ceza Yasası nefret ve ayrımcılığa yönlendirme, bu amaçlı ideolojilerin yaygınlaştırılması ve  propaganda yapılması, aşağılama ve ayrımcılık, soykırım ya da insanlığa karşı işlenmiş bir suçun inkarı  ve ırkçı sebeplerle bir edimin sunulmasının reddini  suç kapsamına almıştır.

Doğu Perinçek’in yargılanıp,  mahkum olduğu bu maddenin 4. fıkrasının son bölümü şöyledir: her kim alenen ………. belirtilen sebeplerle, soykırımı ya da insanlığa karşı işlenmiş bir suçu inkar ederse, kaba şekilde küçümserse ( tehlikesiz gösterirse)  ya da haklı çıkarmaya çalışırsa, üç yıla kadar hapis ya da para cezasıyla cezalandırılır

B) Başka ülkelerin ceza yasalarında da benzer hükümler var.

Daha çok İsviçre içindeki yabancıları ve Yahudileri korumaya yönelik bu düzenleme, modern hukuk sistemlerinde  neredeyse standart şekilde yeralmaktadır: Alman Ceza Yasasının  130 , 84, 85 ve 86  maddeleri; Avusturya Ceza Yasasının 283. maddesi; Fransız Ceza Yasasının 225. maddesi; İtalya’da  Irkçılık Anlaşması’na dair çıkarılan özel yasanın (Yasa 13.10.1975 tarih, 654 sayılıdır) 3. maddesi benzer hükümler içerir. Halen 18 ülke soykırımın inkârını suç kabul etmekte, bunlardan 10 tanesi bu suçu Yahudi soykırımı ile sınırlı tutmaktadır.

Aşağıda  ayrıca inceleneceği gibi Avrupa Birliği İçişleri ve Adalet Bakanları Konseyi de  benzer bir Yöner Kararını kabul etmiştir.  Anılan Yönerge 2010 Aralık ayında yürürlüğe girmiş olacaktır.

C) İsviçre Ceza Yasasının 261 maddesinin uygulaması

İsviçre Ceza Kanunun yukarıda sunulan 261 bis  fıkra 4 metninde de görüldüğü gibi (Türkiye’deki genel algılamanın aksine) maddede Ermeni soykırımına doğrudan bir atıf yoktur. Genel anlamda soykırımının inkârından söz edilir; ayrıca, soykırımın inkârından (Almanca: Leugnen, Fransızca: nier) ne anlaşılacağı  da  kanımızca  yoruma muhtaçtır ya da  yargıcın takdir hakkı çerçevesine  girmektedir.

İsviçre Ceza Yasasının 261 bis/maddesinin 4 fıkrasının yorumuna ilişkin olarak,  gerek doktrinde, gerek mahkeme uygulamalarında  genel kabul gören bir içtihat oluşmuştur. Örneğin, İsviçre  Federal Mahkemesi   dar bir  çevrede yapılan ırkçı beyanların madde kapsamında değerlendirilemeyeceğini, bunun aleniyet içinde yapılması gerektiği  görüşünü kararlarına geçirmiştir.

Ceza, suçun objektif ve subjektif koşulları bir  araya gelirse   verilebilmektedir; ancak bizzat bu koşulların varlığı ve ispatı  da    tartışmaya açıktır. Örneğin, 1915’de yaşananları haklı çıkaran, o trajediyi övücü nitelikte, olayların “soykırımı” olmadığını ifade etmek madde çerçevesinde   sayılabilecek iken, bu sorunu bilimsel ve akademik düzeyde tartışarak, eldeki verilere göre, soykırım  fiilinin gerçekleşmediği yönünde kanaat bildirmek  madde kapsamına girmiyor  sayılabilir.

Aynı şekilde fıkrada belirtilen kasıt unsuru ya da diğer koşullar oluşmamışsa ceza verilemez Örneğin 2000’li yılların başında Türk vatandaşına karşı Bern-Laupen Mahkemesinde açılan benzer  davada  kasıt unsurunun eksikliği nedeniyle beraat kararı çıkmıştı. Bu kararın geniş özeti EK V’te  sunulmuştur.

Lozan Mahkemesi ise Doğu Perinçek’in,  daha sonra da  Winterthur Mahkemesi  üç Türk vatandaşının   kasıtlı hareket  ettiği   kanısına varmış, mahkumiyet kararını bu nedenle vermiştir.

D) İsviçre Ceza Yasasının 261 bis  maddesinin  amacı

Aslında İsviçre Ceza Yasasının  sözü edilen  maddesinin amacı, modern hukuk algılaması içinde farklı etnik grupları, ırkları, dinsel inançları, yabancıları ve azınlıkları, çoğunluğa ve buradan gelecek aşağılamalara, saldırılara karşı korumaktadır. Irkçı saldırıları, düşünce özgürlüğü gerekçesiyle haklı görmek maddenin hedeflediği  amacın dışına çıkmak sayılmaktadır. Halen İsviçre’de  gerek akademik, gerek entellektüel çevreler  Ceza  Yasasını  sözü edilen kuralını savunmakta, bunun özellikle yabancılar için bir koruma sağladığını  düşünmektedirler.

E) İsviçre Adalet Bakanının Ceza yasasının  261  maddesini  eleştirmesi

Bu maddeye ilişkin eleştiri yapılmış ve düşünce özgürlüğünü kısıtladığı ileri sürülmüştür. Bir dönem İsviçre Adalet Bakanı  olan Blocher, Türkiye’yi ziyareti sırasında da bu  maddeye yönelik eleştiriler yapmıştı. Aslında  İsviçre’de bu maddeden  yakınanlar yabancı düşmanı ve ırkçı sayılabilecek çevrelerdi. Örneğin Adalet Bakanı’nın lideri olduğu SVP (İsviçre Halk Partisi) yabancılar aleyhindeki politikaları ile  tanınmaktadır. Bu partiinin seçim döneminde istatistiki bilgileri manupüle ederek kullandığı  afişler ve sloganlar yabancı düşmanı içerik taşımaktaydı. Bu nedenle, belirtilen çevrelerin maddeye yönelik eleştirileri, düşünce özgürlüğünün sınrlandırılmasından duyulan rahatsızlıktan çok, “kendi hareket alanlarının” daraltılmasının verdiği sıkıntıdan kaynaklanmaktadır. Doğu Perinçek,  İsviçre Adalet Bakanının   İsviçre  Ceza Kanununun  261.bis 4. maddesini kaldırma niyetini beyan etmesinden de  cesaretlenerek, İsviçre’de mahkum edildiği  sözleri kullanmış olduğu  söylenebilir . Ancak, adı geçenin İsviçre Ceza Yasasının 261.bis 4. maddesinin  dışardan da baskı sağlayarak kaldırılmasına olanak sağlayacağı söyleminin ele aldığımız  dosya konusunda  aksi tesir icra ettiği  görüşündeyiz[17].

.

7)Uluslararası Adalet Divanının  Bosna davası kararı

Soykırımı 1948 Soykırımı Sözleşmesinin öngördüğü  bir uluslararası suçtur. Bu suçu diğer suçlardan  ayıran  iki önemli öğe bulunmaktadır.  Birincisi    “bir gruba  mensup  insanları  sırf o gruba  mensup bulundukları gerekçesiyle yok etme konusunda  bir özel  kastın (dolus specialis)  bulunmasıdır”.  İkincisi , sanığın eyleminde özel kasıt bulunup  bulunmadığın  yetkili  mahkeme tarafından  usulüne uygun bir yargılama ile  saptanmasıdır.  Bu koşullar olmadan bir eyleme hukuken  soykırımı denilememesi gerekir[18]. Bu bakımdan, Uluslararası Adalet Divanının   Şubat 2007’de verdiği Bosna davası kararı  soykırımı hukuku açısından önemli bir içtihat oluşturmuştur.

UAD,  kararında, Bosnada vuku bulan diğer katliamları da  tek tek ele almış ve bunların, suç teşkil etmekle birlikte  soykırımı çerçevesine girmediğini kararına yazarak, Uluslararası  Ceza Divanı Statüsünde kayıtlı  suçlar arasındaki farkı vurgulamıştır.

UAD’nın anılan kararı konusunda  EK III’te   ayrıntılı bilgi verilmiştir..Kararın  187,  188  ve 189 maddeleri  soykırımı suçunu  diğer uluslşararası suçlardan  ayıran  gerekçeler içermesi bakımından önemlidir.  Kararda şöyle denilmektedir:

Soykırımı Sözleşmesinin II maddesi  suç  sayılan eylemde) ayrı bir  zihinsel öğenin  bulunmasının gerektiğini göstermektedir. Bu öğe Sözleşme kapsamında korunan gruba mensup insanları tamamen veya kısmen, sırf o gruba mensubiyetleri  nedeniyle yok etme kasdının varlığıdır. Gruba mensup insanların sadece kasden yasa dışı şekilde öldürülmüş  bulunduklarını  kanıtlamak yeterli değildir. Çok kesin biçimde  tanımlanmış olan özel  kastın (dolus specialis)   isbatlanması gerekir…. Grup üyelerinin o gruba mensup bulundukları için hedef seçilmiş bulunmaları yeterli değildir; failin ayrımcı bir kastının bulunduğunun saptanması ve isbatı gerekmektedir. Yani daha fazla bir şey istenmektedir… İnsanları .sırf o gruba mensup bulunmaları nedeniyle,(-İngilizcesi: as such-)    etme kasdının varlığının gerekli olduğu vurgulanmaktadır. Soykırımı, benzer suçlar, özellikle, insanlığa karşı suçlar ve zulümler bağlamında ele alındığında,  kasıt  öğesinin özelliği ve bunun  için gerekli olan özel nitelikler daha belirgin olarak ortaya çıkar

Siyasal bağlantıları nedeniyle saldırmak ta  zulüm eylemi sayılır. Zulüm eyleminde , ayrımcılık  yapma niyeti, katletme dahil,  çeşitli insanlık dışı eylem biçimleinde tezahür edebilir; soykırımı durumunda bu niyete,  soykırımı kurbanlarının ait oldukları  grubu  tamamen veya kısmen  yok etme kastının refakat etmesi gereklidir. Böylece “mens rea” açısından bakıldığında, soykırımıının  en ağır ve en insanlık dışı zulüm olduğu  söylenebilir. Başka bir  anlatımla, zulüm, bir grubu tamamen veya kısmen ortadan kaldırma yönelik  istençli ve bilinçli  aşırı eylemlere tırmandığında,  bu zulümlerin   soykırımına dönüştüğü söylenebilir.

Uluslararası Adalet Divanı,  Bosna kararının 190. paragrafında  etnik temizliğin de her zaman  soykırımı  anlamına gelmediğini  “…bir grubun tamamen veya kısmen  bulunduğu yerden atılması kendi başına bir soykırımı sayılmaz” sözleriyle belirtmektedir. Bu eylem, insanlığa karşı suç kavramı çerçevesine girebilir.

.

İsviçre Mahkemeleri ise soykırımı suçu hakkında  çok önemli bir içtihat oluşturan  UAD’nın 2007 Bosna davası kararını görmezden gelmiş ve    “Lozan  Mahkemesinin yapması  gereken ve yaptığı,  İsviçre’de   Ermeni soykırımına ilişkin tarihsel görüşün artık  tartışma konusu yapılmamasını sağlayacak yeterli mutabakatın olup olmadığını tesbitten ibarettirsonucuna varmıştır . Bu ifade, kanımızca, hem düşünceyi ifade özgürlüğünün kısıtlaması,  hem de   tarih biliminin iğdiş edilmesi  açısından son derecede  sakıncalıdır.

8) Tarihe Özgürlük Girişiminin  Blois Çağrısı

Yasa  çıkararak ya da mahkeme kararı ile   tarihsel konularda araştırma ve  düşünceyi  ifade özgürlüğünün kısıtlaması  örnekleri karşısında , özellikle  Avrupa Birliği  Bakanlar Konseyinin, aşağıda  değinilen Çerçeve Kararı  muvacehesinde,  pek çok düşünür, tarihçi, insan hakları savunucusu ve yazar bir araya gelerek Tarihe Özgürlük  Girişimini  oluşturmuşlar ve aşağıda metni sunulan  Çağrıyı imzaya açmışlardır. Bu Çağrının altını imzalayanların sayısı  binleri  aşmıştır.

Tarihe Özgürlük (Girişimi) 2005 yılından beri yasa koyucu  gücün, geçmişi suçlama  eğilimi ile   mücadele etmektedir;   bu   eğilim, tarih araştırmalarını önüne  gittikçe artan şekilde  engel çıkarmaktadır. 2007 Nisan ayında Avrupa Birliğinin Bakanlar  Konseyinin kabul ettiği bir Çerçeve Kararı   o zamana kadar sadece bir Fransız sorunu olan bu  konuya  uluslararası  boyut  kazandırmıştır.

Anılan  Çerçeve Kararı, gerekliliği tartışma konusu olmayan Irkçılığın   ve Yahudi düşmanlığının ortadan kaldırılması adına,   aslında o  amaçla alınmış olmakla  birlikte,  Avrıpa Birliği içinde, tarihçilere   mesleklerinin icrası ile bağdaşmayan  yasaklar getirmekte ve tarihçilerin  mesleklerini icrasını  tehdit altına sokacak yeni suçlar yaratmaktadır.  Tarihe Özgürlük (Girişimi),   2008 yılında  yapılan ve “Avrupalılar’a”  adanmış olan   Blois Buluşması  münasebetiyle  aşağıdaki kararı kabul çağrısını yapar

Geçmişe  yönelik  tarihsel ahlak dersi verme girişiminden   ve  entellektüel açıdan sansüre tabi tutulmaktan  endişe  duyarak,   Avrupalı tarihçileri ve politikacıları  sağduyulu davranmaya çağırıyoruz.

Tarih  güncel olayların tutsağı olmamalı ve  birbiri ile yarış eden belleklerin  dikte ettiği şekilde yazılmamalıdır. Özgür bir Devlette,

siyasal otoritesi  tarihsel gerçeği   saptayamaz ve  cezalandırma tehdidi ile tarihçinin özgürlüğünü kısıtlayamaz.

Tarihçilere, bizim yaptığımıza benzer girişimler oluşturarak,  ülkelerindeki tüm güçleri bir araya toplama  ve ilk aşamada bu  çağrıyı imzalayarak,  bellek yasaları  akımını  durdurma  çağrısını yapıyoruz.

Siyaseten sorumlu olanlardan, kollektif belleği sürdürme görevine  sahip olmakla birlikte,    yargısal uygulaması tarihçinin mesleği       ve genel olarak   entellektüel  özgürlükler üzerinde  ciddi sonuçlar doğurabilecek  yasalarla, geçmişe dönük    Devlet gerçekleri  oluşturmamanın bilincinde  olmalarını talep ediyoruz.

Demokraside, tarihe özgürlük  hepimizin özgürlüğüdür.

Pierre Nora, Tarihe  Özgürlük  Girişimi  Başkanı

9)ACCOYER Raporu[19]

Fransa Parlamentosu da bu harekete katılmış  ve Fransa Parlamentosu  Başkanı Bernard Accoyer başkanlığında toplanan bir  Parlamento Komisyonu  yasama erkinin,  yargı gücünün yerine geçerek tarihi olayları  suçlayan  belleğe ilişkin yasalar çıkarmaması gerektiği konusunda  Accoyer Raporu olarak bilinen 18/11/2008 tarihli  1262 sayılı  ayrıntılı  bir rapor yazmıştır. Bu rapordaki görüşler  irdelediğimiz konu bakımından çok  önemlidir.  Raporun ayrıntısına girmek bu  yazımızın boyutlarını aşmaktadır.

Raporda,   “bellek yasaları kavgası “ başlığı altında, Fransa’da Holokost’un inkarının cezalandırılmasına ilişkin 1990 yılında kabul edilen “Gayssot Yasası”  ele alınmakta, Fransız Parlamentosunun 29 Ocak 2001  tarihinde kabul ettiği Ermeni  soykırımını tanıyan  tarihli  yasayı  eleştirmekte, 2005 yılından itibaren tarihçilern, tarihi araştırmaları yasa ile  dondurma sonucunu verecek olan bellek yasalarına isyanı  anlatılmakta, Parlamentonun  “bellek görevinin” korunması olarak özetlenebilecek çalışması konusunda  ayrıntılara inilmekte, tarih konusunda yasa ile  hükum oluşturmanın Fransız Anayasasına aykırı   sayılabileceği, bunun düşünce ve düşünceyi  ifade  özgürlüğüne zarar vereceği, tarih biliminin temellerini  zedeleyebileceği, Fransız toplumunu  ayrı  kamplara bölebileceği[20] ve diplomatik rahatsızlık doğurma riskini taşıdığı  anlatılmaktadır. Rapor  2007 yılında AB Bakanlar Konseyi tarafından kabul edilen  Irkçılık ve Ayrımcılıkla Mücadele Çerçeve Kararının tarihçiler ve  hukukçular  arasında  endişeye neden olduğu vurgulanmaktadır.  (Çerçeve Kararı konusunda  aşağıda   ayrıca  bilgi sunulmuştur.)

Rapor  “bellek görevi” kavramının muğlaklığı  üzerinde   durmakta, bu kavramın ahlâka yönelik işlevi anlatılmakta, ancak entellektüel ve ahlaki açılardan sorunlar yarattığı, kavramın uygulamaya konulmasının siyasal sonuçlarının  gözden kaçırılmaması gerektiği, uluslararası ilişkiler açısından bakıldığında  da hassas   durumların ortaya çıkmasına neden olduğu  belirtilmektedir.

Raporda  ünlü  Fransız  filozofu  Paul Ricoeur’ün [21]“ bellek çalışması”  kavramını,  “bellek ödevi” uygulamasının önüne çıkardığı belirtilmektedir[22].  Paul Ricoeur:“ Ötekinin tanıklığına dayanan tarihi bilmenin, sözcüğün gerçek anlamnı ile bir bilgi değil, ama yalnızca inanma yoluyla bir bilmedir  ”(Tarihve Anlatı Sh.20) , “hazır bir tarihsel gerçeklik yoktur” diyerek, -aşağıda başka alıntılarda da belirtildiği gibi-  ele aldığımız konunun ne kadar görece olduğuna dikkat çekmiştir. Bu  düşünceden hareketle İsviçre Mahkemesinin tarihi kendi  seçtiği   yoruma bağlama,  farklı düşüneni  mahkum etme  ve  kendi youmunu dogma  haline getirerek  tarihsel araştırmaları  dondurma  girişiminin  ne kadar yalnış olduğu daha iyi anlaşılır.

Accoyer Raporu  Fransa için  özellikle eğitime  yönelik ayrıntılı  öneriler  getirmiş, ayrıca  Parlamentonun  konuya  yasa çıkarma yolu ile değil,  iş’ari karar  alarak ta  eğilebileceğini  vurgulamıştır.

Accoyer Raporu Fransa’da geniş ve  nitelikli destek bulmuştur. Örneğin,bu rapor  konusunda  bir demeç veren ,  Fransa Anayasa Konseyi eski Başkanı Robert Badinter   Ermeni soykırımı iddialarını yadsıyanları mahkum etmeyi öngören yasa tasarının Fransız Anayasasının 34 maddesine aykırı olduğunu, Parlamentoların tarihsel  olaylar konusunda böyle yasalar çıkaramayacağını, insanlığa karşı suç ya da soykırımı gibi hukuksal kavramlara dayanarak  tarihte yaşanmış  olayları  mahkûm  edemeyeceklerini,   yasa  Anayasa Konseyine getirilirse, Konseyin yasayı iptal edeceğini  belirtmiştir. Fransa Anayasa Konseyi üyelerinden Georges Vedel de 1915 Ermeni soykırımının tanıyan  yasanın anayasaya aykırı olduğunu  vurgulamış, Fransa Anayasa Konseyinin 21 Nisan 2005 sayılı kararı ile  2001 yasasının sadece  bir deklarasyon niteliği bulunduğunu  belirterek, dolaylı  şekilde  bellek yasalarını kınamıştır. Bununla birlikte ,  Robert Badinter’e  gore  Yahudi soykırımına ilişkin Gayssot yasası  farklıdır, zira   daha önce mahkeme kararına bağlanmış olan bir   suç fiilini  inkâr etmenin   suç olduğunu  belirtmektedir.  23 Temmuz 2008 tarihli Fransız Anayasa  reformuna gore,   bellek yasalarının  fikir suçu  oluşturmakta bulunduğu görüşünü savunanlar, açılan bir davada  bellek yasalarının  anayasaya aykırı olduğunu  haklı olarak öne sürebileceklerdir.

Türk Dışişleri Bakanı Sayın Davutoğlu’nun  çeşitli demeçlerinde  sözünü ettiği   “adil bellek”  çağrısı  da  aynı   düşünce çerçevesinin içine giren  bir  uyarıdır

10) Hukukla  tarih  arasındaki  önemli fark

Bu  gelişmeler bizi  hukuk ile tarih arasındaki ilişkiyi kısaca  de ele almaya yönlendirmiştir.

Tarih, olayları belli bir neden- sonuç ilişkisi içinde anlatan, herkesin hukuki ya da  hukukvari  argümantasyonuna uygun düşecek kanıtları çekip çıkardığı bir bilgi-belge ambarı olarak kullanılmakta, böylece, tarih hukukun tutsağı olmaktadır…..

Hukukun amacı bir şeyi kanıtlamak, tarihin amacı ise izah etmektir. Hukuk yargılar, oysa tarih değer yargısından uzak durur……..Kavram kargaşasından kurtulmak için yapılacak ilk iş, tarihsel düşünce sistemini hukuksal düşünce sisteminden ayırmaktır….”  [23] Bu nedenle  tarihsel olayların uluslararası ceza hukukunda  yerinin ne olduğu ve  nasıl nitelendirilmesi gerektiği  konusunun yetkili mahkemelere bırakılması,  tarihsel olayların  tüm açıklığı ile karşı görüşler ve çelişkili belgelerle de olsa    incelemeye açık tutulması, bulguların  tartışılması ve   sonunda herkesin kendine göre bir  kanaate erişmesi  en doğru yoldur. Bu vicdani kanaate göre, kimileri  vicdanlarının   yönelttiği yolda, “özür dileme” gibi bazı  inisyatifler alabileceklerdir.   Başkaları daha farklı tepkiler gösterebileceklerdir. Ancak   vicdani kanaatin tekdüzeleştirilme çabası  ve ona kelepçe vurulması,  sonuçta  yarar sağlamaz ve vicdani kanaatin niteliğini değiştirmez.

Profesör Stéphane Yerasimos,  Türkiye Bilimler Akademisinde yaptığı bir  konuşmada  , 1915 olayları konusunda, Türk tarafı ile  Ermeni tarafının bakış açıları arasındaki farkı  şöyle özetlemişti : “Türk tarafı 1915 olaylarına özünde devlete karşı ihanet olarak algılanan bir isyana karşı yapılan bastırma hareketi açısından bakmaktadır”[24]…”Ermeni  tarafı ise bu süreci göz ardı ederek, olaylara ancak soyut ırkçı bir izah getirmektedir.Buna göre, son tahlilde Türklerin Ermenileri ortadan kaldırması, onların barbarlığından kaynaklamaktadır. Ermeni sorununun temlindeki ikinci öğe, bir yörede bir Ermeni çoğunluğunun bulunmamasıydı”

Nihayet, Ermeni temsilcilerinin Osmanlı ordusuna karşı savaşan taraf olduklarını  ilan etmiş[25] bulunmaları, bugün yapılan  soykırımı suçlamasının, UAD’nın  Bosna kararındaki -artık içtihat haline dönüşmüş bulunan-   soykırımı  kavramından ne kadar uzakta ve hukuk dışı bulunduğunu  kanıtlamaktadır.

11)Avrupa Birliği Bakanlar Konseyinin Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığına ilişkin değişik uygulamalarla ve söylemlerle

ceza yasalarından yararlanarak mücadele etme konusunda Çerçeve Kararı

Yukarıda  ele aldığımız Blois  Çağrısında, Avrupa Birliğinin aldığı  bu maddenin başlığında yazılı   çerçeve kararı konusunda endişe  duyulduğu  belirtilmişti. Düşünürler, tarihçiler ve yazarlar bu çerçeve kararının   tarihsel araştırmaları engelleyeceği kanısındadırlar. Bu yazımızı da ilgilendirdiği cihetle, anılan  kararın  ilgili bölümleri   aşağıda   sunulmuştur.

Avrupa Birliği  İçişleri ve Adalet Bakanlar Konseyi, uzun yıllar süren çalışmalar  sonunda ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile   ceza yasası yoluyla mücadele konusunda  bir  çerçeve kararı hazırlamış ve bu karar 20 Aralık 2007   tarihinde   AB Bakanlar Konseyi tarafından kabul edilmişti. Karar 2010  yılı Aralık ayında yürürlüğe girmiş olacaktır.

Karar  soykırımının  inkârını cezalandırma yetkisini ulusal mahkemelere   veren bir  hüküm içermektedir .

Bu kararın  1. maddesinin 1 ve  (c ) (d) fıkraları   ile  4 paragrafı  şöyledir:

1. Her Üye devlet,  aşağıda kayıtlı kasdi   uygulamaların cezalandırılması için gereken önlemleri  alacaktır:

c) Irksal mensubiyeti, rengi, dini, ahvadı veya ulusal ya da etnik kökeni  ile tanımlanan bir gruba veya gruba mensup  kişiye  yönelik  şiddet kullanımı ya da  onlardan nefret   edilmesi sonucunu  verecek    nitelikte olan ve Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsünün 6,7 ve 8 maddelerinde tanımlandığı şekli ile   soykırımı suçuna, insanlığa karşı suçlara ya da   savaş suçu  eylemine alenen  göz yummak, bunları inkâr etmek ya da kabaca küçümsemek;

d) Irksal mensubiyeti, rengi, dini,ahvadı veya ulusal ya da etnik kökeni ile tanımlanan bir gruba veya gruba mensup kişiye

yönelik şiddet kullanımı ya da onlardan nefre edilmesi sonucunu verecek niştelikte olan ve 8 Ağustos 1945 tarihli London Anlaşmasına ekli Uluslararası Askeri Mahkeme Senedinin 6. maddesinde tanımlanan suçlara  alenen göz yummak,bunları

inkâr etmek ya da kabaca küçümsemek .[26]

4. Herhangi bir Üye Devlet,  Konsey tarafından bu Çerçeve Kararının kabulü sırasında,  yukarıda 1c  ve  d  paragraflarında kayıtlı  suçların inkârını    ya da  kabaca  küçümsemeyi  cezalandırmayı, bu fıkralarda belirtilen suçlar  o üye devletin ulusal mahkemesi tarafından saptandığı  takdirde  ve/veya bir uluslararası mahkeme tarafından veya uluslararası mahkemenin nihai kararı gereğimce   saptandığı takdirde  kabul ettiğine  dair  bir bildirimde bulunabilir.

Suçun varlığını  saptama yetkisi  uluslararası sözleşme ile  yetkili bir  mahkemeye verilmiş iken,  soykırımı suçunun   işlendiğinin, karar yetkisi bulunmayan bir ulusal mahkeme tarafından varsayılması ve bunu inkâr edenin ulusal mahkeme tarafından  cezalandırılacak olması,  1948  Soykırımı Sözleşmesinin 6. maddesinde  kayıtlı   yetkili mahkeme  hükmüne  dolaylı olarak aykırıdır. Anılan 6. madde 1948  Sözleşmesinin hazırlık  toplantılarında uzun müzakereler sonucunda  kabul edilmişti.1948 Sözleşmesinin 6. maddesi,  soykırımı suçunu cezalandıracak mahkemenin   eylemin yapıldığı ülkenin yetkili mahkemesi ya da Taraflar anlaştıkları takdirde  bir Uluslararası Ceza Mahkemesi olmasını hükme bağlamıştır.

12.  SONUÇ

Soykırımı, İnsanlığa Karşı Suç,  Savaş Suçu  gibi  Uluslararası Sözleşmelerle açıkça tanımlanmış ve Uluslararası Mahkemelerin kararlarına konu olmuş suçlar ve  ulusal ceza yasalarında  öngörülen diğer  suçlar, hukuksal çerçeveleri  yasalarla  ve özenle çizilmiş  hukuk dışı eylemlerdir.  Bu suçları işleyenler  yetkili mahkemelerde yargılanır.  Varsa,  suç nedeniyle oluşan “devlet sorumluluğu” gibi hukuki konular Uluslararası Adalet Divanının yetki alanına girer.

İsviçre Mahkemesi,  yukarıda anılan çeşitli suçlar arasındaki hukuksal farkları  incelemeden, yargısal açıdan soykırımı olduğu saptanmamış bir eylemin soykırımı olduğunu yadsıdığı, başka bir anlatımla 1915 döneminde Osmanlı Ermenilerine soykırımı yapıldığını reddettiği, böylece ırk ayrımcılığı yaptığı gerekçesiyle   Doğu Perinçek’i mahkum etmiştir.

Mahkeme bu kararını, soykırımı suçunun işlendiği yolunda bir yargı kararına değil -zira böyle bir yargı kararı yok-   “bu  suçun işlendiğinin tarihsel bir gerçek olduğu konusunda genel olarak  İsviçre’de ve İsviçre dışında konsensüs bulunduğu” sübjektif görüşüne dayandırmakta, bu  görüşe katılmayanların düşüncelerini  yok  saymakta, görüşünü açıklayanı   mahkûm etmektedir.

Doğu Perinçek  insanlığa karşı suçun,  savaş  suçunun ya  o dönemdeki Osmanlı yasalarına göre işlenen ve yargı tarafından cezalandırılmış bulunan  diğer suçları değil,   “soykırımı suçunun” v arlığını hukuksal gerekçelerle reddetmektedir[27].  Zira, tehcir sırasında Osmanlı yasalarına göre suç işlendiği mahkeme kararına dayanan bir gerçektir. Ama bu suç soykırımı değildir.

Mahkum edilen Perinçek’in hukuksal dayanağı, 1948 Sözleşmesinin  6. maddesi  ve  Uluslararası Adalet Divanının   soykırımı suçunu oluşturan  en önemli öğeleri belirleyen Bosna/Sırbistan davası kararıdır. Mahkeme  de    sanığın bu yaklaşımın  farkındadır; ancak  bu konuda   ünlü La Fontaine’in “Kurtla Kuzu” masalına benzer şu  söylemi geliştirmiştir : “  (İFM kararı Md. 7) : “ Temyiz eden (Doğu Perinçek) katliamları ve sürgünün varlığını inkar etmemektedir.  Ama bu suçları da –ihtiyatlı bir söylemle bile- insanlığa karşı suçtan başka şekilde nitelemek mümkün değildir . Oysa, bu suçları   savaş hali  veya sözde güvenlik  gerekçeleri ile bile olsa, haklı gösteren (sanığın)  söylemi de İsviçre Ceza Kanununun 261 bis 4. fıkra kuralı  çerçevesine girer. Bu açıdan bakıldığında, bu olayların  soykırımı şeklinde nitelendirilmesinden bağımsız olarak, Perinçek’in İsviçre Ceza Kanununun yukarıda anılan maddesinin uygulanması suretiyle mahkum edilmesi,  sonuçları bakımından keyfi değildir ve federal hukukun ihlalini oluşturmamaktadır.”

Bu kararda  çok ciddi bir çelişki  ve hukuk  dışılık var. Mahkeme  önce Perinçek’in katliamların ve tehcirin varlığını  -yani bir trajedinin vuku bulduğunu- kabul  ettiğini ancak bunun soykırımı olarak nitelenemeyeceği görüşünü kararına  yazıyor, sonra da  “söz konusu katliam ve göç ettirmeler   soykırımı değil de   insanlığa karşı suç olarak nitelense bile, Doğu Perinçek’in bunları haklı göstermesi  mahkum edilmesi için yeterlidir” diyor.   Oysa, Doğu Perinçek,  trajik olayları veya Osmanlı Mahkemeleri tarafından faillerine ceza verilmiş eylemleri haklı göstermemiş ve övmemiştir; varlığını kabul ettiği elim  olaylara  “soykırımı denilemeyeceği” görüşünü savunmuş, soykırımı iddiasını yalan olarak nitelemiştir. Perinçek’in söyleminin  dayanağı keyfi  değildir, ciddi  tarihsel ve hukuksal araştırmalar sonucunda oluşturulmuş,  hukuksal niteliği bulunan bir görüştür. İsviçre  Mahkemesi böylece  sanığın söylemediği bir şeyi   ileri sürererek onu mahkûm etmekten çekinmemiştir.

İsviçre Mahkemesinin kararı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin  düşünceyi ifade özgürlüğünü  çiğnemektedir. Yukarıda anlatılanlar ve eklerde sunulan veriler,  İsviçre Mahkemelerinin bu davada gereken özeni göstermediğini ve önyargı ile hareket  ettiğini, aynı konuda daha önce ver ilmiş beraat kararı ilemoluşturulmuş bulunan içtihadı yok saydığını ortaya koymaktadır.  İsviçre Adalet Bakanı Blocher’in Türkiye’yi ziyaretinde  yaptığı konuşmalarda İsviçre Ceza Kanunun 261 bis 4  maddesinin  düşünceyi ifade özgürlüğünü  kısıtladığını ve İsviçre Ceza yasasının bu maddesinin değiştilmesi konusunun İsviçre Hükumetinde  görüşüldüğünü belirtmişti [28]. Doğu Perinçek, İsviçre’de yaptığı  ve Mahkeme tarafından suç sayılan konuşmasında, İsviçre Ceza Yasasının 261.bir 4 maddesi konusunda  İsviçre Adalet Bakanının görüşlerinden  esinlenmiştir. Yetkili bir mahkeme  tarafından verilmiş geçerli bir  soykırımı kararına dayanmayan bir  soykırımı iddiasından ve bunun İsviçrede  bir topluma mensup bir  grup insan ve onları destekleyenler tarafında tarafından kabul edilmesinden  hareketle, aksi yöndeki görüşlerin yasaklanması, düşünceyi ifade özgürlüğünün kısıtlanması ve bunu açıklayanın mahkûm edilmesi   son derecede  tehlikeli bir yoldur. Böyle bir karar, bir grup insanın oluşturduğu dogmayı tartışılmaz hale getirir ve tarihi  araştırmaları  engeller.  Fanatik dogma sahipleri ve bazı siyasetçiler  dışında  böyle bir kısıtlamayı  kabul edecek ciddi bir  tarihçi bulunabileceğini  sanmıyoruz.. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin de siyasal baskılardan etkilenmeyerek, bu yargı haksızlığını düzelteceğine inanmak istiyoruz.


[1] Emekli   Büyükelçi

[2] Ek IV’te şu  hususların altını çizdik : İsviçre Mahkemesi  kararında Avrupa Konseyinin ve Birleşmiş Milletler Teskilatrının Ermeni soykırımı iddiasıonı  kabul ettiği yazılıdır.Bu gerçek dışıdır. Mahkeme B.M. Genel Kurulunun Holokost konusunda aldığı karar hakkın oyalandığı konusunda  da – vardığı hatalı sonuca dayanak teşkil etsin dye-  yanıltıcı  bilgi vermiştir..Mahkeme BM.ECOSOC İnsan Haklar ı Alt Komitesinin Whitacker raporu hakınsda verdiği  bilgi  yanıltıcıdır . İsviçre Mahkemesi Avrupa Birliği Adalet Divanının  Avrupa Paralamentosunun Ermeni soykırımı savı hakkındaki  kararının hukuksal  açıdan  bir sonucu bulunmadığına, siyasal nitelikli olduğuna karar vermiş olmasına rağmen bu önemli  kararı  görmezden gelmiştir. .İsviçre Mahklemesi, Ermeni soykırımı savını kabul etmeyen Devletlerin bu tutumunu  küçümseyen  bir yaklaşım içindedir. İsviçre Hükumetinin ve   Parlamentosunun Eyalet Konseyi kanadının soykırımını kabul etmeyen tutumunu da yok saymaktadır.

[3] “Botschaft des Bundesrates zum Artikel 261 bis Abs.4. Hier wird ausdrücklich gesagt, dass es nicht darum gehe die ernsthafte Geschitsforschung zu verunmöglichen .(BBI 1992 III 314)”

Çevirisi : (İsviçre Bundesrat’ın Isviçre Ceza Kanununun  Madde  261  bis   4 Fıkrası  konusundaki  Bildirgesi. Bu maddeden amacın ciddi tarihsel araştırmaları olanaksız kılmak olmadığı açıkça söylenmektedir.) (BBI 1992 III  314)

Bu konuda ayrıca bakınız : Prof.Dr Günter STRATENWERTH : :Schweiz, Strafrecht, Bes.Teil II,5.Aufl.2000 & 39 N.37 ( Çeviri : İsviçre, Ceza Hukuku, Bölüm II. 2000 Baskısı )

[4] Swissinfo :  6  Ekim  2006 : “         Christoph Blocher ırkçılık karşıtlığı normunu tadil etmek istiyor.    Blocher  vazgeçmiyor. Yasa çelişkilerle doludur. Blocher düşünce özgürlüğü ile ırkçılıkla mücadele yasası arasında temel çelişki bulunduğunu belirtiyor. “

[5] . Aşağıda ayrıntılı biçimde irdelenecek olan   Ginievski/Fransa davası  kararına da bakınız

[7] Bu konuda  bakınız : Chauvy-Fransa  davası kararının 69 paragrafı, Lehideux+Isorni/Fransa davasının kararının 1998-VII, 47 paragrafı ve  Garaudy/Fransa davası  (24.06.20034 ; 65831/01)

[8] Avrupa Konseyi’nin Ermeni soykırımını  tanıdığı iddiası gerçek dışıdır. Sözkonusu olan sadece bazı politikacıların imzaladığı, tek taraflı ve hiç bir  hukuki geçerliliği olmayan bir deklarasyondur. Lozan kent  mahkemesinin bu gibi siyasal nitelikli  iddaları kararına dayanak almadan  önce incelemesi lazımdı.

[9] Federal Mahkemenin zanlıların  idialar ının dinlememesi gerektiği ifadesi  savunma hakkının  ihhlali  sayılmalıdır.

[10] Bu konuda çok ayrıntılı  belgeler için bakınız  : S.S.AyaThe Genocide of Truth” Istanbul Commerce University Publications,2008.. Bu eserin 2. cildi   15 Atalık 2010 tarihinde yayımlanacaktır.

[11] İFM Kararı Madde A

[12] Mahkeme bu ifadeyi  karşı  görüşleri   küçümsemek için kullanıyor .Bilim adamlarının görüşlerini sınıflandırmak ve  bir bölümünü  mesnetsiz saymak Mahkemenin yetkisi dahilinde  değildir

[13] İFMKararı Madde 4.4

[14] İFM Kararı Madde 4.6

[15] İFM Kararı Madde 4.5

[16] Some main aspects of the event  are a matter of ongoing dispute among the academic  community  andbetween parts of the international community  and Turkey” (Internet)

[17] Mahkeme kararında şöyle yazılı : “Temyiz eden, Glatbrugg’da topluluk içinde konuşurken İsviçre halkına ve Ulusal Konseyine, Ermeni soykırımını tanımak suretiyle  yaptıkları hatayı düzeltmelerine yardımcı olmak” amacını taşımaktaymış.Temyiz edenin esas amacı, bir tahrik yöntemiyle kendi tezlerini İsviçre yargı makamları nezdinde teyid ettirmeye çalışmak, bunu  bu konuda kimlikleri açısından merkezi bir rol taşıyan  Ermeni toplumunun aleyhine gerçekleştirmektir”

[18] Siyasetçiler, basın   ve kamu oyunun bir kısmı  hemen her katliama soykırımı  niteliğini yapıştırmaktadır. Zira halk ve siyawetçiler  ne 1948 Sözleşmesinin  Hazırlık Çalışmalarını bilir, ne de  UAD’nin Bpsma kararını. Soykırımı terimi sadece   insanlar için değil  diğer canlılar için de  kullanılagelmektedir. . Bu   deyimin, doğru-yalnış   kullanılmaya devam edileceği beklenebilir. Sorun, hukukaun diline ve usulüne bağlı  olması  ereken bir  yargı organının  terimi  hukuk dışına çıkarak kullanmasından kaynaklanıyor.

[19] Lois mémorielles: Le Rapport Accoyer et la position de Robert Badinter   Article 508  (Bellek yasaları. Accoyer raporu ve Robert badinter’in tutumu)

[20] François Terré,  “ Neden sadece bu “soykırım””Fransa’nın çıkarmaya uğraştığı soykırım yasası, ifade özgürlüğünün  yanı sıra  hukuka  da  el atıp  eşitlik ilkesini ihlal ediyor”  Le Figaro  13E kim 2006   çevirisi  Radikal gazetesinde   14 Ekim 2006 tar ihinde yayımlandı

[21] Geçen yıl ölen  1913 doğumlu  ünlü Fransız Filozou Paul Ricoeur’ün   dilimize aktarılmış kitapları :  YKY Yapı Kredi Yayınları :  Zaman ve Anlatı “1 : Zaman-Olay Örgüsü-Üçlü Mimesis  2007)  ; ÇeviriÜzerine (2008); Zaman ve Anlatı 2 : Tarih ve Anlatı (2009)   . Ayrıca Paul Ricoeur  Özel Sayısı  YKY  Cogito.

Konumuz  açısndan  Paul Ricoeur’ün en önemli yaptlarından biri  200o yılında Paris’te Seuil yayınevi tarafından yayımlandı. “ La Mémoire, l’Histoire, l’Oubli”   ( Bellek,Tarih, Unutma)   başlığını taşır. Le Monde gazetesi 15 Haziran 2000 tarihinde   Ricoeur’ün “ L’ecriture de l’Histoire et la Représentationn du Passé” (Tarih yazımı ve geçmişin  sunumu)   başlığı altında  bir konferansın özetini   yayımladı.  Bu konferansın tam metni  “Les Annales” dergisinin  Temmuz Ağustos 2000  sayısında yayımlandı.

Ricoeur’ün ”Zaman ve Anlatı” da sözünü ettiği  “ Tarihçi tarafından  yaratılmış tarihsel gerçeklik, anlatıcı tarafından yaratılmış bir kurmaca anlatıya yakınlaşmıştır (Sh.27)  “Eylem, her zaman, olayların yaratıcıları ya da kurbanları olan bireysel edenlere mal edilebilir” (Sh.26) “ Geçmişte var olmuş ve belgeler tarafından belirtilmiş olguları bir de terimlerle adlandırmaya gerek var m ıdır? hem de belgelerdeki sözcüklerin kendi tarzlarında bir tanıklıktan başka bir şey yapmadklarını, yani bir eleştiri konusu olduklarını unutma tehlikesini göze alarak .  (Sh.25) “Anlatılan sadece gönüllü tanıklıklar sınıfını oluşturur.Bunların tarih üstüne etkisini istemeyerek yapılan tanıklıklar yardımı ile azaltmak gerekir”( Sh. 23) “ Tanıklığın  eleştirisi gerçekliğin sınanmasıdır. İster bir olayı yaşayan kişi ve olayın geçtiği tarih üstüne bir yanıltma (yani hukuksal anlamda düzmece), ister işin özü bakımından bir yanıltma (Yani intihal, uydurma,değiştirme,önyargıla, söylentiler olsun) tarih her türlü düzmeceliğe karşıdır.”(Sh.24)

[22] Ahmet İnsel; “ Bellek çalışması, bellek yasalarına dönüştüğünde, bellek artık çalışmaz, donar. Mutlakın ve dogmanın esiri olur”  Radikal İki, 15 Ekim 2006 Sayı 523

[23] Prof.Dr. Stephane YERASİMOS’un, Türkiye Bilimler kademisinde 20 Mayıs 2002’de yaptığı “Birnci Dünya Savaşı ve Ermeni orunu” başlıklı konuşması. Bu konuşmanın meni Toplumsal tarih Dergisiinin Eylül 2002 sayısında yayımlanmıştır.

Soykırımı konusunun tyarihçilere bırakılmaması teziini prof. Şüktü Hanioğlu da “İşi tarihçilere bırakmamalıo” başlıklı makalesinde desteklemiştir. (Zaman.20 Ocak 2005)

[24] Prof. Dr. Stéphane Yerasimos “ Questions d’Orient” Revue Herodote, 1989, Paris :” Les Débuts de la Premiere Guerre Mondiale (Birinci Dünya Savaşının Başı) : Sh. 200-216 : “  Ermeniler,… gönüllü Ermeni birliklerinin oluşturulmasını teklif ettiler ve ivedilikle Edrmeni Ulusaş Konseyi tarafından tüm Ermeni toplumlarına telgraflar yollanarak harekete geçmelerini istediler. Türkiyeli Ermeniler 4 gönüllü  Ermeni Birliği oluşturdu…. Zira Rusya’daki Ermeniler Rus ordusunda zaten askere alınmışlardı. Her birlik yaklaşık 100 askerden oluşuyordu…. 24 Ekim 1914 tariihinden itibaren , yani çatışmaların başlamasından bir hafta önce, komutan yardımcısı Osmanlı Mebusan Meclisinin  üyesi olan komutanlarının önderliğinde İkinci Ermeni  Van istikametine doğru harekete geçti.. …. 2,3,4 ve yeni kurılmuş bulunan 5. Ermeni gönüllü birliği özel bir kuvvet halinde birleştirildi ve bunlara Van’a yürüme emri verildi. Ermeni birlikleri 18 mayıs 1915 tarihinde  Van’a gğrediler ve göl kıyılarında temizliğe (katliama) başladılar.

Ermenilerin Van’da yaptıkları katliam konusunda bakınız :  Justin Mc.Carthy, Esat Arslan,Cemalettin Taşkıran, ÖmerTuran, “ The Armenian Rebellion of Van” the Universty ofUtah Press, 2006.

[25] Ermeni liderlerinden biri olan Bogos Nubar, The Times gazetesine 30 Ocak 1910 tariihinde Paris  (Sevres) Konferansı başlamadan hemen önce  hizmetlelerinin karşılığının  verilmesini beklediklerini belirtmiş ve şunları söylemiştir “ Ermeniler  savaşın bşından beri de facto savaşan taraf  olmuşlardır. Tüm cephelerde Müttefiklerin yanında yer almışlatrdır… Rus Çarlık ordusundaki 15.000 Ermeni dışında, 40.000 den fazla Ermeni gönüllüsü Türk ordularına karşı direnmiştir…”

[26] Uluslararası (Nürnberg)Askeri Mahkeme Senedinin 6 maddesinde ,  Askeri Mahkemenin   Avrupa Mihver Devletlerinin belli başlı savaş suçlularını  yargılayarak cezalandırmak için  kurulduğu  belitildikten sonra,  söz konusu suçlar  şöyle sıralanmıştır  a) Barışa  karşı suçlar, b) Savaş suçları, c) İnsanlığa karşı suçlar.

İnsanlığa karşı suçlar  şunlardır: “ savaştan once   ya da sonra, herhangi bir sivil topluluğa karşı işlenen  katil, yok etme, esir etme,sürgün ve diğer  insanlık dışı suçlar; ya da   işlendiği ülkenin yerel yasasına karşı olsun- olmasın, Mahkemenin  yetki alanına giren herhangi bir suçla ilişkili olarak, siyasal, ırksal veya dinsel gerekçelerle  yapılan  zulümler  Bakınız

[27] Osmanlı Devleti daha 1916 yılında, tehcir sırasında Ermenilere karşı işlenen  suçların  zanlılarını yargılamış tır. Türkiye Cumhuriyeti Arşivler Genel Müdürü Do.Dr. Yusuf Sarınay, ,Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr.Yusuf Halaçoğu, Profesör Kemal Çiçek  ve başka bilim adamları   Ermeni Tehciri ve 1915-1916 yargılamalarına değinmişlerdir. (Sarınay.:Türk Ermeni İlişkilerinin gelişimi ve 1915 Olayları Uluslararası Sempozyumu  Gazi Üniverstesi Yayını 2006  Sh.257-265)  Kemal Çiçek : Ermenilerin Zorunlu Göçü 1915-1917, Ankara 2005)

“Osmanlı Devleti, 30 Eylül 1915 tarihinde Soruşturma Komisyonları kurulmasına karar vermiştir.1915-1916 yıllarında Osmanlı Ermenilerine karşı Osmanlı yasalarına göre suç işleyenlerden 1673 kişi yargılanmıştır. Bunlar arasında binbaşı, yüzbaşı, üsteğmen, teğmen, jandarma bölük komutanı rütbesinde subaylar, polis komiseri,nahiye müdürü, tapu memuru,muhtar, telgraf müdürü, nufus memuru, başkatip, Terk Edilmiş Mallar Komisyonu Başkanı  gibi 170 kamu görevlisi vardır…. 1916 yılı ortalarında sona eren yargılamalar sonucunda, 67 idam,524 hapis, 272 beraat ve yargılamanın reddi kararı verilmiştir. 69 kişi sürgün, pranga, para ve kürek cezassına çarptırılmıştır”. Bu yargılamalar pek çok başka yayında sözü edilen ve Birinci Dünya Savaşı sırasında Istanbul ile ülkenin başka yerleri işgal altında iken 1919 yılında yapılan yargılamalardan ayrıdır. O yargılamalar sonucunda da – işgal kuvvetlerinin baskısı ile ve Türk kamu oyu onaylamamış olmasına rağmen-  idam dahil çeşitli mahkumiyet kararları ver ilmiştir

Okumaya devam et  Türkiye’yi Ermenistan Olarak Gösterdiler

[28] Swissinfo :  6  Ekim  2006 :           “Christoph Blocher ırkçılık karşıtlığı normunu tadil etmek istiyor.    Blocher  vazgeçmiyor. Yasa çelişkilerle doludur. Blocher düşünce özgürlüğü ile ırkçılıkla mücadele yasası arasında temel çelişki bulunduğunu belirtiyor. “

Pulat Tacar[1] (01.12.2010 okuması)

ERMENİ SOYKIRIMI SAVININ REDDİ

DÜŞÜNCEYİ İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ CERCEVESİNE GİRER

1. Giriş

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi  (AİHM), Doğu Perinçek’i   Ermeni soykırımı savını yadsıyarak ırk ayrımcılığı yapma suçundan mahkûm eden İsviçre  Mahkemesinin kararının iptali için  açılan  davayı görüşmeyi kabul  etmiştir.   Bu düşünce özgürlüğünün ihlaline odaklanmış bir dava da olsa,   Ermeni soykırımı  savının reddinin  uluslararası hukuk önüne  taşınması  bakımından    önemli bir ilk olacaktır.

Bu makalede Osmanlı Devletinde vuku bulan elim 1915 olaylarının  hukuksal niteliğine, yani “o eylemler Osmanlı ceza yasasında öngörülen suçlardan biri  ya da bir kaçı  mı? Veya  insanlığa karşı suç mu ,  soykırımı mı ,  savaş suçu mu, karşılıklı katliam mı”  ?  tartışmasına girmeyeceğiz. Bunun, siyasal boyut kazanmış  olan,  tarihsel, hukuksal, vicdanî yanları bulunan, kısa vadede üzerinde uzlaşma  sağlanması  mümkün görülmeyen bir sorun olduğu kanısındayız.

Bu husustaki   değerlendirmeyi herkes  kendine göre yapacaktır.  Varılacak sonuç   düşünce özgürlüğü çerçevesine girer.   Bu bağlamda,  kendi görüşlerini  dogma haline getirenlerin,   inançlarını  değiştirmenin   çok  güç olduğunun bilincindeyiz.  O nedenle,  baskı yapılarak kişilerin fikirlerini   değiştirmeğe zorlanmalarını ya da  bireylerin görüşleri nedeni ile kınanmasını ve  görüşünü açıkladığı için mahkûm edilmesini onaylamıyoruz. Düşüncenin açıklanması,  ifade özgürlüğü çerçevesne girer ve insan hakkı olarak korunur. Bunun yanında,  Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin  (AİHS)  düşünceyi ifade özgürlüğüne bazı kısıtlamalar getirdiğini de biliyoruz. Görüşlerin hangi nedenle kısıtlanabileceğine aşağıda 2. maddede  değineceğiz.

Bu yazımızda  AİHM’nin   düşünceyi ifade özgürlüğüne ilişkin  davalarda  verdiği bazı kararları irdeleyeceğiz,  tarihsel araştırmaların  yasa ile engellenmemesi gerektiği yolunda  gittikçe güçlenen  akımdan söz edecegiz, soykırımı  savları konusunda  ulusal ve uluslararası mahkemelerin  içtihatlarını, bu arada İsviçre  yargısının   trajik 1915 olaylarının  soykırımı olduğu savını reddeden  Türk vatandaşları hakkında  aldığı  çelişkili kararları    ele alacağız   ve  Doğu Perinçek  davası AİHM’de görüşülürken, gerek  davayı açan tarafın, gerek dava hakkında görüş bildirmeğe davet  olunan Türkiye’nin   hangi  gerekçeleri  etkin biçimde kullanabileceği konusundaki görüşlerimizi açıklayacağız.

2.İnsan Hakkı olarak düşünceyi ifade özgürlüğü

Önce,  Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) 10 ve 17 maddelerini   referans olarak  kaydedelim:

“AİHS  Madde 10: İfade Özgürlüğü :

1.Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ve kamu otoritelerinin müdahelesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir almak ve vermek özgürlüğünü de içerir.Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir.

2. Kullanılması, kendi içinde  görev ve sorumluluk  yükleyen bu özgürlükler

– ancak demokratik bir toplumda  zorunlu tedbirler   olarak,

– ulusal güvenliğin çıkarları,

– ülkenin toprak bütünlüğünün korunması ,

– kamu düzeninin sağlanması ve suç işlemenin önlenmesi,

– sağlığın veya ahlakın korunması,

– başkalarının şöhret  ve haklarının  korunması,

– gizli  olarak  elde edilen bilginin açıklanmasını önlenmesi,

– veya yargı gücünün otoritesini ve tarafsızlığını korumak için

–ve ancak yasayla saptanacak bazı formalitelere,koşullara,sınırlamalara ve yaptırımlara tabi tutulabilir

Yukarıda da belirttiğimiz gibi   AİHS’nin  10. maddenin 2. fıkrası  ifade özgürlüğüne  sınırlamalar getirmiştir.

Bu konuda göz önünde tutulması gereken bir başka genel kısıtlama  AİHS  17 maddesinde kayıtlıdır:

“AİHS Madde 17: Hakların Kötüye Kullanılasının Yasaklaması

-Bu Sözleşme hükümlerinden hiç biri, bir devlete, topluluğa veya kişiye Sözleşmede tanınan hak ve özgürlüklerin yok  edilmesne

veya burada  öngörüldüğünden daha geniş ölçüde  sınırlamalara uğratılmasına yönelik bir etkinliğe girişme ya da  eylemde bulunma  hakkını  sağlar biçimde kullanılamaz”

3. Doğu Perinçek’in İsviçre yargısı tarafından mahkum  edilmesi ve davanın AİHM’ne taşınması

Doğu  Parinçek  İsviçre yargısı  tarafından   Ermeni soykırımını inkâr ettiği gerekçesi ile mahkûm edilmiştir. Doğu Perinçek’i mahkûm eden Lozan Kent (Bidayet) Mahkemesinin  verdiği kararın özeti ile  İsviçre Federal  Mahkemesinin   temyiz talebini reddeden  kararının  özeti   Ek I ve Ek II’de  sunulmuştur . Doğu Perinçek, İsviçre’deki iç hukuk  yollarını tüketerek   aleyhindeki   kararın iptali için  Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine  (AİHM)  başvurmuş, bu davayı  ele almayı kabul eden Mahkeme AİHS  gereğince, İsviçre Hükûmetinden savunma istemiştir.  Doğu Perinçek’in İsviçre Mahkemesi tarafından  mahkum  edilmesinden  sonra  üç Türk vatandaşının bir toplantıda  Doğu Perinçek’i   desteklemeleri ve  Ermeni soykırımını yadsımaları da  dava konusu yapılmış ve Winterthur Mahkemesi kendilerini ırk ayrımcılığı suçu işlemekten  mahkûm etmiştir. Wintethur Mahkemesinin kararı da düşünce özgürlüğünün  kısıtlanması açısından  önemli olduğundan,  özeti    Ek. VI    olarak yazımızın ekinde sunulmuştur.

4  Türkiye’nin davaya müdahelesi  ve  Ermenistan’ın görüş bildirmeğe  davet  edilmesi olasılığı

Basında  AİHM’nin  Türkiye’den  bu konuda görüş istediğini okuduk.  AİHS’nin  buna olanak tanıyan 36. maddesi  şöyledir :

“Madde 36  Üçüncü Tarafın Müdahelesi

1.Daire ve Büyük Daire önündeki tüm davalarda, vatandaşlarından birinin başvuran taraf olması halinde, Yüksek Sözleşmeci Taraf’ın yazılı görüş verme ve duruşmalarda  bulunma  hakkı vardır.

2. Mahkeme başkanı, adaletin doğru sağlanabilmesi amaciyla, yargılamada taraf olmayan herhangi bir Yüksek Sözleşmeci Taraf’ı yazılı görüş sunma veya duruşmalara katılmaya davet edebilir .

Türkiye kendisine yapılan tebligattan itibaren 12 hafta içinde yazili görüş bildirecek ya da duruşma yapılacaksa  sözlü görüş bildireceğini  duyuracaktır.

Bu  maddenin ikinci fıkrası gereğince  AİHM  ilgili dairesi başkanının Ermenistan Cumhuriyetini  görüş bildirmeğe davet etmesi için Mahkemeye  telkinlerde bulunulacağı tahmin olunabilir. Mahkeme  bunu kabul ederse, sorun  düşünceyi özgürlüğü çerçevesine  dışına taşacaktır. AİHM ilgili dairesi başkanının Ermenistan Cumhuriyetinden görüş istemesinin büyük bir olasılık olduğunu ileri süren uzmanlar var.

5.AİHM, bu davada  soykırımı  suçunun işlenip işlenmediğine  değil, düşünceyi ifade özgürlüğünün ihlaline odaklanacaktır

Düşüncesini açıklayan  kişi,  ulusal yargı tarafından mahkûm edilirse, tüm  iç hukuk yollarını tükettikten sonra  aleyhindeki ulusal mahkeme kararını AİHM’ ne taşıyabilir.  AİHM  bu dava da -inkâr edildiği ileri sürülen- “suçun” soykırımı olup olmadığını değil, Taraf Devletin düşünceyi  ifade özgürlüğü ile ilgili  AİHS 10. maddesini   ve  savunma hakkına dair 6. maddesini   ihlal edip etmediğini  inceleyecektir. Bu nedenle, AİHM nezdinde  açılacak davada ve  yapılacak savunmada, 1915 olaylarının tarihsel yönüne ve bunların soykırımı olup olmadığına değil,  İsviçre  Mahkemelerinin düşünceyi ifade özgürlüğünü zedeleyen kararına  yoğunlaşmak gerekir. Öğrendiğimize göre AİHM de bu hususa ağırlık verilmesini  taraflardan istemiştir. Ancak, bu davayı  1915 olaylarının  soykırımı olup olmadığı tartışmasının  dışında tutmak  ta   güçtür; bu veçhe,  dolaylı da olsa kamu oyunda  ön plana  çıkacaktır.

Dava, hem  savunma hakkının ihlali (AİHS Madde 6) hem de düçünceyi ifade özgürlüğüünün ihlali (AİHS Madde 10)  gerekçeleri ile açılmıştır. AİHM incelemesini yaparken   aşağıdaki konulara odaklanacaktır.

A.  Mahkeme özenle, makul biçimde ve iyi niyetle hareket  etmiş midir?

AİHM, dava  edilen  Devletin makamlarının -özellikle Mahkemelerinin- özenle, makul biçimde ve iyi niyetle  hareket   edip etmediklerini  inceleyecektir.

Bu bağlamda   İsviçre Mahkemelerinin kararlarında saptadığımız maddi  hataları, önyargılı tutumlarını ve   davanın özensiz görüldüğü, iyi niyet  eksikliği bulunduğu ya da savunma hakkının kısıtlanması sayılabilecek    davranışların varlığı yolundaki görüşümüzü   örneklerle   Ek.IV olarak   aktardık[2].

Bu bağlamda, örneğin, Doğu Perinçek’in hukuk doktoru olduğunu vurgulayan  mahkemenin,  davalının yazar ve tarihçi niteliklerini “sözde” (Fransızca  soi disant) sözcüğü ile küçümsemesi  yargıcın  Perinçek hakkında  önyargılı   olduğuna işaret etmektedir  kanısındayız.

Oysa, Perinçek’in “ hukukçu, tarihçi ve yazar ” niteliği, dava açısından  önemlidir. Zira İsviçre Ceza Yasasının  Perinçek tarafından ihlal edildiği iddia edilen  Madde 261. 4. fıkrasının “ciddi bilimsel araştırmaları engellememesi gerektiği” İsviçre Parlamentosu   bu maddeyi kabul ederken  öne sürülmüş bulunan önemli bir koşuldur[3].

Öte yandan, İsviçre Hükumeti Doğu Perinçek’e temyiz duruşmasına katılabilmesi için ülkeye giriş vizesi vermeyi reddederek,  AİHS’nin 6. maddesini zedelemiş sayılabilir. Gerçi, temyiz duruşmasına  Perinçek’in avukatı katılmıştır; ancak  sanığın  duruşmaya bizzat  katılma isteminin  vize  engeline  takılmasının savunma hakkının ihlâli sayılıp sayılmadığını AİHM kararı açıklanınca öğreneceğiz.

Mahkemenin, Doğu Perinçek tarafından kendisine sunulan   belgelerin “o ülkede var olan tarihsel kanıyı değiştiremeyeceği” gerekçesi ile  incelememesi  savunma hakkını kısıtlaması  ve ihlali  olarak değerlendirilebilir.  AİHM bu konuda   da  karar verecektir.

B. Özgürlüğün sınırlaması  bir yasa ile yapılmış mıdır? O yasal dayanağa ulaşılabilir  mi ? Yasanın sonuçları öngörülebilir  midir ?

AİHM  davalı  ülkede  düşünceyi ifade özgürlüğünü sınırlayan bir yasa olup olmadığına bakacak ve   düşünceyi ifade özgürlüğünü  ve  özellikle   Ermeni soykırımı  savının reddini  kısıtlayarak mahkûmiyet kararına yol açan     İsviçre  yasasının    ulaşılabilir (accessible)  ve sonuçlarının öngörünebilir (previsible, foreseeble) olup olmadığını   inceleyecektir.

İsviçre Ceza Yasasına  ulaşılabilir.  Ancak, bu yasanın dava konusu eylemle doğrudan değil, dolaylı ilişkisi vardır.. Zira, aşağıda da anlatılacağı giibi, yasanın  261 bis  maddesinin 4. fıkrası,  soykırımının veya insanlığa karşı suçun inkârından  genel olarak  söz eder. Yasa   Yahudi kırımı ya da  Ermeni soykırımı  terimlerini kullanmamıştır.  Yahudi kırımı (Holokost) Nürnberg Mahkemesi tarafından “insanlığa karşı suç” olduğu karara bağlanmış bir   eylemdir.

Bunun dışında,   İsviçre Federal Mahkemesinin, daha önce  Bern- Laupen davasında verilen, “soykırımını yadsıma  eylemini   aklayan”  kararını   onaylamış bulunması  Doğu Perinçek açısından   Yüksek Mahkemenin  önemli   bir içtihadıdır. Sanık,  aynı ülkede, kısa zaman aralığı içinde, aynı suçlama ile ilgili   bir davada   aklama, daha  sonra  aynı konuda mahkûmiyet kararı verilebileceğini; aynı    yasanın , aynı konuda  farklı sonuçlar  doğuracağını  öngöremezdi. Bu nedenle yasa  sonuçları  yönünden  öngörülebilir (previsible,foreseeble)  değildi.

Buna ek olarak  İsviçre Adalet Bakanının anılan yasa maddesini  İsviçre’de ve Türkiye ziyaretinde alenen eleştiren  beyanları  bulunmaktadır[4].

Nihayet, Doğu Perinçek,  aşağıda da ayrıntılı olarak  ele alınacağı gibi,  reddettiği Ermeni soykırımı savının “genel kabul görme” gibi  son derecede belirsiz bir kavrama dayanarak  dogmaya dönüştürüleceğini    öngöremezdi.

Kanımızca  İsviçre  Ceza Yasasının   261bis4 maddesinin sonuçları yönünden öngörülemez olması  dava açıdından önemlidir. AİHM, Lozan Mahkemesi ile   Federal Mahkemenin verdiği kararların, bir önceki  Bern-Laupen ve Federal Mahkeme içtihadı nedeniyle,  sonuçları itibarile öngörülemez olduğuna davanın başında  karar verirse,  sorunun esasına girmemeyi   yeğleyebilecektir.

C. Kısıtlama var mıdır ve izlenen yasal amaçla orantılı mıdır?

Düşünceyi ifade özgürlüğü kısıtlanmıştır. Bu tesbitten sonra, AİHM davalının (İsviçre),Sözleşmenin  10. maddesinin2.fıkrasının sağladığı    kısıtlayıcı  önlemlerin,  “izlenen  yasal amaçla orantılı  olup  olmadığına ”   ve  söz konusu önlemlerin alınması için ileri sürülen  gerekçelerin  “uygun ve yeterli” kabul edilip edilmediğini  ele alacaktır.

İzlenen  yasal amaç, ırk ayrımcılığının ve yabancı düşmanlığının engellenmesi ve  -işlenmiş ise- soykırımı suçunun inkârının cezalandırılmasıdır.

Ancak   soykırımı suçunun işlenip işlenmediğine, ancak,  1948 Soykırımı Sözleşmesinin 6 maddesinde belirtilen yetkili mahkemeler karar verebilir.  Suç sayılan eylemle ilişkisi  bulunmayan,   başka  bir  ülkenin kamu oyunun bir bölümü, ya da  o ülkede veya başka ülkelerdeki siyasetçi veya akademisyenlerin bir bölümü tarihte vuku bulmuş bir eylemin,  hukuksal bir terim olan soykırımı olduğuna  karar  veremez. Aslında, usulüne uygun bir dava görülmeden hiç bir eyleme  suç isnat edilmemesi gerekir.Bu nedenle, soykırımı suçu alanında yetkili mahkeme tarafından verilmiş geçerli bir karara  dayanmadan    düşünceyi ifade özgürlüğünün kısıtlanması,  izlenen  amaçla  orantılı sayılmamalıdır.

D. İfade özgürlüğünün  kısıtlanması  demokratik bir toplum için gerekli  midir?

AİHM, Perinçek’in ifade özgürlüğünün kısıtlanmasının  demokratik bir toplum için gerekli  olup olmadığını  değerlendirilecektir.

AİHM,   kararlarında   genel olarak   düşünceyi ifade özgürlüğünden yana  ağırlığını  koymuştur;  sadece  zararsız ve normal  görünen  görüşlerin değil, rahatsız edici ve şok yaratan görüşlerin de korunduğu kararlarında vurgulamış bulunması konumuz bakımından  önem taşımaktadır. ( Bakınız : AİHM ‘nin Chauvy ve diğerleri Fransa’ya karşı  Kararı : para 63 ila 70  ve Lehideux ve İsorni Kararı para. 50 ve 51, Ginisevski kararı para 40-45)[5]

E. Düşünceyi ifade ozgürlüğünün kısıtlanması için zaruri bir toplumsal gereksinme var mıdır? Varsa nedir? Verilen cezada orantılılık var mıdır?

AİHM  kararlarına göre, özgürlüğün kısıtlanabilmesi  için  “zaruri bir toplumsal  gereksinme”  (a pressing social need) bulunduğunun saptanması   gereklidir

Bu konuda  yargıçlara  oldukça geniş bir takdir hakkı tanındığını   söylemeliyiz.   İsviçreli yargıçların   verdikleri Perinçek’i  mahkûm  etme kararının ardında  yatan  da   bu   takdir hakkıdır.

Ancak, AİHM’nin bugüne kadar verdiği kararlara  bakıldığında,   devletin özgürlüğü kısıtlama konusundaki  takdir hakkının demokratik bir toplumun çıkarları için alınması gereken  zorunlu tedbirler niteliği  ile sınırlı  olduğuna   hükmedildiği görülür.

İsviçre mahkemesinin kararında Perinçek’in  mahkûmiyetinin  zaruri toplumsal  bir gereksinme olduğuna  dair işaret bulunmamaktadır.

Ayrıca, Ermeni soykırımı savı hakkında   İsviçre Hükûmetinin Mahkemeden farklı olan tutumunu  İsviçre Parlamentosunda dile  getirdiği ve Ermeni soykırımına ilişkin önergelere  karşı çıkarak, bunların oylanarak reddini istediği  bilinmektedir. Ancak,  ulusal mahkemenin görüşünün Hükûmetin tutumundan  farklı olması  da  mümkündür.

Fransa ve İsviçre mahkemeleri gibi  AİHM de pek çok kararında,  tarihsel araştırma yapmanın kendi görevi dahilinde bulunmadığını belirtmiştir. Ayrıca ,  “Tarihsel araştırma  sonucunda ulaşılmış bulunan belirli bir tutumun doğru olup olmadığının saptanması Mahkemeye ait bir görev değildir.” (AİHM: Lehideux ve Isorni/Fransa  davası 23.9.1998/VI ; Ginievski/Fransa davası , 64016/00, 31.1.2006 ; Chauvy/Fransa,64915/01, 29.06.2004)[6]

Nihayet, verilen hapis  cezası   düşünceyi ifade ile işlendiği ileri sürülen  suçla orantılı  değildir : AİHM kararlarında  cezanın  orantılı olup olmadığı önemli bir öğedir. Hapis cezası orantılılı  sayılmadığı için AİHM  ihlal  yapıldığı sonucuna  varabilecektir.

F)  Perinçek davasında, ifade özgürlüğü başkalarının  onurunun ve haklarının korunması amacı ile mi  kısıtlanmıştır?

AİHS 10/2 maddesi, başkalarının   şeref  ve haklarının  koruması  amacı ile ifade özgürlüğünün  kısıtlanmasının mümkün olduğuna değinmektedir. Ancak,  aşağıdaki örneklerde de görüleceği gibi bu kısıtlamanın  sınırları  vardır.

İsviçrenin   Lozan, Winterthur ve Federal Mahkemeleri  “Ermeni soykırımının inkârının  başkalarının (Ermenilerin)  hak ve onurunu zedeleyici olduğu” sonucuna varmış,   “soykırımını yadsımanın  Ermeni toplumuna  mensup şahıslara  karşı bir  saldırı olarak değerlendirilmesi gerektiği” görüşünü benimsemiş,  bunu da ırk ayrımclığı  suçu çerçevesine almıştır. Ancak,  İsviçre Mahkemesi Ermeni  soykırımı savını kabul etmeyen ve o   ülkede  yaşayan  sayıları 120.000’i  bulan Türk toplumunun  görüşlerini yok sayarak onların onurlarını zedelemiş ve  kanımızca   ayrımcılık yapmıştır.

Öte yandan, daha önce, İsviçre’nin Bern-Laupen mahkemesi ,  Ermeni soykırımını kabul etmediklerini belirten 14 Türk vatandaşına açılan davada  mahkûmiyet kararı vermemiş,  İsviçre Federal Mahkemesi de  Bern-Laupen Mahkemesinin beraat kararını  gerekçeli bir kararla onaylamıştı. Başka bir anlatımla  İsviçre Mahkemeleri  benzer konularda farklı kararlar vermişlerdir.

İki dava arasındaki fark, Bern-Laupen Mahkemesinin   davalıların   ırk ayrımclığı  kastının bulunmadığını saptaması, Lozan ve Winterthur davalarında   ise ırk ayrımcılığı kasdının bulunduğu  sonucuna varılmış olmasıdır.  Mahkemenin  kararında bu kastı  isbatlama  zorunluluğunun  bulunmadığını da  belirttiğini    hayretle okuduk

G.  AİHM kararlarında  ifade özgürlüğüne ilişkin  örnekler

a) AİHM  (Yahudi Kırımının)  Holokost’un inkârının  düşünce özgürlüğü çerçevesi dışına çıktığı  kanısını  çeşitli kararlarında belirtmiştir; AİHM   Holokost’un   varlığı açıkça saptanmış bir  tarihsel vakıa   olduğunu, bu nedenle  bunu inkar etmenin   AİHS ‘nin 10. maddesi tarafından korunmadığını,   AİHS  17., maddesi hükmünün bu konuda  geçerli olduğunu vurgulamıştır. (Bakınız  Chauvy/Fransa davası kararı paragraf 69 Lehideux ve İsorni/Fransa davası kararı  1998—VII, paragraf 47; Garaudy/Fransa davası kararı 65831/01- 24.06.2003)

AİHM  Perinçek’in   açıkladığı   görüşün anlatım özgürlüğünün  AİHS  Madde 10/ 2  tarafından  etkisiz  kılınıp kılınmadığı konusunda  bir kanaata ulaşmaya çalışacaktır [7].

Kanımızca, İsviçreli yargıçlar bu  konuda  bir uslup farkına düğümlenmişlerdir.    “1915 olaylarının soykırımı olduğunu ileri sürenler yalan söylemektedirler”  söylemi ile “Bizim yaptığımız  hukuksal ve tarihsel araştırmalar  o trajik olayların soykırımı sayılamayacağını kanıtlamaktadır” ifadesi arasındaki  fark   bazı  yargıçlar açısından önemli sayılmış olabilir. Benzer şekilde  İsviçre vatandaşı olmayan Doğu Perinçek’in İsviçre Ceza Yasasının  referandum ile  değiştirilmiş olan maddelerini düzeltmeğe yardımcı olacağı  söylemi  de   o ülkenin yargıçlarında   rahatsızlık doğurmuş olabilir.

Ancak, Holokost’u  inkâr etmenin cezalandırılmasının temel nedeni,  Holokost’un Nürnberg mahkemesi tarafından insanlığa  karşı suç olduğunun karara bağlanmış bulunmasıdır. Bu bağlamda  Holokost   AIHM kararlarında “açıkça isbatlanmış  tarihsel vakıa”  (clearly established historical fact) olarak tanmlanmıştır.

Perinçek davasında ise, Ermeni olaylarının soykırımı suçu olduğuna ilişkin yetkili mahkeme tarafından verilmiş  olan ve bunun  varlığı  açıkça isbatlamış tarihsel olgu olduğunu  beyan eden  bir  yargı kararı  yoktur.Ayrıca “açıkça isbatlanmış tarihsel vakıa” terimi    İsviçre Mahkemesinin Ermeni soykırımı savı hakkında kullandığı “genelde kabul gören  tarihsel gerçek” teriminden farklıdır. Bu hususa  aşağıda döneceğiz.

b) Yukarıda İsviçre Mahkemesinin kararının ardında bir  uslup  meselesi bulunabileceği olasılığıan   kısaca değindik. Ancak, AİHM’nin şok edici bile olsa  farklı görüşlerin  açıklanabileceğine karar vermiştir. Örneğin, 23 Eylül 1998  tarihli (1998-VII) Lehideux+Isorni/Fransa  kararı  Mareşal Petain Hükûmeti ile ilgiliydi.  Fransa’da, Petain Hukûmetini işbirlikçi olarak tanımlayan genel kanıya  karşın, dava edilen yazarlar Petain’i olumlu biçimde takdim etmişlerdi. AİHM bu  konudaki   kararın 55. paragrafında, “her ülkenin  kendi tarihini  açıkça ve duygusallığa düşmeden  tartışması gerektiğini”  vurgulamış,  bu davada  10. maddenin  sağladığı özgürlüğün kısıtlanmış bulunmasının  ölçüsüz olduğu sonucuna varmıştır

c)Ancak,  AİHM,   Fransa’da Nazi rejimi ile mücadele eden  direnişçilerin  hatıralarının ciddi tarihsel araştırmalara dayanmayan   bona fide saldırılara  karşı korunması gerektiği yolunda başka bir dengeleyici karar da vermiştir ( Chauvy/Fransa 64915/01-  29 Haziran 2004)

c) Bu alanda  biraz  daha ayrıntılı biçimde ele almamız  gereken AİHM  kararı   Ginievski/Fransa davası ile ilgilidir.  Çok özetle:

Paris’te ikamet eden Avusturya vatandaşı Paul Ginievski, yazdığı  bir makalede  Hristiyanlığın Museviliğe karşı tutumunu  eleştirmiş ve bunun  gaz odasına (Auschwitz’e) yollama sonucunu verdiğini ima etmiştir. Ginievski  Fransa Mahkemesi tarafından mahkum edilmiştir. Ginisevski sonunda AİHM başvurmuş, görülen dava sonucunda  AİHM  adı geçenin mahkumiyet kararının AİHM 10 maddesinin ihlali olduğuna hükmetmiştir.

Kararda önemli  saydığımız  ve  Doğu Perinçek davası için  emsal teşkil  edebilecek bazı hususlara aşağıda  değiniyoruz:

“  Mahkeme ifade özgürlüğünü  sınırlamanın Fransız yasası tarafından öngörüldüğünü (precribed by law) saptamıştır. ..Özgürlük sınırlamasının bir grubun  belirli bir dine mensup oldukları için lekelenmeye karşı korunması amacı ile yapıldığını ve   (AİHS.10/2 maddesinde  öngörülen)  başkalarının onurunun ve hakkının korunması çerçevesine girdiğinin düşünüldüğünü  belirtmiştir”

Bu koruma  demokratik bir toplumda gerekli miydi? AİHM pek çok kararında,  ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun en önemli temellerinden biri  olduğunu, ….bu özgürlüğün sadece olumlu olarak karşılanan ya da  zararsız   enformasyonu ya da fikirleri değil,  rahatsız edici ve  şok edici, rahatsız  edici (offend)  görüşleri de kapsadığını  belirtmiştir (Handyside/Birleşik Krallık Davası 7.12.1976-Series A No.24.Sh23-49) : “AİHS’nin  10/2 maddesinin de belirtildiği gibi, düşünceyi ifade özgürlüğü sadece haklar değil, görevler de yüklemektedir.  Bunlar arasında dinsel  alanda  kırıcı olmama görevi de bulunuyor……Sözleşmenin öngördüğü  özgürlüklerin ancak bir demokratik toplum için  gerekli olduğu  ölçüde   kısıtlanması konusunda Devlete bir değerlendirme marjı bırakılmıştır.Bu özellikle kişilerin ahlaki ve dini konulardaki samimi  inançlarının korunması konusunda  geçerlidir…..Bu davada,    kısıtlama için    “acil bir toplumsal gereksinme  olup olmadığına” ve bunun  “ulaşılmak istenen meşru amaç ile orantılı  olup olmadığına “ bakılması gerekir.”

“Bu davada davalı yazar (Hristiyan) doktrinin Yahudi düşmanlığı tohumları  taşıdığını ve bunun da  Holokost’u tetiklediğini  tartışmaya açmaktadır” AİHM ,  kararının son bölümünde  Ginievski’nin  makalesindeki  amacı irdelemiş ve  yapılan tartışmanın  bir demokratik toplum için gerekli olduğu sonucuna varmış, yazarın gazeteci ve tarihçi olarak görüşlerini açıkladığını, bir demokratik toplumda  insanlığa karşı suç gibi ağır cürümlerin  özgürce tartışılmasının önemli olduğunu,  tarihsel gerçeği aramanın  düşünceyi  ifade özgürlüğünün ayrılmaz bir parçası olduğunu”  “AİHM’nin tarihsel konularda  karar verici olmadığını  belirtmiştir”   “AİHM,  yayımlanan makalede varılan bazı sonuçların ve cümlelerin kırıcı,  rahatsız edici, hatta şok edici olduğunun yazar tarafından  da kabul edildiğini, ancak  bu görüşlerin  açıklanmasının   engellememesi gerektiği  sonucuna varmıştır.” (De Haes and Gijsels/Belçika davası 24.02.1997 tarihli karar rapor No.46)”

Bern -Laupen Mahkemesi kararında bulunmayan  “acil toplumsal gereksinmenin” birden bire  hangi vahiy ile  Lozan Mahkemesi kararına yansıtıldığını sormak, her sağduyulu kişinin ve tabii AİHM’nin görevi olmalıdır.

H.  “Açıkça isbatlanmış tarihsel olgu”   kavramı

İsviçre  Federal Mahkemesi kararının dayanağını “Ermeni soykırımının, hem İsviçre kamuoyunca, hem de ondan daha da genel kapsamda gerçek bir vakıa olarak tanınmakta olması” oluşturmaktadır. AİHM ise “varlığı   açıkça  isbatlanmış bir  tarihsel olgu” varsa,   bunun inkârının düşünceyi açıklama özgürlüğü çerçevesi dışına çıktığına hükmetmiştir.

Varlığı açıkça isbatlanmış  tarihsel vakıa” nedir?  Bunu toplumun çoğunluğu mu saptayacaktır? Yoksa  yetkili   yargı organının  kararı mı gereklidir?   Söz konusu edilen tarihsel vakıanın suç olup olmadığı ya da suç ise bunun hangi suça tekabül ettiği  konusunda  yetkili yargı bir karar vermemiş ise,  bir ülkedeki toplumun çoğunluğu  bunu “varlığı tartışılamayacak bir tarihsel gerçek”  sayıyor gerekçesi, mahkumiyet sebebi olur mu? İsviçre Mahkemesinin kararı  bu yönde olmuştur. Orta Çağ’da da durum böyleydi.

Lozan mahkemesi kararnda tarihsel olgu

Lozan Kent  Mahkemesi ile Federal Mahkemenin kararlarında  bu konuya yapılan atıflardan bir bölümü ek referans olarak aşağıda  sunulmuştur:

-“Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sırasında Ermeniler’in yaşadıklarının soykırım olup olmadığını mahkemenin karara bağlaması gerekmez”…. “Bu konu uzun süredir zaten soykırım olarak kabul edilmektedir”…“Bir soykırımının geniş  şekilde öyle tanınmış olması  gerekir ve yeterlidir ve  Mahkeme bu uluslararası tanımanın varlığını tesbitle  (prendre acte) görevlidir.”;   “İsviçre kamu oyuna göre, Ermeni soykırımının  kabul edilmiş   bir  tarihsel   vakıa olduğunun saptanması yargıca bunu kabul    imkanını sağlamaktadır.”

Federal Konseyin Ermeni soykırımını tanıma konusundaki   tutumunun  son derecede ihtiyatlı olması  bir şey değiştirmez.  Bir Hukûmetin uluslararası ilişkileri tehlikeye atmamak için  hassas konulara girmemeyi yeğlemesi  anlayışla karşılanabilir. Önemli olan,  bu olayın  doğurduğu uluslararası yankıdır “. Bünyesinde 50 ülke barındıran Avrupa  Konseyi de  Ermeni soykırımını tanımıştır[8]…..aziran 1987 tarihinErmeni soykırımının  kabul edilmiş bir tarihi vakıa olduğunu onaylamak lazımdır.”

“Bir uluslararası mahkeme veya bir başka uluslarüstü organ   örneğin uluslararası uzman niteliği taşıyan bir tarihçiler komisyonu) tarafından yargıcın istinad edeceği bir karar alınmasına gerek yoktur”.

İsviçre Federal Mahkemesi kararı:  “Mahkeme, Ermeni soykırımının, hem İsviçre kamuoyunca, hem de ondan daha da genel kapsamda gerçek bir vakıa olarak tanındığını müşahede etmiştir.” “Sorun, Osmanlı İmparatorluğu’na atfedilen katliamların ve tehcirlerin kamuoyu ve tarihçiler topluluğunun soykırımı  olarak  nitelendirmesine  ilişkin genel kanaat ilgilidir.”

“Bidayet Mahkemesi görevinin tarih yazmak değil, bu soykırımın biliniyor ve kabul ediliyor olup olmadığını araştırmak ve bu son olgusal nokta hakkında kanaatini oluşturmaktır.”   “Mahkemenin görevi siyaseten tanımaya istinad etmenin ötesinde,   fiiliyatta, toplum içinde, 1915 olaylarının soykırım olarak nitelendirilmesi hususunda geniş bir bilimsel mutabakata dayanan ve siyasi açıklamalarla kendisini ifade eden geniş bir uzlaşının varolduğunu tespit etmektedir.”

Winterthur Mahkemesi kararı :

Üç Türk vatandaşının mahkumiyeti ile sonuçlanan davada, Winterthur Mahkemesi Savcısı ve Yargıcı, yukarıda  belirtilen iki kararı  temel aldıklarını  vurgulamışlardır. Bu durumda  Lozan ve İsviçre Federal Mahkemesinin bu  konudaki kararları  içtihad sayılmış olmaktadır ve daha sonraki kararlar aynı gerekçeleri tekrarlamaktadır. Bu nedenle Winterthur Mahkenesinin iddianamesi  ve yargıcının kararının  konumuzu ilgilendiren ve İFM kararlarına da dayanan  yanlarını buraya kaydetmekte  yarar görüyoruz:

“Federal Mahkemeye göre,  yargıcın görevi, genel olarak ve özellikle tarihsel bağlamda    bir soykırımı  tartışmasının   yapılmamasını  sağlamaya  yetecek derecede  bir  konsensüsün var olup olmadığını tesbit etmektir.  (Kararın 4.3 maddesi) .”

“Zanlılar,  soykırımı konusunda kesin  kanıt bulunmadığı veya  pek çok devletin 1915 hadiselerini soykırımı olarak tanımadıkları yolunda karşı görüş ileri sürdükleri takdirde, bu   iddiaları dinlenmemelidir. Bu tesbitler  yüksek yargı kararı gereğince  anılan olayların soykırımı niteliği taşıdığı  yolunda çok   geniş bir mutabakat bulunduğu vakıasını  hiçbir şekilde zedelemez. ( İFM Kararının 4.4. maddesi) “ [9]

1915 yılında Osmanlı İmparatorluğunda Ermeni halkına yapılan saldırıların, İsviçre Ceza yasasının (İCY) 261m.4 ‘e göre  soykırımı   olduğu yargısal  açıdan kabul edilmiş bir veri sayılır. ister zanlılar  , ister İsviçre makamları ,  kendi   düşüncelerinden bağımsız olarak, söz konusu gelişmelerin, İCY  261bis.4 gereğince soykırımı çerçevesine girdiğini kabul etmek   zorundadırlar.”

İsviçre Mahkemesi  Ermeni soykırımınının  tarihsel gerçek   olduğunu  şu   sözlerle iddia ediyor.  bu ülkede kabul gören  tarih  bilimsel görüş birliğine rağmen ( entgegen des hierzulande aufgrund der anerkannten Geschichtswissenschaft herrschenden Konsenses)  ve  genel olarak kabul edilen anlayışa  karşın

( allgemein anerkannten    Verstaendnisses) inkâr etmiştir

“Tarihçiler arasında Ermenilere soykırımı suçu işlendiğinin tanınması hakkında  geniş bir  görüş birliği vardır. Bu  siyasal nitelikli  tanıma  da  çok sayıda ulusal ve uluslararası örgüt ve kurum tarafından  dile getirilmektedir. “

Mahkemeye gore:  “isbatlanması gereken husus, davalı tarafından inkâr edilen vaka konusunda  genel uzlaşma bulunup bulunmadığının  saptanmasıdır.”

I) Isviçre Mahkemesinin, Ermeni soykırımı savı konusunda consensus  bulunduğunu  ileri  sürerek farklı ve karşıt görşleri yok sayması  bilimsel  özgürlüğü   kısıtlama  anlamına gelir

İsviçreli yargıçların,  1915 döneminde Osmanlı Ermenilerinin diğer Osmanlı yurttaşları yanında yaşadıkları büyük trajedinin  soykırımı  olduğunun tartışılamayacak bir tarihi gerçek sayıldığı hakkında   İsviçre’de  ve uluslararası alanda  bir    konsensüs bulunduğunu belirttiklerini okuduk. Ancak, yargıçlar karşı görüşlerin varlığını da bildiklerinden,  ihtiyatı elden bırakmayarak, “konsensüsün ittifak anlamına gelmediğini karara yazmışlardır.   ( IFM Madde 4.4.)

Böylece, yargıçlar, sözde “konsensüse” (uzlaşma yoluyla mutabakat)  katılmayanların  görüş ve yayınlarını   kayda değmez  saymış oluyorlar.  İsviçreli yargıçların  yaklaşımının ardındaki neden, ırk ve din ayrımcılığı  yapmak bile  sayılabilir.

Mahkemenin değindiği “konsensüs” kavramı,  daha ziyade siyasal ağırlığı bulunan  bir terimdir.  Bir konuda  farklı veya karşı    görüş   sahibi olanlar,   görüş ve  iradelerini açıkça belirtmeye devam ederlerse,  konsensüsten söz  edilemez. Bunun yerine, “bir  grubun (belki çoğunluğun) belirli bir şekilde  düşündüğü, ancak farklı görüşler bulunduğu ve konunun tartışmalı olduğunun” söylenmesi daha dürüst bir anlatım olurdu.

Bilim dünyasında ise konsensüs kavramı kullanılmaz. Bilimsel sonuçlar değişime, ilerlemeye açıktır. Sadece  aksi kanıtlanıncaya kadar  geçerli olabilirler. Tarih bilimi de böyledir ve tarihsel değerlendirmeler,  çoğu kez bu değerlendirmeyi  yapanların çizdikleri çerçeveye göre    değişebilir.  Bilimsel konularda – tarih bilimi dahil-  karşı görüşler varsa  konunun tartışılmakta olduğu  söylenir ve dogma  oluşturularak başkalarına  dayatılmaz.

J) 1915 olaylarının soykırımı sayılamayacağı konusundaki karşı görüşler

İsviçre mahkemelerinin var olduğunu ileri sürdükleri oydaşmayı (konsensüsü) geçersiz kılan  farklı ve karşıt görüşlerin varlığını  dikkate almamaları  da  özensiz  ve taraflı  davranma sayılmalıdır

1915 olaylarının soykırımı sayılamayacağını sadece Doğu Perinçek değil, çok tanınmış ve uluslararası üne sahip  tarihçiler, yazarlar  ve   düşünürler de  belirtiyor.  Bunlardan bir kaç tanesini  adını  anmak gerekirse,   Bernard Lewis,  Stanford Shaw, David Fromkin, Justin Mc. Carthy, Guenther Lewy, Norman Stone,  Kamuran Gürün, Michael Gunther, Gilles Veinstein, Andrew Mango,  Stephane Yerasimos, Roderic Davidson,  Paul Dumont &François Georgeon  J.C. Hurwitz, William Botkay, Edward J. Erickson  ve Steven Katz, Alfred Moser, Georges de Maleville, Heath Lowry  ve  ABD’de gazeteye ilan vererek  karşı görüşlerini açıklayan 30 bilim adamı  sayılabilir. Bu listeye  daha yüzlerce isim   eklemek mümkündür[10]. Yukarıda anılanlar  trajik 1915 olaylarının soykırımı olarak nitelenemeyeceği  kanısındadırlar ve görüşlerinin nedenlerini   gerekçeleri ile açıklamışlardır. Bunlar,  böylece, İsviçreli  yargıçların var olduğunu ileri sürdüğü “İsviçre’de ve genelde kabul gören tarihsel olgu”  nitelemesine  katılmamış oluyorlar.

Öte yandan,  davalı  Doğu Perinçek, Lozan  Mahkemesine 90 kilo ağırlığında  karşı görüş içeren belge ve kitap sunmuştur. Bunlar  Mahkeme tarafından “ tarih yazma cezai otoriteye düşen bir görev değildir”[11] gerekçesiyle  incelemeye alınmamıştır.  İsviçre Federal Mahkemesi de   karşı görüşleri  incelemeyi  şu gerekçelerle reddetmiştir: “Bu konuda  Mahkemenin Doğu Perinçek’in talep etiği  ek incelemeyi yapmasına gerek yoktur.” “Kanton Mahkemesi keyfî davranmamıştır; Mahkeme yukarıda sözü edilen mutabakatın (İsviçre toplumundaki genel kanı) var olup olmadığını tesbitle yetinmek  durumundadır.”  Mahkemeye göre, “Doğu Perinçek (avukatı)  hem soykırımının varlığını tanımayan devletler olduğunu  ileri sürmüş, hem de  “şurada-burada”[12] bazı tarihçilerin soykırımı konusundaki görüş birliğini bozduğu görüşünü” savunmuştur.  Kanton Mahkemesine göre, “bu bir iddiadan öteye geçememiş, Perinçek mutabakatın bulunmadığını kanıtlayacak hiç bir sahih unsuru ortaya koyamamıştır”[13]Perinçek, 1915 olaylarının soykırımı olarak nitelendirilmesi konusunda  genel ve özellikle bilimsel bir mutabakat bulunduğu saptamasının keyfî olduğunu gösterememiştir”[14]

Nihayet İsviçre Federal Mahkemesine göre :“İsviçre Federal Konseyinin Ermeni soykırımını tanımayı resmi bir açlıklama ile müteaddit defalar reddetmiş bulunmasından … soykırımının

va rlığı  iddiasının keyfî olduğu  sonucu çıkarılamaz[15]

İsviçre Mahkemesi bu tutumu ile savunma hakkını  ciddi şekilde zedelemiş olmaktadır.

K)İsviçre Parlamentosunun iki kanadı  soykırımını kabul etmemiştir.

İsviçre Mahkemesi  kararında bu yasa koyucudan ve hükumetten  destek  bulamadığını  da  kabul ediyor. Zira,  İsviçre  Parlamentosunun her  iki kanadı,  1915 olaylarını soykırımı olarak niteleyen bir kararı onaylamamıştır.  İsviçre  Hükumeti de  Ermeni soykırımını kabul eden bir karar almamıştır.  Aksine, İsviçre  Hükumeti  sözcüsü, Ermeni soykırımının kabulünü Parlamentoya öneren iki teklifin reddini resmen Parlamentodan istemiş, yapılan oylamada  iki teklif te reddedilmiştir.

Ayrıca,  İsviçre Federal Mahkemesi kararının 3.4.2 maddesinin  ikinci paragrafında  İsviçre Ceza Yasasının  241bis, 4.fıkra  maddesinin   İsviçre Parlamentosunda ele alınması konusunda şunlar yazılıdır: “ Yasa metninin bazı unsurlarının parlamenterler tarafından uzun uzadıya tartışılmış olmasına karşın, bu bağlamda  1915 olaylarnın nitelenmesinin  hiç müzakere konusu olmadığını belirtmek gerekir.   241.bis. 4 fıkra ile ilgili  Almanca metin aşırı ölçüde sınırlayıcı bir yoruma imkan tanıdığı için, sonuç itibariyle, metnin Fransızca versiyonunun kabulünün gerekçesi olarak sadece iki konuşmacı tarafından öne sürülmüştür”. Mahkeme  bu hususu kabul etmiş, ancak kararında göz önünde tutmamıştır. Bu da mahkemenin özensiz ve yanlı tutumunun bir kanıtıdır.

İsviçre Mahkemesinin kararı yanıltıcıdır:  Mahkeme,   kararına  dayanak olarak pek çok ülke parlamentosunun  Avrupa Konseyinin ve Birleşmiş Milletler Teşkilatının  soykırımını tanıdığını ileri sürüyor.
Bazı ülke parlamentoları  Ermeni soykırımı konusunda  karar almıştır; ancak bu kararlar  siyasal niteliktedir. Aksi yönde görüş belirten siyasal organlar da var. Avrupa Konseyinin ve Birleşmiş Milletler teşkilatının  Ermeni soykırımını tanıdığı  savı   asılsızdır. Öte yandan,Avrupa Birliği Komisyonu sözcüsü de  bu alandaki  AB görüşünü  13 Ekim 2006 tarihinde  şöyle açıklamıştır :“olaylarla ilgili bazı temel  yönler, akademik  toplumun üyeleri arasında olduğu gibi uluslararası camia ve Türkiye arasında  halen tartışılmaktadır”  . Şu halde – İsviçre Mahkemesi kararının aksine- bu konuda  konsensüs bulunmadığı  AB tarafından  da  belirtilmiştir.  [16]”Benzer şekilde,  Birleşik   Krallık  Hükumeti de  bu konuda    soykırımı savını tanımama beyanını yapmıştır. İsrail devlet adamlar ının da aynıo yönde beyanları var.

L) Tarihsel olgular hakkında tarihçiler görüş bildirmeli. Hukuksal nitelemeyi ise yetkili mahkeme yapmalı

Türk Hükumeti  konunun tarihçiler arasında tartışma konusu olduğu hususunda ısrarcı olmuş ve  bu amaçla bir tarihçiler komisyonu  kurulmasını  önermiştir.

Ermenistan Cumhuriyeti ile Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanları arasında  2009 yılında Zürih’te imzalanan   Protokolde  şöyle denilmişti: “”İki halk arasında karşılıklı güven tesis edilmesi  amacı ile mevcut sorunların tanımlanmasına ve tavsiyelerde bulunulmasına yönelik olarak, tarihsel kaynak ve arşivlerin tarafsız, bilimsel incelenmesini de içerecek şekilde bir diyalogun uygulamaya konulması” için “Hükumetlerarası Komisyon ve  Alt Komisyonlar kurulması  kararlaştırılm ıştır

Bu protokol henüz  iki ülke Parlamentosu tarafından onaylanmadığından  yürürlüğe girmemiştir. Bununla birlikte,   bu konuda farklı ve karşıt  görüşlerin masaya yatırılacağı bir Komisyon kurulmasının   kabul edilmiş bulunması,   soykırımı  savları konusunda, karşıt ve farklı görüşlerin varlığının  bilfiil  kabul  edilmesi  anlamına gelir , bu durumda  da tartışılması dahi yapılamayacak bir  tarihsel gerçekten  söz  edilemez

Bu gerçekler ve gelişmelerin İsviçre mahkemesi tarafından göz önüne alınmamış olması   kararı ağır biçimde  zedelemektedir.

.6) İsviçre Ceza Yasasının 261.Ek   (bis)  maddesinin 4. fıkrası

Şimdiye  kadar   ele aldığımız örnek, İsviçre Ceza  Kanunu ile ilgili olduğundan , bu kanunun ilgili maddesini  incelemek  gerekir

A) İsviçre  Ceza yasasının   26 bis. Maddesi 4 fıkrası

1993 yılında halk oylaması ile kabul edilmiş  ve 31.1.1995 tarihinde yürürülüğe girmiştir.  Bu madde, beş fıkradan oluşur,. Ceza Yasası nefret ve ayrımcılığa yönlendirme, bu amaçlı ideolojilerin yaygınlaştırılması ve  propaganda yapılması, aşağılama ve ayrımcılık, soykırım ya da insanlığa karşı işlenmiş bir suçun inkarı  ve ırkçı sebeplerle bir edimin sunulmasının reddini  suç kapsamına almıştır.

Okumaya devam et  KUZEY IRAK TÜRKİYE’YE Mİ VERİLİYOR?

Doğu Perinçek’in yargılanıp,  mahkum olduğu bu maddenin 4. fıkrasının son bölümü şöyledir: her kim alenen ………. belirtilen sebeplerle, soykırımı ya da insanlığa karşı işlenmiş bir suçu inkar ederse, kaba şekilde küçümserse ( tehlikesiz gösterirse)  ya da haklı çıkarmaya çalışırsa, üç yıla kadar hapis ya da para cezasıyla cezalandırılır

B) Başka ülkelerin ceza yasalarında da benzer hükümler var.

Daha çok İsviçre içindeki yabancıları ve Yahudileri korumaya yönelik bu düzenleme, modern hukuk sistemlerinde  neredeyse standart şekilde yeralmaktadır: Alman Ceza Yasasının  130 , 84, 85 ve 86  maddeleri; Avusturya Ceza Yasasının 283. maddesi; Fransız Ceza Yasasının 225. maddesi; İtalya’da  Irkçılık Anlaşması’na dair çıkarılan özel yasanın (Yasa 13.10.1975 tarih, 654 sayılıdır) 3. maddesi benzer hükümler içerir. Halen 18 ülke soykırımın inkârını suç kabul etmekte, bunlardan 10 tanesi bu suçu Yahudi soykırımı ile sınırlı tutmaktadır.

Aşağıda  ayrıca inceleneceği gibi Avrupa Birliği İçişleri ve Adalet Bakanları Konseyi de  benzer bir Yöner Kararını kabul etmiştir.  Anılan Yönerge 2010 Aralık ayında yürürlüğe girmiş olacaktır.

C) İsviçre Ceza Yasasının 261 maddesinin uygulaması

İsviçre Ceza Kanunun yukarıda sunulan 261 bis  fıkra 4 metninde de görüldüğü gibi (Türkiye’deki genel algılamanın aksine) maddede Ermeni soykırımına doğrudan bir atıf yoktur. Genel anlamda soykırımının inkârından söz edilir; ayrıca, soykırımın inkârından (Almanca: Leugnen, Fransızca: nier) ne anlaşılacağı  da  kanımızca  yoruma muhtaçtır ya da  yargıcın takdir hakkı çerçevesine  girmektedir.

İsviçre Ceza Yasasının 261 bis/maddesinin 4 fıkrasının yorumuna ilişkin olarak,  gerek doktrinde, gerek mahkeme uygulamalarında  genel kabul gören bir içtihat oluşmuştur. Örneğin, İsviçre  Federal Mahkemesi   dar bir  çevrede yapılan ırkçı beyanların madde kapsamında değerlendirilemeyeceğini, bunun aleniyet içinde yapılması gerektiği  görüşünü kararlarına geçirmiştir.

Ceza, suçun objektif ve subjektif koşulları bir  araya gelirse   verilebilmektedir; ancak bizzat bu koşulların varlığı ve ispatı  da    tartışmaya açıktır. Örneğin, 1915’de yaşananları haklı çıkaran, o trajediyi övücü nitelikte, olayların “soykırımı” olmadığını ifade etmek madde çerçevesinde   sayılabilecek iken, bu sorunu bilimsel ve akademik düzeyde tartışarak, eldeki verilere göre, soykırım  fiilinin gerçekleşmediği yönünde kanaat bildirmek  madde kapsamına girmiyor  sayılabilir.

Aynı şekilde fıkrada belirtilen kasıt unsuru ya da diğer koşullar oluşmamışsa ceza verilemez Örneğin 2000’li yılların başında Türk vatandaşına karşı Bern-Laupen Mahkemesinde açılan benzer  davada  kasıt unsurunun eksikliği nedeniyle beraat kararı çıkmıştı. Bu kararın geniş özeti EK V’te  sunulmuştur.

Lozan Mahkemesi ise Doğu Perinçek’in,  daha sonra da  Winterthur Mahkemesi  üç Türk vatandaşının   kasıtlı hareket  ettiği   kanısına varmış, mahkumiyet kararını bu nedenle vermiştir.

D) İsviçre Ceza Yasasının 261 bis  maddesinin  amacı

Aslında İsviçre Ceza Yasasının  sözü edilen  maddesinin amacı, modern hukuk algılaması içinde farklı etnik grupları, ırkları, dinsel inançları, yabancıları ve azınlıkları, çoğunluğa ve buradan gelecek aşağılamalara, saldırılara karşı korumaktadır. Irkçı saldırıları, düşünce özgürlüğü gerekçesiyle haklı görmek maddenin hedeflediği  amacın dışına çıkmak sayılmaktadır. Halen İsviçre’de  gerek akademik, gerek entellektüel çevreler  Ceza  Yasasını  sözü edilen kuralını savunmakta, bunun özellikle yabancılar için bir koruma sağladığını  düşünmektedirler.

E) İsviçre Adalet Bakanının Ceza yasasının  261  maddesini  eleştirmesi

Bu maddeye ilişkin eleştiri yapılmış ve düşünce özgürlüğünü kısıtladığı ileri sürülmüştür. Bir dönem İsviçre Adalet Bakanı  olan Blocher, Türkiye’yi ziyareti sırasında da bu  maddeye yönelik eleştiriler yapmıştı. Aslında  İsviçre’de bu maddeden  yakınanlar yabancı düşmanı ve ırkçı sayılabilecek çevrelerdi. Örneğin Adalet Bakanı’nın lideri olduğu SVP (İsviçre Halk Partisi) yabancılar aleyhindeki politikaları ile  tanınmaktadır. Bu partiinin seçim döneminde istatistiki bilgileri manupüle ederek kullandığı  afişler ve sloganlar yabancı düşmanı içerik taşımaktaydı. Bu nedenle, belirtilen çevrelerin maddeye yönelik eleştirileri, düşünce özgürlüğünün sınrlandırılmasından duyulan rahatsızlıktan çok, “kendi hareket alanlarının” daraltılmasının verdiği sıkıntıdan kaynaklanmaktadır. Doğu Perinçek,  İsviçre Adalet Bakanının   İsviçre  Ceza Kanununun  261.bis 4. maddesini kaldırma niyetini beyan etmesinden de  cesaretlenerek, İsviçre’de mahkum edildiği  sözleri kullanmış olduğu  söylenebilir . Ancak, adı geçenin İsviçre Ceza Yasasının 261.bis 4. maddesinin  dışardan da baskı sağlayarak kaldırılmasına olanak sağlayacağı söyleminin ele aldığımız  dosya konusunda  aksi tesir icra ettiği  görüşündeyiz[17].

.

7)Uluslararası Adalet Divanının  Bosna davası kararı

Soykırımı 1948 Soykırımı Sözleşmesinin öngördüğü  bir uluslararası suçtur. Bu suçu diğer suçlardan  ayıran  iki önemli öğe bulunmaktadır.  Birincisi    “bir gruba  mensup  insanları  sırf o gruba  mensup bulundukları gerekçesiyle yok etme konusunda  bir özel  kastın (dolus specialis)  bulunmasıdır”.  İkincisi , sanığın eyleminde özel kasıt bulunup  bulunmadığın  yetkili  mahkeme tarafından  usulüne uygun bir yargılama ile  saptanmasıdır.  Bu koşullar olmadan bir eyleme hukuken  soykırımı denilememesi gerekir[18]. Bu bakımdan, Uluslararası Adalet Divanının   Şubat 2007’de verdiği Bosna davası kararı  soykırımı hukuku açısından önemli bir içtihat oluşturmuştur.

UAD,  kararında, Bosnada vuku bulan diğer katliamları da  tek tek ele almış ve bunların, suç teşkil etmekle birlikte  soykırımı çerçevesine girmediğini kararına yazarak, Uluslararası  Ceza Divanı Statüsünde kayıtlı  suçlar arasındaki farkı vurgulamıştır.

UAD’nın anılan kararı konusunda  EK III’te   ayrıntılı bilgi verilmiştir..Kararın  187,  188  ve 189 maddeleri  soykırımı suçunu  diğer uluslşararası suçlardan  ayıran  gerekçeler içermesi bakımından önemlidir.  Kararda şöyle denilmektedir:

Soykırımı Sözleşmesinin II maddesi  suç  sayılan eylemde) ayrı bir  zihinsel öğenin  bulunmasının gerektiğini göstermektedir. Bu öğe Sözleşme kapsamında korunan gruba mensup insanları tamamen veya kısmen, sırf o gruba mensubiyetleri  nedeniyle yok etme kasdının varlığıdır. Gruba mensup insanların sadece kasden yasa dışı şekilde öldürülmüş  bulunduklarını  kanıtlamak yeterli değildir. Çok kesin biçimde  tanımlanmış olan özel  kastın (dolus specialis)   isbatlanması gerekir…. Grup üyelerinin o gruba mensup bulundukları için hedef seçilmiş bulunmaları yeterli değildir; failin ayrımcı bir kastının bulunduğunun saptanması ve isbatı gerekmektedir. Yani daha fazla bir şey istenmektedir… İnsanları .sırf o gruba mensup bulunmaları nedeniyle,(-İngilizcesi: as such-)    etme kasdının varlığının gerekli olduğu vurgulanmaktadır. Soykırımı, benzer suçlar, özellikle, insanlığa karşı suçlar ve zulümler bağlamında ele alındığında,  kasıt  öğesinin özelliği ve bunun  için gerekli olan özel nitelikler daha belirgin olarak ortaya çıkar

Siyasal bağlantıları nedeniyle saldırmak ta  zulüm eylemi sayılır. Zulüm eyleminde , ayrımcılık  yapma niyeti, katletme dahil,  çeşitli insanlık dışı eylem biçimleinde tezahür edebilir; soykırımı durumunda bu niyete,  soykırımı kurbanlarının ait oldukları  grubu  tamamen veya kısmen  yok etme kastının refakat etmesi gereklidir. Böylece “mens rea” açısından bakıldığında, soykırımıının  en ağır ve en insanlık dışı zulüm olduğu  söylenebilir. Başka bir  anlatımla, zulüm, bir grubu tamamen veya kısmen ortadan kaldırma yönelik  istençli ve bilinçli  aşırı eylemlere tırmandığında,  bu zulümlerin   soykırımına dönüştüğü söylenebilir.

Uluslararası Adalet Divanı,  Bosna kararının 190. paragrafında  etnik temizliğin de her zaman  soykırımı  anlamına gelmediğini  “…bir grubun tamamen veya kısmen  bulunduğu yerden atılması kendi başına bir soykırımı sayılmaz” sözleriyle belirtmektedir. Bu eylem, insanlığa karşı suç kavramı çerçevesine girebilir.

.

İsviçre Mahkemeleri ise soykırımı suçu hakkında  çok önemli bir içtihat oluşturan  UAD’nın 2007 Bosna davası kararını görmezden gelmiş ve    “Lozan  Mahkemesinin yapması  gereken ve yaptığı,  İsviçre’de   Ermeni soykırımına ilişkin tarihsel görüşün artık  tartışma konusu yapılmamasını sağlayacak yeterli mutabakatın olup olmadığını tesbitten ibarettirsonucuna varmıştır . Bu ifade, kanımızca, hem düşünceyi ifade özgürlüğünün kısıtlaması,  hem de   tarih biliminin iğdiş edilmesi  açısından son derecede  sakıncalıdır.

8) Tarihe Özgürlük Girişiminin  Blois Çağrısı

Yasa  çıkararak ya da mahkeme kararı ile   tarihsel konularda araştırma ve  düşünceyi  ifade özgürlüğünün kısıtlaması  örnekleri karşısında , özellikle  Avrupa Birliği  Bakanlar Konseyinin, aşağıda  değinilen Çerçeve Kararı  muvacehesinde,  pek çok düşünür, tarihçi, insan hakları savunucusu ve yazar bir araya gelerek Tarihe Özgürlük  Girişimini  oluşturmuşlar ve aşağıda metni sunulan  Çağrıyı imzaya açmışlardır. Bu Çağrının altını imzalayanların sayısı  binleri  aşmıştır.

Tarihe Özgürlük (Girişimi) 2005 yılından beri yasa koyucu  gücün, geçmişi suçlama  eğilimi ile   mücadele etmektedir;   bu   eğilim, tarih araştırmalarını önüne  gittikçe artan şekilde  engel çıkarmaktadır. 2007 Nisan ayında Avrupa Birliğinin Bakanlar  Konseyinin kabul ettiği bir Çerçeve Kararı   o zamana kadar sadece bir Fransız sorunu olan bu  konuya  uluslararası  boyut  kazandırmıştır.

Anılan  Çerçeve Kararı, gerekliliği tartışma konusu olmayan Irkçılığın   ve Yahudi düşmanlığının ortadan kaldırılması adına,   aslında o  amaçla alınmış olmakla  birlikte,  Avrıpa Birliği içinde, tarihçilere   mesleklerinin icrası ile bağdaşmayan  yasaklar getirmekte ve tarihçilerin  mesleklerini icrasını  tehdit altına sokacak yeni suçlar yaratmaktadır.  Tarihe Özgürlük (Girişimi),   2008 yılında  yapılan ve “Avrupalılar’a”  adanmış olan   Blois Buluşması  münasebetiyle  aşağıdaki kararı kabul çağrısını yapar

Geçmişe  yönelik  tarihsel ahlak dersi verme girişiminden   ve  entellektüel açıdan sansüre tabi tutulmaktan  endişe  duyarak,   Avrupalı tarihçileri ve politikacıları  sağduyulu davranmaya çağırıyoruz.

Tarih  güncel olayların tutsağı olmamalı ve  birbiri ile yarış eden belleklerin  dikte ettiği şekilde yazılmamalıdır. Özgür bir Devlette,

siyasal otoritesi  tarihsel gerçeği   saptayamaz ve  cezalandırma tehdidi ile tarihçinin özgürlüğünü kısıtlayamaz.

Tarihçilere, bizim yaptığımıza benzer girişimler oluşturarak,  ülkelerindeki tüm güçleri bir araya toplama  ve ilk aşamada bu  çağrıyı imzalayarak,  bellek yasaları  akımını  durdurma  çağrısını yapıyoruz.

Siyaseten sorumlu olanlardan, kollektif belleği sürdürme görevine  sahip olmakla birlikte,    yargısal uygulaması tarihçinin mesleği       ve genel olarak   entellektüel  özgürlükler üzerinde  ciddi sonuçlar doğurabilecek  yasalarla, geçmişe dönük    Devlet gerçekleri  oluşturmamanın bilincinde  olmalarını talep ediyoruz.

Demokraside, tarihe özgürlük  hepimizin özgürlüğüdür.

Pierre Nora, Tarihe  Özgürlük  Girişimi  Başkanı

9)ACCOYER Raporu[19]

Fransa Parlamentosu da bu harekete katılmış  ve Fransa Parlamentosu  Başkanı Bernard Accoyer başkanlığında toplanan bir  Parlamento Komisyonu  yasama erkinin,  yargı gücünün yerine geçerek tarihi olayları  suçlayan  belleğe ilişkin yasalar çıkarmaması gerektiği konusunda  Accoyer Raporu olarak bilinen 18/11/2008 tarihli  1262 sayılı  ayrıntılı  bir rapor yazmıştır. Bu rapordaki görüşler  irdelediğimiz konu bakımından çok  önemlidir.  Raporun ayrıntısına girmek bu  yazımızın boyutlarını aşmaktadır.

Raporda,   “bellek yasaları kavgası “ başlığı altında, Fransa’da Holokost’un inkarının cezalandırılmasına ilişkin 1990 yılında kabul edilen “Gayssot Yasası”  ele alınmakta, Fransız Parlamentosunun 29 Ocak 2001  tarihinde kabul ettiği Ermeni  soykırımını tanıyan  tarihli  yasayı  eleştirmekte, 2005 yılından itibaren tarihçilern, tarihi araştırmaları yasa ile  dondurma sonucunu verecek olan bellek yasalarına isyanı  anlatılmakta, Parlamentonun  “bellek görevinin” korunması olarak özetlenebilecek çalışması konusunda  ayrıntılara inilmekte, tarih konusunda yasa ile  hükum oluşturmanın Fransız Anayasasına aykırı   sayılabileceği, bunun düşünce ve düşünceyi  ifade  özgürlüğüne zarar vereceği, tarih biliminin temellerini  zedeleyebileceği, Fransız toplumunu  ayrı  kamplara bölebileceği[20] ve diplomatik rahatsızlık doğurma riskini taşıdığı  anlatılmaktadır. Rapor  2007 yılında AB Bakanlar Konseyi tarafından kabul edilen  Irkçılık ve Ayrımcılıkla Mücadele Çerçeve Kararının tarihçiler ve  hukukçular  arasında  endişeye neden olduğu vurgulanmaktadır.  (Çerçeve Kararı konusunda  aşağıda   ayrıca  bilgi sunulmuştur.)

Rapor  “bellek görevi” kavramının muğlaklığı  üzerinde   durmakta, bu kavramın ahlâka yönelik işlevi anlatılmakta, ancak entellektüel ve ahlaki açılardan sorunlar yarattığı, kavramın uygulamaya konulmasının siyasal sonuçlarının  gözden kaçırılmaması gerektiği, uluslararası ilişkiler açısından bakıldığında  da hassas   durumların ortaya çıkmasına neden olduğu  belirtilmektedir.

Raporda  ünlü  Fransız  filozofu  Paul Ricoeur’ün [21]“ bellek çalışması”  kavramını,  “bellek ödevi” uygulamasının önüne çıkardığı belirtilmektedir[22].  Paul Ricoeur:“ Ötekinin tanıklığına dayanan tarihi bilmenin, sözcüğün gerçek anlamnı ile bir bilgi değil, ama yalnızca inanma yoluyla bir bilmedir  ”(Tarihve Anlatı Sh.20) , “hazır bir tarihsel gerçeklik yoktur” diyerek, -aşağıda başka alıntılarda da belirtildiği gibi-  ele aldığımız konunun ne kadar görece olduğuna dikkat çekmiştir. Bu  düşünceden hareketle İsviçre Mahkemesinin tarihi kendi  seçtiği   yoruma bağlama,  farklı düşüneni  mahkum etme  ve  kendi youmunu dogma  haline getirerek  tarihsel araştırmaları  dondurma  girişiminin  ne kadar yalnış olduğu daha iyi anlaşılır.

Accoyer Raporu  Fransa için  özellikle eğitime  yönelik ayrıntılı  öneriler  getirmiş, ayrıca  Parlamentonun  konuya  yasa çıkarma yolu ile değil,  iş’ari karar  alarak ta  eğilebileceğini  vurgulamıştır.

Accoyer Raporu Fransa’da geniş ve  nitelikli destek bulmuştur. Örneğin,bu rapor  konusunda  bir demeç veren ,  Fransa Anayasa Konseyi eski Başkanı Robert Badinter   Ermeni soykırımı iddialarını yadsıyanları mahkum etmeyi öngören yasa tasarının Fransız Anayasasının 34 maddesine aykırı olduğunu, Parlamentoların tarihsel  olaylar konusunda böyle yasalar çıkaramayacağını, insanlığa karşı suç ya da soykırımı gibi hukuksal kavramlara dayanarak  tarihte yaşanmış  olayları  mahkûm  edemeyeceklerini,   yasa  Anayasa Konseyine getirilirse, Konseyin yasayı iptal edeceğini  belirtmiştir. Fransa Anayasa Konseyi üyelerinden Georges Vedel de 1915 Ermeni soykırımının tanıyan  yasanın anayasaya aykırı olduğunu  vurgulamış, Fransa Anayasa Konseyinin 21 Nisan 2005 sayılı kararı ile  2001 yasasının sadece  bir deklarasyon niteliği bulunduğunu  belirterek, dolaylı  şekilde  bellek yasalarını kınamıştır. Bununla birlikte ,  Robert Badinter’e  gore  Yahudi soykırımına ilişkin Gayssot yasası  farklıdır, zira   daha önce mahkeme kararına bağlanmış olan bir   suç fiilini  inkâr etmenin   suç olduğunu  belirtmektedir.  23 Temmuz 2008 tarihli Fransız Anayasa  reformuna gore,   bellek yasalarının  fikir suçu  oluşturmakta bulunduğu görüşünü savunanlar, açılan bir davada  bellek yasalarının  anayasaya aykırı olduğunu  haklı olarak öne sürebileceklerdir.

Türk Dışişleri Bakanı Sayın Davutoğlu’nun  çeşitli demeçlerinde  sözünü ettiği   “adil bellek”  çağrısı  da  aynı   düşünce çerçevesinin içine giren  bir  uyarıdır

10) Hukukla  tarih  arasındaki  önemli fark

Bu  gelişmeler bizi  hukuk ile tarih arasındaki ilişkiyi kısaca  de ele almaya yönlendirmiştir.

Tarih, olayları belli bir neden- sonuç ilişkisi içinde anlatan, herkesin hukuki ya da  hukukvari  argümantasyonuna uygun düşecek kanıtları çekip çıkardığı bir bilgi-belge ambarı olarak kullanılmakta, böylece, tarih hukukun tutsağı olmaktadır…..

Hukukun amacı bir şeyi kanıtlamak, tarihin amacı ise izah etmektir. Hukuk yargılar, oysa tarih değer yargısından uzak durur……..Kavram kargaşasından kurtulmak için yapılacak ilk iş, tarihsel düşünce sistemini hukuksal düşünce sisteminden ayırmaktır….”  [23] Bu nedenle  tarihsel olayların uluslararası ceza hukukunda  yerinin ne olduğu ve  nasıl nitelendirilmesi gerektiği  konusunun yetkili mahkemelere bırakılması,  tarihsel olayların  tüm açıklığı ile karşı görüşler ve çelişkili belgelerle de olsa    incelemeye açık tutulması, bulguların  tartışılması ve   sonunda herkesin kendine göre bir  kanaate erişmesi  en doğru yoldur. Bu vicdani kanaate göre, kimileri  vicdanlarının   yönelttiği yolda, “özür dileme” gibi bazı  inisyatifler alabileceklerdir.   Başkaları daha farklı tepkiler gösterebileceklerdir. Ancak   vicdani kanaatin tekdüzeleştirilme çabası  ve ona kelepçe vurulması,  sonuçta  yarar sağlamaz ve vicdani kanaatin niteliğini değiştirmez.

Profesör Stéphane Yerasimos,  Türkiye Bilimler Akademisinde yaptığı bir  konuşmada  , 1915 olayları konusunda, Türk tarafı ile  Ermeni tarafının bakış açıları arasındaki farkı  şöyle özetlemişti : “Türk tarafı 1915 olaylarına özünde devlete karşı ihanet olarak algılanan bir isyana karşı yapılan bastırma hareketi açısından bakmaktadır”[24]…”Ermeni  tarafı ise bu süreci göz ardı ederek, olaylara ancak soyut ırkçı bir izah getirmektedir.Buna göre, son tahlilde Türklerin Ermenileri ortadan kaldırması, onların barbarlığından kaynaklamaktadır. Ermeni sorununun temlindeki ikinci öğe, bir yörede bir Ermeni çoğunluğunun bulunmamasıydı”

Nihayet, Ermeni temsilcilerinin Osmanlı ordusuna karşı savaşan taraf olduklarını  ilan etmiş[25] bulunmaları, bugün yapılan  soykırımı suçlamasının, UAD’nın  Bosna kararındaki -artık içtihat haline dönüşmüş bulunan-   soykırımı  kavramından ne kadar uzakta ve hukuk dışı bulunduğunu  kanıtlamaktadır.

11)Avrupa Birliği Bakanlar Konseyinin Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığına ilişkin değişik uygulamalarla ve söylemlerle

ceza yasalarından yararlanarak mücadele etme konusunda Çerçeve Kararı

Yukarıda  ele aldığımız Blois  Çağrısında, Avrupa Birliğinin aldığı  bu maddenin başlığında yazılı   çerçeve kararı konusunda endişe  duyulduğu  belirtilmişti. Düşünürler, tarihçiler ve yazarlar bu çerçeve kararının   tarihsel araştırmaları engelleyeceği kanısındadırlar. Bu yazımızı da ilgilendirdiği cihetle, anılan  kararın  ilgili bölümleri   aşağıda   sunulmuştur.

Avrupa Birliği  İçişleri ve Adalet Bakanlar Konseyi, uzun yıllar süren çalışmalar  sonunda ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile   ceza yasası yoluyla mücadele konusunda  bir  çerçeve kararı hazırlamış ve bu karar 20 Aralık 2007   tarihinde   AB Bakanlar Konseyi tarafından kabul edilmişti. Karar 2010  yılı Aralık ayında yürürlüğe girmiş olacaktır.

Karar  soykırımının  inkârını cezalandırma yetkisini ulusal mahkemelere   veren bir  hüküm içermektedir .

Bu kararın  1. maddesinin 1 ve  (c ) (d) fıkraları   ile  4 paragrafı  şöyledir:

1. Her Üye devlet,  aşağıda kayıtlı kasdi   uygulamaların cezalandırılması için gereken önlemleri  alacaktır:

c) Irksal mensubiyeti, rengi, dini, ahvadı veya ulusal ya da etnik kökeni  ile tanımlanan bir gruba veya gruba mensup  kişiye  yönelik  şiddet kullanımı ya da  onlardan nefret   edilmesi sonucunu  verecek    nitelikte olan ve Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsünün 6,7 ve 8 maddelerinde tanımlandığı şekli ile   soykırımı suçuna, insanlığa karşı suçlara ya da   savaş suçu  eylemine alenen  göz yummak, bunları inkâr etmek ya da kabaca küçümsemek;

d) Irksal mensubiyeti, rengi, dini,ahvadı veya ulusal ya da etnik kökeni ile tanımlanan bir gruba veya gruba mensup kişiye

yönelik şiddet kullanımı ya da onlardan nefre edilmesi sonucunu verecek niştelikte olan ve 8 Ağustos 1945 tarihli London Anlaşmasına ekli Uluslararası Askeri Mahkeme Senedinin 6. maddesinde tanımlanan suçlara  alenen göz yummak,bunları

inkâr etmek ya da kabaca küçümsemek .[26]

4. Herhangi bir Üye Devlet,  Konsey tarafından bu Çerçeve Kararının kabulü sırasında,  yukarıda 1c  ve  d  paragraflarında kayıtlı  suçların inkârını    ya da  kabaca  küçümsemeyi  cezalandırmayı, bu fıkralarda belirtilen suçlar  o üye devletin ulusal mahkemesi tarafından saptandığı  takdirde  ve/veya bir uluslararası mahkeme tarafından veya uluslararası mahkemenin nihai kararı gereğimce   saptandığı takdirde  kabul ettiğine  dair  bir bildirimde bulunabilir.

Suçun varlığını  saptama yetkisi  uluslararası sözleşme ile  yetkili bir  mahkemeye verilmiş iken,  soykırımı suçunun   işlendiğinin, karar yetkisi bulunmayan bir ulusal mahkeme tarafından varsayılması ve bunu inkâr edenin ulusal mahkeme tarafından  cezalandırılacak olması,  1948  Soykırımı Sözleşmesinin 6. maddesinde  kayıtlı   yetkili mahkeme  hükmüne  dolaylı olarak aykırıdır. Anılan 6. madde 1948  Sözleşmesinin hazırlık  toplantılarında uzun müzakereler sonucunda  kabul edilmişti.1948 Sözleşmesinin 6. maddesi,  soykırımı suçunu cezalandıracak mahkemenin   eylemin yapıldığı ülkenin yetkili mahkemesi ya da Taraflar anlaştıkları takdirde  bir Uluslararası Ceza Mahkemesi olmasını hükme bağlamıştır.

12.  SONUÇ

Soykırımı, İnsanlığa Karşı Suç,  Savaş Suçu  gibi  Uluslararası Sözleşmelerle açıkça tanımlanmış ve Uluslararası Mahkemelerin kararlarına konu olmuş suçlar ve  ulusal ceza yasalarında  öngörülen diğer  suçlar, hukuksal çerçeveleri  yasalarla  ve özenle çizilmiş  hukuk dışı eylemlerdir.  Bu suçları işleyenler  yetkili mahkemelerde yargılanır.  Varsa,  suç nedeniyle oluşan “devlet sorumluluğu” gibi hukuki konular Uluslararası Adalet Divanının yetki alanına girer.

İsviçre Mahkemesi,  yukarıda anılan çeşitli suçlar arasındaki hukuksal farkları  incelemeden, yargısal açıdan soykırımı olduğu saptanmamış bir eylemin soykırımı olduğunu yadsıdığı, başka bir anlatımla 1915 döneminde Osmanlı Ermenilerine soykırımı yapıldığını reddettiği, böylece ırk ayrımcılığı yaptığı gerekçesiyle   Doğu Perinçek’i mahkum etmiştir.

Mahkeme bu kararını, soykırımı suçunun işlendiği yolunda bir yargı kararına değil -zira böyle bir yargı kararı yok-   “bu  suçun işlendiğinin tarihsel bir gerçek olduğu konusunda genel olarak  İsviçre’de ve İsviçre dışında konsensüs bulunduğu” sübjektif görüşüne dayandırmakta, bu  görüşe katılmayanların düşüncelerini  yok  saymakta, görüşünü açıklayanı   mahkûm etmektedir.

Doğu Perinçek  insanlığa karşı suçun,  savaş  suçunun ya  o dönemdeki Osmanlı yasalarına göre işlenen ve yargı tarafından cezalandırılmış bulunan  diğer suçları değil,   “soykırımı suçunun” v arlığını hukuksal gerekçelerle reddetmektedir[27].  Zira, tehcir sırasında Osmanlı yasalarına göre suç işlendiği mahkeme kararına dayanan bir gerçektir. Ama bu suç soykırımı değildir.

Mahkum edilen Perinçek’in hukuksal dayanağı, 1948 Sözleşmesinin  6. maddesi  ve  Uluslararası Adalet Divanının   soykırımı suçunu oluşturan  en önemli öğeleri belirleyen Bosna/Sırbistan davası kararıdır. Mahkeme  de    sanığın bu yaklaşımın  farkındadır; ancak  bu konuda   ünlü La Fontaine’in “Kurtla Kuzu” masalına benzer şu  söylemi geliştirmiştir : “  (İFM kararı Md. 7) : “ Temyiz eden (Doğu Perinçek) katliamları ve sürgünün varlığını inkar etmemektedir.  Ama bu suçları da –ihtiyatlı bir söylemle bile- insanlığa karşı suçtan başka şekilde nitelemek mümkün değildir . Oysa, bu suçları   savaş hali  veya sözde güvenlik  gerekçeleri ile bile olsa, haklı gösteren (sanığın)  söylemi de İsviçre Ceza Kanununun 261 bis 4. fıkra kuralı  çerçevesine girer. Bu açıdan bakıldığında, bu olayların  soykırımı şeklinde nitelendirilmesinden bağımsız olarak, Perinçek’in İsviçre Ceza Kanununun yukarıda anılan maddesinin uygulanması suretiyle mahkum edilmesi,  sonuçları bakımından keyfi değildir ve federal hukukun ihlalini oluşturmamaktadır.”

Bu kararda  çok ciddi bir çelişki  ve hukuk  dışılık var. Mahkeme  önce Perinçek’in katliamların ve tehcirin varlığını  -yani bir trajedinin vuku bulduğunu- kabul  ettiğini ancak bunun soykırımı olarak nitelenemeyeceği görüşünü kararına  yazıyor, sonra da  “söz konusu katliam ve göç ettirmeler   soykırımı değil de   insanlığa karşı suç olarak nitelense bile, Doğu Perinçek’in bunları haklı göstermesi  mahkum edilmesi için yeterlidir” diyor.   Oysa, Doğu Perinçek,  trajik olayları veya Osmanlı Mahkemeleri tarafından faillerine ceza verilmiş eylemleri haklı göstermemiş ve övmemiştir; varlığını kabul ettiği elim  olaylara  “soykırımı denilemeyeceği” görüşünü savunmuş, soykırımı iddiasını yalan olarak nitelemiştir. Perinçek’in söyleminin  dayanağı keyfi  değildir, ciddi  tarihsel ve hukuksal araştırmalar sonucunda oluşturulmuş,  hukuksal niteliği bulunan bir görüştür. İsviçre  Mahkemesi böylece  sanığın söylemediği bir şeyi   ileri sürererek onu mahkûm etmekten çekinmemiştir.

İsviçre Mahkemesinin kararı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin  düşünceyi ifade özgürlüğünü  çiğnemektedir. Yukarıda anlatılanlar ve eklerde sunulan veriler,  İsviçre Mahkemelerinin bu davada gereken özeni göstermediğini ve önyargı ile hareket  ettiğini, aynı konuda daha önce ver ilmiş beraat kararı ilemoluşturulmuş bulunan içtihadı yok saydığını ortaya koymaktadır.  İsviçre Adalet Bakanı Blocher’in Türkiye’yi ziyaretinde  yaptığı konuşmalarda İsviçre Ceza Kanunun 261 bis 4  maddesinin  düşünceyi ifade özgürlüğünü  kısıtladığını ve İsviçre Ceza yasasının bu maddesinin değiştilmesi konusunun İsviçre Hükumetinde  görüşüldüğünü belirtmişti [28]. Doğu Perinçek, İsviçre’de yaptığı  ve Mahkeme tarafından suç sayılan konuşmasında, İsviçre Ceza Yasasının 261.bir 4 maddesi konusunda  İsviçre Adalet Bakanının görüşlerinden  esinlenmiştir. Yetkili bir mahkeme  tarafından verilmiş geçerli bir  soykırımı kararına dayanmayan bir  soykırımı iddiasından ve bunun İsviçrede  bir topluma mensup bir  grup insan ve onları destekleyenler tarafında tarafından kabul edilmesinden  hareketle, aksi yöndeki görüşlerin yasaklanması, düşünceyi ifade özgürlüğünün kısıtlanması ve bunu açıklayanın mahkûm edilmesi   son derecede  tehlikeli bir yoldur. Böyle bir karar, bir grup insanın oluşturduğu dogmayı tartışılmaz hale getirir ve tarihi  araştırmaları  engeller.  Fanatik dogma sahipleri ve bazı siyasetçiler  dışında  böyle bir kısıtlamayı  kabul edecek ciddi bir  tarihçi bulunabileceğini  sanmıyoruz.. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin de siyasal baskılardan etkilenmeyerek, bu yargı haksızlığını düzelteceğine inanmak istiyoruz.


[1] Emekli   Büyükelçi

[2] Ek IV’te şu  hususların altını çizdik : İsviçre Mahkemesi  kararında Avrupa Konseyinin ve Birleşmiş Milletler Teskilatrının Ermeni soykırımı iddiasıonı  kabul ettiği yazılıdır.Bu gerçek dışıdır. Mahkeme B.M. Genel Kurulunun Holokost konusunda aldığı karar hakkın oyalandığı konusunda  da – vardığı hatalı sonuca dayanak teşkil etsin dye-  yanıltıcı  bilgi vermiştir..Mahkeme BM.ECOSOC İnsan Haklar ı Alt Komitesinin Whitacker raporu hakınsda verdiği  bilgi  yanıltıcıdır . İsviçre Mahkemesi Avrupa Birliği Adalet Divanının  Avrupa Paralamentosunun Ermeni soykırımı savı hakkındaki  kararının hukuksal  açıdan  bir sonucu bulunmadığına, siyasal nitelikli olduğuna karar vermiş olmasına rağmen bu önemli  kararı  görmezden gelmiştir. .İsviçre Mahklemesi, Ermeni soykırımı savını kabul etmeyen Devletlerin bu tutumunu  küçümseyen  bir yaklaşım içindedir. İsviçre Hükumetinin ve   Parlamentosunun Eyalet Konseyi kanadının soykırımını kabul etmeyen tutumunu da yok saymaktadır.

[3] “Botschaft des Bundesrates zum Artikel 261 bis Abs.4. Hier wird ausdrücklich gesagt, dass es nicht darum gehe die ernsthafte Geschitsforschung zu verunmöglichen .(BBI 1992 III 314)”

Çevirisi : (İsviçre Bundesrat’ın Isviçre Ceza Kanununun  Madde  261  bis   4 Fıkrası  konusundaki  Bildirgesi. Bu maddeden amacın ciddi tarihsel araştırmaları olanaksız kılmak olmadığı açıkça söylenmektedir.) (BBI 1992 III  314)

Bu konuda ayrıca bakınız : Prof.Dr Günter STRATENWERTH : :Schweiz, Strafrecht, Bes.Teil II,5.Aufl.2000 & 39 N.37 ( Çeviri : İsviçre, Ceza Hukuku, Bölüm II. 2000 Baskısı )

[4] Swissinfo :  6  Ekim  2006 : “         Christoph Blocher ırkçılık karşıtlığı normunu tadil etmek istiyor.    Blocher  vazgeçmiyor. Yasa çelişkilerle doludur. Blocher düşünce özgürlüğü ile ırkçılıkla mücadele yasası arasında temel çelişki bulunduğunu belirtiyor. “

[5] . Aşağıda ayrıntılı biçimde irdelenecek olan   Ginievski/Fransa davası  kararına da bakınız

[7] Bu konuda  bakınız : Chauvy-Fransa  davası kararının 69 paragrafı, Lehideux+Isorni/Fransa davasının kararının 1998-VII, 47 paragrafı ve  Garaudy/Fransa davası  (24.06.20034 ; 65831/01)

[8] Avrupa Konseyi’nin Ermeni soykırımını  tanıdığı iddiası gerçek dışıdır. Sözkonusu olan sadece bazı politikacıların imzaladığı, tek taraflı ve hiç bir  hukuki geçerliliği olmayan bir deklarasyondur. Lozan kent  mahkemesinin bu gibi siyasal nitelikli  iddaları kararına dayanak almadan  önce incelemesi lazımdı.

[9] Federal Mahkemenin zanlıların  idialar ının dinlememesi gerektiği ifadesi  savunma hakkının  ihhlali  sayılmalıdır.

[10] Bu konuda çok ayrıntılı  belgeler için bakınız  : S.S.AyaThe Genocide of Truth” Istanbul Commerce University Publications,2008.. Bu eserin 2. cildi   15 Atalık 2010 tarihinde yayımlanacaktır.

[11] İFM Kararı Madde A

[12] Mahkeme bu ifadeyi  karşı  görüşleri   küçümsemek için kullanıyor .Bilim adamlarının görüşlerini sınıflandırmak ve  bir bölümünü  mesnetsiz saymak Mahkemenin yetkisi dahilinde  değildir

[13] İFMKararı Madde 4.4

[14] İFM Kararı Madde 4.6

[15] İFM Kararı Madde 4.5

[16] Some main aspects of the event  are a matter of ongoing dispute among the academic  community  andbetween parts of the international community  and Turkey” (Internet)

[17] Mahkeme kararında şöyle yazılı : “Temyiz eden, Glatbrugg’da topluluk içinde konuşurken İsviçre halkına ve Ulusal Konseyine, Ermeni soykırımını tanımak suretiyle  yaptıkları hatayı düzeltmelerine yardımcı olmak” amacını taşımaktaymış.Temyiz edenin esas amacı, bir tahrik yöntemiyle kendi tezlerini İsviçre yargı makamları nezdinde teyid ettirmeye çalışmak, bunu  bu konuda kimlikleri açısından merkezi bir rol taşıyan  Ermeni toplumunun aleyhine gerçekleştirmektir”

[18] Siyasetçiler, basın   ve kamu oyunun bir kısmı  hemen her katliama soykırımı  niteliğini yapıştırmaktadır. Zira halk ve siyawetçiler  ne 1948 Sözleşmesinin  Hazırlık Çalışmalarını bilir, ne de  UAD’nin Bpsma kararını. Soykırımı terimi sadece   insanlar için değil  diğer canlılar için de  kullanılagelmektedir. . Bu   deyimin, doğru-yalnış   kullanılmaya devam edileceği beklenebilir. Sorun, hukukaun diline ve usulüne bağlı  olması  ereken bir  yargı organının  terimi  hukuk dışına çıkarak kullanmasından kaynaklanıyor.

[19] Lois mémorielles: Le Rapport Accoyer et la position de Robert Badinter   Article 508  (Bellek yasaları. Accoyer raporu ve Robert badinter’in tutumu)

[20] François Terré,  “ Neden sadece bu “soykırım””Fransa’nın çıkarmaya uğraştığı soykırım yasası, ifade özgürlüğünün  yanı sıra  hukuka  da  el atıp  eşitlik ilkesini ihlal ediyor”  Le Figaro  13E kim 2006   çevirisi  Radikal gazetesinde   14 Ekim 2006 tar ihinde yayımlandı

[21] Geçen yıl ölen  1913 doğumlu  ünlü Fransız Filozou Paul Ricoeur’ün   dilimize aktarılmış kitapları :  YKY Yapı Kredi Yayınları :  Zaman ve Anlatı “1 : Zaman-Olay Örgüsü-Üçlü Mimesis  2007)  ; ÇeviriÜzerine (2008); Zaman ve Anlatı 2 : Tarih ve Anlatı (2009)   . Ayrıca Paul Ricoeur  Özel Sayısı  YKY  Cogito.

Konumuz  açısndan  Paul Ricoeur’ün en önemli yaptlarından biri  200o yılında Paris’te Seuil yayınevi tarafından yayımlandı. “ La Mémoire, l’Histoire, l’Oubli”   ( Bellek,Tarih, Unutma)   başlığını taşır. Le Monde gazetesi 15 Haziran 2000 tarihinde   Ricoeur’ün “ L’ecriture de l’Histoire et la Représentationn du Passé” (Tarih yazımı ve geçmişin  sunumu)   başlığı altında  bir konferansın özetini   yayımladı.  Bu konferansın tam metni  “Les Annales” dergisinin  Temmuz Ağustos 2000  sayısında yayımlandı.

Ricoeur’ün ”Zaman ve Anlatı” da sözünü ettiği  “ Tarihçi tarafından  yaratılmış tarihsel gerçeklik, anlatıcı tarafından yaratılmış bir kurmaca anlatıya yakınlaşmıştır (Sh.27)  “Eylem, her zaman, olayların yaratıcıları ya da kurbanları olan bireysel edenlere mal edilebilir” (Sh.26) “ Geçmişte var olmuş ve belgeler tarafından belirtilmiş olguları bir de terimlerle adlandırmaya gerek var m ıdır? hem de belgelerdeki sözcüklerin kendi tarzlarında bir tanıklıktan başka bir şey yapmadklarını, yani bir eleştiri konusu olduklarını unutma tehlikesini göze alarak .  (Sh.25) “Anlatılan sadece gönüllü tanıklıklar sınıfını oluşturur.Bunların tarih üstüne etkisini istemeyerek yapılan tanıklıklar yardımı ile azaltmak gerekir”( Sh. 23) “ Tanıklığın  eleştirisi gerçekliğin sınanmasıdır. İster bir olayı yaşayan kişi ve olayın geçtiği tarih üstüne bir yanıltma (yani hukuksal anlamda düzmece), ister işin özü bakımından bir yanıltma (Yani intihal, uydurma,değiştirme,önyargıla, söylentiler olsun) tarih her türlü düzmeceliğe karşıdır.”(Sh.24)

[22] Ahmet İnsel; “ Bellek çalışması, bellek yasalarına dönüştüğünde, bellek artık çalışmaz, donar. Mutlakın ve dogmanın esiri olur”  Radikal İki, 15 Ekim 2006 Sayı 523

[23] Prof.Dr. Stephane YERASİMOS’un, Türkiye Bilimler kademisinde 20 Mayıs 2002’de yaptığı “Birnci Dünya Savaşı ve Ermeni orunu” başlıklı konuşması. Bu konuşmanın meni Toplumsal tarih Dergisiinin Eylül 2002 sayısında yayımlanmıştır.

Soykırımı konusunun tyarihçilere bırakılmaması teziini prof. Şüktü Hanioğlu da “İşi tarihçilere bırakmamalıo” başlıklı makalesinde desteklemiştir. (Zaman.20 Ocak 2005)

[24] Prof. Dr. Stéphane Yerasimos “ Questions d’Orient” Revue Herodote, 1989, Paris :” Les Débuts de la Premiere Guerre Mondiale (Birinci Dünya Savaşının Başı) : Sh. 200-216 : “  Ermeniler,… gönüllü Ermeni birliklerinin oluşturulmasını teklif ettiler ve ivedilikle Edrmeni Ulusaş Konseyi tarafından tüm Ermeni toplumlarına telgraflar yollanarak harekete geçmelerini istediler. Türkiyeli Ermeniler 4 gönüllü  Ermeni Birliği oluşturdu…. Zira Rusya’daki Ermeniler Rus ordusunda zaten askere alınmışlardı. Her birlik yaklaşık 100 askerden oluşuyordu…. 24 Ekim 1914 tariihinden itibaren , yani çatışmaların başlamasından bir hafta önce, komutan yardımcısı Osmanlı Mebusan Meclisinin  üyesi olan komutanlarının önderliğinde İkinci Ermeni  Van istikametine doğru harekete geçti.. …. 2,3,4 ve yeni kurılmuş bulunan 5. Ermeni gönüllü birliği özel bir kuvvet halinde birleştirildi ve bunlara Van’a yürüme emri verildi. Ermeni birlikleri 18 mayıs 1915 tarihinde  Van’a gğrediler ve göl kıyılarında temizliğe (katliama) başladılar.

Ermenilerin Van’da yaptıkları katliam konusunda bakınız :  Justin Mc.Carthy, Esat Arslan,Cemalettin Taşkıran, ÖmerTuran, “ The Armenian Rebellion of Van” the Universty ofUtah Press, 2006.

[25] Ermeni liderlerinden biri olan Bogos Nubar, The Times gazetesine 30 Ocak 1910 tariihinde Paris  (Sevres) Konferansı başlamadan hemen önce  hizmetlelerinin karşılığının  verilmesini beklediklerini belirtmiş ve şunları söylemiştir “ Ermeniler  savaşın bşından beri de facto savaşan taraf  olmuşlardır. Tüm cephelerde Müttefiklerin yanında yer almışlatrdır… Rus Çarlık ordusundaki 15.000 Ermeni dışında, 40.000 den fazla Ermeni gönüllüsü Türk ordularına karşı direnmiştir…”

[26] Uluslararası (Nürnberg)Askeri Mahkeme Senedinin 6 maddesinde ,  Askeri Mahkemenin   Avrupa Mihver Devletlerinin belli başlı savaş suçlularını  yargılayarak cezalandırmak için  kurulduğu  belitildikten sonra,  söz konusu suçlar  şöyle sıralanmıştır  a) Barışa  karşı suçlar, b) Savaş suçları, c) İnsanlığa karşı suçlar.

İnsanlığa karşı suçlar  şunlardır: “ savaştan once   ya da sonra, herhangi bir sivil topluluğa karşı işlenen  katil, yok etme, esir etme,sürgün ve diğer  insanlık dışı suçlar; ya da   işlendiği ülkenin yerel yasasına karşı olsun- olmasın, Mahkemenin  yetki alanına giren herhangi bir suçla ilişkili olarak, siyasal, ırksal veya dinsel gerekçelerle  yapılan  zulümler  Bakınız

[27] Osmanlı Devleti daha 1916 yılında, tehcir sırasında Ermenilere karşı işlenen  suçların  zanlılarını yargılamış tır. Türkiye Cumhuriyeti Arşivler Genel Müdürü Do.Dr. Yusuf Sarınay, ,Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr.Yusuf Halaçoğu, Profesör Kemal Çiçek  ve başka bilim adamları   Ermeni Tehciri ve 1915-1916 yargılamalarına değinmişlerdir. (Sarınay.:Türk Ermeni İlişkilerinin gelişimi ve 1915 Olayları Uluslararası Sempozyumu  Gazi Üniverstesi Yayını 2006  Sh.257-265)  Kemal Çiçek : Ermenilerin Zorunlu Göçü 1915-1917, Ankara 2005)

“Osmanlı Devleti, 30 Eylül 1915 tarihinde Soruşturma Komisyonları kurulmasına karar vermiştir.1915-1916 yıllarında Osmanlı Ermenilerine karşı Osmanlı yasalarına göre suç işleyenlerden 1673 kişi yargılanmıştır. Bunlar arasında binbaşı, yüzbaşı, üsteğmen, teğmen, jandarma bölük komutanı rütbesinde subaylar, polis komiseri,nahiye müdürü, tapu memuru,muhtar, telgraf müdürü, nufus memuru, başkatip, Terk Edilmiş Mallar Komisyonu Başkanı  gibi 170 kamu görevlisi vardır…. 1916 yılı ortalarında sona eren yargılamalar sonucunda, 67 idam,524 hapis, 272 beraat ve yargılamanın reddi kararı verilmiştir. 69 kişi sürgün, pranga, para ve kürek cezassına çarptırılmıştır”. Bu yargılamalar pek çok başka yayında sözü edilen ve Birinci Dünya Savaşı sırasında Istanbul ile ülkenin başka yerleri işgal altında iken 1919 yılında yapılan yargılamalardan ayrıdır. O yargılamalar sonucunda da – işgal kuvvetlerinin baskısı ile ve Türk kamu oyu onaylamamış olmasına rağmen-  idam dahil çeşitli mahkumiyet kararları ver ilmiştir

[28] Swissinfo :  6  Ekim  2006 :           “Christoph Blocher ırkçılık karşıtlığı normunu tadil etmek istiyor.    Blocher  vazgeçmiyor. Yasa çelişkilerle doludur. Blocher düşünce özgürlüğü ile ırkçılıkla mücadele yasası arasında temel çelişki bulunduğunu belirtiyor. “


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir