Washington’dan iki portre

Önce görüntüsü pek garibime gitti. Daha önceki karşılaşmalarımızdan tanıdığım mendili yerinde işadamı kılığı bütünüyle yok olmuş... Boynunda Filistin poşusu... Ayağında arkasına basılı bir pabuç mu, yoksa terlik mi var, belli değil... Bakışlar donuk... “Sizi bir yerlerden tanıyor gibiyim” girişime olumlu cevap verdi, evet oymuş... Keith Weissman... - abd turkler
Taha Kıvanç
[email protected]
11 Aralık 2009 Cuma

“Kongre’deki oturumda Harold Rhode da varmış” diye yazıp ‘casusluk davası’nda yargılanan AIPAC üyesi arkadaşlarının adlarını da aynı yazıda kayda geçirdikten sonra indiğim otel lobisinde kiminle karşılaştım dersiniz?

Önce görüntüsü pek garibime gitti. Daha önceki karşılaşmalarımızdan tanıdığım mendili yerinde işadamı kılığı bütünüyle yok olmuş… Boynunda Filistin poşusu… Ayağında arkasına basılı bir pabuç mu, yoksa terlik mi var, belli değil… Bakışlar donuk… “Sizi bir yerlerden tanıyor gibiyim” girişime olumlu cevap verdi, evet oymuş… Keith Weissman…

11 Eylül (2001) sonrasında dayanışma için Davos yerine bir defalığına New York’u toplantı yeri seçen Dünya Ekonomik Forumu’na katılan Tayyip Erdoğan-Abdullah Gül ikilisi Washington’a da uğradıklarında, Weissman görüştükleri en önemli kişiydi. AIPAC kısaltma adıyla anılan, ancak Washington’un iktidar dengelerini bilenlerce ‘The Lobby’ denilen bir kurumda ‘analist’ olarak çalışıyordu Weissman…

Otel lobisindeki karşılaşmamızda, “Dışişleri Bakanlığı nedense Erdoğan ve Gül’le görüşmedi” diye hatırlattı o günleri; “Hatta eski büyükelçi Marc Grossman bile” vurgusu da ona ait…

Weissman’ın bir ‘güç simsarı’ iken başına gelenler ABD’de işlerin nasıl cereyan ettiğinin en çarpıcı kanıtı. Bugün başkentin en konforlu otelinin koridorlarından geçerken terlik-gibi pabucu ve dağınık görüntüsü yüzünden dikkatleri üstüne çeken Weissman, beş yıl önce, aynı otelin salonlarında bir başka ülkenin yönetimini devirmeyi amaçlayan toplantılarda en baş köşede oturuyordu.

Kendisi ABD başkentinde en itibar edilen ‘İran ve Türkiye uzmanı’ olarak biliniyordu çünkü…

Darbe 27 Ağustos 2004’te CBS kanalında yayınlanan bir haberle geldi: Savunma Bakanlığı’nda Douglas Feith ve Paul Wolfowitz’le çalışan Lawrence Franklin adlı ‘İran uzmanı’nın İsrail’e casusluk yaptığı kanaatine varmıştı FBI… Üzerinde ‘çok gizli’ kaydı bulunan belgeleri AIPAC’ta çalışan kişilere iletiyordu, onlar da İsrail’e…

Okumaya devam et  Tuncay Güney’in “Asit kuyuları” “Ceset tarlaları” ne oldu???

Keith Weissman’ın adı gündeme o haberden sonra taşındı: Franklin’den belgeleri alan iki AIPAC çalışanından biri oydu çünkü… Lawrence Franklin İran asıllı silâh tüccarı Manucher Ghorbanifar ile buluşup Tahran rejimiyle dolaylı bir pazarlık başlatmıştı.

FBI’ın konuya “İsrail adına casusluk” olarak bakmasının sebebi, Washington’daki İsrail Büyükelçiliği’nde önemli bir konuma sahip Naor Gilon’un AIPAC’çılar ve Franklin’le sıkça görüşmesiydi. FBI Gilon’u izliyordu, Franklin-Weissman ağa böylece takıldı. Yapılan aramada Franklin’in 87 ‘çok gizli’ belgeyi evinde sakladığı ortaya çıktı.

Washington’u avucunun içi gibi bilen bir dostuma, “Weissman’ı otelde gördüm” dediğimde çok şaşırdı. O davada yargılananlar insan içine pek çıkmaz olmuşlar çünkü. Bu yılın mayıs ayında karar oturumu yapılan davada, Franklin’e verilen 12 yıllık ceza sekiz yıla indirilmiş ve bir yıl ‘ev hapsi’ haline döndürülmüş. AIPAC’tan Keith Weissman ile arkadaşı (Steve Rosen) aleyhindeki suçlamalar ise geri alınmış…

Yargıç, “Casusluk için yalnız bir yabancı devlete bilgi aktarmak yeterli değildir” demiş kararında ve eklemiş: “Adına casusluk yapılan devletin ABD’nin düşmanı olması ve aktarılan bilginin kendi devletimize zarar vermesi de gerekir; İsrail ABD’nin dostudur ve oraya aktarılan bilgilerin ABD’ye bir zararı dokunduğu söylenemez…”

“İsrail ile ABD aslında aynı devlettir” deseydi bari…

Konuyu görüştüğüm bir dostum, “Beraat etti etmesine ama” dedi, “Resmen batmaktan kurtulamadı. Yıllar sürdü dava ve avukatlık masrafları yargılananları bitirdi. Kimi evini sattı, kimi bankalardan borç aldı.”

Weissman’da fark ettiğim çöküş bunun sonucu olabilir…

Otelin koridorlarında sıkça karşılaştığım Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Nabi Şensoy’un emekliliğine aylar kalmışken istifası ülkede pek büyük bir etkiye sebep olmadı galiba. Olmasın da. Beyaz Saray’daki önemli buluşmaya altına imzasını da attığı istifa mektubuyla giden bir diplomatın durumu nasıl bir ruh halidir?

Okumaya devam et  Ankara’nın Göbeğinde Kandil Dağı mı Var ?

Nabi Bey diplomatik basamakları tırmanırken Mesut Yılmaz da politikada ilerliyordu. Mülkiye’den sınıf arkadaşı iki kişi mesleklerinde zirveye birlikte tırmandılar: Biri Başbakan oldu, diğeri de Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı ve ardından Washington Büyükelçisi…

Mesut Yılmaz’ın politika dışı kaldığı dönemde çıktığı Moskova yolculuğunda kendisini ağırlayıp Gazprom yetkilileriyle görüştüren oradaki büyükelçimiz Nabi Bey’di. Herhalde bundan böyle de birlikte yürüyüşleri devam eder, diplomasi koridorlarından yeni bir simayla zenginleşir politika…

“İyi de” dedi bir gözlemci, “Kendisini son iki en önemli göreve bu hükümet getirmemiş miydi?”

Söyleyecek söz bulamadım.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Diyalog Gazetecilik San. ve Tic. Ltd. Şti.’ne aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan köşe yazısı/habere aktif link verilerek kullanılabilir.


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir