Türk Tarihi’nde II. Fetret Devri!

Bugün 28 Temmuz. Ve bugün, Türk Tarihi’nin şeksiz şüphesiz en önemli günlerinden birisidir. Çünkü 28 Temmuz, Osmanlı’da “Fetret Devri” diye bilinen bunalımlarla, siyasi ve sosyal krizlerle, çatışmalarla ve buhranlarla geçen 11 yıllık dönemin başlangıç günüdür. Zira 28 Temmuz 1402 günü Ankara civarında gerçekleşen ve Özbek orduları karşısında Osmanlı ordularının mağlup olduğu savaşın 606. yıl dönümüdür... - turkey

Bugün 28 Temmuz. Ve bugün, Türk Tarihi’nin şeksiz şüphesiz en önemli günlerinden birisidir. Çünkü 28 Temmuz, Osmanlı’da “Fetret Devri” diye bilinen bunalımlarla, siyasi ve sosyal krizlerle, çatışmalarla ve buhranlarla geçen 11 yıllık dönemin başlangıç günüdür. Zira 28 Temmuz 1402 günü Ankara civarında gerçekleşen ve Özbek orduları karşısında Osmanlı ordularının mağlup olduğu savaşın 606. yıl dönümüdür…

 

Bilindiği gibi; 28 Temmuz 1402 günü yaşanan Ankara Savaşı’nda, Özbek-Türk hükümdarı Timur ile Osmanlı-Türk Sultanı Yıldırım Bayezit, siyasi hırsları yüzünden birbiriyle savaşmış ve bu savaş Türk Tarihi’ne kara bir leke olarak geçmiştir. Bu savaşla Türklük geriye gitmiş ve Türk gelişmesi büyük ölçüde tökezlemiştir. Eğer bu savaş olmasaydı, Türk ve dünya tarihinin seyri mutlaka başka olurdu…

 

Timur, birçok kaynakta Moğol ve onun orduları Moğol orduları olarak bilinse de o, aslında bir Özbek Türkü’dür. Ordusunun çoğunluğunun savaş kabiliyeti yüksek olan Moğol askerlerinden oluşmuş olması, kendisinin de Moğol soylu olarak anılmasına sebep olmuştur. Oysa Timur Han, büyük bir askeri dehâ ve cihangir ruhlu bir Türk hükümdarıdır. Asil bir aileden gelmemekle birlikte, soyunu kasıtlı olarak asil bir soya dayandırdığına ilişkin bilgiler bulunmaktadır.

 

Ülkemizde daha çok Timur Lenk (Topal Timur-Aksak Timur) olarak aşağılansa ve Yavuz Bülent Bakiler’e göre; Anadolu’nun pek çok yerinde olduğu gibi Sivas yöresinde de “Lenk Demür Tohumu” şeklinde küfür ve hakaretlere alet edilse de o, dünya tarihinin en büyük kumandanlarından ve askeri stratejistlerinden birisidir. Öz be öz Türk çocuğudur. Üstelik Yıldırım Bayezit’ten çok daha muhafazakâr Müslüman’dır. Kaynaklar, onun istemeden de olsa yapmış olduğu bazı zulümlerden dolayı nâdim olduğunu ve bu zulümlere keffaret olması bakımından son zamanlarında hayır ve hasenat işlerine ağırlık verdiğini göstermektedir. Zira Yıldırım Bayezit’in içkiye düşkün olduğu ve bu sebeple sık sık Emir Sultan Buhârî hazretlerinin hışmına maruz kaldığı bilinmektedir. Timur Lenk, bugünkü Özbekler için de övünç ve gurur kaynağı olup, daha çok Emir Timur veya Gur-ı Emir olarak da anılmaktadır. Türbesi Semerkant şehrindedir…

 

“Eğer iki tarafta da var olan arabozucular olmasaydı ve bu iki Türk hükümdarı birbirine düşmeseydi, şüphesiz Türk tarihinin ve Dünya tarihinin seyri değişirdi” diyoruz. Çünkü Emir Timur, öncelikle Çin üzerine yürümeyi düşünüyordu. Ancak Yıldırım Bayezit’in bazı hasmâne tutumları, onun batıya yönelmesine sebep olmuş, Çin Seferi’ni geciktirmiştir. Zaten Çin seferine çıktığı bir sırada da ölmüştür. Oysa Ankara Savaşı yapılmasaydı da Timur Çin üzerine, Yıldım da Avrupa ve İstanbul üzerine yoğunlaşmış olsalardı, inanıyorum ki; dünya şimdi bambaşka bir dünya olurdu…

 

İşte bugün 606. yıldönümü olan Ankara Savaşı’ndan sonra Osmanlı’da yaşanan ve 1402-1413 yıllarını kapsayan 11 yıllık döneme Fetret Devri adı verilmektedir. Yıldırım Bayezit’in Timur’a esir düşmesi ve sonra da kendisini zehirleyerek intiharı üzerine Yıldırım’ın 6 oğlu olan Emir Süleyman, İsa Çelebi, Musa Çelebi, Mehmet Çelebi, Mustafa Çelebi ve Kasım Çelebi arasında taht kavgaları başlamış ve bu kavga ancak Mehmet Çelebi’nin, kardeşlerini tasfiyesi ile son bulmuştur…

 

***

Bugün 28 Temmuz 2008. Anayasa Mahkemesi AKP hakkında açılan kapatma davasını bugün esastan görüşmeye başlayacak. Daha doğrusu birkaç gün içinde bu konuda bir karar verecek. Umarız ki; Anayasa Mahkemesi’nin vereceği karar, Türk Tarihi’nde II. Fetret Devri’nin de başlangıcı olmaz! Bir tarafta Ergenekon Davası, diğer tarafta dün İstanbul Güngören’de gerçekleştirilen alçakça saldırı, insanın aklına kötü kötü şeyler getirmiyor da değil hani…

 

Akşam Gazetesi Yazarı İsmail Küçükkaya AKP davası hakkında diyor ki;

 

“… ‘Parti kapanır’ veya ‘kapanmaz’ diyenlere kesinlikle inanmayın. Söylenenlerin hepsi bir tahmin. Elbette yapılan görüşmeler, gelen duyumlar, yorumlanan işaretler var. Ama şu anda ne olacağını hiç kimse bilmiyor. AKP’yi kapatırlarsa, bilin ki ‘sistemin kendisini koruma adına tek hukuki adım kalmıştı’ tezi kabul edilmiş demektir. Yok, eğer AKP kapatılmazsa, anlayacağız ki ‘Güneydoğu bölünür, AB’den izole oluruz, ekonomik kriz çıkar’ diyenlerin sözü dinlenmiştir”(bkz. 25 Temmuz 2008 tarihli ve “Kapatma davasıyla ilgili neler duydum?” başlıklı yazısı).

 

Bu konuda İsmail Küçükkaya’ya büyük ölçüde katıldığımı söylemek isterim. Yani Anayasa Mahkemesi, görünürde elbette hukuki gerekçelerle kararını verecektir. Ancak hukuki gerekçeler ve mülahazalar, büyük ölçüde siyasi mülahazalara giydirilmiş bir elbise hükmünde kalacaktır. Zira Genel Seçimlerin üzerinden henüz bir yıl geçmişken %47 ile iktidara gelmiş bir partinin kapatılıp kapatılmayacağına karar vermenin, başka bir anlamı bulunmamaktadır. Bunu, ne “Ne pahasına olursa olsun AKP kapatılsın veya kapatılmasın” anlamında söylemiyorum tabi. “%47 oy çoğunluğuna sahip bir partinin kapatılması, en başta bu oyların sahibi olan millete hakaret anlamına gelir” görüşüne elbette katılıyorum. Ancak, laik cumhuriyetin ve demokratik hukuk devletinin tehlikeye girmesi gerçekten mevzuu bahis ise; o zaman hiç düşünmeden %53’lük büyük kitleden yana tavır koymak zorunluluğu doğacaktır.

 

Umut edelim ki; AKP, Sayın Başsavcı’nın iddia ettiği gibi, laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline gelmemiştir ve ayaklarının altına konulan idam sehpası, sessiz sedâsız bir kenara konulur. Ancak söylemleri ve eylemleriyle, partilerini idam sehpasına çıkaran kişiler varsa, onlar mutlaka hak ettikleri cezayı almalıdırlar. Bu konuda “Temennimiz, AK Parti’nin siyasi parti olarak kapatılmamasıdır, varsayım olarak kapatılması halinde Türkiye’nin siyasi bir krize, kaosa kargaşaya sürüklenmemesi gerekir…” diyen Sayın Devlet Bahçeli gibi düşündüğümüzü de belirtmek isterim.

 

26 Temmuz 2008 tarihli Akşam Gazetesi’nde yabancı iki büyük bankanın kapatma davası hakkındaki senaryolarına ve görüşlerine yer veriliyordu. Uluslar arası Yatırım Bankası Lehman Brothers; “AKP kapatılmayacak. Dava amacına ulaştı. Türban davası ve partiyi kapatmaya yönelik tehdit, AKP için en büyük uyarı oldu. Son dönemdeki anketlere göre AKP’nin popülaritesi düştü. Kapatılması, AKP’ye olan akımı güçlendirirse yargının üzerine bir bumerang gibi gelebilir.” (bkz. “Lehman: AKP kapatılmaz” başlıklı haber). Akşam’ın aynı sayısında yer alan “ING kapatma için 4 senaryo yazdı: % 75 istikrar sürer” başlıklı haberde ise senaryolardan üçünün AKP’nin kapatılacağı yönünde olduğu anlaşılıyordu.

 

Anlaşılacağı üzere; I. Fetret Devri’nin başladığı gün olan 28 Temmuz 1402 yılının 606. yıl dönümü olan bugün başlayan kapatma davası hakkında yerli yatırımcıların olduğu kadar, yabancı yatırımcıların kafası da bir hayli karışık durumda. Onlar da bir anlamda konu hakkında “Papatya Falı” bakıyorlar; kapatılacak, kapatılmayacak, kapatılacak kapatılmayacak… İNG Bank’a göre AKP kapatılacak, Lehman Brothers’e göre kapatılmayacak. Çünkü ellerinde kalan son papatya yaprağı öyle diyor!

 

***

Düşlerimizi bari çalmayın:

 

Türkiye’deki iç çekişmeler ve siyasi hesaplaşmalar, günlük hayatlarımızı çalmakla kalmadı, artık düşlerimize de egemen olmaya başladı. Artık şöyle ağız tadıyla ve özgürce bir düş bile göremez olduk. Hayallerimizi ve rüyalarımızı da siyasiler ve Türkiye’deki egemen güçler yönlendirmeye başladı. Anlatalım efendim:

 

Geçtiğimiz 26 Temmuz’u 27 Temmuz’a bağlayan gece Başbakan Yardımcısı ve Hükümet sözcüsü Cemil Çiçek ile birlikte idik! Kalabalık bir ekiple AKP hakkında açılan kapatılma davası için partinin savunmasını hazırlıyorduk! Büyükçe bir bina, karmaşık odalar, koridorlar ve asansörler. Bir ara toplantıda Sayın Cemil Çiçek’e şu teklifi yaptım: “Sayın Bakan, iddianameyi olduğu gibi geri gönderelim. Davanın açılmasındaki maksat büyük ölçüde hâsıl olmuştur. Bu sebeple savcı iddianamesini mutlaka değiştirmek zorunda kalacaktır!..”

 

Haydi, şimdi ayıklayın bakalım pirincin taşını! Ben kimim? Cemil Çiçek’in yanında ne arıyorum? AKP’nin savunma dosyası ile benim ne alakam var? Üstelik bu dosya çoktan verildi Anayasa Mahkemesi’ne! Öte yandan hangi maksat hâsıl oldu? Ve değiştirilmesi muhtemel iddianame hangi iddianame?

 

Oysa ben bu teklifi Anayasa Mahkemesi’nin AKP’nin kapatılmaması ve sadece hazine yardımının sürekli olarak kesilmesi yönünde vereceği muhtemel bir karardan sonra İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne yapmış olsaydım, nispeten bir anlamı olurdu. Ancak ne Anayasa Mahkemesi henüz böyle bir karar verdi, ne de İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Ergenekon iddianamesini olduğu gibi iade imkânı kaldı. Çünkü Mahkeme, 25 Temmuz’da iddianameyi kabul ettiğini açıklayarak ilk duruşma gününü bile belirledi; 20 Ekim 2008.

 

Sakın ola “bu ne saçmalık” demeye kalkışmayın. Altı üstü bir rüya efendim! Hepsi hepsi, Cumartesi gecesi, ….mız biraz ayazda kalmış! Hepsi bundan ibarettir. Önemli olan bu değil tabi. Asıl önemli olan, Türkiye’nin her gün değişen gündeminin psikolojik bakımdan vatandaşı ne hale getirdiği. Vatandaş, artık şöyle ağız tadıyla bir rüya bile göremez oldu…

 

Masal Kahramanları;

 

İddianamede; Ergenekon soruşturması kapsamında bazıları tutuklu olarak yargılanan kimi sanıklar hakkında 400-600 yıl arasında değişen sürelerle hapis cezaları istendiği ortaya çıktı. Sanıkların altı asırlık bir süre hapis yatması mümkün müdür bilinmez ama bu dava, çoktan ismine yakışır biçimde destansı ve masalsı bir hal almaya başlamış bulunmaktadır. Hele hele, 600 küsur sene ile en uzun hapis isteminin, Türk Ortodoks Kilisesi yöneticisi Sevgi Erenerol hakkında istenmiş olması, tam da Ergenekon Destanı’na yakışan bir durum! Demek oluyor ki; bu destanın Asenası, yani yol gösterici dişi kurdu Sevgi Erenerol!!! En uzun süre hapis isteminin, adı geçen hakkında yapılmış olması, savcının gözünde en büyük suçlunun o olduğunu göstermektedir çünkü!

 

Zanlılar hakkında istenilen mahpusluk sürelerine bakınca; var olduğu söylenen oluşumun muhtemel fikir öncüleri ile planlayıcılarının suçlarının, savcının gözünde çok daha ağır olduğunu göstermektedir. Muhtemel tetikçi ve eylemciler hakkında daha az mahpusluk süreleri istenmiş olması ise, ülkemizde en büyük suçun halen düşünce suçu olduğu sonucunu doğurmaktadır! Zira örgüte mensup olduğu söylenen bazı yazar ve fikir adamları hakkında birkaç asırlık mahpusluk süreleri istenirken, yine örgüte mensup olduğu söylenen ve başka suçlardan dolayı halen hapis yatan ve öteden beri mafya ile ilişkilendirilen bazı kişiler hakkında çok daha az mahpusluk süreleri istenmiş olması, böyle garip bir sonuç doğurmuş bulunmaktadır.

 

Umarız Ergenekon davası, Prof. Dr. Mahir Kaynak’ın bu sabah Kanal-A televizyonunda dediği gibi; devlete rağmen devleti kurtarmaya çalışan devlet dışı oluşumların sonunu getirecek ve milletin gözünde devleti yücelten ve layık olduğu yere oturtan bir dava olarak tarihe geçer. Umarız ki; hukukun üstünlüğünü esas alan sosyal ve laik demokrasimiz, AKP ve Ergenekon davalarından çok daha güçlenerek ve temizlenerek çıkma fırsatı bulur…

 

Yapılış tarzı ve amacı bakımından, sicilinde “Bebek Katili” olma gibi aşağılık bir suç bulunan Pkk’yı gösteren Güngören saldırısında ölen vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yaralı vatandaşlarımıza ise acil şifalar dilerim. Milletimizin başı sağ olsun. Hiç kimse boşuna heveslenmesin; bu millet ikinci bir fetret devri daha yaşamayacaktır…

 

28 Temmuz 2008 

 

Ömer Sağlam


Comments

“Türk Tarihi’nde II. Fetret Devri!” için bir yanıt

  1. cabbarp avatarı
    cabbarp

    ananızı …………

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir