KÖPRÜLER YAPTIRDIM ASKOROZ DERESİNE

Mustafa Kemal Atatürk
,

Yıl: 1920. Aylardan Ocak. Günlerden Cumartesi.

Muhammet Safi

Osmanlı toprakları işgal edilmiş, Anadolu’da Kurtuluş Savaşı hazırlıkları yürütülüyor. Karadeniz, Rus işgalinin etkilerini henüz üzerinden atamamış. Koca İmparatorluk tarihe karışmak üzere iken Güneysu sahilindeki Askoroz deresi üzerine köprüler yaptırıyor!

16 Aralık 1919 tarihli yol mühendisi tarafından kaleme alınan raporda Askoroz’un diğer adının Taşlıdere olduğu yazılıyor. Dere taştığı zaman o kadar şiddetli akarmış ki, 100 ila 400 kiloya kadar büyüklüğü olan taşları beraberinde sürüklermiş. Derenin gerek Mapavri (Çayeli) ve gerekse Rize tarafında kalan yerlerdeki bütün binaların bu taşlardan yapıldığı belirtiliyor. Derenin bulunduğu yol güzergâhına ise Trabzon-Batum caddesi denir, demesi ise daha bir ilginç bilgi olarak karşımıza çıkıyor.

Yağmur, sel ve heyelanla birlikte yaşamaya alışmalıyız

Türkiye’de, sel felaketi mi daha büyüktür yoksa deprem felaketi mi diye bir soru sorulsa bunun net cevabı verilemez. Sel, heyelan, çığ ve taşkın neticesinde düçar kalınan zararla, deprem sonunda maruz kalınan zarar karşılaştırılmamıştır.

Büyük depremler neticesinde gündeme gelen sorunlar ve bunların giderilmesi için alınan yasal önlemler deprem gerçeğiyle yaşamak zorunluluğunu getirmiştir. Buna göre yapılaşma ve yerleşim konusunda daha dikkatli davranmaya başladık.

Deprem bölgesi olmayan bölgelerde yerleşim ve yapılaşmaya yönelik ciddi yasal önlemler maalesef alınmamıştır.

Deprem kuşağında bulunmayan ve tarihinde hiç bir zaman büyük bir deprem yaşamayan Karadeniz bölgesi, bol yağış alan bir özelliğe sahip oluşundan dolayı büyük sel felaketleri yaşamıştır. Depremden çok farklı bir özelliği olan sel felaketlerinin tahribatının önlenmesi yolunda gerekli ve önleyici önlemler maalesef alınmamıştır. Karadeniz bölgesi, özellikle Rize, Türkiye yağış ortalamalarının çok çok üstünde yağış almaktadır.

Doğal yapının tahrip edilmesi, özellikle dere yataklarındaki çarpık yerleşim ve şehirleşme bu duruma davetiye çıkarmaktadır.Yanlış arazi kullanımı, bitki örtüsünün tahrip edilmesi, rakımı yüksek yerlere plansız yol vurulması, zeminin yani toprağın yapısının bozulması gibi ihmaller, dar bölgeli ve anlık şiddetli yağışlarla birleşince sel felaketlerine yol açmaktadırlar.

Sel felaketlerinin sıkça görülür olması, anormal durumun normal gibi algılanıp önlem alma refleksinin gelişmemesi ve yeni felaketlere hazır bir zemin oluşması durumunu ortaya çıkarmıştır.

2001 senesindeki art arda yaşanan sel felaketlerinde otuzdan fazla insanımızın hayatını kaybetmesine neden olan şiddetli yağışlar, metrekareye düşen yağış itibariyle Türkiye ortalamasının dört katına çıkmıştır. Bu durum bizim yöremize özgü bölgesel ve süreklilik arz eden bir özelliktir. Artık anlık, dar bölgeli ve kısa süreli şiddetli yağışlara ve bunların yolaçtığı sel, taşkın ve heyelanlara alışmak, bunlarla birlikte yaşamak zorunda olduğumuzun bilincinde olmalıyız. Buna göre de gerekli yasal düzenlemelerinin en az deprem yasa ve yönetmeliklerindeki kadar ciddiyetle ve caydırıcılıkta yapılması gerekiyor.

Bugün resmi rakamlara yansıyan büyük sel felaketlerinin ilki 1949 yılında olmuştur. Sırasıyla 1959, 1973, 1977, 1982, 1983, 1988, 1995, 2001, 2002, 2005, 2006 ve 2009 yıllarında meydana gelen sel, taşkın ve heyelan (çığ) felaketlerinde 200’den fazla insan ölmüştür. Maddi zarar ise tam olarak hesaplanamamıştır. Dere ıslahları, köprülerin tamiri ve yeniden yapılması ile hasar gören yolların yapılmasına yönelik olan çalışmalar ise bu rakamlara dahil edilmemiştir.

Arşivler sel belgeleriyle dolu

Fakat arşivler açıldıkça ve Osmanlıca tarih kaynaklarına ulaşıldıkça bu durumun tarihi  ve yöremize mahsus bir olay olduğu ve çok eski zamanlarda da yaşandığı ortaya çıkıyor. 1930 senesinde bölgede olan büyük bir sel felaketinde arazileri zayi olanlara yeni arazi verildiğini Cumhuriyet Arşivi’ndeki belgelerden anlıyoruz.

1926 yılındaki bir belgede ise yine sellerden dolayı tahrip olan yol ve köprülerin tamirinden bahsedilmektedir.

1276 (1859) ylına ait Osmanlı Arşivi’nde bulunan bir belgeden de Trabzon ve Rize’de tahrip olan köprü ve yolların tamir ve inşa edilmeleri hususunu öğreniyoruz.

1901 tarihli bir başka belgede ise, sel taşkınından dolayı derelerin karşıdan karşıya geçit vermemesinden ve özellikle Askoroz deresinden geçerken, dere üzerinde sağlam köprü bulunmamasından dolayı pek çok kişinin ölmesinden bahsedilmektedir.

Gerek Trabzon ve gerekse Rize ile ilgili Osmanlı arşivinde bulunan raporlar ve belgelerde sık sık karşımıza çıkan konuların başında arazinin yapısı, iklimi, sel felaketleri, yol ve köprü tamir ve inşaatları gelmektedir.

Ortalama on yılda bir tekrarlanan anlık, dar bölgeli ve yüksek yağışlı sel felaketleri iyi takip edilip değerlendirilemediği için büyük sıkıntılar çekilmektedir.

Oysa bütün Karadeniz boyunca sel felaketlerinin gerek insan kaybı olarak cana, gerekse ekonomik anlamda mala verdiği zarar deprem zararından daha yüksektir.

Hayat ve üretim köylerdeydi

Trabzon’dan Artvin’e kadar olan bölge sahil ulaşımına kapalıydı. Kale ve limanlar haricinde sahilde hayat yoktu. Geleneksel yapı içerisinde eski zamanlarda hayat, toprağa bağlı idi. Sahil şeritleri ise toprak üzerinden elde edilen zenginliklerin ve üretimlerin el değiştirdiği, ticaretlerinin yapıldığı pazar alanları durumundaydı. İç kesimlerdeki üretim devam ettiği sürece varlığını koruyacak bir yapı arz ediyordu. Yani sahiller, iç ve yüksek kesimlerdeki hayatın pazarlandığı “haftalık panayır” durumundaydılar.

Yol ve ulaşım dendiği zaman, sahil şeridinde bulunan yerleşim yerlerini iç kesimlere bağlamak akla gelirdi. Sahil yolu kavramı yoktu. Rize-İspir, Trabzon-Erzurum, Ordu-Sivas, Artvin-Erzurum vb gibi. Bütün bağlantı yolları iç kesimlerle irtibatı sağlamak içindi. Veya iç kesimleri denize taşımak amacı da güdülmüştür. Kıyıya uzanmak ve liman şehirleri ile temas kurmak… Hiç bir zaman mütemadi ve kesintisiz şekilde sahillerdeki yerleşim birimleri birbirlerine bağlanmamıştır. Dolayısıyla hayat daha çok iç kesimlerde, yükseklerde, köylerde yani tarım ve hayvancılık yapılan yerlerdedir. Sahiller, sadece limanları kadar değerliydiler.

Bu durum son 100-150 seneden beri tersine işlemekte özellikle de 1955-1960’tan sonra kırsal kesimin sahile ve bu arada büyük şehirlere göçü artarak devam etmiş, hayvansal ve tarımsal üretimin yapıldığı, daha da önemlisi geleneksel köklü hayatın sürdürüldüğü topraklar boşaltılmıştır. Buralarda üretim olmadığı için pazarlanacak mal da yok demektir. Kaba tabirle şehirlerimiz, yani Rize ve Trabzon başta olmak üzere Karadeniz sahilindeki şehirlerimiz, köyden göçüp buraya yerleşen işsiz güçsüz insanlarla dolmuştur. Üretimin olmadığı bir zamanda herkes pazarlamacılığa soyundu ama ne hazin ki, ne alacak mal bulabildi ne de satacak! Köyler boşaltılarak önce üretim kalktı, sonra tüketim gücü bitti, şimdi dilencilik devrini “modaya uymak” pahasına yaşamakta ısrar etmek dönemi başladı. Yüksek tahsilli, takım elbiseli, kravatlı entel işsizler, ne tarımla ne de hayvancılıkla uğraşmasını bilmeyen yeni bir insan türü türedi!!!

Dağlarda yabancı turistler geziyor, köylerde yabani hayvanlar… Şehirlerde bina yapacak yer kalmadı!!!

Fatih, Rize’yi Erzurum tarafından fethetmiştir

Fatih Sultan Mehmet Trabzon’u fethe çıktığında denizden donanmasını göndermiştir. Hem deniz desteğini sağlamak ve hem de askerin erzakının ikmali için bu yola başvurmuştur. Kendisi ise ordusuyla birlikte Erzincan-Erzurum-Trabzon güzergahını kullanmıştır. Çünkü Karadeniz sahilinde yol yoktu.

Dolayısıyla Trazon’un fethi, denizden kaleyi topa tutan donanma ile iç taraflardan saldıran ordu marifetiyle olmuştur.

Binlerce yıl Karadeniz, sahilinde yol olmaksızın yaşamıştır. İ.Ö. 400 yılında Anadolu üzerinden İran topraklarına savaşa giden ordu, burda yenilir ve geri dönmek zorunda kalır. Bu ordunun geri dönüş yolu ise Karadeniz bölgesidir. Bu dönüş hikayesini Anabasis (Onbinlerin Dönüşü) adlı eserde okuyoruz. O tarihlerde de sahilde kesintisiz ulaşım sağlayan yol olmadığını, hatta sahilde yaşam bulunmadığını, insanların iç kesimlerde ve özellikle yükseklerde yaşadığını öğreniyoruz.

Karadeniz otobanına neden demiryolu eklenmediğini düşündükçe bu projenin millet menfaatine olmadığı sonucuna varıyorum. Bakalım Karadeniz’in sert ve saldırgan yapısına karşı bu yolu ne kadar koruyabileceğiz? Tamir ve inşaat masrafı olarak harcayacağımız bedelin, iç kesimlerde kaç otoban yapmaya yetecek miktarda olduğunu ne kadar erken veya geç öğreneceğiz?

Tarih ve kültür, uzun deneyimler neticesinde oluşan büyük bir neticedir.

Bu birikimler kolay tecrübelerle elde edilmemişlerdir.

Tabiatla Barışık olmak ve Rize’de ocak yeri seçimi

Tarihin aksine vahim bir tablo yaşanmaktadır Karadeniz’de. Binlerce yıl insanoğlu bu bölgede tabiatla, tarihle, kültürle barışık halde iç kesimlerde yaşamıştır. Ama şimdi her şey ters yüz oldu. Bu doğal olmayan durumun neticeleri vahim olacaktır ve altında ezileceğiz diye korkuyorum.

İnsanlık tarihi sadece son 50-60 hatta 15-20 yıldan ibaret değildir. Günümüzün müstemlekeci (sömürgeci) uygulamalarının doğurduğu ve daha da kötüsü kabul ettirdiği tabloyu doğru kabul edemeyiz. Bu tabloda, ikinci dünya savaşı sonrası yeniden yapılandırılan dünya sistemi, öncesi olmayan, sadece tüketime ve ucuz işgücüne endekslenen küresel ekonomik aktörlere ve uzantılarına bağımlı hale gelen, şehirli insan tipini görmekteyiz.

Okuma yazma bilmeyen, binlerci senelik gelenekleriyle sanatlarını birbirine miras eden ahşap, demir ve taş ustalarının yerini, artık üniversite mezunu şöforler almıştır!  Musluk contalarını, makine ve hidrolik mühendislerinin değiştireceği zamanlara az kaldı!

Şu anki dünyada, Türkiyemizde ve Rize özelinde kendi vilayetimizde bütün bu tarihi gerçeklere, kültürümüze, örf ve adetlerimize, gelenek ve göreneklerimize aykırı inadına bir yaşam şekli sürdürülmesi teşvik ediliyor hatta buna mecbur bırakılıyoruz.

Bütün tarih boyunca Karadeniz bölgesinde, özellikle Trabzon ve Rize vilayetlerinde yağışların varlığına göre bir yaşam sürmüştür. İnsanlık tarihi boyunca bölgemizde yaşayanlar tabiatla barışık yaşamasını bilmişlerdir ve doğaya kafa tutmamışlardır.

İnsanlar araziye uygun bir yayılma ve yaşam biçimi tercih etmişlerdir.

Eskiden yani tarihte, yıl itibariyle ise 100-150 sene evvelinde sahilde, dere kenarlarında ve sayıları az olan “vadi arası ve deniz kenarı düzlüklerde” yerleşim ve hayat izi bulamazsınız.

Ne kadar sarp ve dik olsa da ev yapımı için seçilen yer, hep yukarılar olmuştur. Tepe yamacına kondurulan evin, temel arsası ise asla düzleştirilmemiştir. Yani eve ocak yeri açmak için dik yamaç, futbol sahası genişliğinde düzleştirilmemiştir. Bunun yerine merdiven sistemli ocak yeri tercih edilmiştir.

Evler, dağa, tepeye ve yamaca entegre edilerek yapılmışlardır. Bilindiği üzere Karadeniz evlerinin önünde iki göz oda (ahır ve yan ahır olarak kullanılır ve betonarmedir) bulunur. Bunların tavanlarından itibaren arkaya doğru yine iki göz sığacak kadar bir yer ayrılır ve evin oturma bölümü burası ile önceden yapılmış o iki göz taş bölümün üzerine konuşlandırılır.

Okumaya devam et  Çağcıl Müslüman-dindar demokrat

Ocak yani ev yapılacak arsanın seçimi için ilginç yöntemler uygulanmıştır.

Hiç kimse kafasına göre rastgele her hangi bir yerde ev yapmamıştır. Ev yapmak isteyen kimse köyün ileri gelenleri ve yaşlılarını “cemaat” olarak toplar. Bunlar ev yapmak isteyen insanın arazisi üzerinde araştırma yaparlar. Yaşları 70-80 dolaylarındaki bu insanlar, hayatları boyunca o arazide neler olup bittiğini hatırlayan insanlardır. Bunlar o yerde çığ olup olmadığına, yaban hayvanların yuva veya in kurup kurmadığına, böcek, karınca haşerat yuvası olup olmadğına, içinden su çıkıp çıkmadığına ve benzeri pek çok özellikleri bir arada düşünürler.

Doğru arazi seçimi için kapsamlı ve tarihi bir etüt yaparlar.

Sonra bir yer belirlenir. Burası iki göz betonarme odanın sığacağı kadar düzleştirilir. Ama hemen ev yapılmaz. Biraz zaman beklenir.

Bu ocak yerinin bir kaç ay veya ideali bir yıl içinde vereceği tepkilere göre, su çıkması, böceklenmesi vb. durumlarına göre inşaata başlanır veya vazgeçilir.

Dolayısıyla yukarda bahsedilen sel felaketlerinde, hatta Osmanlı Arşivindeki belgelerde geçen afetlere dair bilgilerde arazinin zarar gördüğünden, köprü ve yollardaki tamirat ve inşaatlardan bahsedilirken, hatta can kayıplarına yer verilirken sele kapılan veya heyelana uğrayan evlerden bahsedilmemektedir.

Zaten günümüze kadar intikal eden geleneksel mimaride inşa edilen evlerin 150-200 yıldır ayakta bulunmaları bu durumu ispatlamaktadır.

Ancak günümzdeki yani son 30 yıl içindeki sel felaketlerinde hep dere yatakları, sahil şeridi ve heyelana maruz yerlerdeki evlerin sele kapılmalarını görmekteyiz.

Sel ve heyelan endeksli zemin etüdü yapılmalıdır

Günümüzde mühendislerin, “kakalanmış” ve empoze edilmiş tüketim tarzına göre çizdiği “iki oda bir salon” projeleri, oyuncakçı atölyelerinde maketlere dönüştürülmekte ve metrekaresi tutan rastgele zeminler üzerine sadece para kazanmak amacıyla inşa edilmektedir.

Türkiye’de yaşanan depremler sonucunda deprem etüdü yapılması yasal olarak zorunlu hale getirilip deprem yönetmelikleri çıkartılmışken, arazinin yapısı, yağmur ve yağış özellikleri, sel ve taşkın alışkanlıkları ve arazinin evveliyatı hakkında hiç bir araştırma yapılmamaktadır. Ayrıca seçilen bina şekli ile ocak arsası ise tamamen doğaya aykırı ve ona kafa tutan model ve konumdadır.

Rize’de, mahalle statüsündeki yerlerde belediyelerin umursamazlığına alışılan bir manzara vardır. Vergiye dayalı bir sistem kurulmuştur. Ev, oturulmaya müsait olmasa bile emlak vergisini veriyorsa “sorun yok” gözüyle bakılmaktadır.

Hele köylerde ise tamamen vahim bir durum vardır. Herkes istediği yerde istediğ şekilde konut yapma hakkına sahiptir. Burası oturmaya müsait midir, oturulabilir raporu verilmiş midir, bilen eden yok. Sele kapılan evlerde vefat eden insanların cinayete kurban gidenlerden hiç bir farkı yoktur. Kimsenin aklına hesap sormak veya “adam öldürmeye teşebbüs” ve buna iştirak suçlarını hatırlamak aklına gelmez nedense!

Oysa yöremizdeki geleneksel yapılaşma ve yerleşim şekli, tabiatla iç içe ve onunla barışık haldedir. Eski çağlardan günümüze kadar gelen bu köklü alışkanlık, kendini tarih ve kültürde ifade ettiği üzere, tabiatı arkaya almak, onunla barışık yaşamak ve ona uyumlu olmak kurallarını ortaya çıkarmıştır.

Günümüz çılgın tüketim ve çarpık sömürgeci zihniyet gereği oluşan tamahkarlık neticesinde, iki çuval çimento, 20 kilo demir, birer mikap kum çakıldan oluşan(!) ve kesinlikle malzemesinden hırsızlık edilen iki metrelik bir duvarla doğa alt edilir sanılmaktadır.

Bu “dalga geçme” zihniyetinden ve sorumsuzluğundan izzeti incinen, onuru kırılan tabiat, intikam alırcasına, şiddetli yağmur, sel, heyelan, taşkın gibi felaketlerle tabii tepkisini vermektedir.

Su yatağını er veya geç arar bulur

Hicrî 971 (Miladi 1563) senesinde İstanbul’da yaşanan sel felaketinde Kanuni Sultan Süleyman az kalsın boğuluyordu.

Dere yatağından taşmaz, sadece yatağını arar. Kırk yıl da geçse bu kaide değişmez.

Mutafa Selanikî diye bir Osmanlı tarihçisi vardır. Kanuni dönemi tarihçilerindendir. Kendi adıyla anılan ve literatürde “Selanikî Tarihi” diye bilinen bir eseri vardır. Bu temel kaynak kitap, bir sel felaketiyle başlamaktadır. İlk üç sayfası bir sel olayına ayrılmıştır. Döneminin o kadar önemli devlet olayları varken neden sel felaketiyle başlıyor diye düşünmemek elde değil. Nedeni şu: Olayın kahramanı bizzat dönemin padişahı Kanuni Sultan Süleyman’dır. Kanuni, 1563 senesinde Ayastefanos (Yeşilköy) arkasındaki İskender Çelebi Çiftliği’ne avlanmaya gider. O gün öyle bir yağmur yağar ki, Halkalı deresi derya deniz gibi kabarır, sel olup taşar. Sel suları çiftlik duvarlarından aşıp çiftliğin içine dolar. Bina sular altında kalır. Bir yeniçeri Padişah Kanuni Sultan Süleymanı sırtlayarak çiftlik evinin çatı arasına çıkarır ve boğulmaktan kurtarır.

Yazar olayı bu şekilde anlattıktan sonra İstanbul’u sular altında bırakan sel felaketini şöyle anlatıyor. Büyük ve Küçükcemece köprüleri yıkılmıştır. Su bentleri çökmüştür. Silivri seller altında almıştır. Halkalı, Harami, Ayamama ve Kağıthane dereleri taşmıştır. Hatta Kâğıthane deresinin öyle taştığını yazıyor ki, derenin getirdiği çer çöpler dev çınar ağaçlarının doruklarına geliyordu diyor.Eyüp Sultan türbesi bile sular altında kalmıştı. Boğaz taşmış, sahildeki evler yıkılmıştı. Hatta koskoca İstanbul’da tatlı su, içmesuyu sıkıntısı karaborsaya düşmüştür. Sel afetinin ardından padişah büyük bir çalışma başlatır ve selin zararlarını gidermeye çalışır.

Burada karşımıza çıkan kesin sonuç şudur: 450 sene önce İstanbul büyük bir sel felaketine maruz kalmıştır ve susuzluk çekmiştir. İçmesuyu kaynakları ve şebekesi imha olmuştur. Köprüler yıkılmıştır. Buna sebep olan dereler ise Ayamama, Halkalı, Harami ve Kâğıthane dereleridir. Selder en fazla etkilenen yerler ise Silivri, Büyük ve Küçük Çekmeceler, Kâğıthane ve Haliç Bölgesi, yani Alibeyköy civarları. Şimdi gelelim günümüze. İstanbul’da her yıl tekrarlanmaya başlanan ve büyük can ve mal kaybına neden olan sel baskınlarının cereyan ettiği yerler yine aynı yerler. Aynı dereler ve dere yatakları her yıl sanki ezberlenmiş gibi aksatılmadan sel felaketine maruz kalıyorlar. Buna rağmen insanlar ve özellikle yerel yönetimler yani devlet, toplu konut ve imar gibi faaliyetleri bu alanlarda serbest bırakabiliyorlar.

Dere yatağını arar.

Su, malını geri alır.

Tarih ve kültürün değişmez oluşu asla gözardı edilemez.

Potomya ve Salarha’nın aşkı: Askoroz Deresi

Askoroz deresi, Potomya ve Salarha derelerinin iki büyük kol olarak birleşip oluşturdukları ve denize tek yoldan ulaştıkları derenin adıdır. Karadenizi karşınıza aldığınızda Kuzey istikametine yöneldiğinizde sağ tarafınızda kalan vadiden akan dere Potomya deresidir. Bu derenin paralelinde bulunan ve sol taraftan akan dere ise Salarha deresidir. Her iki dere denize kavuşmazdan önce tek kol olarak Askoroz deresi, yeni adıyla Taşlıdere olarak birleşir ve denize ulaşır.

Gerek Potomya deresi ve gerekse Salarha deresini besleyen küçük dereler vardır.

Bunlardan Potomya deresinin kollarını, Kaluharaf (Kiremitköy) deresi ile Setöz (Kıbledağı) derelerinin Paravol’da birleşerek oluşturdukları ana kol ile birlikte şehir merkezinde buna katılan Gürgen deresi ve merkezin çıkışında Potomya deresi ile birleşen Kanboz (Islahiye) dereleri oluşturur.

Salarha deresinin kollarından bazıları ise Merandarı (Dörtyol), Çataldere (Ahungöz), Tekederesi (Yiğitler), Singöz (Kömürcüler), Şimatoz (Yeşildere) Ruspa (Muradiye) Andon (Karayemiş, Ambarlık, Paşaçur) Ilıca (Karasu), Sudüşen (Memoğlu) dereleridir.

Bu küçük dereler tek başına potansiyel olarak sel felaketine sebep olabilecek, şiddetli yağışlarda yataklarından taşkına dönüşebilecek özelliktedirler. Dik yamaçlardan topladıkları suları süratli bir şekilde Potomya ve Salarha derelerine iletirler ve bu iki derenin yatağında afata dönüşmesine neden olurlar. Yatakları ıslah edilse bile Potomya ve Salarha dereleri, şiddetli yağışlarda muhakkak her yıl taşmakta ve etraflarına zarar vermektedirler.

Son zamanlarda bu iki dere yatağında yapılan kontrolsüz yerleşim sel felaketine davetiye çıkarmaktadır. Dere ıslahı veya günümüz tabiriyle dere yataklarının ıslahı demek, kenarına bahçe çiti çekmek gibi duvar örmekle olmaz.

Maalesef derelere yapılan ıslah çalışmaları klasik duvar tedbirlerinden öte geçmediği için sürekli olarak yıkılan ve yeniden yapılan duvarların inşaat maliyetleri büyük kayıplara neden olmaktadırlar.

Dere ıslahı demek derenin yatağına girmemektir

Oysa dere ıslahı demek, derenin doğal olarak akması gereken yatağına müdahale edilmesini önlemek demektir. Dünya yaratılalı beri hiç bir dere yatağını taşmamıştır. İnsanlar derelere yapay yatak biçmişlerdir, tabii yataklarını daraltmışlar veya yataklarına ev ve yerleşim birimleri yapmışlar, sonra yatağını arayan dereye, hazine arazisi işgalcileri gibi “dere taştı” demeye başlamışlardır. “Dere yatağını kırk yıl da olsa bulur” atasözünden hareketle en az 55 yaşındaki insanlara gidip sormak ve “derenin kadastrosunu ve tapulu arazisini” ona göre tespit etmek lazımdır.

Yöre tabiriyle “deli akan” bu bu iki dere, Potomya ve Salarha dereleri  birleştikleri noktadan itibaren Fırtına deresi gibi gürül gürül akan ve sık sık taşkınlara neden ola Askoroz deresine dönüşmektedirler.

Trabzon-Hopa-Batum karayolu olarak tarihte sıkça adlandırılan sahil ulaşım yolunun önemli bir bölümünü oluşturan yer, Askoroz deresinin denize döküldüğü yerdir. Sahil yolunun bu noktası bir asırdan beridir hep köprü ile geçilmiştir. Sık sık yıkılan Askoroz köprülerinin yine aynı sıklıkta tamiri veya bazan da yeniden inşasına dair bilgilere kaynaklarda sıkça rastlamak mümkündür.

Kurtuluş Savaşı sürerken Osmanlı Hükümeti Rize’de köprü yaptırıyor

Sahil yolu üzerindeki köprüden başka içerilere doğru bu dere ve kolları üzerinde dört köprünün projelendirildiği ve inşaat keşif bedellerinin çıkartıldığına dair bilgilerin bulunduğu 1338 (1920) tarihli belgelerde (Başbakanlık Osmanlı Arşivi, DH.UMVM, 73/14), “Rize-Atina şosesi üzeindeki Askoroz deresinin taşmasından dolayı hasar gören köprülerin yapılması” bilgisi bulunmaktadır.

Bu tarihte, Birinci Dünya Savaşı bitmiş, Osmanlı memleketinin son parçası Anadolu işgal edilmiştir. Batum Ruslara teslim edilmiş, Antep, Urfa, Antalya, Maraş ve Birecik düşman eline geçmiştir. Fransızlar Zonguldak’a asker çıkarmıştır. Kars, İngilizler tarafından kasıtlı olarak Ermenilere verilmiştir. Yunanlılar İzmir’i işgal etmiş, Atatürk Samsun’a çıkmıştır. Erzurum ve Sivas kongreleri yapılmıştır. Kongreleri bitiren Mustafa Kemal Ankara’ya gelmiştir. İstanbul’da Ali Rıza Paşa kabinesinin yerine Hulusi Salih Paşa yeni bir kabine kurmuş kısa bir süre sonra Damat Ferit ikinci kez sadrazam olarak yeni hükümeti kurmuştur. Kuva-yı Milliye güçleri Fransızları Maraş’tan çıkarmıştır.

Bütün bu hengâme içerisinde tasfiye ve yıkılma sürecine giren Osmanlı İmparatorluğu, Rize-Atina şosesindeki Askoroz deresi üzerinde selden dolayı yıkılan ve hasar gören köprülerin inşa ve tamiri işini yürütebilmiştir.

Okumaya devam et  Azman Dede

Bu küçük ayrıntıdan çıkartılacak kesin ve büyük sonuç şudur ki, Türklerde tarih boyunca devlet, asla kesintiye uğramamıştır. Hiç bir Türk Devleti, sıfırdan doğmamış, eski devletin şekli, adı, coğrafyası değişerek aynı milletle yeni devlet kurulmuştur. Bu şu demektir ki, Türklerin tarih boyunca iki devletleri olmuştur. Birisi Doğu Devleti, bugün Türki Cumhuriyetler olarak varlığını sürdürmekte olan devlet. Diğeri de Batı Devleti ki, bugün varlığını Türkiye Cumhuriyeti olarak sürdürmektedir. Çünkü tarihte hiç bir devlet ikinci defa kurulamaz, diye bir kaide vardır.

Bu gerçek doğrultusunda olaya bakacak olursak, Ankara’da meclis çalışmalarının yürütüldüğü esnada, büyük bir kurtuluş mücadelesinin başlatılmaya çalışıldığı o kargaşa içinde bile Osmanlı devleti, ülke üzerindeki yönetimini sürdürmüştür. Bu önemlidir.

Yeri gelmişken şu noktayı da dile getirmekte fayda vardır. Kurtuluş Savaşı, Padişaha, Osmanlı Hükümeti’ne ve Osmanlı devletine rağmen veya ona karşı veyahut bağımsız bir şekilde tek başına sadece Anadolu’nun bir hareketi olarak yapılmamıştır! Bu topraklar üzerinde bulunan bütün Türk varlığının ortak ve topyekun hareketidir. Bu mücadelenin etrafında halkalandığı Türk lideri ise Mustafa Kemal’dir. Mükemmel ve muazzam Türk tarihini oluşturan devletler halkalarını tek tek ele almakla bir sonuca varmamız imkansızdır. Sondan başa doğru Türk tarihi,  güçlü ve muhteşem halkalardan oluşan sağlam, övünülecek, eşi ve benzeri olmayan emsalsiz bir zincirdir.

Askoroz Vadisinde 4 Adet Köprü Yapılması

Sonbahar ayları Rize’de yoğun ve şiddetli yağışların görüldüğü aylardır. Eylül ayı ise bunların başında gelmektedir. 25 Eylül 1919 senesinde yağan şiddetli yağmur neticesinde taşan Askoroz deresi, üzerinde bulunan iki köprüyü yıkmış ikisini de kullanılamaz hale getirmiştir.

Trabzon Valiliği, Dahiliye Nezareti ile İdare-i Umumiyye Müdürlüğü, Nafia (Bayındırlık) ve Ticaret ve Ziraat Nezaretlerine durumu bildiren 29 Eylül 1919 tarihli yazısında şunları söylüyor:

“25 Eylül günü şiddetle yağan yağmurdan dolayı Rize’nin bir saat ilerisinde ve Rize ile Atina Şosesi üzerinde bulunan Askoroz Deresi taşmıştır. Güzergâhında bulunan ekili ve meyveli arazi ile ağaçları tamamen mahv eylemiştir. Dere üzerinde bulunan iki köprü tamamen yıkılmış ikisi de kullanılamaz hale gelmiştir. Lazistan (Rize) Mutasarrıflığı bilgilendirilerek, hasar tespit çalışmaları yapması için olay yerine ziraat muallimi gönderilmiştir.”

Gerekli yazışmalar yapıldıktan sonra 22 Aralık tarihli bir başka yazısında Trabzon Valiliği, bu köprülerin yapılması için yapılan çalışmalardan bahsediyor ve 455.445 kuruş para yardımı istiyor.

Bu bedelin talebi için de yol mühendisi ve bölgeye gönderilen heyetin hasar raporlarını gönderiyor.

Askoroz Vadisindeki Yollar ve Köprüler

Osmanlı Tarafından Yapılmıştır

Aşağıda yol mühendisinin raporu yeralmaktadır.

Bu raporu okurken şuna dikkat etmek gerekiyor.

100 sene öncesinde Karadeniz’de bugünkü anlamda karayolu taşımacılığı yoktu. Dolayısıyla yapılan köprüleri ve yolları, bugünküler gibi algılamamak lazımdır. Köprüler, genelde yaya ve atlı geçişleri ile hayvanla çekilebilen yük nakil vasıtalarının geçmesine müsait olarak yapılırdı. Trabzon-Batum arasında bugünkü gibi kesintisiz bir yol yoktu. Var olan yollar ya iç kesimlerden giden şose veya toprak yollardır ya da sahilden vurulan ve derelerde kesilen yollardır. Derelerin üzerinde ise kurulu köprülerin büyük çoğunluğu asma köprü şeklindedir. Askoroz Deresi üzerindeki köprü ise savaş bahanesiyle Osmanlı tarafından askeri nakil araçlarına da geçme imkanı verebilecek şekilde yapılan köprüdür. Trabzon-Artvin karayolu ise, Cumhuriyet döneminde ve modern taşımacılık ve karayolu tekniklerine uygun olarak dizayn edilmiştir.

Ayrıca raporda belirtildiği üzere Trabzon-Batum güzergahı denmesinin sebebi, Batum’un Osmanlı yıkılıncaya kadar bizim elimizde olan bir vilayetimiz olmasıdır.

Turuk ve Maabir İdare-i Umumiyyesi yani Yollar ve Köprüler Genel Müdürlüğü mühendislerinden bir mühendisin kaleme aldığı bu rapor çok orijinal bilgileri içermektedir. Raporda özetle şu hususlar dile getiriliyor:

Yol ve köprü raporu

“Askoroz-Taşlıdere, Rize’ye beş kilometre mesafededir. Hızlı akışı ve taşkınlığının çevreye verdiği zararları ile diğer derelere üstünlük sağlamaktadır.

Rize-Mapavri (Çayeli) arasındaki hemen hemen bütün evler, bu derenin getirdiği taşlarla yapılmıştır. 100-400 kiloya yakın taşları sürükleyip denize döktüğüne bakılırsa akış hızının ve taşkınlığının şiddeti hakkında bir fikir edinilmiş olur.

Bugün vadiyi kesen yol, Trabzon-Batum caddesidir. Harp sırasında (Birinci Dünya Savaşı) bizim (Osmanlı) tarafımızdan açılmıştır. Daha sonra Rusların işgali zamanında genişletilmiştir. Ruslar aynı zamanda bu vadinin iki tarafında, yani Askoroz-Çayeli ve Askoroz-Rize arasında demiryolu hattının toprak güzergahının genişletilmesini de tamamlamışlardır. Bugün derenin kolları üzerinde bulunan hasarlı iki köprü ile yıkılmış diğer iki köprü, yine savaş dolayısıyla bizim tarafımızdan (Osmanlı) yapılmıştır. Ruslar sadece bunları bir miktar tamir etmişlerdir. Diğer iki köprü ise yıkılmak üzeredirler. Bundan dolayı bu köprüler Batum tarafından gelecek büyük geçiş ve nakillere müsait değildir. Onun için bunlara da yokmuş gözüyle bakılabilir. Onun için yapılan köprü projesi, bu dört yere uygulanmalıdır.

Çünkü günümüzde (1919) mevcut sahil yolu bir proje halinde ne bizim ve ne de Ruslar tarafından belirlenmiştir. Çoğu yerleri savaş münasebetiyle askeri ihtiyaçlara göre zorunlu olarak güzergah edilmiştir. Toprak kısımları böyle olduğu gibi sanayiye uygun yapılan inşaatı da aynı şekildedir. Yani yol ve köprü yapım tekniğine uygun değildir.

Özellikle böyle büyük vadilerde yapılacak ufacık bir hata büyük zararları beraberinde getirecektir. Krokisinde görüldüğü üzere vadi kısmındaki güzergah istikameti hiç bir fayda ve amaca uygun görülmemektedir. İnşaat sırasında en müsait geçiş noktası buralar olduğundan köprüler buralarda konuşlandırılmış ve güzergah buralardan geçirilmiştir. Yoksa hiç bir zaman bu istikamet kabul edilemez.

Bu köprüler hakkındaki teknik sonuçlar aşağıdadır:

1. Yol üzerinde bulunan köprülerde olduğu gibi burada da (Askoroz vadisinde) güzergah istikameti yeniden belirlenmelidir.

2. Bu köprüler Trabzon-Batum caddesinin (Karayolunun) gerçekleştirilmesi için yapılıyorsa böyle bir durum yoktur. Çünkü sahil yolu üzerinde hiç bir derenin bu manada büyük köprüsü yoktur.

3. Eğer ilçeleri Rize’ye bağlamak amacıyla köprü yapılması düşünülüyorsa, yine böyle bir durum söz konusu olmamalıdır. Çünkü Atina (Pazar) ile Rize arasında yeralan ve Mapavri’debulunan Büyükdere daha önemli ve büyük bir geçit yeri olmasına rağmen üzerinde köprü yoktur. Asma köprü şeklinde 12-7 metre açıklıkta ve daha on adet köprü olması gerekirken yoktur.

4. Askoroz deresi üzerindeki köprülerin yapılmasından maksat köylerin Rize merkezine bağlanmasını temin etmek ise, bu amaç için bu kadar büyük masraf lüzumsuzdur. Daha küçük geçitlerle bu maksat temin edilebilir.

Sonuç olarak, Taşlıdere üzerinde yapılacak köprülerin daha sonra bir işe yaramaz hale gelmemeleri için gerekli önlemlerin alınması ve ona göre köprü yapılması gerekmektedir.”

Karadeniz Otoyol Projesi Osmanlı’ya Aittir

Yol mühendisinin raporu, bölgede yıkılan veya kullanılamaz haldeki dört adet köprünün mevcut şekilde yeniden yapılması veya tamir edilmesi yönünde değil, daha büyük, ileride de kullanılabilir ve Trabzon-Batum Karayolu’nun yapılması düşünülerek ona göre hareket edilmesi şeklinde bir uyarı mahiyetini taşımaktadır.

Karadeniz Otoyolu hakkındaki ilk prototip düşünce olarak, Trabzon-Batum Caddesi fikrini kabul edebiliriz. Bu proje, yıkılmak ve tarihe karışmak üzere olan Osmanlı tarafından düşünülmüş ve küçük küçük hayata geçirilmeye başlanmış bir projedir, diyebiliriz.

Yakın zamanlara kadar gerek Askoroz gibi büyük ve geniş geçitler üzerinde olsun, gerekse irili ufaklı denize dökülen derelerin üzerinde olsun hep asma köprüler vardı. Bunların üzerinden sadece yayalar geçerdi. Araçlar ise dereden, suyun içinden karşıya geçme yöntemini kullanırlardı.

O zamanlarda yerleşim yerlerinin birbirleriyle münasebetleri ve insanların bulundukları yerler dışında anlık veya günübirlik gel-git yapmamaları bu ihtiyacı ertelemiş olabilir. Zaruri ihtiyaçların deniz yoluyla geldiği veya iç kesimlerdeki eski zamanlardan kalma tarihi yol güzergahlarının kullanıldığı bir gerçektir.

Birinci Dünya Harbi’nde Rusların Karadeniz’i işgallerinde piyadenin kara tarafını, deniz birliklerinin ise limanları kullandığını biliyoruz. Yine bölgeyi kontrol altına almak için yol ve köprü faaliyetlerinde bulunan Ruslar, bu amaçla trenyolları ve köprüler yapmışlardır. Lakin yapılan tren yolları iki dere arasındaki alandadır. Yani trenyolu bir köprü ile dereyi karşıya geçmemektedir. Dereyi modern olarak köprü ile geçmek ve sahil taraflarına asfalt yol yapmak son 30 yıllık bir olaydır.

Köprünün Masrafları Karşılanıyor

Gerek Nafia (Bayındırlık) ve gerekse Dahiliye (İçişleri) Nezaretlerinin girişimleri ile köprülerin inşaatları için gerekli olan masraf, Aşayir ve Muhacirin Müdüriyyet-i Umumiyyesi tarafından karşılanmıştır.

Bu müdürlüğün yazışmasında yer alan bir ifade dikkat çekmektedir.

“Rize-Atina şosesindeki Askoroz deresi üzerinde tamir edilecek iki ve yapılacak iki olmak üzere dört köprünün inşaatı için lazım gelen 455.445 kuruşluk ve mevcut yirmi köprü hakkındaki esaslı ve köklü girişim için mahalline gönderilecek heyetin masrafları için de 60 bin kuruşluk havalename gönderilmiştir”.

Burda, gerek yol mühendisinin raporunda belirtilen “diğer on köprü” ve gerekse para havale yazısında yer alan “diğer yirmi köprü” ibaresinden, Osmanlının gerçekten de Trabzon-Batum Karayolu’nu hayata geçirmek için büyük bir girişimde bulunduğu anlaşılıyor. Paranın gönderildiği tarih ise 24 Ocak 1920’dir.

Dahiliye Nezareti son bir bilgi olarak “ayrılan tahsisattan on bin kuruşluk bölümünün gönderildiği” bilgisini 29 Ocak 1920 tarihli yazısıyla Trabzon Valiliği’ne bildiriyor.

Belgelerin Çevirileri

Trabzon Vilayeti

Mektubî Kalemi

Umumî Numara: 14433

Hususi numara: 884

Bihi

(Bismillahirrahmanirrahim)

Dâhiliye Nezaret-i Celilesi’ne

Devletlü Efendim hazretleri,

Eylülün yirmi beşinci (1919) günü şiddetle nüzûl eden bârândan Rize’nin bir saat ilerisinde ve Rize ile Atina Şoşesi üzerindeki Askoroz Deresi tuğyan ederek güzergâhına müsâdıf olan arazideki mezrû‘ât ve eşcârı kâmilen mahv eylediği ve mezkûr dere üzerinde bulunan iki köprünün bi’l-külliye münhedim ve diğer iki köprünün de kısmen düçar-ı hasâr olduğu ve hasârâtın nev‘ ve mikdarı için zirâat mualliminin mahalline i‘zâm kılındığı Lazistan Mutasarrıflığı’na iş‘ar kılınmakla arz-ı ma‘lûmât olunur. Ol bâbda emr ü fermân hazret-i men-lehü’l-emrindir.

Fî 5 Muharrem 1338 ve fi 29 Eylül 1335 (M. 29 Eylül 1919)

Trabzon Valisi Vekili

Defterdar

İdâre-i Umumiyye Müdüriyyetine, 12 Teşrin-i Evvel 1335

Nâfia ve Ticaret ve Ziraat Nezaret-i Celilelerine, 13 minhü

Okumaya devam et  İstanbul – 1910

(Dâhiliye Nezâreti)

İdare-i Umumiyye-i Vilayât

Numara: 884 / Trabzon

Tarihi: 15 Teşrin-i Evvel 1335 (15 Ekim 1919 Çarşamba)

Nâzır Şerif Paşa’ya

Nâfi‘a’ya, Ticaret ve Ziraat Nezaret-i Celilelerine

Eylülün yirmi beşinci günü (25 Eylül 1919) şiddetle nüzûl eden bârândan Rize’nin bir saat ilerisinde ve Rize ile  Atina Şoşesi üzerindeki Askoroz Deresi tuğyan ederek güzergâhına müsâdıf  arazideki mezrû‘ât ve eşcârı kâmilen mahv eylediği ve mezkûr dere üzerinde bulunan iki köprünün bi’l-külliye münhedim ve diğer iki köprünün de düçâr-ı hasâr olduğu ve hasârâtın tahmîn-i nev‘ ve miktarı için zirâat mu‘alliminin mahalline i‘zâm kılındığı Lazistan Mutasarrıflığı’nın iş‘ârına atfen Trabzon Vilayet-i Aliyyesinden izbâr kılınmış olmakla ol bâbda…

Nâfia Nezâreti

Turuk ve Ma‘âbir Müdiriyet-i Umumiyesi

Üçüncü Şube (Heyet-i Tahririyye)

Aded: 193

Bihi

(Bismillahirrahmanirrahim)

Dâhiliye Nezâret-i Celîlesine

Devletlü efendim hazretleri,

Umûr-ı Mahalliyye ve Vilâyât Müdiriyyeti ifâdesine atfen vârid olan 10 Teşrîn-i Evvel 1335 (10 Eylül 1919 Cuma) tarihli ve ondokuzbin sekizyüz on bir umumi ve yüzyetmiş yedi hususi numaralı tezkire-i aliyye-i âsafâneleri cevâbıdır.

Merkez-i vilâyette İdâre-i Hususiyye-i Vilayet Me’mûrîn-i Fenniyye-i Mes’ûlesi mevcut iken turuk-ı hususiyye-i vilâyetten olan Rize-Atina Şosesi güzergâhına müsâdif Askoroz Deresi’nin tuğyânından nâşi münhedim ve hasar-dîde olan dört adet köprü hakkında mahallî ziraat muallimi tarafından tedkikat icra ettirilmesi muvafık görülmemiş olmakla bunlardan birinin i‘zâmıyla mebhûsün anh köprüler keşfiyyâtının ifası lüzûmu cânib-i vilâyete iş‘âr kılındığından ol vechile icabının icrâsına ve tamirat-ı lâzime masarıfının Nezâret-i Celilelerince i‘tâsına müsâ‘ade-i aliyye-i âsafâneleri şâyân buyurulmak bâbında emr ü fermân hazret-i men-lehü’l-emrindir.

Fi 27 Muharrem 1338 ve fi 23 Teşrîn-i Evvel 1335 (23 Eylül 1919 Perşembe)

Nâfia Nâzırı nâmına

Müsteşar

(İmza)

(Dahiliye Nezareti)

Evveliyat numarası: 193

Tarihi: 29 Teşrin-i Evvel 1335 (29 Eylül 1919 Çarşamba)

Trabzon Vilâyet-i Aliyyesine

29 Eylül 1334 tarihli ve 884/14433 numaralı tahrirat-ı aliyyeleri cevabıdır.

Merkez-i vilayetde İdare-i Hususiyye-i Vilayet Memûrîn-i Fenniye-i Mesulesi mevcud iken turuk-ı hususiyye-i vilayetten olan Rize-Atina Şosesi güzergâhına musadif Askoroz Deresi’nin tuğyandan naşi münhedim ve hasar-dîde olan dört köprü hakkında mahallî ziraat muallimi tarafından tedkikat icra ettirilmesi muvafık görülmediğinden bunlardan birinin i‘zâmıyla köprüler keşfiyyatının ifası hususu bi’l-muhabere Nâfia Nezareti Celilesinden cevâben iş‘âr kılınmış olmakla ona göre muktezâsının ifa ve masarif-i ta‘miriyyeleri ne mikdara bâliğ olacak ise ……. tarihli kararname ile i‘tâ olunan tahkikat-ı fevkalâdeden havalenâmesi verilmek üzere inbâsı muvafık-ı himem-i aliyyeleridir.

27 10 1335 (1919)

Trabzon Vilayeti

Mektûbî Kalemi

Umumî numara: 16916

Hususi numara: 1103

Lef: 9

Bihi

(Bismillahirrahmanirrahim)

Devletlü efendim hazretleri,

Umûr-i Mahalliyye-i Vilâyât Müdiriyyeti’nden muharrer 30 Teşrin-i Evvel 1335 (30 Eylül 1919) tarih ve 9720/647 adedli tahrirat-ı aliyye-i nezaret-penâhîlerinin arîza-i cevabiyyesidir.

Rize-Atina Şosesi üzerinde vâki‘ Askoroz Deresi köprüleriyle köprü mevkii ve civarı ve oradan geçmekte olan yolun hal ve şanı hakkında tedkikat-ı muktaziyye-i fenniyye icra ve tanzim edilen kroki ve tahmin proje ve tahlil fiyatı ve keşifname ile Mühendis Mehmet Bey’in raporu rabten takdim ve isrâ kılınmış olup esaslı bir suretde güzergâhı tayin edilmemiş olan bu gibi geçit mahallerinin muvakket vesaitle mürûru icab ettiğinden şimdilik lüzumu olan dört muvakkat köprünün inşası tensip buyurulduğu takdirde ber-muceb-i keşifnâme 455445 kuruş 70 santime ait havalenamenin tertip ve sarfına mezuniyet i‘ta veyahud bunun gibi mevcud daha yirmi köprü hakkında esaslı suretde teşebbüsatta bulunmak üzere mahalline gönderilecek heyet-i fenniye ve âlât ve edevât-ı hendesiyye masarifatına ve istihdam olunacak amele ücurâtına sarf edilmek üzere altmış bin kuruşluk masarif-i keşfiyye tahsisatının istihsal ve irsal buyurulması Nafia Sermühendisliği ifadesiyle arz olunur. Ol babda emr ü ferman hazret-i men-lehü’l-emrindir.

30 Rebiülevvel 1338

22 Kanûn-ı Evvel 1335

(22 Aralık 1919 Pazartesi)

Trabzon Valisi

Ali Haydar

Turuk ve Maabir İdare-i Umumiyyesi

Trabzon Vilayeti

Sermuharrirliği

Aded

Rapor

Askoroz-Taşlıdere Rize’ye beş kilometre mesafede vâkı‘ olup sür’at-ı cereyanı ve tahribât-ı fezeyânı ile diğer derelere kesb-i tefevvük eyler.

Rize ve Mapavri arasında vâkı‘  umum mebânî hemen bu derenin nakl ettiği taşlarla inşa olunmuştur. 100-400 kiloya yakın taşları sürükleyip denize nakil ettiğine bakılırsa cereyânın ve bâ-husus fezeyânın şiddeti hakkında bir fikir edinilmiş olur.

Elyevm vadiyi kat‘ eden yol Trabzon-Batum caddesi olup harp esnâsında bizim tarafımızdan açılmış bilâhare Ruslar tarafından tevsî‘ edilmiştir. Ruslar aynı zamanda tarafeyndeki şimendüfer güzergâhının tesviye-i türâbiyyesini de bi’l-ikmâl terk etmişlerdir. Elan derenin şu‘abatı üzerinde mevcut iki köprü ile münhedim diğer iki köprü yine harp münasebetiyle bizim tarafımızdan yapılmıştır. Ruslar bunları bir miktar tamir ile iktifa eylemişlerdir. Bugün mevcut diğer iki köprü de mâil-i inhidam bir halde oldukları gibi hiç bir zaman Batum tarafından geçecek büyük nakillerin mürûruna müsaid değillerdir. Bunlara da gayr-i mevcut nazarıyla bakılabilir. Bu kere bi’t-tanzim merbûten takdim olunan köprü projesi yekdiğerine hemen müsâvi açıklıkta olan münhedim köprüler mahaline tatbik edilecekse de lâzım gelen daha doğrusu  tamamî-i matlûbe olan faide hasıl olmuş olacaktır.

Çünkü elyevm mevcut sahil tariki bir proje halinde ne bizim ve ne de Ruslar tarafından tayin ve tensip olunmuştur. Ekser mahalleri harp münasebetiyle idare-i maslahat geçilmiştir.

İşte aksam-ı türabiyyesi böyle olduğu gibi inşaat-ı sınaiyyesi de aynı vechiledir. Bâ-husus böyle büyük vadilerde yapılacak ufacık bir hata pek büyük mazarratların hederine bâdi olur. Merbut krokide görüldüğü üzere vadi kısmındaki istikamet-i güzergâh hiç bir faide ve maksada mebni değildir. Esna-yı inşaatta en müsaid mürur noktası olarak bu istikamet mevcut olduğundan bu vechile yapılmıştır. Yoksa hiç bir zaman yola ve bâ-husus pereli imlâyı uzatacak olan ve bi’n-netice büyük masraflara bâdi bulunan bu istikamet kabul edilemez.

İşte daha pek çok mütalaat-ı fenniyeyi mucib olacak bulunan bu güzergâh ve köprüler hakkındaki esbâb-ı meşrûtayı ber-vech-i âtî arz eyliyorum.

1. Tarik üzerinde mevcut tekmil köprülerde olduğu gibi burada dahi güzergâh-ı hakîki yeniden tashih ve tensip edildikçe elyevm mevcut mahallerde inşaat-ı sınaiyye yapılmaması

2. Bu köprüler Batum-Trabzon caddesinin temini fikriyle yapılıyor. Ve bu sebeble ve masarif-i zaideye bakılmıyor ise bu sebebin de mevcut olmadığı. Zira elan sahil tarikinin hiç bir köprüsü mevcut olmadğı.

3. Merkez-i livaya merbut kazaların irtibatıyla fikriyle dahi yapılsa dahi matlub hâsıl olamayacağı. Çünkü Atina ile Rize arasında ve Mapavri civarında Büyükdere daha mühim bir geçit olması halinde köprüsü bulunmadığı ve kemer üzerinde 12-7 metre açıklıkta daha on köprünün mevcut bulunmadığı.

4. Maksat yalnız civar kurânın merkez-i livaya irtibatı ise bu kadar mühim bir masarifa ihtiyaç olmayıp küçük geçitleriyle iktifa olunması.

İşte sâlifü’l-arz esbâb dolayısıyla Askoroz-Taşlıdere üzerindek yapılacak köprülerin bilâhire bir işe yaramamak ihtimallerine mebni şimdiden lazım gelen tedabirin ittihazı lazımdır.

16 Kânûn-ı Evvel 1335 (16 Aralık 1919 Salı)

Turuk-ı Umumiyye Mühendisi

(Dahiliye Nezareti)

Evveliyat numarası: 1103

13 Kanûn-ı Sânî 1336 (1 Ocak 1920 Perşembe)

Aşâir ve Muhacirin Müdiriyyet-i Aliyyesi Canib-i Vâlâsına

Turuk-ı hususiyye-i vilayet olan Rize-Atina Şosesi güzergâhına müsadif Askoroz Deresi’nin geçenlerde tuğyan ederek üzerindeki iki köprünün münhedim ve iki köprünün de düçar-ı hasar olduğu Trabzon Vilayeti’nden bildirilmesiyle me’mûrîn-i fenniye marifetiyle keşfiyatının icrasıyla tamiratı için ne mikdar masrafa ihtiyaç olduğu vilâyet-i müşârün-ileyhâdan iş‘âr edilmişti. Bu kerre vârid olan tahrirat-ı cevabiyyede mezkur geçit mahallerinin esaslı bir surette güzergâhı tayin edilmemiş olmasına mebni şimdilik muvakkat dört köprünün inşası lazım gelip bunun için ber-muceb-i keşif 455445 kuruş sarfına ve mevcut diğer yirmi köprü hakkında esaslı teşebbüsatta bulunmak için mahalline gönderilecek heyet-i fenniye ve alat ve edevat-i hendesiyye masarifatına ve istihdam olunacak amele ucuratına sarf edilmek üzere de altmış bin kuruş tahsisata ihtiyaç olduğu bildirilmiş olmakla 11 Teşrin-i Evvel 1335 (11 Eylül 1919) tarihli kararname ile müdüriyyet-i aliyyeleri bütçesine mevdu tahsisat-ı fevkaladeden sâlifü’z-zikr masarife ait havale-namenin bâ-tanzim vilâyet-i müşârün-ileyhâya irsâli ve neticenin inbâsı temennisiyle te’yîd-i ihtiram olunur.

13/01/1336 (13.01.1920)

Bâb-ı Âlî

Dahiliye Nezareti

Aşayir ve Muhacirin Müdiriyyet-i Umumiyyesi

43812/73

Bihi

(Bismillahirrahmanirrahim)

Umur-ı Mahalliye-i Vilayat Müdiriyyet-i Aliyyesine

15 Kânûn-ı Sânî 1336 (15 Ocak 1920) tarihli ve 10165 numaralı tezkire-i aliyyeleri cevabıdır.

Trabzon Vilayeti turuk-ı hususiyyesinden olan Rize-Atina Şosesi güzergâhına musadif Askoroz Deresi’nin tuğyanı hasebiyle münhedim olan iki köprü ile düçar-ı hasar olan diğer iki köprünün inşası için yeniden ve esaslı surette tayin-i güzergâh zımnında inşası muktezi dört muvakkat köprü masarif-i inşaiyyesi olmak üzere keşifnamesi mucebince sarfı lazım gelen 455445 kuruşluk ve mevcut yirmi köprü hakkındaki teşebbüsat-ı esasiyye için mahalline i‘zâm kılınacak hey’et-i fenniye ve âlât ve edevât-ı hendesiyye ve sâire masarifi olarak da lüzumu olan altmış bin kuruşluk havale-nâmenin derdest-i irsâl bulunduğu beyanıyla te’yîd-i ihtiram olunur efendim.

24 Kânûn-ı Sânî 1336 (24 Ocak 1920)

(Dahiliye Nezareti)

31 Kânûn-ı Sânî 1336

(31 Ocak 1920)

Bihi

(Bismillahirrahmanirrahim)

Trabzon Vilâyet-i Aliyyesine

22 Kânûn-ı Evvel 1335 (22 Aralık 1919) tarih ve 1103 numaralı tahrirat-ı aliyyeleri cevabıdır.

Vilayet turuk-ı hususiyyesinden olan Rize-Atina Şosesi güzergâhına müsadif Askoroz Deresi’nin tuğyanı hasebiyle münhedim olan iki köprü ile düçar-ı hasar olan diğer iki köprünün inşası için keşifnamesi mucebince sarfı lazım gelen 455445 kuruş ile diğer köprülerin tamirat esasiyyesi için mahalline i‘zâm kılınacak heyet-i fenniye ve alat ve edevât-ı hendesiyye ve saire masarifi olarak da lüzum olan altmış bin kuruşa mukayyed 11 Teşrin-i Evvel 1335 (11 Eylül 1919) tarihli ve kararnameli Aşayir ve Muhacirin Müdiriyet-i Umumiyyesi bütcesine mevdu‘ tahsisat …. den 594/15 numara ve 19 Kânûn-ı Sânî 1336 (19 Ocak 1920) tarihli on bin kuruşluk havalenamenin irsal edildiği bi’d-tedkik anlaşılmış olmakla.

29.1. 1336 (29.1.1920)

BOA.DH.UMVM, nr: 73/14

Muhammet Safi


Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir